Ortadoğu kıyamete itiliyor

-
Aa
+
a
a
a

10 Ekim 2006Birgün Gazetesi

Lübnan'daki savaşın bitmesinden birkaç gün sonra Ortadoğu'nun son 30 yılıyla ilgili yaptığım haberlerin noüarını karıştırdım. Bazılarında ölen meslektaşlarımın isimlerine rastladım. Bazılarında Arap ve Kürtler ile, Hıristiyan ve Yahudilerin acı dolu kişisel hikayelerine rasdadım. Bunlardan biri hâlâ karanlık ve koyu çekirdeğini sıçratan petrolün Kuveyt çöllerininin üzerine yağdığı, Saddam'ın Kuveyt'i havaya uçurmak gibi 'faydalı işler' düşündüğü 1991 tarihine ait. Buna baktıktan birkaç dakika sonra kendimi tehlikeli bir masumiyet hikâyesinin arkasında ne olduğuna; 11 EylüPde gerçekte ne olduğuna dair ipuçlarına bakarken buldum.

Bir not defterimde, 1990'ların sonunda To-ronto'da yaptığım bir konuşmada dinleyicilerden birinin Ortadoğu ile ilgili iyimserliğine katılmadığımı söylediğimi gördüm. Ona "Ortadoğu'yu bir paüama bekliyor" demiştim. Evet, neydi bahsettiğim o patlama? Kendimi Independent^ yine aynı şeyleri yazarken buluyorum: Ortadoğu'daki 'müstakbel padama...' Ve daha da rahatsız edicisi Micheal Dutfield'la Kanal 4 ve Discovery Channel'de 1993'te yaptığımız programlara baktığımda gördüklerim. Hepsinde Beyrut'tan Bosna'ya dek, "Müslümanların Ba-tı'ya yükselen öfkesi" ilan ediliyor.

Programlardan birindeki bir sahnede 1993'te Bosna'nın Müslüman Cela köyünde yıkılmış bir camiye doğru yürüyorum. Fonda kendi sesimden şunları duyuyorum: "Böyle şeyler görünce Ortadoğu'da bir yerlerde olduğum duygusuna kapılıyorum... Müslüman dünyasının bizim için depolarında ne olduğunu merak ediyorum... Belki de her haberimi şu kelimelerle bitirmeliyim: "Dikkat edin!"

Aslında sevgiyle dolu olabilecek bu dünyada kötülükle ilgili marazi bir şekilde ahkâm kesen veya kötümserlik arayışıyla eski defterleri karıştıran ortayaşlı gazetecileri sevmem. "Dünyanın Sonu Yakın" cümlesinin koyu harflerle yazıldığı tarih sayfalarına bakmak çok sıkıcı. Fakat lebi derya balkonumdan baktığımda, bizi bekleyen yeni 'patlamalardan' başka şey görmüyorum.

EL KAİDE BM GÜCÜNÜ VURACAK

Beyrut şu an amansız Ortadoğu trajedisini en iyi yansıtan yer. Kent 31 yıldır pek çok felaketin ve en son Afganistan'dan Irak'a, 'Filistin'den bizzat Lübnan'a, tüm bölgeyi kaplayan toplu mezarların gediklisi adeta. Denize bakınca Hizbul-lah'ın silahsızlandırılmasını öngören 1701 sayılı BM kararı uyarınca Lübnan sularındaki Alman savaş gemilerini görür gibi oluyorum. Kendime soruyorum: Hizbullah'ın gerilla ordusuna artık deniz yoluyla silah gelmeyecekse acaba bu Almanlar ne iş yapacak? Zira silahlar Lübnan'ın kuzeydoğusundaki Suriye sınırından geliyor. Lübnan'ın asıl sahiplerinin Batı'nın bu umutsuz gösterisini tartıştıklarını da görür gibi oluyorum ve bana dönüp şunu söylüyorlar: "Neden Alman donanması benim evimde seyr-ü sefer ediyor?"

