"Biz, kirpimizle, köpeğimizle, kedimizle, martımızla huzur içinde yaşamak istiyoruz"

-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'de Ömer Madra ve Ferhat Kentel, Gündüz Vassaf, Nevin Sungur ve Derya Tolgay ile Adalar'da süren 'azmanbüs' olarak adlandırdıkları adabüs krizi üzerine konuşuyorlar.

""
Açık Gazete: Adalar'daki 'azmanbüs'ler
 

Açık Gazete: Adalar'daki 'azmanbüs'ler

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Evet bir şekilde Açık Gazete’yi uzatmak durumundayız. Biraz önce de sözünü ettiğimiz gibi, İstanbul’daki ‘Adalar’da son beş yılda ne oldu, ne olmalı?’ diye bir yazıyı da kaleme alan Derya Tolgay bizimle beraber. Büyükada'da neler olup bittiğini yani sadece Büyükada'da değil, bütün Prens Adaları’nda azman güçlere karşı direnen Adalılar var. Ekrem İmamoğlu'nun da ‘Toplu taşımayı sağlama mecburiyetimiz var’ diye açıklamaları nihayet oldu. Adalar’da bu durum büyük bir sorun halinde devam ediyor. Biz de Derya Tolgay, Nevin Sungur ve Gündüz Vassaf ile beraber bu meseleyi biraz konuşalım dedik. Hoş geldiniz.

Derya Tolgay: Hoş bulduk.

Nevin Sungur: Teşekkürler.

Ferhat Kentel: Merhaba, hoş geldiniz.

Ö.M.: Derya, istersen seninle başlayalım.

D.T.: Ben dün o kadar konuştum ki - 25 dakika. Ben Gündüz'e ve Nevin'e bırakıyorum sözü, sonra ben konuşayım olur mu?

Ö.M.: Tamam. Bir de Tilbe Saran'ın da yaptığı bir basın açıklaması vardı, onu da gördük. ‘Azmanbüslere karşı direnen Adalılar olarak Ekrem İmamoğlu'na cevabımız’ diye bir açıklaması geldi bizim elimize.

D.T.: Evet, Ahmet Ümit'in var, Ezel Akay'ın var. Önümüzdeki hafta da Gündüz Vassaf’ın da olacak. Şimdiden haber verelim onu da.

Ö.M.: Evet, yakından takip etmeye çalışıyoruz gelişmeleri, ne kadar başarılı olduğumuz da tartışılabilir. Peki, nasıl başlayalım?

Gündüz Vassaf: Ben hemen bir şey söyleyebilirim arzu ederseniz.

Ö.M.: Lütfen.

G.V.: Büyük hayal kırıklığı benim için çünkü bu Adalar meselesinden öte İstanbul Belediyesi'nin İstanbullulara, İstanbul'a ihanet etmesi. İstanbullular Ada’ya otobüse binmek için değil, huzuru yaşamak için gidiyor, bisiklete binmek için gidiyor, doğayı koklamak için gidiyor, kol kola yürümek için gidiyor, atları merak ediyor. Hal buyken ne Osmanlı, ne Cumhuriyet tarihinde - 600 yıldan bahsediyorum - hiçbir belediye başkanı Adalar’ın kültür mirasını, coğrafyasını, doğasını bu denli çiğnemiş, İstanbulluları bu denli karşısına almamıştı. Vahim bir durumla karşı karşıyayız.



Ö.M.: Evet, biraz önce sözünü ettiğimiz oyuncu Tilbe Saran, bizim de programcımız kendisi, tarafından yapılan basın açıklamasında, ‘Sayın Ekrem İmamoğlu’ diyor ve, ‘Her ne kadar görüşlerimiz arasında ciddi farklılıklar olsa da, azmanbüs krizinin başlamasından bu yana epey zaman geçmiş olmasına karşın, nihayet bu konuda konuştuğunuz için memnuniyetimizi ifade ederiz’ diye başlıyor. ‘Karayolları Taşımacılığı Yasaları gereği bizler, Adalar’da sadece bu tip araçları kullanabiliriz diyorsunuz. Bizler de diyoruz ki; Adalar, Türkiye'nin tek yaya bölgesidir, yasalarla koruma altına alınmıştır ve karayolu taşımacılığı yasaları Adalar için geçerli değildir’ diye devam ediyor açıklama, epey ayrıntılı olarak belirtiliyor. Bu konu hakkında da bir şeyler söylemek ister misiniz?

