“Türkiye dere yatağındaki bir bina gibi; seli bekliyor, sel de burnunun dibinde zaten”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

Ekonomi Politik: 31 Ağustos 2020
 

Ekonomi Politik: 31 Ağustos 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(31 Ağustos 2020 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)

Özdeş Özbay: Merhabalar Ali Bey, günaydın!

Ali Bilge: Günaydın Özdeş, günaydın Can, günaydın Feryal, iyi haftalar!

Can Tonbil: Günaydın Ali Bey!

ÖÖ: Bu hafta ne konuşuyoruz?

AB: Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilim-savaş meselesi var, geçen hafta bu konuda AB temsilcisinin yaptığı açıklamalar var, AB tarafından Türkiye’ye bir yaptırım söz konusu. Bu çerçevede başlayalım, değerlendirme yapalım? Hem daha önce karşılaştığımız ekonomik ve askeri yaptırımlar tarihimize de biraz göz atmış oluruz. Biliyorsunuz Doğu Akdeniz meselesini konuşurken konu gelip AB’ye dayanıyor, Yunanistan ve Türkiye’nin sorunları aynı zamanda Türkiye’nin AB ile olan sorunu haline geliyor, özdeşleşiyor bir çizgiden sonra. 

Doğu Akdeniz gerilimini Türkiye’nin iç sorunlarıyla birlikte ele almakta fayda var Doğu Akdeniz gerilimleri içeriyi de besleyen bir gerilim, Türkiye’nin iç siyasetinde ve rejimiyle ilgili hususlarda yaşanan problemleri de besleyen bir gerilim, hem de dışarıdaki yalnızlığının da tescili olan bir gerilim. Diplomatik alanlarda, teknik ve hukuki alanlarda yapılması gereken çalışmalarda Türkiye’nin çok gecikmesi sonrasında, Türkiye’nin yeniden bir manevrayla mavi vatan adlı yaklaşımla, yani Libya ile yaptığı anlaşmayla, bu konuda yeni bir alan kazanmaya çalışması ile gerilimler yükseldi. 

Bu gerilimde, çoklu bir muhataplar ve ittifaklar söz konusu, denklemin tek tarafı yok ve AB işin içinde ve Avrupa’nın önemli ülkeleri işin içinde, aynı zamanda Ortadoğu ülkeleri var, dolayısıyla çoklu bir muhatap olması nedeniyle Türkiye’nin Yunanistan’la yaşadığı diğer sorunlarından farklı. 

 Aynı zamanda bu iki ülke, NATO üyesi, taraflardan Yunanistan ve Güney Kıbrıs AB ülkesi, Türkiye AB ülkesi değil ama incelmiş- kopma aşamasına gelmiş durumda olan bir ilişkisi var. Doğu Akdeniz geriliminin çoklu muhatap alanlarından biriside İslam ve Arap dünyası. Türkiye İslam ve Arap dünyasıyla da karşı karşıya kalmış durumda. AB ve Ortadoğu ülkeleri ile karşı karşıyayız. Ayrıca 3 farklı dine sahip ülkeler ile karşı karşıyayız. Karşımızda İslam, Hristiyan ve Yahudi dinlerine sahip ülkeler topluluğu bulunuyor. Bir İslam ülkesi olan Türkiye, 3 dine mensup ülkeleri karşısına alan bir politika izlemeyi başarmış durumda. Benim bildiğim tarihimizde ilke defa oluyor. 

