Daldan dala yurttan sesler - 2

-
Aa
+
a
a
a

Bugün birden fazla konuya değineceğim. Ama bir haber var ki, bu kadar olumsuzluğun içinde umut veriyor insana. Beşiktaş’lı futbolcu Sn. Tayfur Havutçu, Hendek Belediyesi tarafından kendisine verilen dört dönümlük arsaya çocuk parkı yaptırıyormuş. Bu haber 10 Eylül tarihli Hürriyet gazetesinin spor sayfasında birkaç satırla verilmişti. Oysa ne kadar önemli. Hala İbrahimağa’da o muhteşem açık alanın bir beton yığınına çevrilmesinin siniri içindeyim. Tek başına bir sporcunun yapabildiğini neden o tesisi kuran dev şirketler yapmıyorlar / yapamıyorlar. Zaten evlerimizin yakınında bu marketlerden onlarca yok muydu? Çocuklarımızı güven içinde bırakabileceğimiz, yeşil sevgisini verebileceğimiz çok yerimiz mi var? Üstelik olsa ne olur? Bir tane fazlası ne zarar getirir? Doğanın rengi ve sesi eğer günün birinde bizim için paranın renk ve sesinden daha önemli olursa, o zaman belki bir şeyler değişmeye başlamış demektir. Sn. Havutçu’ya tüm çocuklar adına teşekkürler ve umarım herkesin bu haberden alacağı dersler olur.

“Ben şoförüm...”

Milliyet gazetesinde Sn. Meral Tamer taksi sürücülerinin din / dürüstlük ilişkisine değindi, gelen diğer görüşleri yayınladı birkaç gün. Ama taksi sürücülerimiz için en az kazıklama konusu kadar önemli ve yaygın birkaç konu daha var. Üstelik belki kazıklayanlar dürüstlerden azdır ama bu yazacaklarım bana göre çoğunluk. İstanbul’da taksi sürücüleri çok belirli noktalar dışında yer bilmiyorlar. Bu nedenle bazılarının fazla dolaşması kazıklama amacından değil bilmemesinden kaynaklanıyor.

Meşhur "kuş" modellerinden

Ya gideceğiniz yeri tam olarak siz bileceksiniz ya da her beş dakikada bir oradakilere adres soracaksınız.  Hangi yakada olursanız olun gerekçe “Ben karşı tarafın arabasıyım, ondan bilmiyorum”dur. Onun karşı tarafın aracı olması nedeni ile bilmeme hakkı var, sizin karşı tarafta oturma/çalışma nedeni ile diğer tarafı bilmeme hakkınız yok. Çok büyük olasılıkla bindiğiniz araç meşhur kuş modellerinden biri. Bu markanın arka koltuk boyunun ne kadar (bir kapıdan diğer kapıya araç genişliğinden bahsetmiyorum) kısa olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu da yetmiyor gibi araç inanılmaz bir pislik içinde. Koltuğa temas eden alt vücut yörenize yayların batıyor olması sıradan bir durum. Araç teknik olarak belli ki çok bakımsız. Her yandan ses, gürültü vb ne ararsanız var. Söylerseniz cevap yine hazır. “Ben şoförüm, patrona söylüyorum dinlemiyor.” Sürücü aracı sadece yürütüyor genelde.

Hız, çukur, içiniz dışınıza çıkmış vb hiç önemli değil onun için. Bazıları kullanmayı bile doğru dürüst bilmiyor. Motor azımsanmayacak olasılıkla sonradan çevirme LPG ile çalışıyor. İçinde müthiş bir koku. Sizin camı kafanıza göre açıp kapamanızı önlemek için genelde sağ arka pencere kolu çıkmış. Ya tam kapalı, ya da siz ne kadar açacağınızı bilemeyeceğiniz için sürücü onu ayarlamış. Oradan hava ne gelirse. İster isteyin, ister istemeyin. Sürücü sigara içebilir, istediği müziği istediği volümde dinleyebilir, traşsız, korkutucu bir görünümde olabilir. O size hizmet vermek zorunda değil. Siz ona para kazandırmakla yükümlüsünüz. Rahat, güvenli ve çabuk gitmek için taksiye biniyor ve bu koşullara ek bedel ödüyorsunuz.

Ve bence en büyük haksızlık; taksi plakası sınırı var. Oysa belirli koşulları sağlayan herkes doktor, hukukçu olabilir ama, taksici asla olamaz. O daha önemli. Tek koşul, bir şekilde bir plakayı kapmak, ondan sonra mesleğiniz ile ilgili bilmeniz gerekli hiçbir şeyi bilmeyin, önemi yok. (Kuşkusuz ki bu anlattıklarımın dışında olanlar var. Asıl bu istisnaların mesleklerine bizden çok sahip çıkmaları gerekiyor. Aksi halde şoförsün dediler kız vermediler sözüne kızmaya hakları yok.) Ben taksi sınırlaması olması gerektiğine inanıyorum, her meslekteki sınırlamalar gibi. Ama sınırlama niceliğe değil niteliğe olmalı. Yani taksi olarak çalışacak aracın standartları (bence örneğin klimasız araç taksi olamaz), aracı kullanacak kişinin yolları ne kadar bildiği ve gerçekten aracı ne kadar iyi (ticari anlamda) kullandığı gibi. Bu yeterliliği sağlayan araç ve sürücülerin tamamı taksi ve taksici olabilmeli.

Ağaç kıyımı

Üçüncü konu, sevmesem de, siyaset olacaktı. Ama cuma günü Akçakoca’ya gitmem gerekti. Bu yola 2 yıl önce gitmiştim. O zaman da çok dar değildi. Zaten Düzce-Akçakoca arası 32 km. Cuma günü şok oldum. Bu yol ağaçlar kesilerek gidiş geliş karşılıklı çift yola dönüştürülüyor. Bir bölüm zaten yapılmış, asfaltlaması kalmıştı. Ve inanılmayacak hummalı bir çalışma vardı. Hatta tam anlamı ile yangından mal kaçırırcasına yapılıyordu. Kaç tane iş makinesi ve kamyon çalışıyordu, şaşırdım. Lütfen bir bilen yazsın bana. Sadece öğrenmek istiyorum, bu yolun önemi nedir? O ağaçların kesilmesinin mutlaka kamusal bir yararı olmalı. Çünkü zaten 32 km olan bir yolu saatte 32 km ile gitseniz bir saat sürer. 64 km ile aracınızı kullansanız yol 30 dakika sürer. Yasal limitlerin ne kadar altını konuşuyoruz. Akçakoca-Ereğli yöresinde hangi sanayi veya turizm patlaması beklentisi var ki, bu yol genişletiliyor. Ve nereye kadar çözüm hep genişletme olacak? Bu kıyımı görüp, sonra da sabah gazetelerin spor sayfasında “Zenciyiz, psikopatız, sonuna kadar Beşiktaş’lıyız” pankartı açıldığını okuyunca yine çıldırdım. Bu toplum ne zaman doğaya futbol kadar değer verecek.

(Bu yazı 9 Eylül’de kaleme alınmış 16 Eylül’de son haline getirilmiştir.)