Kırmızı Alarm: IPCC Raporu ne söylüyor?

-
Aa
+
a
a
a

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yeni yayınlanan altıncı değerlendirme raporunu inceliyoruz. 

IPCC - iklim krizi raporu
 

IPCC - iklim krizi raporu

podcast servisi: iTunes / RSS

Ümit Şahin: 95.0 Açık Radyo’da Açık Yeşil başlıyor. Ben Ümit Şahin.

Ömer Madra: Ben Ömer Madra. 

Ü.Ş.: Destekçimiz Melis Arıtman Alp’e teşekkür ediyoruz programa girerken. Bugün tabii tek bir konumuz var. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2 gün önce yayınlanan altıncı değerlendirme raporu. Bugün detaylı bir şekilde raporu konuşacağız. Hatta muhtemelen bugün bitiremeyiz diye tahmin ediyorum çünkü gerçekten çok ilginç ve yeni uyarılar, bilgiler var. Basına da “kırmızı kod” diye yansıdı, değil mi? 

Ö.M.: “Kırmızı alarm” diye yansıdı. 

Ü.Ş.: IPCC Raporu nedir, önemi nedir, çok kısaca bundan bahsedelim. Bir de, burada yazılı olan şeyleri zaten bilmiyor muyduk? Neden bu rapora bu kadar önem veriyoruz? Biraz bundan bahsetmekte fayda var. IPCC 1988’de kurulmuş, türünün ilk örneği olan, hükümetlerin ve bilim insanlarının Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelerek belli bir konu üzerinde politika yapıcıları yönlendirecek bilgileri derlediği, raporları ürettiği uluslararası bir kuruluş. IPCC, isminden de belli olduğu gibi iklim değişikliği üzerine çalışan bilim insanlarının bir araya geldiği bir panel. Tek başına bilimsel bir kuruluş değil ama var olan araştırmaları derleyen ve yönlendiren bir kuruluş. Kendi raporları çerçevesinde araştırmacıların hangi tür araştırmalar yapmaları gerektiğini de ileriye dönük olarak yönlendiren bir kuruluş. Bu açıdan çok önemli.

IPCC raporları neden çok önemli? İlk raporu 1990’da, ikincisi 1995’te, üçüncüsü 2001’de, dördüncüsü 2007’de çıktı. Bu son rapor, Açık Yeşil’de ele aldığımız üçüncü rapor oluyor. Son yayınlanan altıncı değerlendirme raporuyla birlikte bu raporların birinci cildi çıktı. Toplam üç cilt oluyor bu raporlar. Birinci ciltte fizik bilimi temelleri üzerine: iklim değişikliği hangi durumda ve nereye doğru gidiyor? En çok merak edilen soruların cevapları bu raporda. Bu raporun bu kadar önemli olmasının birinci nedeni politikacılara bir kılavuz olması. Rapor aslında 4.000 sayfadan oluşuyor, ama şu anda okuduğumuz Summary For Policymakers (Politika Yapıcılar İçin Özet) bölümü 40 sayfalık bir özet. Bu 40 sayfalık rapor, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 195 üye ülke tarafından kabul edilmiş durumda. Yani burada söylenen her şeyin altında T.C. Hükümeti de dahil olmak üzere bütün üye devletlerin imzası var. Bu şu anlama geliyor, ülkeler şunu söylemiş oluyor; “Biz bu uyarıları gördük, kabul ettik ve bundan sonra politikalarımızı bu uyarılara göre düzenleyeceğiz.” Tabii yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı, dahası, farkındalar mı, bu apayrı bir tartışma konusu. IPCC ara raporlar da yayınlıyor, örneğin 2018’de yayınladıkları 1.5 Derece Özel Raporu çok önemliydi. O zaman da çok geniş ele almıştık. Okyanuslarla, çölleşmeyle, toprak kullanımıyla ilgili ara raporlar da yayınladılar. Ama bu, uzun süredir beklenen, pandemi nedeniyle biraz gecikmeli olarak çıkan 6. değerlendirme raporu son derece kritik bir rapor.

