Haber bolluğu, haberi gizliyor

-
Aa
+
a
a
a

İsmet Kayhan / Paris

- İsterseniz, basın özgürlüğünden başlayalım. Sizce gelişmiş ülkelerde basın ne kadar özgür? Özgürlük sınırı nedir buralarda? RAMONET - Teorik olarak demokratik ülkelerde, evet, özgür, ama bu pratikte tartışmaya açık bir konu. Sonuçta, özgürlük bizim sınırları nasıl belirlediğimize bağlıdır. Eğer özgürlük, medyanın söylenmesi ve yazılması gerekeni söylemesi ve yazması ise o zaman sansürü tartışmamız gerekir. Çünkü, son yıllarda Batı'da ekonomik ve ideolojik yeni sansür çeşitlerine tanık oluyoruz. Hattâ, daha da ötesi 'demokratik' bir sansürle karşı karşıyayız. Bugün medya büyük gruplara, holdinglere bağlı; bu ekonomik sansür demektir. Medyanın büyük çoğunluğu aynı fikirleri yani küreselleşmeyi, liberalizmi ve egemen sistemin savunuculuğunu yapıyor; bu ise ideolojik sansürdür. Bunların dışında kalan basın zaten sesini duyuramıyor.

- Bundan birkaç yıl önce medyaya zorba diyordunuz...

RAMONET - Medya hiçbir zaman olmadığı düzeyde sosyal kontrol aracına dönüştü. Bugünkü kitle iletişim araçlarına ben 'kitle afyonları' diyorum. Medya hem bizi gözetleyen hem izleyen bir araç. Aynı zamanda bir de baskı aracı. Neyin iyi, neyin kötü, kimin haklı, kimin haksız olduğunu, hattâ kendi oluşturduğu güzel ve çirkin kavramlarını bize kabullendirmeye çalışıyor. Medya tekrarın gücünü kullanarak olayları, insanları karikatürleştiriyor. Meselâ bazı ülkeleri ya cennet ya da cehennem olarak görüyoruz. Turizm reklamlarında sadece cennet gibi sunuluyorlar. Haberlerde ise aynı ülkeler felaketler, soykırımlar, iç savaşlar ve darbelerden geçilmeyen cehennem. Medya şimdi zorbadan öte bir diktatör; çünkü kuralları o koyuyor. Herkesi bu kurallara uymaya zorlayan da yine bu zorbadır.

- Türkiye gibi ülkelerdeki sansürü biliyoruz. Gazeteler kapatılıyor, gazeteciler cezaevlerine atılıyor. Gazetelerin bombalandığı dahi oldu. Bu demokratik olmayan ülkelerde uygulanan sansür. Ancak sizin bahsettiğiniz bu yeni sansür nasıl bir şey? Daha doğrusu Batı'da nasıl bir sansür var?

RAMONET - Örnekleriniz tamamıyla demokratik olmayan ülkelerde uygulanan yöntemlere ilişkin. Türkiye de demokrasi tanımı ve uygulamasında problemleri olan bir ülke. Batı ülkelerinde bahsettiğiniz sansür türleri artık uygulanmıyor. Bizde gizli bir sansür var. Buradaki sistem tamamıyla Türkiye'ye zıt. Yani her gün yeni bir gazete çıkabiliyor. Yeni gazeteciler, yeni makaleler ortaya çıkabiliyor. Hattâ bu kadar gazete, haber içerisinde bize önemli ve gerçek haberi arama problemi çıkabiliyor. Bu sansür biçimi yasaklamayı değil, tersine haberlerin birikmesini, aşırı ölçüde bollaşmasını esas alıyor. Haber gizleniyor. Habere haber ekleniyor, haber budanıyor. Meselâ televizyonda sadece görülebilir olana haber değeri veriliyor. Görüntüsü olmayan haber olarak kullanılmıyor. "Görüntü yoksa gerçek de yoktur" anlayışı bugün esastır. Yine haberin doğruluğuna değil, ilginçliğine, 'küresel heyecan', 'küresel şok' yaratanına değer veriliyor. Aklın-hayalin alamayacağı kadar görüntü izlettiriliyor. Hattâ öyle oldu ki, televizyonlar canlı yayın biçiminde savaşları promosyon olarak insanlara sundu. Haberler insanların zihinlerini değil yüreklerini hedef alarak hazırlanıyor.