Sorunların bu seviyede sertlik kazanmasının altında Türkiye’nin Suriye, Mısır, İsrail gibi ülkelerle diplomatik ilişkilerinin olmaması yatıyor. Kopuk ilişkilerin sertleşmeye katkıda bulunduğunu görmemek mümkün değil. Elbette bu meseleye bakarken şuna da işaret etmemiz lazım. Taraflardan kim haklı kim haksızı bir tarafa bırakalım, tabloya birde şöyle bakalım. Doğu Akdeniz de hidrokarbonlar üzerinde yaşanan gerilimin muhatabı ülkelere baktığımızda bunların neredeyse tamamı Paris İklim Anlaşması’nı desteklemiş imzalayan ülkeler değil mi? Hem iklim anlaşmasını imzalayacaksın hem de büyük bir açgözlülük içinde için de Doğu Akdeniz de savaşın eşiğine geleceksin. İklim yıkımı kimsenin umurunda değil.Bu ülkelerin çoğu Paris iklim anlaşmasını parlamentodan geçirmiş ve hidrokarbonların sınırlandırılmasını destekleyen ülkeler. Ancak büyük bir iştahla buradaki rezervlere saldırmış vaziyetteler. Ayrıca tüm donanmalar orada bulunuyor, Fransa donanması orada, Yunanistan donanması orada, Türkiye orada, Rusya ve ABD orada, Mısır ve İsrail zaten orada. 

Söz konusu edilen yaptırımlara gelirsek; Türkiye’nin dediğim gibi incelmiş bir AB ilişkisi bulunuyor, bu ilişkisinde temel hususu göçmen politikası oluyor. Bu göçmen politikası da en fazla Almanya’yı etkiliyor, bu nedenle Almanya öne çıkıyor bu görüşmelerde. Türkiye’nin dış ticaretinde ve turizminde en büyük ticari partneri AB ve Avrupa ülkeleri, ancak Avrupa’daki şirketler için de Türkiye önemli bir pazar. 

Konuşulan yaptırımlar Türkiye’nin petrol ve doğalgaz arama şirketlerine getirilecek yaptırımlar olursa çok fazla bir etkisi olmaz ama genel olarak finans dünyasını ve ticari hayatı etkileyecek nitelikte olursa, ki söz konusu edilen limanlar da dahil olarak yaptırımların uygulanabileceği, bu yaptırımlara ilişkin sanki ön bir kabul oldu gibi. Ancak yaptırımlara AB liderler toplantısında 24 Eylül’de karar verilecek. AB içinde de bu konuda çatlakların olacağı da muhakkak, ama her türlü yaptırımla muhatap olmak, sözünün bile edilmesi, Türkiye ekonomisi gibi eksi döviz rezervlerinde bulunan bir ülke için, Covid 19 salgın ortamında ipin ucunu kaçırmış bir ülke için, yaşadığı iktisadi buhranın terfi etmesi demektir. 

1970’lerde bir ambargo deneyimi yaşadığımızı biliyorsunuz, ilk defa haşhaş ekimi, afyon üretimiyle ilgili bir ambargo yemiştik. 1970’de ABD, afyon üretimini “tamamen bırakın” demişti, o zamanki Demirel hükümeti afyon ekiminin sınırlandırılmasını tercih etti. ABD bununla yeterli bulmadı, ABD tarafından Türkiye’ye ambargo uygulanması başladı. 12 Mart darbesi sonrası askeri cunta ile Demirel hükümetinin yerine gelen Nihat Erim’in Başbakanlığındaki hükümet, Amerika’nın istediğini tamamen yerine getirdi. Ancak bir süre sonra “normal rejime” geçişle, 1973 seçimleri yapıldı, seçimler sonrasında kurulan Ecevit hükümeti, afyon ekiminin yasaklanmasını kaldırınca iş büyüdü. Türkiye, önce haşhaş üretiminin yasaklanması, sınırlandırılması üzerindeki baskılar nedeniyle daha geniş ambargo ile muhatap olundu, ardından da 1974 Kıbrıs askerî harekâtı nedeniyle, askeri ve ticari ambargoyla karşı karşıya kaldı. Bu ambargoların Türkiye üzerinde çok ciddi tesirleri olmuştur, ancak etkileri yeterince ölçülmedi, çünkü o dönemde petrol bunalımları da yaşanıyordu dünyada, 1973-77 petrol şokları, Türkiye bu şoklardan aşırı etkilenmişti, tüm bunlar birleşince büyük bir bunalım yaşanmıştı Ayrıca Türkiye ekonomisi o dönemde kapalı da bir ekonomiydi, bugünkü gibi dış ticaret ve sermaye hareketlerinde açık bir ekonomi değildi. Malum sonrasında 1980 askeri darbesi ve Türkiye’nin karanlık yılları.. 

