AB'yi Bırakıp Kendimize Bir Soralım

-
Aa
+
a
a
a

Sayın Okurlar,

 

Özgürlük Parkı’nda yaşadıklarımı anlattığım yazımdan sonra Türkiye’de sanırım istisna ötesi kabul edilebilecek birkaç olay yaşadım. Buna yazımda söz ettiğim Sayın Serap Hanım’ın da bana ulaşması dahil. Serap Hanım ile bu cumartesi buluşacaktık, ancak ben o meşhur işlerim nedeni ile gidemedim. Sanırım önümüzdeki hafta kendisini parkta ziyaret edeceğim ve Özgürlük Parkı dizisinin ikinci bölümünü yazmış olacağım. Bu arada konuyu bu noktaya getiren Sayın Ayşegül Aydın’a sonsuz teşekkürler. Kendisinden ikinci yazıda detaylı olarak bahsedeceğim. Şimdi bugünkü konuma döneyim.

 

Yazamadığım dönemde Kıbrıs’ta referandum yapıldı. “Evet”ler “Hayır”lar ortaya çıktı. Bu konuda yazacak değilim. Çünkü o kadar çeşitli yönleri, siyasi ve hukuki açıdan gündeme getirildi ki; bir de ben eksik kalayım. Ben bu olayın Türkiye - AB boyutu tarafındayım. Kabul etmek gerekir ki azımsanmayacak bir siyasi, akademisyen, gazeteci, bürokrat topluluğu farklı nedenlerle AB üyesi olmamızı istiyor. Bu isteğin önünde engel olarak görülen her ne varsa da aşmak istiyor. Kıbrıs’ ta bu engellerden biriydi. Daha önce de yazdığım bazı noktaları, yeniden hararetlenen AB konusunda dile getirmek istiyorum.

 

Bizim AB topluluğuna girmemize engel olan şey çok temelde toplumsal davranış biçimlerimizdir. Bu nedenle engel olarak görülen her ne var ise bunları ortadan kaldırmamız, toplumsal olarak değişmememiz halinde AB girişi için yeterli olmayacaktır. Önemli olan hukuki üst yapı kurumlarının AB kriterlerine uyumlu hale getirilmesi değildir. Önemli olan Kıbrıs, Ege gibi herhangi bir siyasi konuda AB tarafından istenilen çözümleri kabul etmemiz değildir. Bunlar yapılsa dahi AB üyesi olamayacağız. Bu bana göre böyle bilinmelidir. Üstelik olamadığımız için AB ülkeleri de suçlanmamalıdır. Ben eğer AB üyesi bir ülkenin vatandaşı olsaydım bu birlikteliğe ne kadar sıcak bakardım çok şüpheliyim.

 

Eğer yanlış okumadıysam yeni üye olan on ülkenin toplam nüfusu yetmiş beş milyon. Türkiye’nin tek başına ve şu andaki nüfusu neredeyse bu kadar. Bu yetmiş beş milyon nüfusun neredeyse tamamı birbiriyle mahkemelik. Bunu bırakın; farklı şehirlerdeki insanlar arasındaki değer yargısı ayrılıkları, aynı şehirde oturanların değişik ülkelerin vatandaşı olması -üstelik de iki düşman ülke vatandaşıymışçasına-, gibi ilginç durumlar var. Sağlık, işsizlik, yargı, çevre, trafik, eğitim sistemleri başlı başına birer sorun. Yönetim, organizasyon, birlikte yaşam kültürü en aydın olduğunu iddia edenlerimiz arasında bile yok. Sanat, spor, kültür alanlarına yaklaşımımız olağanüstü farklı. Bir kez daha soruyorum sizlere; dürüstçe cevap verin, kaçımız belediye otobüsünde, minibüste, din kardeşimiz, vatandaşımız ile sırt sırta durmak istiyoruz. Şimdi kendi içinde bu kadar sorunlu ve değer yargıları külliyen farklı bir topluluğu, bu sorunlarını çözmeden bir başka topluluğun -üstelik onunda kendi içinde sorunları varken- içine almasını nasıl bekleyebilirsiniz.  

 

Ben AB ülkelerinin her yaptığı doğrudur demiyorum, bu ülkenin vatandaşları melektir demiyorum; ama temelde farklıyız bunu anlatmaya çalışıyorum. Biz farklıyız bunu kabul edelim. Şimdi bu farklılığı neden başka insanların kabul etmesi gerektiğini anlamıyorum. Cennet gibi bir ülkenin ne halde olduğunu görmüyor muyuz ? Bu ülkeyi bu hale kimler getirdi ? Töre cinayetleri, kapkaçlar, kapitalist bir sistemde özelleştirme yapılmaya çalışılırken devletleştirilen bankalar. Daha sonra bu bankalardan bazılarının haksızlığa uğradığının hukuken belgelenmesi ? Magazin programlarının sadece bar havadislerinden oluşabildiği, o alanda bile değişik bir mekân veya haber çıkaramayışımız. İsveç’te trafikte sıfır ölüm, sıfır kaza hedeflenirken, hala İstanbul-Ankara arasındaki demiryolu ulaşımının bile hızlanmasını sağlayamamış olmamız... Tanrı aşkına bir gariplik yok mu ülkemizin her halinde. Eğer yok veya var ama başka ülke insanları bizi böyle kabul etmeliler diyorsanız benim de sizlere söyleyebileceğim bir şey yok.

 

Bu yazımdan sonra doğaldır ki AB üyesi ülke insanlarının hayatlarından olumsuz örnekler, oralarda yaşamış veya yaşamakta olan kişiler tarafından bana yazılabilir. Haklıdırlar, kim bilir ne kötü huyları vardır. İyi de zaten onlar da aman bize gelin veya bizi kurtarın veya aman siz Türkiye olarak yeni bir ekonomik siyasi birliktelik oluşturun da bizi alın demiyorlar ki. Biz girelim diye çırpınıyoruz, bizi almıyorlar, ipe un seriyorlar diye başkalarını suçlamayalım. Bırakın AB’yi, lütfen hepimiz kendimize soralım; biz doğru şeyler yapıyor muyuz, kendi toplumumuz için, kendi ülkemiz için?