G.V.: Ömerciğim, yürüme yolu evet fakat İmamoğlu yürüyecek yol bırakmıyor insanlara. Süleyman Demirel, ‘Gençler için yollar yürümekle aşılmaz’ demişti. Yürüyecek yol yok, bisiklete binenlerin hayatını tehlikeye atıyor. Ben Sayın İmamoğlu'nu Büyükada’ya bu azmanlar arasında bisiklete binmeye davet ediyorum. Fakat önce galiba ailesiyle helalleşmesi lazım bisiklete binmeden.

N.S.: Ömer Bey, burada şöyle bir temel mesele de var; Tilbe Hanım’ın bahsettiği gibi, Sayın İmamoğlu yaptığı açıklamalarda samimiyetle konuştuğunu söylüyor ama çok derin bir samimiyetsizlik var orada. Çünkü her şeyden önce biz bugüne kadar 5 bine yakın imza topladık azmanbüslere karşı. Fakat bu insanları yani bizleri bir grup estetik düşkünü insan olarak tanımlamakla başlayan bir yanlış ifade, anlaşılma ve tepki sorunu var. Bu da aslında en temel sorunlardan bir tanesi. Adalar, özellikle son 10 yıl içinde diyeyim, İstanbulluların betondan, trafikten, her şeyden yoğun bir şekilde bunalmış İstanbulluların kaçacak noktalarının başında geliyor. Tek gelebilecekleri yer aslında ve İstanbul çevresinde baktığınızda bu listenin en başında Adalar var. Dolaysıyla Adalar’a yoğun bir turist akımı oluyor ve tabii ki de insanların da gelmesi gerekiyor, oradaki güzellikleri görüp paylaşmak istiyorlar. Bütün bunlara hiçbir itirazımız yok elbette. Ancak buradaki belediyecilik anlayışında şöyle bir sıkıntı var; Sayın İmamoğlu yaptığı açıklamada ‘Bizim kamu taşımacılığı yapmamız gerekiyor’ diyor. Yani buradaki önceliği, farklı bir noktaya taşıyor. Adaların özel statüsünü koruması gerekirken, tamamen Adalar’ı İstanbul'un diğer ilçelerinden bir tanesi gibi ele alıp buradaki sorunu çözmeye çalışıyor. Burada isterseniz 60 tane, isterseniz 160 tane, 260 tane otobüs getirin, azmanbüs getirin, buradaki sorunu çözemezsiniz. Nasıl ki İstanbul'da ne kadar çok köprü yaparsanız o kadar fazla trafik sorunu olur. Adalar’a da bu otobüsleri getirmeye çalıştığınız sürece sorunu çözemezsiniz. Tam tersi, sorunu içinden çıkılmaz bir hale getirirsiniz - şimdi olduğu gibi. Yani bizim buradaki direnişimizin, buradaki istememe sebebimizin en büyük temeli, Adalar’ı olduğu gibi korumaya çalışmak. Buradaki anlayışımızı saptırmaya çalışıyorlar. En can sıkıcı olan, en kalp kırıcı olan da bu aslında.

Ö.M.: Ben de bir şey söyleyeyim; İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun Pazartesi günü yaptığı açıklamada, ‘Toplu taşımadan faydalanma mecburiyeti var, toplu taşımayı sağlama mecburiyetimiz var. Bunu anlamak tabii sorun yaratıyor’ diyor. Yani, ‘Adalar’da faytonları kaldırdıktan sonra toplu taşımayı sağlama mecburiyetimiz var, Adalar toplu taşımasız olmaz’ diyor. Asıl büyük tartışma konusu olan şey de biraz önce Nevin'in de belirttiği gibi bu olmalı.

G.V.: Ömerciğim, bir de İmamoğlu'nun Yeşil Gazete'de çıkan, hepimizin bildiği şöyle bir sözü var; ‘Olayları kötü yorumlayan bir kısım, halkın duygularını sömürmeye çalışan yayınları da – şimdi bizim yaptığımız - gülerek izliyorum’. Geri almalı, İstanbullardan özür dilemeli. Bu bize, İstanbul'a bir hakarettir.