AB tarafından Doğu Akdeniz gerimi nedeniyle yaptırımlarla ilgili hususların lafının bile edilmesi, böylesine nazik bir ekonomide meseleyi daha da derinleştiriyor. Ayrıca iki ülkenin daha önce karşı karşıya geldikleri gerilimlerde 1987 olsun, 1996 olsun, böyle durumlarda ABD ve NATO araya girerdi, iki NATO ülkesinin çatışmasının yol açacağı meseleler üzerinden bir çözüm bulunmaya çalışılırdı. Bugün böyle bir çabada çok fazla gözükmüyor, Sonuçta doğu Akdeniz meselesi Libya ile bağlantılı, Suriye ile bağlantılı, İsrail’le bağlantılı, Mısır’la bağlantılı bir devasa sorun. Meseleye böyle bir paket üzerinden baktığınızda da, Türkiye’nin iç siyasetinde ve uluslararası ortamda bulunduğu durumu da bize ifade ediyor. 

Madem siz soru sormuyorsunuz, ben sorayım, kendi kendime sorduğum bir soru var, soru şu, peki dış politika da iktidar bu vaziyette de, muhalefet ne durumda? Ama önce bazı hususları hatırlatmak istiyorum. Önceki programlarımızda pek çok kez belirtmiştim. Erdoğan rejiminin en fazla ihtiyacının, Merkez Bankası kaynakları ve çatışma, ‘savaşmış mış gibi savaş’ lar olduğunu söylemiştim. Çünkü bunlar rejiminizin ömrünü sürdürebilmek için iç politikada iyi araçlar. İktidar, Merkez Bankası kaynaklarını, tepe tepe kullandı ve sonunda orada teker patladı zaten. Şimdi onu yamalamaya çalışıyor. Doğu Akdeniz gerilimi “savaşa beş var vaziyetleri “, keşfedilen doğal gaz rezervleri, Ayasofya ve Kariye’nin ibadete açılması, yaşanan siyasi baskılarla birlikte, iç siyasetteki tarzı hayatımız çok kötü bir şekilde devam ediyor. Şimdi artık meselenin muhalefet tarafına dönelim Dün liderlerin 30 Ağustos mesajlarına baktım, Kılıçdaroğlu diyor ki “içinde bulunduğumuz coğrafya barışın güneş yüzüyle aydınlanacak” 

CT: Anlamadım bir daha söyler misiniz? 

AB: “İçinde bulunduğumuz coğrafya barışın güneş yüzüyle aydınlanacak” böyle bir cümlesi var. Yani “coğrafyada barış getireceğiz” diyor, Kılıçdaroğlu en son parti kurultayında da, ilk seçimde iktidara geleceklerini beyan etmişti. Şimdi sorumuz şu: peki o zaman madem siz, “iktidara aday bir ana muhalefetseniz neden dış politika düğümlerinde, ağırlıklı ve doğru vaziyet almıyorsunuz, söz söylemiyorsunuz, siyaset geliştirmiyorsunuz diplomasi yapmıyorsunuz? 

CT: Bu Ege politikası konusunda CHP özellikle ana muhalefet partisi birçok zaman hatta genellikle iktidardan daha şahin bir şekilde atılmıyor muydu? Ben mi yanlış hatırlıyorum?