- Neden haberle bu kadar oynanıyor?

RAMONET - Çünkü tüketilmesi gereken aşırı ölçüde haber var. Bu kadar haber içinde hiçbirimiz, hangi haberin gizlendiğini dahi fark edemiyoruz. Gazeteci, okuyucu, hepimiz bunun altında boğuluyoruz. Gazetecilerin şunu ya da bunu yazması yasak değil. Gazetelerde yasak yok. Ama bu sansürün olmadığı anlamına gelmez. Daha karmaşık, daha ticari ölçütler esas alınarak sansür uygulanıyor. İkinci bir tip sansür biçimi ise, Batı'da her şey serbest ama 'kabul edilebilir ölçüler çerçevesinde.' Eğer aşırı sağı savunursanız, kendinizi anlatmanız engellenebilir. Oysa görünürde demokratik bir sistemde yaşıyoruz. Aşırı sağın lideri başkanlık seçimlerinde adaydır, ama bunu savunan biri düşüncelerini yaymakta zorluklar yaşar. Çünkü medya bu ideolojinin yok olması gerektiğini düşünür. Buna ben de inanıyorum. Ama bu aynı zamanda bize demokratik denilen sistem ve medyanın özgür olmadığını da gösterir.

- Bu kadar yoğun bilgi akışı ne işe yarayacak? Neden bu kadar bilgi?

RAMONET - Ortaçağda 'her şeyi bilme' hayali vardı ki o zamanlar insanlar bilgi için kütüphaneye yöneliyorlardı. Ya da bir hayat bu kitapları okumaya yetiyordu. Ama şimdi bu mümkün değil. Çünkü her gün binlerce kitabı dolduracak kadar bilgi üretiliyor. Düşünebilir misiniz, dakikada 1500 sözcük üretiliyor. Size çarpıcı bir örnek vermek istiyorum: Yapılan bir araştırmanın sonucu: sadece New York Times'in haftasonu yayımlanan bir sayısında yer alan bilgiler, insanlık tarihinin 5000 yılda ürettiği bilgiden daha fazla. Yine bu gazetenin pazar günleri çıkan tek bir sayısında bile 18. yüzyılda yaşayan bir insanın tüm yaşamı boyunca öğrenemeyeceği kadar çok bilgi var. Bir okurun, tek bir gün içinde yayımlanan bu bilgileri okuyabilmesi için 2 aylık bir süre gerekiyor. Okuduğunu farz etsek bile, beş yıl dünyadaki gelişmelerden geride kalacak. Demokratik olmayan sistemlerdeki demokratlar genelde her şeyi öğrenmek gibi bir isteğe sahipler. Bence her şeyi bilme, her şeyi öğrenme amacı bugün artık boş bir çabaya dönüşmüştür. Üstelik, bu bilgi bizzat yeni bir kirlenmeyi de ortaya çıkarıyor.

- Bu kadar kirlenmede internetin rolü nedir? İnternetin getirilerini az çok biliyoruz veya götürüleri?

RAMONET - Şimdi, internet, özellikle bize büyük problemler yaratıyor ve tehlikeli bir araca dönüşüyor. Bugüne kadar internetin kontrolümüzde olduğunu sanıyordum, ama internet şimdi kontrolden çıkmıştır. Gün geçtikçe bir satış ve reklam aracına dönüşüyor. En önemlisi de bu aracı kullandığımız zaman izler bırakıyoruz. Yani sizin neyi okuduğunuzu, neyi tükettiğinizi ve neyi beğendiğinizi internet öğrenebiliyor. Yine bu araç sizin bir robot portrenizi çıkarabiliyor. İlk defa bir medya aracından yararlandığınız zaman kişisel bilgilerinizi veriyorsunuz. Oysa şimdiye kadar bu gizliydi. Gazetenizi okursunuz, ama gazete sizi tanımaz; gazeteyi siz tanırsınız. Keza radyo ve televizyon da sizi tanımaz, siz tanırsınız. Oysa interneti siz tanımıyorsunuz, o sizi tanıyor.

- Bu mekanizma nasıl durdurulacak? Bu bilgi, haber akışını durdurmak için bir filtre mi gerekiyor?