Ben raporun 40 sayfalık Politika Yapıcılar İçin Özet bölümünü okudum. Uzun versiyonuna da göz attım, onu okumak mümkün değil. Bir de basın toplantısını izledim. Basın toplantısında, bu raporda derlenen, daha doğrusu incelenen ve bir şekilde yeniden değerlendirilip raporda bir araya getirilen bilimsel makale sayısı 14 bin. Sadece bu birinci cilt için. 65 ülkeden 234 yazar tarafından yazılıyor bu rapor. Yüzde 28’i kadın, yüzde 72’i erkek. 3/2’si de ilk kez IPCC yazarı olan genç araştırmacılardan oluşuyor, bunu da özellikle vurguladılar. Diğer yazarlar ve hükümet temsilciler tarafından "review process" denilen, taslakların gözden geçirildiği üç turdan oluşan bir süreç var. Bu süreçte de 78 bin yorum almışlar. 46 ülke de en son dökümana yorum yapmış. Son olarak, "approval session" [onay seansı] oturumu da çevrimiçi yapılmış. Şu an elimizdeki rapor böyle bir sürecin sonucunda ortaya çıkan, iklim değişikliğinin son geldiği noktaya ilişkin bir otorite raporu. Bunun üzerine çok şey söylenebilir ama bundan daha azını söylemek mümkün değil.

Herkesin bildiği gibi IPCC raporları biraz muhafazakar raporlardır. Fakat ben bu raporda pek muhafazakar bir şey göremedim doğrusu. Ömer Abi, sen nasıl gördün raporu?
 

Ö.M.: Ben de göremedim. Bu sefer çok net bir şekilde durumu en yeni bilimsel raporlara dayandırarak, araştırmaların neredeyse tamamını inceleyerek ortaya koyuyorlar, pek öyle iyimser, yatıştırılmış bir durumdan bahsetmiyorlar. İnsanlığın tedbir alınmaması halinde hayatını kaybedebileceğini, yok olabileceğini de dile getiriyorlar. Bu, şimdiye kadar çıkan raporların en çarpıcı olanı. Son derece sağlam bilimsel temellere dayanıyor, bir tek ne yapmamız gerektiğini söylemiyor. Onu da söyleyemezler zaten.

Ü.Ş.: Zaten IPCC’nin görevi politika önermek değil. Tüzüklerinde net bir şekilde yazar bu. IPCC politika öneremez. Politikalara kılavuzluk edecek bilgileri verir. IPCC; “Ben bunları size söylüyorum, siz bunun altına imza atıyorsunuz, bundan sonra iklim ile ilgili yapacağınız her politika buna uygun olacak.” diyor. İmzacı ülkeler de “tamam” diyorlar. Ama neyin uygun olacağından, neyin olmayacağından ziyade -gerçi ikinci, üçüncü ciltte onu da söylüyorlar- bunlar bağlayıcı birer politika değil elbette. Her ülke, her devlet politikasını kendisi belirliyor. “Ben bunu görmedim, duymadım, aa öyle miymiş?” deme hakkı hükümetlere verilmiş değil. Hükümet temsilcilerinin zamanında girip bunlara itiraz etmesi gerekir o zaman. Bunu yapanlar da var tabii. Burada birkaç ilginç şey yakaladım aslında. 4000 sayfalık uzun raporda olan bazı şeyler Politika Yapıcılar İçin Özet bölümüne girmemiş gibi görünüyor. Muhtemelen hükümetlerin, “Aman çok şey etmeyelim,” demesiyle ilgili olabilir.