Şunu görüyorum: Biz Batılılar, Müslüman dünyasına adeta yayılmış durumdayız. Şu veya bu şekilde 'biz' yani Batı, Kazakistan, Afganistan, Pakistan, Irak, Mısır, Cezayir, Yemen, Katar, Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan, Umman ve Lübnan'dayız. 12. yüzyılda Haçlıları yenilgiye uğratan bu cefa topraklarının ateşli ve kızgın halkıyla bir kez daha yüz yüzeyiz. Ordularımız İslamcı ordularla, intihar bombacılarıyla ve savaş ve uyuşturucu baronlarıyla karşı karşıya. Ve kaybediyor... BM'nin Fransız ve İtalyan birliklerden oluşan ve sayıları giderek katlanan güney Lübnan'daki son ordusunun üyeleri şimdiden El Kaide tarafından tehdit ediliyor. Ve üç-dört ay sonra El Kaide tarafından vurulacak. Fransız birliklerinin kendilerini güney Lübnan'da soldurmalarının sebebi ne? Şii Hizbullah'ı bırakın hadi, buralarda BM gücünü vuracak Sünni intihar bombacısından yana kırlık yok.

Bu bombacılar ne zaman gelecek? Irak'taki daha çok kadiamdan sonra mı? İsrail tekrar Lübnan'a girdikten sonra mı? Gelecek aylarda İsrail veya ABD İran'ı bombaladıktan sonra mı? Yoksa birileri Batılı askerleri Lübnan'ın kuzeyindeki Trablus kentinde veya Sidon'daki Filistin kamplarında gördüklerini söylemelerinden veya George W. Bush, Tony Blair ve Condoleezza Rice'ın bu civarlarda 'işlerin ne kadar iyi gittiğini' ilan etmelerinden sonra mı gelecek? Sidon'un güneyinde asılı yeni bir afişte "Yeni bir Ortadoğu olmayacak bayan Rice" yazıyor. Hizbullah haklı. Tüm bölge her zamankinden daha çok kana bu-landıkça, Bush ve Blair'ın yine dönüp bizlere gülümseyerek 'her şey daha iyi olacak, demokrasi yayılacak' demeyi sürdüreceğini biliyoruz.

Condi'nin Yeni Ortadoğu'su da bu olacak. Dünyanın gerçeklerini kelimeleriyle çarpıtmayı sahiden umut edebiliyorlar mı? Bush ve Blair bu gezegende yaşamıyorlar sanki. Meslektaşım Patrick Cockburn'ün yakın zamanda yazdığı gibi, Blair'in sabit iyimserliği onun bir yalan bohçasına sahip olduğunu kanıdıyor aslında. Gırtlağa kadar anarşi kol gezerken, Blair hala "böyle bir şey yok" diyor. Amerikalılar Irak'ta kendilerini koruyamıyor, İngilizler Taliban'la savaşta iki kez bozguna uğradı ve İsrail ordusu Lübnan sınırını geçip Hizbullah'la savaşa yollandığında 36 saatte 40 askerini kaybederek adeta afalladı. Ve o sırada Blair Lübnan'da ateşkesi ertelemeyi sürdürüyordu. New York'ta, Londra'da veya başka bir yerde yeni saldırılar olursa, Bush ve Blair yine bunu es geçecek ve "Düşmanlar 'değerlerimiz' ve 'yaşam biçimimizden' nefret ediyor" diyecek.

Bazen asırları kanla sırılsıklam eden modern dünyanın titanları için, Rooseveltleri ve Churc-hillleri için yas tutuyorum! Zira Blair ve Bush, savaş liderleri pozlarında etraflarında cüce Hider-lerle çevrili dolanırken aslında tarihin ipinin ucunu kaçırmış gibi duruyorlar. Geçmişte biz 'Batı' dış maceralara giriyor ve kendimizi evimizde güvenli hissedebiliyorduk. Öyle ya Kuzey Koreliler Londra metrosunu 1950'lerde havaya uçurmayı denememişti. Vietnamlılar saldırmak için Washington'a gelmemişti. Kenya'da, Malezya'da, Filistin, Süveyş ve Yemen'de savaştık, ama Gloucestershire'da kendimizi güvende hissettik.