RAMONET - Çok zor. Eskiden haber bilgiden geliyordu. Uzmanlaşmış sektörler bu işlerle uğraşıyorlardı. Üniversiteler bilgiyi yayıyorlardı ya da medya klasik sistemin bir uzantısıydı. Bugün, haberin kaynağı, özelliği bilgi olması gerekirken, bugün haber bir mal gibi büyük şirketler ve büyük organizasyonlar tarafından yayılmakta. Bu organizasyon günümüzde bir çeşit ağır sanayi halini aldı. Eskiden kömür, otomobil ve metalden oluşan ağır sanayi günümüzde telekom, informatik veya medyadan ibaret. Kısacası, sanayi devrimi nasıl ki kas gücü yerine makine geçirdiyse, bilgi devrimi de beynin yerine bilgisayarı geçirdi. Dolayısıyla medyanın amacı daha fazla haber satmaktır, bu da gerçek haber akışını çok zor bir hale getiriyor. Kişisel olarak buna karşı duruşu başarabiliriz diye düşünüyorum. Çünkü kendi hayatımızı biz yönlendiriyoruz. Telefonun fişini çekebilir ya da internette abone olmayabilir, televizyon izlemeyebiliriz. Haberin büyük medya kuruluşları tarafından kontrol edildiği demokratik olmayan ülkelerde, eğer vatandaş özgür kalmak istiyorsa kendisini medyaya karşı korumayı öğrenmeli.

- Chomsky 'dikkatli bir medya okuyucusu ancak olup bitenleri kavrayabilir' diyor...

RAMONET - Evet tamamıyla katılıyorum. Bugün ideoloji, yanlış haber ya da sansürü kavrayabilmek için çok dikkatli olmak gerekir. Çok yüksek bir eleştiri düzeyini yakalamak gerekir. Sistem çok kurnazlaştı, sansürü, gerçekleri gizlemeyi başarabiliyor. Karmaşıklık, üretilen haberin fazlalığı ve bu da sistemin açıklarını, hatalarını bulmamızı zorlaştırıyor. Küreselleşme sürecinde bilgi bir yatırım aracı olarak değerlendiriliyor. Arz ve talep doğrultusunda, piyasa kurallarına göre el değiştiriyor. Onun için bağımsız kaynaklardan ve sivil toplumdan yayılacak bilgiler bu kirlenmenin temizlenmesine ancak yardımcı olabilir. Çokuluslu iletişim kanallarının gücüne tek silahımız olan gerçeklerle karşı koyabiliriz, kirlenmeyi gerçek ile yenebiliriz. Chomsky ile tamamıyla aynı fikirdeyim.

- Daha fazla bilgiye sahip olmanın, mevcut teknolojinin daha fazla özgürlük getirdiği fikri konusunda neler düşünüyorsunuz?

RAMONET - Globalleşme birçok konuda olduğu gibi bu konuda da eşitsizlik yaratmış durumda. Her şeyden önce, bu iletişim teknolojilerinin sunduğu özgürlük herkesi ilgilendirmiyor. Bilginin çokluğu ve son derece hızlı dolaşması, herkesin bundan yararlanması anlamına gelmiyor. Meselâ, New York'taki telefon hatları Afrika ve Ortadoğu'nun tümündekinden daha fazla. Dolayısıyla artık klasik zengin ve yoksul ayırımı da farklılaşıyor. Dünyanın, bilişim zengini insanlar ile bilişim yoksulu insanlar arasında paylaşımı sözkonusu. Yeryüzü sanal bir ağ ile örülmüş durumda. Dünyanın her milimetrekaresi uydular tarafından kontrol ediliyor. Büyük savaşlar bu alan üzerinde verilmeye çalışılıyor. Artık dünyamızın bir ucundan öbür ucuna egemen olan yeni efendileri dev iletişim firmalarıdır. Bütün bu devlerin amacı da halkın karşısına haber, eğlence, kültür, meslekî hizmetler ve ekonomi konusunda tek muhatap olarak çıkmak.

- Bir dönem filmlere, çizgi romanlara kadar esin kaynaklığı eden gazeteciyi bugün nasıl tarif ediyorsunuz?