AB: İşte ben de ona işaret edeceğim, ana muhalefetin ülkenin dış politika düğümlerinde, iktidarla birlikte yan yana olmasına dikkat çekeceğim. Pek çok kez, ortak deklarasyonlar yayınladılar parlamentoda biliyorsun, Suriye tezkerelerinde olsun, doğu Akdeniz’de olsun. Biz bunlara daha önceki programlarımızda dikkat çektik, ana muhalefet ve muhalefet için bu dörtlü deklarasyonlar, iktidarı nirengi kabul ederek yürütülen bir siyaset oluyor. Ana muhalefet siyaseti böyle kurulmaz, dış politikada komşularınıza, bölge ülkelerine ve ittifak içinde olmayı istediğiniz ülkelerle, iktidarı nirengi kabul ederek temas kurulması, güven verilmesi mümkün değil. Dış politika ekseninde iktidara adeta kuyruk olmuş bir ana muhalefet ve muhalefet var. Bir kere, HDP dışlanması bir ön kabul oluyor bu tür deklarasyonlarda, sonra Suriye politikasındaki tezkerelerde olduğu gibi “içimiz ağlaya ağlaya” ifadesi geliyor, “şimdi için ağlıyorsa neden kabul ediyorsun”, neden dış politikada ana muhalefet ve muhalefet, özgün bir görüş ve siyaset derc edemiyor geliştirilemiyor..

ÖÖ: Hatta en son sayın Kılıçdaroğlu bir açıklama yaptı biliyorsunuz “bizden eleştirmemizi bekliyorlar, eleştirmeyeceğiz” diye bir açıklama yaptı.

AB: Evet, sanki ana muhalefet partisi değil de ‘ana yama partisi’ adeta! Yani yama oluyor çoğunlukla. Bir taraftan da “bölgede barışı getireceğim” diyeceksin ama bölge iktidar nedeniyle gerilim içinde ve bölgede gerilim üreten iktidarın peşine takılıyorsun.! Sen eğer ana muhalefetsen, bir şeylere karar vermen lazım, tavrını net belli etmen lazım; Türkiye hangi yolda devam edecek? Bunu da deklere etmen lazım “ben iktidara geldiğimde “şu eksende olacağım, batı yolundayım, AB ile ilişkilerimi güçlendireceğim” madem iktidara adaysın, bunları açıkça ifade edeceksin, güçlendireceksin. Mesela diyeceksin ki “ben Suriye’deki cephelerden çekileceğim” ya da net bir şekilde “çekilmeyeceğim, buradaki kaymakamlıklarım, valiliklerim, fakültelerim devam edecek” AB ile mi yola devam edeceksin? Bunu kuvvetlice söylemen lazım. Suriye’den, Irak’tan çıkacak mısın? Bunu söylemen lazım. Libya’daki varlığımızı geri çekecek misin? Bunu söylemen lazım. Mesela ÖSO diye bir ordu var, muhalefetten hiç duydunuz mu? Bu da bayağı güçlü bir ordu, Libya’ya da gönderiliyorlarmış, biz bu orduyu besliyoruz, dolarla maaş veriyoruz. Bunu kaldıracak mısın, kaldırmayacak mısın? 

ÖÖ: Artık ‘Milli Suriye Ordusu’ öyle bir ismi var.

AB: Ulusal Suriye Ordusu muydu?

ÖÖ: Evet öyle bir şey. 

AB: Neyse, sen ana muhalefetsen ve bölgeye barışı getirmek istiyorsan, iktidar kuyrukçuluğu yapmaman lazım, senin bölgedeki başkentlerle temasın olması lazım, ayrıca ittifak olarak temasın olması lazım.

CT: Evet.

AB: Ana muhalefet olarak temasın olması lazım.

CT: Ama hakkını da yemeyelim, 2018’deki bu ‘Zeytin Dalı Operasyonu’ sırasında yanlış hatırlamıyorsam Kılıçdaroğlu “ÖSO kimdir, arkasında kimler vardır, neden Türk ordusu ÖSO ile beraber hareket ediyor?” demişti. Bir de neredeyse bu Suriye’deki olayların başlangıcından beri diktatör Beşar Esat’la beraber doğrudan temas kurulmasıyla alakalı olarak da demeçlerini yayınlamışlardı. 

AB: Çok açık söyleyeceksin, çıkacak mısın oradan, İdlib’den, Afrin’den? Ama bu bir siyaset oluşturmayı gerektiriyor

CT: Evet.