Şimdi onlardan kısa kısa bahsedelim. Mevcut 40 sayfalık rapor dört bölümden oluşuyor. Birinci bölümün başlığı; İklimin Mevcut Durumu. Bölüm bölüm gitmeye başlamadan önce, şunu söyleyelim; bu raporda önceki beş rapora kıyasla önemli farklar var. Birincisi, demin de söylediğimiz gibi, artık ihtiyat payı azalmış. Eskiden “çok büyük olasılıkla” dedikleri şeylere şimdi “kesin” diyorlar. Bu raporda kesinlik dili çok artmış. İkincisi, aşırı hava olaylarıyla iklim değişikliği arasındaki bağlantılar çok net kuruluyor. Eskiden bu konu en çok eleştirilen meseleydi. Aşırı hava olaylarıyla bağlantılar net kurulamazdı. Sadece şiddetinin arttığına dair açıklamalar yapılırdı. Şimdi tabii bu yine söyleniyor ama bu bağlantı çok net bir dille kuruluyor. Bölgesel etkiler çok iyi bir şekilde derlenmiş. Eskiden de tabii bölgesel etkiler vardı ama bunların özellikle görselleştirilmesi çok iyi. Net olarak belirtilmiş. 5. rapordaki senaryolar yenilenmiş, bunu da konuşuruz. Yeni bir şey de şu; metanın payı özellikle vurgulanmış. En önemli sera gazı olan karbondioksitin payı genellikle ön planda olurdu. Yine öyle, ama ilk defa bu raporda metana ayrı bir yer ayrılmış. Metanın, ısınmanın ¼’ünden sorumlu olduğu her yerde vurgulanıyor. Nitröz oksitin (N₂O) payı da ayrıca vurgulanmış. Bir de soğutucu etkisi olan aerosollere vurgu fazla. Yani hava kirliliğine. Hava kirliliği ile sera gazlarının azaltılması arasındaki bağlantıya özel bir bölüm ayrılmış.

İklimin Mevcut Durumu başlıklı birinci bölüm, “Atmosfer, okyanus ve karalar üzerindeki insan etkisiyle olan ısınma kesindir.” diye başlıyor. Bu, kritik bir giriş. “Bunun nesi ilginç?” diyeceksiniz. Bundan bir önceki rapor böyle demiyordu. O rapor yüzde 95 diyordu. Ondan da önceki rapor yüzde 90 diyordu. Yüzde 95 olasılık bilimse neredeyse kesin demektir ama yine de o yüzde 5’lik pay nedeniyle iklim değişikliğinin doğal etkenlere de bağlı olabileceğine dair bir kanı yayılmıştı. Basın da, inkarcılar da bunu kullanmıştı. Bu son raporda yüzde olayına hiç girilmeyip “kesin” sözcüğü kullanılmış. Bu çok önemli bir şey. Daha ikinci cümlede diyor ki, “Atmosfer, okyanus, buz küre ve biyosfer üzerindeki yaygın ve hızlı değişiklikler görülmektedir.” 
 

Ö.M.: Dünyanın önde gelen iklimbilimcilerinden Michael Mann de yazdığı bir yazıda bunun altını çizerek belirmişti. Bu çok önemli. 

Ü.Ş.: Evet. Bu bölümün ilk paragrafında atmosferdeki sera gazlarının konsantrasyonlarının ne kadar arttığını söylüyor. Bunlar 2019’da ölçülmüş rakamlar. Karbondioksit 410, metan 1866, nitröz oksit 302 ppm [milyonda parçacık]. Burada önemli bir nokta var. Biyosferin, kara bitkilerinin, toprağın ve okyanusların bütün insanlığın saldığı karbondioksitin yüzde 56’sını tuttuğunu ve ileride bu oranın azalacağını söylüyor. Bu çok kritik, şu anda yüzde 56 olan bu oran eğer karbondioksit salımları çok artarsa düşüyor. Bu da karbondioksitin çok daha hızlı birikmesine neden olacak. İkincisi, ısınma ne düzeyde? Isınmanın sanayi öncesi dönem olarak kabul edilen 19. Yüzyılın son elli yılında 1 derece ama 2011 - 2020 arasında, son on yılın ortalamasında da 1.1 derece arttığını söylüyor. Burada şöyle bir şey var; eğer büyük rapora giderseniz 2020 yılındaki 1.26 derecelik artış da verilmiş. Bu politikacılar için hazırlanan özete yansımamış. Orada on yıllık ortalamadan bahsetmişler. Dolayısıyla bundan sonra uzun yıllar boyunca 1.1 derece olarak bilinecek ve dolaşıma bu şekilde girecek. Halbuki 1.2 derece demekte bir sakınca yok. Karalardaki ısınmanın 1.6 derece, okyanuslardaki ısınmanın 0.88 derece olduğunu söylüyor. Karalar daha hızlı ısınıyor. Özellikle 2003 - 2012 arasında bu artışın çok hızlandığını söylüyor. Sadece bu yıllar arasında 0.2 derece ısınma olmuş. Bu çok ilginç.