'EVİMİZDE RAHAT RAHAT OTURAMAYIZ'

Belki de Paris ve Lyon'un saldırıya uğradığı Cezayir bağımsızlık savaşıyla her şey değişti ya da IRA Londra'yı bombaladığında. Artık 'biz' ordularımız, savaş gemilerimiz, tank ve helikopterlerimizle yabancı ülkelere girerken evimizde sağ salim oturabileceğimizi düşünemeyiz. Bu Bush ve Blair'in idrak edemediği bir tarihin kaçınılmaz döngüsüdür. Tüm Ortadoğu'da 'terörle savaş'a saplandık çünkü "dünya ebediyen değişti." Ancak her zaman söylediğim gibi 19 katilin düzenlediği n Eylül saldırılarının dünyamızı değiştirmesine izin vermemeliyiz. Zira CIA'nın 'terör zanhları'nı yeraltı hapishanelerinde 'gizlilik içinde' sorgulayarak Cenevre Sözleşmesi'ni çiğnediği daha karanlık bir dünyadayız artık.

Araplara Irak'ı işgal ederek ve Lübnan'da 'Sedir Devrimi' yaparak demokrasi sözü verdiğimiz günleri hatırlayın. Üstelik Suriye de Lübnan'dan çekilmişti. Şu an Lübnanlılar Batı ile ilgili şüphede olmasınlar da ne olsunlar. 12 Temmuz'da Hizbullah'ın iki askerini kaçırmasını gerekçe göstererek Lübnan'ı yine acılı günlere döndüren İsrail saldırıları ile ilgili olarak Lübnanlı bir genç kız bu ay bana şunu dedi: "Bana bu savaşta ikna edici bir yan gösterin?" Ve ekledi: "Lübnan Lübnanlılarındır. Yabancıların verdikleri sözlere asla inanmıyorum artık." Söyledikleri doğru. İsrail'in saldırıları Hizbullah'a yaradı. Lübnan'da ve Müslüman dünyada Hizbullah ve lideri Şeyh Hasan Nasrallah kahramana dönüştü. 'Kutsal zafer' ilan eden Nasrallah ulusal birliği sağlayacak

yeni bir hükümet istedi. Bu hükümet kurulursa Suriye yanlısı olacak. Lübnan'daki cemaat liderleri ise kışkırtıcı ve ölüm kokan bir dil kullanıyor ve iç savaş öncesinin dili bu. Dürzi, Hıristiyan ve geniş Şii nüfus arasındaki zaten sorunlu olan ilişkiler bir kez daha iyice zayıflamış durumda.

Peki bu gelişmeleri önlemek adına Bush ve Blair, İsrail'in daha önce pek sevdikleri Lübnan hükümetine yüklemesine neden ses çıkarmadı ve acil ateşkese neden destek vermedi?

Geçen hafta Sur kentindeki Mesleki Eğitim Merkezi'nin enkazından beş çocuğun cesedi çıkarıldı. Ali Alaviye, çocukları Aya, Zeynep ve Hüseyin ile iki yeğeninin kimliğini tespit etti. Zira saldırılarda öldürülen yaklaşık 1300 Lübnanlının tamamına yakını (ki İkiz Kuleler/de ölenlerin yarısına tekabül ediyor) sivildi. Biz onlarla ilgilenmedik, sadece kendi akrabalarımızın ölümünü gördük. Bu, Irak'ta can veren sivilleri görmeyip sadece kıymedi askerlerimizin ölümüne bakmamızla belirginleşen bir hastalık artık.

Biz Batılıların 'ötekini kendimiz gibi görmekteki başarısızlığımız' Ortadoğu'da kendini çarpıcı olarak gösteriyor. Birkaç ay önce Irak'ta görevli bir deniz piyadesinin ailesine yazdığı mektup elime geçti. Mektupta Iraklıların Batı'yı kültürel yanıyla anlamak konusunda adeta çocuk gibi bilgisiz olduğunu yazıyordu. Amerikalı Lawrence 1920'lerde "Arapların adına bir şey yapmaya kalkışmayın. Yaptığınız şey size göre mükemmel olsa da onlar sizin gibi düşünmez" demişti.

Yoksa Haçlı dönemine mi dönüyoruz? Nazi dönemini yerden yere vuran Papa 16. Benedict'in neden bir Bizans kralının sözlerine atıfta bulunduğunu hele hiç anlamış değilim. Boşanma ve eşcinsellik karşıtı Papa, İbrahim'in karşılıklı sevgi düsturuna bağlı olan selefi 2. Jean Paul'ün iyi bir takipçisi olmadığını gösteriyor işte.