D.T.: Ben de burada söylemek istediğim konu şuydu; Bakın CHP'li Belediye Başkanı 6 bin oyla seçildi ve 4 bin 500 tane ıslak imza İETT'ye ve İBB'ye götürüldü azmanbüsler için ve ertesi gün bu azmanbüsleri soktular. Yani çok ciddi bir katılımcı demokrasi sorunu var, defalarca verilen sözlerin tutulmaması gibi çok büyük etik bir sorun var ama ‘küçük bir grup’ olarak ifade etmesi - etrafındaki danışmanları mı çok kötü, kendisi mi olayları göremiyor bilmiyorum bu kadarını, kendisine kötülük yapıyor şu anda. Şu anda yeterince araç var, kamuya ait araç var, tescilli taksiler var. Bu minibüsleri buraya ısrarla sokmasının niyeti nedir bu insanların? Konu bu. Buraya dönüp baktığımız zaman karşımıza imar geliyor.

İmar ile azmanbüsler çok yan yana geliyor. Baktığımız zaman, bütün Adalar’da şu anda kıyıları olmayan bir planlama yapılmış durumda. İsmi de çok ironik: Koruma. Ama ‘korumama’ planı üzerine bir plan önümüzdeki. Davalar açıldı, birçok dava sürmekte. Kıyılar yok, birçok sit değiştirilmiş, indirilmiş durumda. Adalar’da inanılmaz bir mikro-klima ekosistemine sahip çok büyük bağ bahçeleri var. Bunların hepsi, bağ bahçeler arsaya dönüştürüp imara açılmış durumda, dolgu alanlarına imar izni verilmiş durumda.

Meşhur, Seferoğlu denilen bir yer var - buranın hikayesine girersek çok uzar - burası Ada’nın sit alanından koparılıp turizm bölgesi ilan edilmişti aynı Yassıada gibi. Burada 23 senedir ısrarla yapılan dip dibe binalar ve önünde denize sıfır bir otel var. Şimdi önüne heliport yapılıp, helikopterlerle seçkin, soylulaştırılan bir Ada’ya doğru bir gidişat var. Minibüs nedir? İmara bir yoldur. Gelen, giden bir şekilde normalleştirir ve idrak eder. Bunun üzerinde durmayı ihmal etmeyelim.

F.K.: Ben de küçük bir not düşebilir miyim burada? Aslında burada ha bire şikayet edip duruyoruz; yukarıdan aşağı, devletten, merkezden, Tek Adam'dan alınan bir takım kararlar. Bunun alternatifi ne demek? Aslında yerel düzeyde vatandaşı dinlemek, sivil toplumun katılımı düşünmek. Bu iddialarla gelmiş olan bir belediye yönetiminin herhalde bu yerelliğe en azından askeri düzeyde bir kulak vermesini beklemekten normal bir şey olamaz.

N.S.: Evet, tam da öyle Ferhat. Bizim de söylemek istediğimiz bu zaten.



Ö.M.: Ben de şunu ilave edeyim izninizle; Derya, ‘Son İstanbul Adalar’da beş yılda ne oldu, ne olmalı?’ başlıklı Yeşil Gazete'de çıkan yazında, net olarak Adalar’ın ne kadar küçük bir yüz ölçümüne sahip olduğunu yani en büyüğü Büyükada'da bile yerleşim yeri bir uçtan diğer uça bir buçuk saatte yürüyerek kat edilebilecek yürünebilir yerler olduğunu belirtmişsin. Dolaysıyla aslında asıl yapılması gereken şeyi de birazcık konuşalım kalan yedi, sekiz dakikamız içinde.

Yani bu yerleşimin açılması gibi çok tehlikeli bir gelişmenin eşiğinde olduğumuz açıkça görülüyor ve bu, İstanbul Adaları’nın - kim bilir kaç zamandan beri Dünya Mirası Adalar programında da söylemekte olduğunuz gibi - UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmesini sağlamak ana amaç ve bu doğrultuda bir kamuoyu oluşturmak gerekiyor diye devam ediyor yazıda da. Biraz da ne olmalı konusunu netleştirelim mi? Çok sık konuştuğunuzu biliyorum ama biraz daha bunu konuşmanın, altını çizmenin yararlı olacağını düşünüyorum.

