Biz değişmedikçe, kim gelirse gelsin

-
Aa
+
a
a
a

Seçimin ertelenmeyerek meclisin tatile girip kimi yazarlarımıza göre onurlu bir davranış sergilenmesinden sonra yeniden baraj, temsil, meşruiyet tartışmaları hız kazandı. Halkın tepki oyu kullanacağı, bir dönemin tasfiye edileceği, bu siyasi partilerin ne kadar çözüm olacakları veya olamayacakları gerekçesi ile teknokratlar hükümeti önerileri de tartışma konuları içerisinde.

Sayın okurlar, yeniden ve son kez kıt aklımla bazı konuları tekrarlamak istiyorum.

Türkiye’de bu seçim veya bundan sonraki 3’üncü, 5’inci, 10’uncu seçimlerin çözüm olması söz konusu değildir. Türkiye’deki sorun, mevcut siyasi partilerin veya onların yerine, isteğinize uygun kurulacak bir teknokratlar hükümetinin ekonomi ve siyaset icrası değildir. Yani Türkiye’nin sorunu bir üst yapı sorunu değildir. Türkiye’nin sorunu alt yapı, yani biz sorunudur. Mevcut siyasi partilerin birbirinin aynısı olduğu, yeni kurulan partilerinde önerilerinin görünürde eskilerden farklı olmasına (“IMF’ye hayır” sloganı) karşın temelde vaatlerinin benzer olduğu, bu nedenle seçime katılan tüm partilerin çözüm getiremeyecekleri savı özünde yanlıştır. Çünkü Türk siyasi partileri bu önerileri bizim yüzümüzden getirmek zorundadır. Türk siyasi yaşamı halk yağdanlığı üzerine kurulmuştur. Tabii ki her ile bir üniversite açmayı önerecekler. Aksini (doğrusunu) önerseler oy verecek miyiz? Şu anda görünürde hiçbir partiye tek başına iktidar sağlayacak kadar oy verecek gözükmeyişimizin nedeni bize yeteri kadar yalan söylememeleridir. Biz vücudumuza damardan iğneyle ilaç enjekte edilmesi gibi doğrudan maddi çıkarlarımızın karşılanmasını istiyoruz. Eğer tüm siyasal partilerin çözüm olamayacaklarını ve/veya birbirlerinden farkları olmadığını düşünüyor veya inanıyorsak, bu durumda zaten baraj takıntısında olmamız mantıken saçmalıktır. Sonuçta aynı olanların tamamının veya birkaçının barajı aşmasının bir önemi yoktur. Aynı olanlar temsil edileceklerdir nasıl olsa. Eğer yukarıdaki savlar doğru ise (aksi nasıl söylenir, bilmiyorum) barajın aşağı çekilmemesi halinde meşruiyet sorunu doğacağını, halkın oylarının boşa gideceğini, çoğunluğun mecliste temsil edilmemiş olacağını iddia etmek ne kadar mantıklı olur? Bırakın barajı düşürmeyi, sıfır desek ve yorumsuz bir şekilde nisbi temsil yöntemini uygulasak ve bu sayede tüm partilerin bir şekilde meclise girmesini sağlasak değişecek olan nedir? Sanki içlerinde “önce Fırtına deresi” diyen mi var ki girmeleri veya girmemeleri birşeyi değiştirsin. Siyasal partilerimiz meşhur aş-iş ikilemesi dışında bir şey söyleyebildikleri gün veya bizim onlardan bu ikili dışında bir şey beklediğimiz gün ancak, seçim sisteminden, oyların boşa gitmesi olasılığından bahsedilebilir. Çünkü o zaman farklar başlamış ve bu farklar doğruluğu oranında gerçekten azınlığa seslenip haklı gerekçelerle baraj altı sorunu ortaya çıkmış demektir. Türkiye’de hiçbir seçim çalışması çevre, kültür, sanat, düşünce, hukuk sistemi, nüfusun nicelik ve nitelik değişimi üzerine kurulu değildir. Bu fiziksel yapı değişimi sonucunda ancak IMF’siz bir yaşam olabileceği üzerine de kurulu değildir politikalar. Bu değişimin bedelinin ödeneceğine dair sözler de yoktur. Sadece güzel vaatler vardır. Çünkü biz başka türlüsünü istemiyoruz.

Beklentisi farklı olmayan insanların (bizim) seçmen olduğu bir ülkede, partilerin bu beklentiler için önereceklerinin farklı olmasını düşünemezsiniz. Türkiye’nin bugünkü halinden siyasi üst yapıdan daha çok toplumun kendisi sorumludur. Siyasi üst yapı varlığının temel dayanağının bu beklentilerin karşılanması olduğunu görmüştür. Bu beklentiler karşılandıkça da Türkiye bugünkü batağa gömülmüştür. Olabilecek en önemsiz batak borç batağıdır. Zaten bu borç batağı yapısal sorunların sonucunda oluşmuştur. Türkiye hiç fay hattının üstünde şehirleşilir mi diye düşünmemiş ama ikinci Boğaz köprüsü yapmıştır (3’üncü de, 1300’üncü de yolda). Türkiye tarımda kendi kendini doyurma ile övünmüş ama toprağını ve doğasını öylesine harcayıp, öylesine çoğalmıştır ki şimdi tahıl ithal etmeye başlamıştır.

Sayın okurlar, değişmek için seçime gereksinmemiz yok. Sadece bugünden yarına hemen düşünce sistemimizi değiştirsek, beklentilerimiz değişecek, beklentilerimizin değişmesi ile yeni ve gerçek oluşumlar filizlenmeye başlayacak. Bu seçimin Türkiye’ye tek bir faydası olabilir –hiç umudum yok ama- sonuç her ne olur ise olsun denizin bittiği belki kafamıza çakılır ve “Evet” deriz, “galiba biz de hatalıyız.”