NÜKLEER İRAN ABD'NİN ESERİ

Başka bir yabancılaşma biçimini de İran ile çekişmemizde ortaya çıkıyor. İran'ın nükleer silah yapacağını düşünüyoruz. İsrail'e göre altı ay sonra, bazı uzmanlara göreyse 10 yıl sonra bu olacak. Fakat bir Allah'ın kulu da bu nükleer krize 'bizim' yol açtığımızı hatırlamıyor. İran'ın nükleer programını 1973'te Şah başlattı. Şah'ın arkasında Batı vardı ve Batılı şirketler ona uranyum zenginleştirme teknolojisi ve reaktör vermek için sıraya girmişti. Siemens Buşehr reaktörünü geliştirmeye başladı. Biz o zaman Körfez'deki bekçimize karşı hiç sesimizi çıkarmadık. 1979'da Humeyni iktidarı ele geçirince nükleer programa 'şeytanın işi' diyerek son verdi. Saddam bizim de el verdiğimiz İran işgalinde kimyasal silahlarını ortaya çıkarınca İran'ın molla rejimi de yeniden nükleer tesislerin kapısını açtı.

Bir başka ironi ise nükleer teknolojiye sahip Pakistan. Zira bu ülke esasında nükleerle ilgili İran'dan çok daha önde gidiyor. Ayrıca Bush'un Taliban nedeniyle 'sizi taş devrine döndürürüz' diye tehdit ettiği Pakistan 'Şahı' Pervez Müşerrefin ülkesindeki bombalar henüz bizim için tehlikeli olmadığından nükleer teknolojisi bizi ırgalamıyor. Ancak oraya da müdahale edebiliriz. 2007'de mi 2017'de mi ya da 3006'da mı?

Müslümanlar hatırlamayı öğrendi artık. Iraklı bir arkadaşıma, biraz da takılmak için,'Batı sizi Saddam'dan kurtardı' dediğimde "Siz onu desteklemiştiniz" diye karşılık verdi. "İran'ı işgal edip on binlerce Iraklının ölümüne sebep olmasını siz desteklediniz. Ardından Kuveyt'i de işgal edince yine on binlerce çocuğumuzun ölümüne yol açan yaptırımlar uyguladınız. Şimdi de Irak'ı karmaşaya sürüklüyor ve bizden teşekkür bekliyorsunuz" diye art arda sıraladı fikirlerini.

İranlıların da Saddam nedeniyle bize minnettar olmasını mı bekliyoruz yoksa?

Irak'ta Şii ve Sünniler arasındaki bölünme Av-rupa'daki Protestan-Katolik savaşını andırıyor. Irak'ta eski ABD elçisi Şiilerin, parlamentoya girmemeleri halinde Sünnilerle birlik olup direnişe katılacağını söylemişti. Şiiler meclise girdi. Ve demokrasi Irak'ta ABD'nin armağanı olarak değil, kadınlara evlilik, boşanma ve miras hakları verilmesine itiraz eden din adamları şeklinde tezahür etti. Müslüman ülkelerde demokratik reformlar isteniyor Batılı yetkililerce. O halde neden eski İran'ın reformist Cumhurbaşkanı Mu-hammed Hatemi'yi desteklemediler. Veya Filistin'deki demokratik seçimin sonucunu neden beğenmiyorlar? Meksikalı yazar Octavio Paz'ın sözünü hatırlamamak mümkün mü: "Demokrasi nescafe gibi değildir, üzerine yalnızca su boca edemezsiniz!"

FİLİSTİN KOMADA

Ve 'Filistin' her zamankinden daha çok komada. Kim bilir belki marttaki seçimlerde Ha-mas'ı seçmekle yanlış yaptılar. Fakat demokratik denilen İsrail seçim sonuçlarını tanımıyor ve ABD ile Avrupa Hamas'a yaptırım uyguluyor. İsrail'i ve 1970'lerdeki Camp David kararlarını tanımadığı sürece yaptırımları sürdüreceğini söylüyor ve aslında Filistin halkını cezalandırıyorlar. Filistinliler İsrail'in sınır olarak inşa ettiği duvarla ilgili uluslararası hukuka başvurdu ve haklı bulundular. Yıllardır 'terörist' addedilen Filistinlilerin şiddet ve 'terö-rizm'Ie alakası olmayan hukuki başvurularının sonuçları da kabul edilmiyor.