AB: Neden savaş tezkerelerini destekliyorsun? İnisiyatifi kalmamış bir parlamentoda 4’lü protokollerle kendini iktidara göre hizalayan bir ana muhalefet ve muhalefet çizgisi var. İktidarı nirengi kabul eden bir dış siyaset güdersen, bölgede barışı getiremezsin.Doğu Akdeniz meselesinde şunu söyleyebilirsin “ben iktidara geldiğimde ya da ittifakla geldiğimizde, gerilimsiz, savaşsız, diplomasiyi esas alan, uluslararası hukuku ve anlaşmaları esas alan bir tartışma ve müzakere içerisinde doğu Akdeniz sorununu çözeceğim” diyebilirsin. “İsrail, Mısır ve Suriye’de kesilen diplomatik ilişkilerimi başlatmak istiyorum” diyebilirsin.

 Yaptığımız programlar, konuşmalar bir anlamda adeta “muhalefete dersler” gibi oluyor ama ne yapabilirim ki, muazzam bir yetersizlik, teslimiyet içindeler. Ana muhalefet ve muhalefet dış siyasa geliştirememe sorunu içinde. Şimdi CHP’ de dış politikayla ilgili göze çarpan bir eski büyükelçi var, o da zaten parti meclisine giremedi, genel başkana danışman olarak atandı. Dünyayı ve bölgeyi izlemede muazzam eksikler. Mesela Sosyalist Enternasyonal’de halen temsilcisi yok. Dünyayla teması minimize olmuş bir ana muhalefet! Neden? Çünkü pek çok hususta, kendini iktidar eksenindeki belirleyiciliğe amade etmiş durumda. Geçtiğimiz haftalarda söylemiştim, ana muhalefetin, kendisinin Greenwich olması lazım, saatlerini iktidara göre değil, kendisinin geliştirdiği özgün siyaset üzerinden ayarlaması lazım 

Geçmişten bir örnek verebilirim bu konuda, 1974’deki ambargo sonrasında Türkiye’deki Amerikan üsleri de etkilendi, bu üsler karışıktı, NATO üssü, Amerikan üssü, hepsi birbirine karışıktı,  o dönemde, üslerin kapatılmasına ve tedbir alınmasına için iktidar üzerine muhalefetin muazzam bir baskısı oldu. O zamanki hükümet sonunda üsleri kapattı. ABD ile Türkiye arasındaki birinci savunma işbirliği anlaşması ortadan kalktı, üsler kapatıldı. Ambargo kalkana kadar üsler kapalıydı. Sadece İncirlik NATO kullanımına açıktı. Demirel hükümeti bu tedbiri alamaya pek istekli değildi, ama bu iş ana muhalefetin etkin hamleleriyle gerçekleşti, CHP’nin büyük ağırlığı oldu. Ambargoya karşı tepkinin daha sert verilmesini istedi, Demirel hükümeti tedbir almak zorunda kaldı. 

CT: Evet. Ali bey tekrar hatırlatmak istiyorum sorumu, şöyle sormuştum CHP’nin şu andaki mevcut Ege denizinde, Akdeniz’de yaşanan politika konusundaki söylemi tutarlılık sarf ediyor mu? Şöyle bir örnek vereceğim, 2017 yılında CHP genel başkan yardımcısı Öztürk Yılmaz şu ifadeleri kullanmış “CHP iktidarında Ege denizinde egemenliği Türkiye’ye ait olan 156 ada, adacık ve kayanın Türkçe isimlerini tek tek açıklayacağız ve dünyaya deklere edeceğiz. Yunanistan oradaki topraklarımıza sahip çıkarak Türkiye’nin sabrını test etmesin!” demiş Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada. Kılıçdaroğlu da “11 Aralık 2017’de mecliste yaptığı konuşmasında Yunanistan’ın 18 adayı işgal ettiğini söylemişti. O zamanlar savunma bakanı olan Kamenas’ı bu konuyla alakalı uyarmıştı. Bu söylediklerinden rahatsız olduğunu söylemişti. Şu andaki mevcut gerilimi zaten CHP’nin uzun bir süredir devam ettirdiği Ege politikasının en billurlaşmış hali değil mi? Ben öyle düşünüyorum en azından.

