“Durmadan tehlikeye itilen bir barış içinde yaşıyoruz”

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Haftanın Kitabı'nda Ceyhan Usanmaz, Siegfried Lenz'in Nazi Almanya'sında geçen "Almanca Dersi" adlı kitabı üzerine konuşuyor.

""

"Suçlu gençlerin ıslah edildiği bir adada yaşayan Siggi Jepsen’e, Almanca dersinde 'görev tutkusu' konulu bir kompozisyon ödevi verilir ama Jepsen defterini boş teslim edince cezalandırılır. Ancak Siggi’nin başarısızlığının nedeni, bu konuda anlatacak hiçbir şeyinin olmaması değil, tam tersine çok şeyinin olmasıdır. Bu ödevle birlikte anıları su yüzüne çıkan Jepsen, Nazi Almanya’sında geçen çocukluğunu anlatır. Kasaba polisi olan babası, Nazilerin yozlaşmış sanat dediği dışavurumcu resimler yapan ressam Max Ludwig Nansen’i resim yapmaktan men etmek ve yasaya uyup uymadığını denetlemekle görevlendirilir. Polis memuru yüksek görev bilinciyle, kendisine verilen emri ne pahasına olursa olsun yerine getirecektir, öyle ki görev tutkusu savaşın bitmesiyle bile son bulmayacaktır."



Siegfried Lenz'in, orijinali 1968'de yayımlanan Almanca Dersi romanı, Türkçeye ise ilk olarak 2012 yılında çevrilmişti. Aradan geçen yaklaşık on yılın ardından, –farklı bir yayınevinden ama– aynı çeviriyle yeniden raflarda. "Unutulmaması" gereken hikâyesiyle, Türkçe çevirisinin de aslında her daim kolay ulaşılabilir olması gereken kitaplardan; dolayısıyla, umarız bundan sonra daha sık aralıklarla 'tazelenir' Türkçe çevirisi de.



Şanslıyız ki, yaklaşık on yıllık bu süre içerisinde bir beyazperde uyarlamasıyla zaten yeniden hatırlamıştık Almanca Dersi'ni! Yönetmenliğini Christian Schwochow'un üstlendiği 2019 tarihli aynı adlı film, elbette biraz farklı bir 'dille' (sinemasal) ama Siegfried Lenz'in atmosferine sadık bir uyarlama olarak çıkmıştı karşımıza. Ancak asıl şansımız ise çevirmen Ayşe Sarısayın sanırım. Çeviriyi üstlenmesi bir yana, belli ki zamanında onun girişimiyle yayımlanıyor Türkçede Almanca Dersi, daha da fazla gecikmeden.

Siegfried Lenz, İkinci Dünya Savaşı'na farklı bir perspektiften, tabir yerindeyse dolaylı yoldan yaklaşıyor. Ama bu 'dolaylı yol’, tam da meselenin merkezine, en yakıcı çekirdeğine varıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası savaş suçlularının yargılandığı mahkemelerde sıkça dile getirilen ‘ben yalnızca görevimi yaptım’ savunması hepimizin malumu. İşte bu 'görev' kavramının düşündürdüklerini Ayşe Sarısayın da hatırlatmış romana yazdığı giriş yazısında: "Siegfried Lenz, bu romanında doğrudan savaşla değil de, savaşla bağlantılı olarak 'görev' kavramıyla yüzleştiriyor okurunu. 'Görev' dendiğinde, sınırlar nerede başlıyor, nerede bitiyor? Görev ne zaman tutkuya dönüşüyor? 'Ben yalnızca görevimi yapıyorum,' diyerek başlayan süreçte karar verme yetkisi, kişisel inisiyatif hangi aşamada, nasıl devreye giriyor ya da tümüyle göz ardı mı ediliyor? 'Bir görevi yerine getirirken, kimin eline ne geçtiğini, kimlerin işine yarayıp yaramadığını sorgulamıyorum. Hepimiz bu soruları soracak olursak, işin sonu nereye varır? Görevi yerine getirmek, ne duruma bağlı olarak değişebilir ne de karşındakine verdiğin öneme göre...' sözleri sığınılan bir bahane mi yalnızca, yoksa doğruluk payı da olan bir gerçek mi?"

Siegfried Lenz

Bitirirken, Ayşe Sarısayın'ın yaptığı bir hatırlatmanın daha altını çizmemiz gerekiyor. Giriş yazısında, Siegfried Lenz'in, Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği'nin Barış Ödülü'ne değer görüldüğünde yaptığı konuşmasından kısa bir bölüm aktarmış. Lenz'in 1988'de yaptığı bu konuşmasında söz ettiği koşulların, değişmek bir yana, dünyayı giderek sertleşerek kuşattığına dikkat çekmiş Sarısayın. Onun giriş yazısını tarihi de Aralık 2011 ve şimdi, Türkçe çevirinin yeniden baskısında da güncel bir paragraf gibi görünüyor maalesef! "Tamamlanmamış, zaruret içinde, durmadan tehlikeye itilen bir barış içinde yaşıyoruz. Ona karşı çıkan güçleri düşünerek, onun altına itildiği ağır yükleri teker teker sayarak, onun bize verdiği görevleri gözden geçirerek, barışa bugünden nasıl hizmet edebileceğimizi birkaç sözcükle belirtmek istiyorum: Karşı koymak, kudret hırsıyla, bencillikle, pervasız çıkar güdüsüyle barışı tehdit edenlere karşı koymak.”

Siegfried Lenz

Almanca Dersi

çev. Ayşe Sarısayın

Can Yayınları, 2024, 509 s.

İlgilisine not: Konuya ‘görev’ çerçevesinden bakarken, elbette Milgram deneyi de geliyor akıllara. Diğer bir deyişle, "insanların erk sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden deneyler dizisi"... İşte buradan hareketle, otorite-itaat çerçevesinde, farklı deneylerden esinlenilerek yazılan etkileyici iki romanı daha hatırlatabiliriz: Todd Strasser’in Dalga (çev. Dilek Berilgen Cenkciler, April, 2014) ve Mario Giordano’nun Deney (çev. Regaip Minareci, Sel, 2012) adlı romanları. Bu iki roman da beyazperdeye uyarlandı...