Ariel Şaron geçen yıl Gazze'deki 850 Yahudi yerleşimini boşaltmasına karşın Batı Şe-ria'ya 12 bin yeni yerleşimci soktu. BM kararına göre barış süreci kapsamında 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmeli. Başbakan Ehud Olmert ise Hamas'ın tanımadığı söylenen Camp David'i ihlal ederek tek taraflı çekilmeyi ve sınır oluşturmayı savunuyor. Filistin devleti kurulabilir. Ama başkentin Doğu Kudüs olmaması ve Gazze ile Batı Şeria'nın birbirinden koparılması şartıyla.

ABD DÜNYAYI CANINDAN BEZDİRDİ

ABD ise tüm bu olan biten karşısında Ortadoğu'da yaşadığı sorunların politik olmadığından, 'halkla ilişkiler' sorunundan ibaret olduğundan dem vurarak dünyaya 'çok şey kazandırdığını' savunuyor. Ancak tüm dünya ABD'nin II. Dünya Savaşı'ndan sonra oraya buraya saldırmasından bıkıp usanmış durumda. Ancak çıkarları gereği buna devam ediyor. İşgal ettiği yerlerde ise yaptığı 'kıymetli katkılarını' anlatıp duruyor ve sivil amaçları olduğunu söylüyor. Peki Hadisa'da katliamı yapan deniz piyadeleri kimdi? Velhasıl Irak artık kontrolden çıktı. Afganistan'ın çoğu da. Filistin aynı yolda gözüküyor ve hatta Lübnan da. Rice'ın projesi bunları mı içeriyor?

Batılı gazetecilerin bu süreçlerde nasıl tutum aldıklarına bakalım. Çoğu bu olanları görmüyor, ancak böyle yaparak ABD'nin suçlarına ortak olduklarını bilmeliler. Batı Şeria'yı işgal altında değil, 'ihtilaflı' topraklar diye tanımlıyorlar. İsrail'in ördüğü duvara çit diyorlar, İsrail'in Filistin'deki kolonileri hakkında 'yerleşim', hatta 'komşu bölge' ifadesini kullanıyorlar. New York Times'ın derdi ABD demokrasisinin Irak içinde neden hazmedilemediği. Arap ve İsrail basını bunları işlerken, ABD basını ve akademisinin tek derdi Müslümanlar arasındaki anti-semitizm! Artık herkes ABD'nin mavalını satın almayı kesmeli. Başka kara delikler de var bakmak istemediğimiz. CIA'nın işkence yuvaları. Ben bunların yerini bilen gazetecileri bizzat tanıyorum. Ancak 'ulusal güvenlik' aşkına susuyorlar. Üniversitelerde de durum aynı. Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde bunları anlattığımda Amerikalı bir diplomat 'Burayı ABD yönetimi finanse ediyor' diyerek Lübnanlı dinleyiciler önünde beni uyarmıştı. Batı'nın ifade özgürlüğü nerede?

Ve biz dünyaya Ortadoğu'da her şey kötüye gi-derken"iyiye gidiyor" demeye, kana battıkça "demokrasi gelişiyor" demeye devam mı edeceğiz? Özgürlük 'sancıyla doğar' derler, lakin ebe çocuğu doğum sırasında öldürüyor mu yoksa?

Evet dünyanın bu bölgesinde yaşayan insanlar özgürlük istiyorlar. Fakat farklı bir özgürlük bu, bizden kurtulma özgürlüğü istiyorlar. Bizim buna niyetimiz yok. Balkonumda oturmuş gelecek patlama ne olacak diye düşünmemin nedeni bu işte. Bin Ladin'in hayatta veya ölü olması arttık önemli bile değil. El Kaide lideri, nükleer bombayı keşfeden bilim insanlarına benziyor sadece. Dünyadaki tüm nükleer uzmanları tutuklasanız da nükleer bomba artık bir kez üretilmiştir. O, Ortadoğu'da zaten varolan kıvılcımı ateşledi. Tüm bu topraklarda genç insanlar yeniden saldırmak için hazırlanıyor. Ve belki bu yazıyı da yine aynı kelimelerle bitirmeliyim: Dikkat edin!