N.S.: Öncelikle bütüncül bir planlama yapılması gerektiğini düşünüyoruz Ömer Bey. Deminden beri konuştuğumuz özellikleriyle koruyacak Adaları, bu ‘en son İstanbul’ dediğimiz Adaları bir mücevher gibi koruyacak bir anlayışla hazırlanacak bütüncül bir planlama lazım. Derya’nın da dediği gibi, çünkü bunların hepsi birbirine bağlı. Yani detayları Derya da, Gündüz Hocam da söyleyecektir - öncelikle bu bakış açısını, bu anlayışı ön plana koyarak harekete geçmek lazım. Çünkü her şeyi aynılaştırdığımız gibi Adaları da bu aynılaştırma süreci içerisine sokarsak elimizde bir şey kalmayacak. Hepimizin söylediği gibi, biz, kirpimizle, köpeğimizle, kedimizle, martımızla huzur içinde yaşamak istiyoruz. Bütün İstanbullular yani 16 milyon İstanbullu için direniyoruz. Mesele bu. Yani bunun için gerekli özel statüsünü altını çizecek bir planlama, bir bakış açısı yerleştirmek ve bu şekilde harekete geçmek lazım. Temel mesele bu bana göre.

G.V.: Yani Adalar babında çok şanslı bir belediye başkanı - Adalar Vakfı, Adalar Konseyi, Kültür Mirası Adalar, STK girişimleri... Bu kadar gönüllü var. Canı gönülden Adalar için planlar yapıyor, tartışmak istiyor ve bunların haline gülünüyor ve saldırılıyor. Yani belediye, şu anda kendisine açılan bu şansı, bu büyük krediyi tüketmekle meşgul ve büyük korkum sivil toplum bu şekilde yıkılır ise ve bu partiler şimdiden bir sonraki başkanlık seçimlerine soyunarak düşünüyorlar ise ikisi de kaybeder ve aradan başımıza Trump gibi popülist bir adam fırlar. Lütfen sivil toplumu dinlesinler. Çok şanslılar ki Adalar’da özellikle böyle bir sivil toplum var.

D.T.: Burada bir lider sultasından bahsediyorsun. Gündüz ile çok güzel, hoş bir programımız da olmuştu hemen seçimlerden sonra, hatırlıyor musun Gündüz? ‘Bir dakika sakin olalım, bizi bekleyen tehlikeyi görelim, popülist siyasetçiler bize daha da büyük bir şey getirebilir önümüzde’ demiştik, onu tekrar dinleyelim, belki tekrar gündeme taşıyalım. Çok iyi bir uyarıydı ve biz bugün bunu görüyoruz. Biz, lider sultasından, 20 senenin sonunda geldiğimiz bu feodal düzenden kurtulmaya ve politikacıların demokrasi eksenine gelmesini istiyoruz. Adalardaki süreç son derece antidemokratik ama hala şansımız var. Görmek isteyenlerin, niyet edenlerin bunu görmesi için bütün manzara bence açık. Biz de Ekrem İmamoğlu'nu bir an önce davet ediyoruz. Kendisi bizi davet etsin, biz gelelim, kendisiyle konuşalım. İstanbul’da ‘Yürübe İstanbul’ denilen bir uygulama var, tüm İstanbulluları yürümeye davet ediyor bu uygulama ama içinde Adalar yok. Çok ironik değil mi bu?

Ö.M.: İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin projesi değil mi bu?

D.T.: Evet, 16 milyon için ‘yürüyün’ diyor, biz de 16 milyon için İstanbulluların yeşil alanı ve yürüme hakkını burada savunuyoruz. Tüm İstanbulluları davet ediyoruz çünkü Adalar İstanbulluların.



Ö.M.: Evet, yazının bitişindeki ‘Ne Olmalı’ başlıklı bölümde şunu da diyordun Derya, ‘Doğaya ve tüm canlılara saygılı, kültürel varlıkları koruyan, ekosistemi gözeten, geleceğine sahip çıkan, halkıyla beraber yöneten bir yerel yönetim sözüyle seçilen seçilmişler, yasalara uymalı, sürecin başından beri verdikleri birçok sözü tutmayıp yarattıkları güvensiz ortamı sözlerini tutarak güvenli ortama dönüştürmelidir ve tüm adabüsleri de şehre geri götürerek ihtiyaç duyulan ilçelerde kullanmalıdır’. Çok ilginç aslında yani yavaş şehir uygulamasına da zaten geçilmesinin de çok geciktiğini de belirtiyorsunuz. Yazında belirttiğin unsurlar arasında bir de görseller vardı; direnen Adalılar, hanımefendilerin ve küçük çocukların minibüslerin önünde, azmanbüslerin önünde oturarak durdurma çabaları da Türkiye'de çok sık rastlanmayan bir halk direnişi görüntüsü olduğunu da söylemeliyiz.