RAMONET - Bu önemli bir problem, meslekten gelen gazeteciler yok oluyor. Çünkü bugün herkes ama herkes gazeteci olabiliyor. Sistem yavaş yavaş acı çekenleri, mağdurları, katilleri konuşturmaya, onlara söz hakkı vermeye başladı. Gazeteci sadece uslu bir şekilde kamerasını tutuyor. Üstelik internet sayesinde bu insanlar 'evrensel gazeteci' bile olabiliyorlar. Gerçek gazeteciliğin özellikleri her geçen gün kayboluyor. Sistem artık gazeteci istemiyor. Bir de, haber dünyasının sanayileşmesi gazetecilerin etkinliğini parçalıyor. Mesleği kurtarmanın tek yolu başka türlü bir gazetecilik yapmaktır. Yani her şeyden önce yaptığını sorgulayan ve insanlara haberi ulaştırmaya çalışan bir gazetecilik.

- Bu sistem içinde gerçek anlamda gazetecilik yapmanın koşulları mevcut mu?

RAMONET - Çok az. Bence burada, sistem içindeki gazetecileri sorgulamamız lazım. Çünkü 'büyük gazeteciler' sosyal yaşamın, kurumlaşmanın bir üyesi oldular. Tanınmış gazeteciler, program yapımcıları ya da haber sunucuları ayrıcalıklı bir sınıf oluşturdular. 1930-1940 yıllarındaki gibi bir gazetecimiz şimdi yok. Eskiden filmlerde gördüğümüz, orta sınıfa mensup, kenar mahallelerde yaşayan, toplu taşıma araçlarını kullanan yani insanların nasıl yaşadığını bilen gazetecinin yerini, bugün lüks semtlerde yaşayan, sadece yöneticilerle, politikacılarla konuşan bir 'gazeteci' aldı. Bunların insanların nasıl ve nerede yaşadığından haberi yok. Üstelik şimdi gazeteci tembel. Haberi arama, gerçeği ortaya çıkarma derdi yok. Haber kendiliğinden ayağına geliyor. Yani toplumdan uzak bir sınıf yaratıldı.

- Bütün bu anlattıklarınız, sözünü ettiğiniz tüm ilişkiler en ince ayrıntısına kadar Türkiye'de de yaşandı. Bu tek bir merkezden yönetilen senaryo muydu?

RAMONET - Hayır, böyle bir senaryoyu düşünmek zor. Ama ortak bir ideoloji olan neo-liberalizm var, globalleşen dünya hareketliliği içinde çağdaş makineler sonucu kurulan ilişkiler zinciri var. Zaten bu araçlar biraraya geldikten sonra, kendi başlarına onlara hizmet edebilecek bir ideoloji üretebilirler. Çünkü teknik gelişme her zaman ideolojik bir gelişmeyi yaratır. Bugün bizim tanık olduğumuz üç etken, yani neo-liberalizm, globalleşme ve internet yeni bir düşünce biçimi oluşturdu. Şunu iyi görmeliyiz ki, bugünkü medya teknolojik gelişim sayesinde ortaya çıkmıştır.

- Sizin başında olduğunuz Le Monde Diplomatique'ın 20'ye yakın dilde yayınlanmasının başarısı nedir? LMD ne kadar Fransız, ne kadar evrensel?

RAMONET - Nasıl anlatabiliriz bu başarıyı? Bu sadece uluslararası gazeteciliğin bir yansıması. Eğer bugün Le Monde Diplomatique birçok dilde yayımlanabiliyorsa, bu bizim isteğimiz üzerine değil, bu ülkelerde yaşayanların talepleri sonucu gerçekleşiyor. Örneğin; Arjantin, İsveç ve Kolombiyalı gazeteciler bizden bunu yapmamızı istediler. Biz sadece çeviri yapıyoruz. Nitekim en son bildiğiniz gibi Türkçe'de çıkmaya başladık. Ancak biz Coca-Cola gibi, çokuluslu şirketler gibi değiliz. Sadece isim hakkımızı devrediyoruz. Yayından sorumlu ve işletmeden sorumlu bir ekibimiz var. Ama niye bizden birçok değişik ülkede yaşayan bu insanlar bizden bir Le Monde Diplomatique yayınlamamızı istediler? Asıl sorulması gereken bence bu. Bize göre, uluslararası politikayı ilgilendiren olayları anlamak çok zorlaştı ve birçok ülkede, hattâ büyük gazeteler dahi artık uluslararası politikayla ilgilenmiyorlar. Üstelik bu globalleşme ile çelişiyor olmasına rağmen... Diğer bir yön ise, uluslararası çapta, Le Monde Diplomatique liberalizme ve globalleşmeye karşı birçok aydını içinde barındırabilen bir eleştiri platformu. Bu ikisi, Le Monde Diplomatique'i yaratan temel özellikler.

