Her ne kadar Afrika yıllar boyunca “Karanlık Kıta” olarak bilinse bile, son dönemlerde özellikle müzik kulvarında bu yargıyı değiştirecek pek çok gelişme oldu. Afrika’lı ve Batı’lı gelen müzisyenler, müzikologlar ve araştırmacılar Afrika kıtasının derin ve zengin müziğine ışık tutuyor. Bu kıtada yer alan müzik kültürel dokuyla ayırt edilemeyecek kadar iç içe. Son dönemlerde bunun bilincinde olan pek çok Afrikalı sanatçı bu kültürlere ait müziği tüm dünyaya tanıtıyor. Afrika ritmlerini batı melodileri ile harmanlayan Salif Keita, Fela Kuti, Mory Kante, Youssou N’dour ve Toumani Diabeté gibi isimler uluslar arası yıldız durumumda. Öte yandan bu yerel ritmleri Batı’ya taşıyan popüler akımın içerisinde yer alan sanatçılar da var ki bunların arasında ilk dikkati çeken Paul Simon. Paıl Simon’ın 1986 tarihli “Graceland” albümü, Batı ile Afrika arasında gerçek anlamda müzik bağını oluşturan ilk çalışmadır. Bu albüme katkıda bulunan Afrikalı sanatçıların listesi kabarık; sadece birkaçından bahsetmek gerekirse; Hugh Masekela, Miriam Makeba, Youssou N’dour ve Ladysmith Black Mambazo. Bu albüm sayesinde pek çok müziksever Afrika müziği ile tanışma imkânını yakaladı.
Sahra Çölü’nün güneyi Siyah Afrika olarak bilinir ve burası, özellikle Arapların ağırlıkta yaşadığı Kuzey bölgeleri düşünürsek, Afrika’nın kültüre olarak en renkli ve zengin bölgesidir. Siyah Afrika’nın göz alabildiğince çöl olduğunu, ulaşımın ve iletişimin zor olduğunu göz önünde bulundurursak buradan gelen müziğin değeri bir kat daha artıyor. Orta Sahra Afrika’da binin üzerinde konuşulan dil ve diyalekt olduğu biliniyor ve bunun uzantısı olarak da bir o kadar müzik dili mevcut. Tüm bunlar ise kültürel zenginliği belirleyen en önemli faktör. Sahra Afrika müziğini genellemek büyük bir yanlış olur, zira her farklı tür birbiri ile entegre e bir bütün olarak bölgenin kültürünü yansıtmakta. Bu kültürün en önemli taşları ise hiç şüphesiz dil ve yerel müzik enstrümanları arasındaki yüzyıllara dayanan ilişki.
Afrika’nın geleneksel müziği insanların sosyal ve ruhsal hayatları ile çok yakından ilgili, dini ritüellerde, doğum, evlilik ve cenaze gibi sosyal olaylarda önemli rol oynuyor. Afrika’nın bazı kesimlerinde davulcular çok önemli bir toplumsal konuma sahipler, özellikle ruhsal seremonilerde Tanrı’nın bu sanatçıların bedenine girdiği kabul edilir. Bu ayinlerde Tanrı’nın müzik aracılığı ile toplumla konuştuğuna inanılır. Bütün topluluk büyülenmiş bir şekilde dans eder, yaratan ile yaratılan bir bütün olur. Bu özellikle kabile ortamlarında günlük yaşantının çok önemli bir parçasıdır.
Afrika müziğindeki en temel unsurlardan biri poliritm yapısına sahip olması. Poliritm “çok ritm” demek, ancak gerçek anlamına inersek eşzamanlı iki veya daha fazla farklı ritmin birbirine eşlik etmesi olarak tanımlayabiliriz. İşte bu tanım ve uygulama sayesinde Afrika müziği dünyadaki diğer tüm müziklere kıyasla bir ayrıcalığa sahip. Poliritm Afrika müziğini ile dans arasındaki bağlantıyı da kuruyor; malum danssız bir Afrika geleneksel ritmini idrak etmek oldukça zor. Müzisyenler ve dansçılar arasındaki organik bağı sağlayan poliritm özelliği aslında Afrika müziğinin belirleyici noktası. Bu noktadan yola çıkan her dinleyici bu lebiderya müzik havzasını daha kolay algılayabilir. Yabancılar tarafından öğrenilmesi gereken bu ritmler, Afrikalılar içinse günlük yaşamlarının bir parçası olarak kültürleriyle birlikte öğrendikleri bu ritmler bilinçaltlarına işlemiş durumda.