Bunun dışında yine aynı bölümde, daha önceki raporlarda bu yoktu, "sadece karbondioksitten kaynaklanan ısınma 1-2 derece arasında" diyor. Eğer aerosoller olmasaydı şu anda biz 1.2 dereceden değil doğrudan 2 dereceden bahsedecektik. Çünkü 0.8 derecelik bir soğuma etkisi var hava kirliliğinin. Bu hava kirliliğinin soğuma etkisi beşinci raporda da vurgulanıyordu ama buradaki kadar net değildi. Bu kadar ön plana çıkartılmamıştı. Bu çok ilginç, hava kirliliğinin 0.8 derecelik soğutma etkisi olmasa, ki bu şu anlama geliyor; yine fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan kükürt dioksit, sülfatlar gibi ya da azotlu havada asılı duran küçük mikroskobik parçacıklar atmosferin üst katmanlarına yükselip güneş ışığını süzüyor. Ve dolayısıyla bir miktar soğuma etkisine neden oluyor. Fosil yakıtların kullanılması engellendikçe tabii bu aerosoller de, hava kirliliği de engellenecek, dolayısıyla bu soğuma etkisi de ortadan kalkacak. Bunu da kompanse etmeniz gerekiyor. Bunu kompanse etmek için de metanı kontrol etmek gerektiği raporda çok net bir şekilde belirtilmiş. Bu çok ilginç. 0.8 derece bir tüf offset [telafi] demişler buna. Yani karbondioksitin ısınma etkisini telafi ediyor. Bu iyi bir şey gibi görünse de o hava kirliliğinin hem sağlık üzerine hem doğa üzerine olumsuz etkisi var. Bunu da unutmamak lazım.

Yine konuştuğumuz bölümde, doğal değişkenlerin hiç bir etkisi olmadığı net bir şekilde ortaya koyulmuş. Doğal değişkenlerin ve iklimin kendi değişkenliğinin etkisi sıfır. Bu çok kritik. Bazı uzmanlar iklimin doğal değişkenliğini çok önemsiyor, iklim sürekli kendi kendine değişiyor diyorlar. Uzun vadede bunun etkisinin sıfır olduğu söyleniyor ki bu çok önemli. Dördüncü paragraf yağışları üzerine. 1950’den beri yağışların arttığını söylüyor. Orta enlem fırtınalarının da her iki hemisferde, kuzey ve güneyde kutuplara doğru kaydığını, yayıldığını söylüyor. Kuzey yarımkürede daha kuzey enlemlerde daha fazla fırtına görüleceği anlamına gelebilir bu. Beşinci paragrafta buzulların erimesi üzerindeki ve kuzey kutup bölgesindeki deniz buzulunun erimesi üzerindeki etkiye vurgu yapıyor ki kuzey kutbu için erime 1979’daki verilere kıyasla 2019’da yüzde 40 imiş. Aynı şekilde 1950’den bu yana kuzey yarımküredeki kar örtüsünün azaldığı ve Grönland’daki buz örtüsünün de azalmaya başladığı belirtilmiş. Grönland’daki erimenin özellikle son 20 yılda belirgin hale geldiği söyleniyor. Okyanusun üst kısmı, yani ilk 700 metrelik kısım, 1970’ten bu yana insan etkisiyle çok ciddi şekilde ısınıyor.  