- Le Monde Diplomatique küreselleşmeye ve liberalizme karşı. Ama kimi zaman bu akımlara karşı ulus-devleti savunmak zorunda kalması ne kadar doğru size?

RAMONET - Biz en başta globalleşmeyi eleştirirken kendimizi hep, "işte globalizm, liberalizm kötü, o halde devlet daha iyi" gibi bir anlayıştan uzak tuttuk. Çünkü tarihte gördük ki çok sert, kapalı devletler halkları için trajediler yarattılar. Örneğin faşizm Almanya ve İtalyanlar için tam bir trajediydi. Dışarıya kapalı olmak liberalizme bir cevap değil. Devleti ortadan kaldırmam acaba hizmet kurumlarını ortadan kaldırmakla aynı anlama mı geliyor? Biz tüm hatalarına rağmen devletin büyük şirketler ve halk arasında bir hakem görevi olacağına inanıyoruz. Yani devletin bir rolü var. Ancak burada sivil toplum örgütleri çok önemli bir misyona sahip. Yani biz hâlâ süper güçlü, her şeyi kontrol eden bir devlet nostaljisi peşinde değiliz.

- 11 Eylül'den sonra ABD'nin içine girdiği politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir güç gösterisi mi yoksa dünyanın yeniden düzenlenme süreci mi girdik?

RAMONET - Bence her ikisi de. 11 Eylül tarihi jeopolitik anlamda bir kopuş noktası. Bizim için bu şimdi çok daha net. Ama hangi anlamda? Berlin duvarının yıkılmasının ardından, Amerika tek güç olarak kaldı. Biz onların barışı yayma gibi bir ideolojilerinin olduğunu sanıyorduk. 11 Eylül'den beri Amerika'nın bu imajının yıkıldığını görüyoruz. Bugün Amerika'nın ne yaymak istediğini bilmiyoruz. ABD bir güç ve bunu askerî olarak kanıtlıyor. Amerika bugün demokrasi istiyor mu, bir insan hakları savunucusu mu? Bu, 11 Eylül'den öncesine göre pek net değil. Çünkü bir darbeyle iktidara gelen Pervez Müşerref'ten veya Arap ülkelerinden destek alıyor. Ya da dost olarak Şaron'u görüyor. Bundan kısa bir süre önce Venezuella'daki darbede rol aldı. Demokrasiyi 10 yıldır savunduğunu iddia eden Amerika imajı yok artık.

- Peki Amerika neyi savunuyor?

RAMONET - Uluslararası terörizme karşı bir savaş yürütüyor. Ama bu da çok net olmayan bir kavram. Polisiye bir mücadele yerine, askerî müdahale yöntemi benimsemiş durumda. Savaşın temel hedeflerini tutturamadılar. Şunu söyleyebiliriz ki jeopolitik değişti ve Amerika tarafından oluşturulan yeni jeopolitik hiçbir zaman olmadığı kadar tehlikeli.

- Avrupa Birliği ülkeleri ise polis gücünü artırıyorlar, göçmenlere karşı sert yasalar çıkarıyorlar. İnsan haklarında, özgürlüklerde bir kısıtlamaya gidiliyor. 11 Eylül sonrası Avrupa'nın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

RAMONET - Bunu biz burada, Fransa'da yaşadık. Aşırı sağın oy patlaması bununla bağlantılıdır. Başarı, yabancı düşmanlığı ve göçmenler üzerine kurulan politikaların sonucu. Görünen göçmenler ise genelde Afrikalı ve Müslümanlar. Ve bunlar dünyanın düşmanları ilân edildiler. Bu ortamda bütün Avrupa'da seçimlerde aşırı sağın yükseldiğini görüyoruz. Neredeyse 'Her müslüman bir İslamcı teröristir' denildi. Ayrıca Ortadoğu imajı değişikliğe uğradı. Bugün insanlar savaşın bir çözüm getirebileceğine inanıyorlar. Güvenlik sorununa karşı polisiye çözümler 11 Eylül'den beri tartışılıyor.