Batılılar için Afrika her zaman bir keşif diyarı oldu. Burada müziksel ölçünün batıdaki değerler ile zıt olması bu cazibeyi arttırdı. Pek çok Batı müziğinde ritmler kapalı yapıların aksine açık ve belirgin olarak icra edilmekte. Oysa Afrika müziğinde birbiri ile çelişen ritmler işlenerek, karışık bir ağ oluşmakta. Bu özellik bilhassa Batı Afrika’dan gelen 3-5 üyeli vurmalı çalgılardan oluşan ekiplerde ortaya çıkıyor. Baş davulcu, en ortada müziğin ve dansın akışını yönlendirir, zil çalgıcısı aynı düzeni tekrar tekrar çalar, diğer davulcular ise kendi ritmlerini çalar, böylece ortaya katmanlı bir yapı çıkar. Her ne kadar ortada ciddi bir doğaçlama izlenimi olsa bile, aslında gerçek doğaçlama her zaman baş davulcuya aittir. Diğer vurmalı çalgıcılar baş davulcunun çizdiği patikayı izler.
Melodi üzerine yoğunlaşan müzik tarzları daha bir özgürlük sergiler. Bunun sonucu olarak, birkaç özgün melodik parçanın eş zamanlı birleşimi yani çok seslilik (polifoni); tek bir temada çalınan eş zamanlı benzer düzenlemelere yani tek sesliliğe (heterofoni) kıyasla daha çok tercih edilir. Bazı durumlarda, örneğin Kongo yağmur ormanlarındaki geleneksel müziklerde, çok seslilik öyle yüksek karmaşıklık düzeyindedir ki bunu idare ve kontrol etmek ancak müzikle bütünleşen sanatçılar için mümkün olur, yoksa bu çaba tamamıyla bir kayboluşa neden olur.
Her bölgede yapılan müzik coğrafya ve iklim unsurlardan etkilenmektedir. Zira bu unsurlar o bölgede doğanın bahşettiği malzemelerden yapılan enstrümanları birebir etkiler. Örneğin, Batı Afrika’nın ormanlık bölgelerinde davul kullanımı daha yaygın ve baskındır. Zira bu bölgede farklı hayvan (davul derileri için) ve bol ağaç çeşidi (davul bedeni için) mevcuttur. Bu durum kurak olan bölgelerde ise farklıdır.
Afrika müziğinde vurmalı çalgıların çokluğu ritmin önemini arttırıyor. Bol sayıda kendi titreşimiyle ses veren, örneğin zil, çıngırak vb. yan enstrümanlar ve melodik perküsyon enstrümanları, mbira, sanza, likembe veya kalimba gibi yerel enstrümanlar, -buna ksilofon benzeri enstrümanlarda dahil- Afrika müziğinde önemli rol oynuyor. Elbette, ayrıca sayısız farklı türde davul var. Bunların bir kısmı çıplak el ile çalınırken bir kısmı çubuk, baget ve benzeri yardımcı bir araçla çalınıyor. Özellikle djembe (cembe olarak okunuyor) Batı Afrika’da hem en çok bilinen hem de en yaygın olarak kullanılan vurmalı çalgıdır.
Afrika müziğinde flüt, düdük, trompet ve kaval (tek ve çift uçlu) gibi nefesli enstrümanlar da bol miktarda bulunuyor. Düdükler genellikle tek veya çift perdeli ritmlerde kullanılırken, Uganda gibi ülkelerde bu enstrüman çoklu bir orkestra şeklinde kullanılır. Her çalgıcı kendi özgün ritmini düdüğü ile sağlayıp toplu müzik birlikteliğine ulaşır. Bu ritmik motifler yine bölgeden bölgeye değişiklikler göstermektedir. Bu motifler tekil ritimlerden çoklu ritimlere ulaşarak kendi içerisinde orkestra benzeri bir yapı sergileyebilir.
Vurmalı ve nefesli enstrümanların haricinde son ve belki de en önemli enstrüman kategorisi yaylılar. Bu kulvarda Afrika yine çok zengin, zira tek telli bir yaylıdan tutun da 21 telden oluşan koraya kadar geniş bir yelpaze var. Kora elbette Batı Afrika’nın en bilindik yaylı enstrümanı. Orta Afrika’dan gelen mvet gibi kanun benzeri enstrümanlar da müziğin ritimsel yapısına ayrı bir zenginlik katıyor.
Görüldüğü üzere Afrika tam bir müzik kıtası. Her bölgesinde farklı bir kültür, farklı bir ritim, farklı enstrüman ve barındırıyor. Bunların hepsi aynı çatı altında özümsenerek farklı ve zengin ritimlere dönüştürülmekte. Kolaylıkla diyebiliriz ki, dünyamızın müzikle, ritmle en içiçe olan kıtası Afrika.