AB: Zaten, dörtlü deklarasyonlar ve muhalefeti iktidara hizalayan yaklaşımlar, arkada bir paspartu olduğunu gösteriyor. Bu konularda hem fikirliliğin arkasında, devlet politikası dediğimiz geniş bir hat var, bu hattın içine sadece HDP dahil değil, iktidar partisi ve muhalefette bulunan diğer partiler hep birlikte hareket ediyorlar. Buna işaret etmek için bunları anlatıyorum. İşte bunun dışına çıkarsan, siyaset yapmış olursun, ana muhalefet olmuş olursun, böyle olursan bölgeye barış getirebilişin.

CT: Anladım.

AB: Söylediğin eski Musul konsolosuydu o diplomat, Öztürk Yılmaz’dı değil mi? İŞİD ‘in aylarca esir aldığı.

CT: Evet efendim.

AB: Öztürk Yılmaz’ın CHP’de dış politikadan sorumlu genel başkan yardımcısı olması nasıl gerçekleşti? Önce bu tür soruları yanıtlamamız gerekiyor. Sonra niye vazgeçildi? Öztürk Yılmaz’ın CHP ile örtüşen yanları neydi, kimler tercih etti, kimler dikte etti? Elbette bunlar başka bir zamanda konuşacağımız konular. 

Söylemek istediğim ana muhalefet nasıl olunur? Eğer çizgin bu şekilde devam ederse, ana muhalefet olamazsın ‘ana yama’ olursun. Dolayısıyla pozisyonunu değiştirmeden iktidar transferine aday da olamazsın. Avrupa’da, Dünyada kabul görmekte istiyorsan, Türkiye’nin meselelerini gündeme getirecek olan doğru bir ana muhalefet olmak istiyorsan, bu ülkede son yıllarda yaşanan anomalinin dışına çıkan sözler sarf etmen lazım. Yok ben kendimi iktidara göre hizalıyorum diyorsan, ülkenin dünyadaki yalnızlığına sen de kendini mahkûm ediyorsun demektir. 

Ülkelerin ana muhalefetleri, bölge ülkeleri ile, komşu ülkelerle, AB içinde bir ülkesin, üye ülkelerinin başkentlerinde, üyesi olduğu uluslararası kuruluşlarda temasları olan muhalefetlerdir. Bugün Türkiye’de bu tür temaslar ne ana muhalefet için, ne de genel muhalefet için, söz konusu değil, kuyruk politikası izlemeye devam ederseniz bunlara ihtiyaç yoktur. 

Kılıçdaroğlu’nun gözden kaçan bir açıklaması var, dünden beri merak ediyorum, bir video yayınladılar, Kılıçdaroğlu diyor ki, “tank palet fabrikası Katarlılara satıldı, gizli görevdeki 848 vatan evladı tek tek katledildi. ‘Kozmik Oda’ ihanetinin acı sonucu”, “Rus medyası bunlarla kronometre tutarak dalga geçti”. 848 vatan evladı tek tek katledilmiş. Kim bunlar? Sen ana muhalefetsin, gizli görevdeki 848 vatan evladını tek tek katledildiğini biliyorsan, bunları açıklayacaksın. Kozmik Oda’nın ihanetinin bir sonucu olduğunu söylüyorsan, bunun nasıl olduğunu açıklayacaksın. Rus medyasının kronometre tutarak dalga geçtiğini biliyorsan, bunun tamamını ortaya koyman lazım. Ne kadar gariptir, böylesine sözler sarf edip arkasını getirmemek. Az daha unutacaktım ana konumuzla şey değil diye ötelemişim ama kafamda dünden beri duruyordu. Ana muhalefet böyle bir açıklama yapar da arkasını dolduramazsa o kişi ana muhalefet lideri mi olur? Tek tek açıkla bunları. Skandal ötesi olaylar çünkü.

