Lhasa

-
Aa
+
a
a
a

 

Şarkıcı Lhasa de Sela, 1 Ocak 2010’da Montreal’deki evinde hayata gözlerini yumdu. Lhasa’nın web sitesindeki 3 Ocak tarihli duyuru, “Lhasa gittiğinden beri Montreal’de 40 saattir aralıksız kar yağıyor” cümlesiyle bitiyor.

 

Hastalığıyla mücadele ettiği bu zor dönem boyunca, neşesini ve güzelliğini çevresinden bir an olsun esirgemeyen sanatçı, en son albümünün kayıtları için stüdyoya girdi ve 2009 Mayıs’ında “Lhasa” yayınlandı. Ancak 2009 sonbaharında planlanan dünya turnesini maalesef iptal etmek zorunda kaldı. Ne yazık ki, Victor Jara ve Violeta Parra parçalarından oluşması planlanan albümünü gerçekleştiremeden çok genç bir yaşta bu dünyadan ayrıldı. 

 

Lhasa De Sela Con Toda Palabra, kısaca Lhasa olarak tanıdığımız sanatçı, 27 Eylül 1972 New York doğumlu bir Meksikalı. Ailesinin (toplam 10 kardeş) yoksulluğu, anne ve babasının teknolojiye olan mesafelerinden dolayı modern hayatın televizyon ve benzeri “kolaylık”larından uzak, peri masalları, kitaplar, mektuplar ve müzikle büyüdü.  Böylece Lhasa kendisine masal ve sihirden oluşan canlı bir hayal dünyası yarattı. Müziğindeki eşsiz lezzetin bu çekirdekten geldiği muhakkak. 12 yaşına bastığında ailesi ile San Francisco’ya taşınan Lhasa, kısa bir süre sonra annesinin koleksiyonunda bulduğu Billie Holiday albümden büyülenip ilham alarak şarkı söylemeye başladı. 1992 yılında 20 yaşına geldiğinde yaşadığı hayattan sıkılarak Montreal’de sirk eğitimi alan üç kız kardeşini ziyaret etmeye gitti ve burada Quebecli sanatçı Yves Desrodiers ile tanıştı. Sonra Lhasa hüzünlü şarkılarını, güçlü ve dokunaklı sesiyle Montreal’in barlarında söylemeye başladı. O günlerde Yves Desrodiers ve basçı Mario Légaré gibi diğer Montrealli sanatçılardan oluşan bir grup ile yavaş yavaş sesini duyurmaya başladı.

 

İnsanın hayattaki serüvenini kendisinin yaratması gerektiğine inanan Lhasa, Aztek mitolojisinden izler taşıyan parçalardan oluşan ilk albümü “La Llorona”yı tamamen İspanyolca olarak evinin mutfağında kaydetti ve bu albümü ile Kanada’da ayakta alkışlandı. Okuduğu Federico Garcia Lorca şiirlerinden, Latin folkloründen ve Avrupa Çingene müziğinden oldukça etkilenerek yazdığı “La Llorona”nın zenginliği onun bir kategoriye sığdırılmasını engelledi.

 

Lhasa, zamanla Bob Dylan, Leonard Cohen ve Edith Piaf gibi sanatçılarla kıyaslanmaya ve gittikçe daha geniş bir kitleyi cezbetmeye başladı. Hatta bazıları tarafından “İngilizce, İspanyolca ve Fransızca şarkı söyleyen P.J. Harvey” olarak bile değerlendirildi. 1997 yılında “La Llorona” albümü Kanada ve Fransa’da altın plak ödülünü aldı; 1998 yılında Kanada’da “en iyi dünya müziği albümü” olarak Juno ödülüne lâyık görüldü.

 

İkinci albümünü sirk performansı ile ilgilenen kız kardeşlerinin yanında, kendisini çevresinden dört yıl boyunca izole ettiği bir dönemden sonra kaydetti. Bu sirk ile nerdeyse tüm Avrupa’yı dolaşan Lhasa, 2003 yılında ana teması seyahat olan “The Living Road” albümü ile karşımıza çıktı. Her şarkının bir macera, bir öykü, ufak bir film olduğunu söyleyen Lhasa’nın bu albümünde bu kez İspanyolca’nın yanısıra İngilizce ve Fransızca parçalar da vardı.

 

Üçüncü albümü ise hastalığına denk geldi, ancak sanatçının azmi ile 2009 ortalarında “Lhasa” adıyla raflarda yerini alabildi. Lhasa’nın üç albümü de dünya çapında bir milyonun üzerinde sattı. Kendine has güçlü sesi, hüzünlü şarkıları, sahnedeki duruşu (14 Temmuz 2005 akşamı Sepetçiler Kasrı’nın muhteşem manzarası eşliğinde kendisini İstanbul’da misafir etmiştik), Lhasa’ya müzik dünyasında çok özel bir konum sağladı. 

 

Lhasa’nın, zamanı umursamayan, hüzünlü şarkıları bundan sonra da bizimle olacak neyse ki...