- Fransa'daki aşırı sağın yükselmesinde tek neden 11 Eylül mü? Sağın yükselmesinde solun hiç mi rolü yok?

RAMONET - Fransa beş yıldan beri geniş bir sağ, sol, komünist ve yeşiller koalisyonu tarafından yönetiliyor. Başkan Chirac geleneksel sağı temsil ediyor ki, Fransa'da dış politikayı devlet başkanı belirler. Tabiiî ki dümeni, tek hedefi burjuvazinin, yani orta sınıfın partisi olmayı hedefleyen sosyalist parti elinde tutuyor. Bu parti başka bir sosyal âlemde yaşıyor, göçmenlere, işsizlere ve Fransa'nın acılarına, duyarsız kalmakla yetindi. Aslında sol olmayan bir sol var. Buna biz modern sağ diyebiliriz. Seçim sırasında seçmenler, yani liberalizmden acı çekmiş, globalleşmeyi kabullenmeyen veya birleşik Avrupa idealini tanımamış, hattâ ulusal değerlerin bir bir kaybolduğuna şahit olan insanlara seslenilmedi, bunları görmedi. Bunların ötesinde sanayi çağının sonunu yaşıyoruz; madenlerin kapanışı, tekstil, gemi inşaatının simgesi olduğu bir çağın kapanışına tanık olduğumuz bir dönemde Fransa gibi altı milyon insanın açlık sınırında yaşadığı bir toplumda insanlar artık değişime, gelişmeye ayak uyduramıyorlar. Dolayısıyla bu insanlar her zaman her ülkede olduğu gibi bir suçlu ilan edildi. Sosyalist parti ise seçimlerde orta burjuvaziye hitap etti. Sorumluluk tabiî ki Sosyalist Parti'ye ait. Şaşırtıcı olan ise, Sosyalist Parti'nin şimdiye kadar herhangi bir özeleştiri yapmaması.

- İkinci Dünya Savaşı ve Vietnam Savaşı sırasında aydınlar savaşa karşı mücadele verdiler. Bunlar arasında azımsanmayacak sayıda Amerikalı aydın da vardı. Bugün ise bu aydınlar Afganistan savaşına destek veriyor. 21. yüzyılda aydınlar niye bu tavrı sergiliyor?

RAMONET - Bu gerçek bir soru işareti ve şüphesiz sürpriz bir durum. Bence bu aydınların sayısını da kendilerini de abartmamak gerekiyor. Büyük çoğunluğu, Samuel P. Huntington gibileri, savaşın aydınlarıdır. Bildiğiniz gibi Huntington, Vietnam Savaşı'nın teorisyenlerinden birisidir. Stratejik köyler ve toplama kampları gibi kimi fikirlerin babasıdır. Geri kalanlar ise eğitmen, araştırmacı veya Amerikan kurumlarında çalışanlardır. Tabiî ki bunlar da globalleşmenin savunucuları ve savaş kışkırtıcısı insanlardır. Neyse ki, Amerika'da Noam Chomsky gibi, M. Albert gibi insanlar, hattâ birçok sinemacı, aydın, savaşı reddeden açıklamalarda bulundular.

Bir aydın her halûkarda ancak iktidarı eleştirerek farklılaşabilir, gücü elinde bulunduranlardan bağımsız oluşuyla şekillenebilir. Tabii ki aydın herhangi bir savaşı desteklemeden önce düşünmeli. Bazen savaş kaçınılmazdır. Sanırım Nazizm'e karşı savaş gerekiyordu; 60'lı yıllarda Güney Amerika'da gençler diktatör rejimlere karşı bunu gerçekleştirdiler. Yani şiddet bazen bir haktır. Ama buna karşın böyle bir sistemde yani hem karışık hem kitlesel imha silahlarının kullanılmasının gündemde olduğu, Amerika'nın kullandığı gibi, bir dönemde düşünmek zorundayız. Birçok aydın 11 Eylül saldırılarını kınadı, mahkûm etti. Hiçbir şey bu saldırıları meşru kılmaz. Bu saldırıları mahkûm etmek veya bu saldırılara verilecek cevabı haklı bulmak birbirinden tamamıyla farklı iki olgudur.

(Bu söyleşi Frankfurt merkezli Özgür Politika gazetesinde yayımlanmıştır.)