Genel olarak dış politikada ve doğu Akdeniz’de durum böyle, AB’nin yaptırımlarına muhatap olabilecek bir duruma gelmiş durumdasınız, pek çok alanda kuşatılmış durumdasınız, mucizelere ihtiyaç duymak üzere biçimleniyorsunuz, o mucizelerle içeriyi halletmek istiyorsunuz. İktidar muazzam bir sancı içerisinde, ama bu sancı beraberinde otoriterleşme dozunun artmasını ve baskıyı getiriyor. Sokağın ortasında bir kadının, maskesi nedeniyle dövüldüğü, bu nedenle açığa alınan polislerin iki saat sonra serbest bırakıldığı bir ülkede yaşıyorsunuz. Barış Atay dövülüyor açıklamalarından iki saat sonra, bunların yaşandığı ülkede muhalefet de bu konumda. 

Mesela yarın 1 Eylül, Dünya Barış Günü değil mi? Normalde doğru bir muhalefetin yapması gereken nedir? Bölgesel barış hedefi içerisinde olan bu muhalefetin dünyaya mesaj vermesi lazım. Ama Suriye’de “içimiz ağlayarak savaşa destek veriyoruz” diyorsan, doğu Akdeniz’de şahin, Ege’de şahin isen, Libya’dan kartalsan, iktidar kuyrukçusuysan bunları söyleyemezsin. 

Bin şükür “kamu özel işbirliğini devletleştireceğim” diyor. Ama şöyle bir mesaj da verilmiyor; iktidar normal bir ülkede suç unsuru olan, çokça hukuki sonuçları olan idari ve mali kararlar alıyor. Şimdi Osman Kavala, dünya âlem biliyor ki, hiçbir suçu olmadan içeride yatıyor, Kavala için bu kararı verenlere, iktidar olduğunda ne yapacaksın? Bunları da söylemen lazım, hukuk nezdinde bunlardan hesap soracak mısın, sormayacak mısın? Bunu da konuşman lazım, bunları da dile getirmen lazım. Yarın adli yılın açılışı Saray’da olacak, bunu etkin bir şekilde protesto ediyor musun? Ebru Timtik gözümüzün önünde öldü, CHP’den bir açıklama duyduk mu?

Doğu Akdeniz nedeniyle gündeme gelen AB yaptırımları meselesi ile programa başladık buralara geldik. AB, yaptırım kararı alabilir mi? Ne kadar yaptırım yapabilir? Türkiye bunun ne kadarını göğüsler? İşte bu konuda da muhalefetin varlığının olmadığını görüyoruz. Böyle bir durumda ana muhalefetin Brüksel de temaslarda olması lazım. Böyle olunca da, Türkiye’nin geleceğine duyduğumuz karanlık daha da artıyor. 

CT: CHP Avcılar İlçe Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı Mutlu Yıldırım bir twit atmış ölüm orucunda hayatını kaybeden avukat Ebru Timtik’le alakalı ardından terörle mücadele şubesine çağrılmış. Yıldırım’ın yani CHP Avcılar İlçe Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı Yıldırım’ın paylaşımına bakan Soylu da tepki göstermiş. 

AB: Evet. Ülke bu durumda ülkenin muhalefet liderleri Cumhurbaşkanı adaylık meselesini tartışıyorlar. Meral Hanım çok istekliymiş, Abdullah Bey mi olmalıymış. Mesel başkan kim olsun değil ki, aslında bir rejim sorunsalı var Türkiye’de, bu rejim bu ülkeyi taşıyamıyor, her alanda görünüyor ve bu rejimin en azından 2010 ayarlarına dönmesi gerekiyor, öncelikle parlamenter sisteme dönmesi gerekiyor. Ekonomi ye girmeye gerek bile yok, batmış. 

Yani adeta böyle, Türkiye dere yatağındaki bir bina gibi, seli bekliyor, sel de burnunun dibinde zaten. Böyle bir ülkede, ana muhalefetin iç ve dış meselelere yaptığı analizler iktidarla çakışınca, geleceğe de pek parlak bakamıyorsunuz. 

ÖÖ: Peki çok teşekkür ederiz Ali bey.

AB: Görüşmek üzere, iyi yayınlar.

ÖÖ: Sağ olun!

CT: Görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.

AB: Hoşça kalın!