N.S.: Evet, son bir şey eklemek istiyorum ben Ömer Bey; Aslında yapılması gereken çok net hem Derya’nın, hem Gündüz Hocamın dediği gibi. Yani yapılması gerekenler çok net; buranın korunması gerekiyor ve bunun yolu da belli. Sadece bir bakış açısı değiştirmek gerekiyor. Bir de Sayın İmamoğlu, bir iki gün içerisinde bir video paylaştı. Sanırım halkla ilişkiler açısından başarılı buldukları bir video; kendisi metroya binmiş ve orada sıradan bir vatandaş gibi. Görüntüleri yayınlandı. Biz de kendisini yine sıradan bir vatandaş, bir İstanbullu olarak yürümeye davet ediyoruz. Demin Gündüz Hocam da bisiklete binmeye davet etti. Kendisini hem yürümeye, hem bisiklete binmeye davet ediyoruz. Umarız kendisi de geldiği zaman bizim ne için direndiğimizi ve taleplerimizi çok yakından görecektir. Yani sıradan vatandaş gibi gelsin, İstanbul Belediye Başkanı olarak gelmesin, sıradan vatandaş olarak gelsin ve bizlerle birlikte tecrübe etsin Adalar’da yürümek, bisiklete binmek ne demek?

Ö.M.: Evet, bir de Tilbe Saran tarafından yapılan basın açıklamasında önemli bir noktadan da bahsediliyor bana göre. ‘Faytonlar kaldırıldıktan sonra Adalar’da toplu taşıma sorunu olduğunu söylüyorsunuz’ diyor Büyükşehir Belediye Başkanı'na, İmamoğlu'na, ‘Ama unutulmamalıdır ki faytonlar toplu taşıma aracı değildi, talep bazlı taşımacılık yaparlardı. Yani taksi hizmeti verirlerdi ve en fazla dört kişi taşıyabilirlerdi. Halbuki bu azmanbüsler, Adalıların ya da ziyaretçilerin toplu taşıma ihtiyaçlarından ziyade, turizm amaçlı taşıma için getirilmek istenmektedir. Bunlar ve ücretlendirmesi de toplu taşıma ücretlendirmesinin katbekat üzerindedir’ deniyor.

G.V.: Ömerciğim, bir nokta lütfen. Bu otobüsler Adalıların her tarafına gidiyor, atlar çıkamazdı o yokuşları. Binlerce insan orman bölgelerine girebilir, sızabilir ve bu ne demektir? Orman yangını demektir, bu otobüsler orman yangınlarına çanak tutuyor demektir.

Ö.M.: Bu da son derece önemli bir noktanın altını çizdin. Çünkü orman yangınlarının küresel iklim değişikliğine bağlı olarak, küresel ısınmayla hem Türkiye'de, hem İstanbul'da, hem de bütün dünyada zaten muazzam sayıda katbekat arttığını da izlediğimiz günlerde bunu söylemek, altını çizmek çok önemli.

D.T.: Bir teknik bilgi verebilir miyim burada? Adaların %60'ı orman, geri kalanı tarihi ahşap köşkler. Bu araçlar ise bir anda bataryası parlayabilen ve çok aniden yanan, suyla söndürülmeyen bir araç tipi. Büyükada'nın tamamı dört saatte, Heybeliada'nın tamamı 2,5 saatte yanabilir - geri kalanını siz düşünün, tüm köşkleriyle beraber yanıyor. Bu bilgiyi Orman Şefliği’nin kendisi verdi ve tek kapılı bu minibüsler batarya yangınıyla çok ciddi ölümcül sonuçlar doğurabilir ve aynı zamanda Adalar’ın tümünün yanmasına da sebep olur. Gündüz'ün dediği kısma bir de bunu ilave edeyim.

G.V.: Otobüs orman yangını demektir, davetiyedir.

Ö.M.: Peki, çok teşekkür ederiz, burada bitirmek durumundayız.

D.T.: Çok teşekkürler. Adalar hepimizin.

N.S.: Biz teşekkür ederiz. İstanbulluların Adalar.

Ö.M.: Deryat Tolgay, Nevin Sungur ve Gündüz Vassaf, hepinize çok teşekkür ederiz. Bunu konuşmaya elbette her fırsatta devam edeceğiz, çok teşekkürler.

F.K.: Çok teşekkürler, görüşmek üzere.

D.T.: İyi günler, iyi yayınlar.