Ö.M.: Okyanusların ısınması yarım yüzyılda muazzam bir rekor kırmış. 

Ü.Ş.: Evet, özellikle son elli yılda ciddi bir ısınma var. Yedinci paragraf diyor ki; "küresel deniz seviyelerinin yükselmesi 1901 ile, yani 20. yüzyılın başıyla 2018 arasında 20 cm", bu paragraf çok önemli çünkü IPCC’nin deniz seviyesi yükselmesi ile ilgili önceki tahminleri çok muhafazakardı. Bu sefer James Hansen’in verdiği bilgileri aynen almışlar. Yükselme hızının arttığını söylüyorlar. 1971’e kadar yılda 1.3 mm yükselirken, 1971 ile 2006 arasında 1.9 mm’ye çıkıyor. 2006’dan itibaren de yılda 3.7 mm’ye çıkıyor. Eksponansiyel bir şekilde, hızlanarak deniz seviyesi yükselmesi artıyor. Daha aşağıda bir bölümde de 2300 yılına kadar deniz seviyesi yükselmesini veriyor. 

Ö.M.: Bence bu IPCC raporlarının sonuncusunun en önemli çıkarımlarından bir tanesi, artık önlenemez bazı şeylerin olduğu gerçeğini vurgulaması. Denizlerin yükselmesi yüzyıllarca devam edecek ve önlenemeyecek. 

Ü.Ş.: Geri dönüşsüz olduğu açıkça belirtiliyor. Sekizinci paragrafta da, yine hep söylediğimiz bir şey buraya net bir biçimde girmiş. Yine1970’ten itibaren karalardaki biyosferler kayıyor. Yani iklim zonları her iki hemisferde kutuplara doğru kayıyor diyor. Bu çok önemli gerçekten. Bahar sezonunun 1950’lerden beri uzadığı söyleniyor. Tropikler dışındaki bölgelerde, kuzey yarımkürede. Michael Mann’in Time’daki yazısında vurguladığı hokey sopası grafiği gerçekten çok çarpıcı. Michael Mann’in zamanında yaptığı çok büyük saldırılara maruz kalan hokey sopası son bin yılın ısınmasını gösteriyordu. Yakın proxy’ler denen, ağaç halkalarından, göl dibi sedimentlerinden alınan izotoplarla son bin yılın sıcaklığını çizmişti Mann ve arkadaşları. Son bin yılda belli bir istikrarda giden iklimin son yüz yılda nasıl hızla ısındığını göstermişlerdi. Hokey sopasının topa vurulan kısmı da bu ısınmanın olduğu kısım oluyor. Bu yeni raporda bu grafiği 1000 yıldan 2000 yıla çıkartmışlar. Ve ısınma çok daha belirgin hale gelmiş. Yan grafikte de doğal etkenlerle olsaydı ne olacağını, gözlenen ve insan etkisiyle olanın nasıl olduğunu gösteriyor; yani yalnızca güneş aktivitesi ve volkanik aktivite olduğunda ısınma hiç olmuyor. Hatta hafif bir soğuma oluyor. Halbuki şu anda 1.2 derece artık görüyoruz. Burada söylenen kritik bir başka şey de var; paleoklimatolojiye, yani geçmiş iklimlere bu raporda epey yer verilmiş. Bugünkü sıcaklığın, son 100 bin yıl içerisindeki son ve en sıcak dönem olan 6.500 yıl önce, yani M.Ö 4500 - 5000 civarındaki ısınma dönemini çok aştığını ve bu kadar sıcak bir dönemin en son 125 bin yıl önce görüldüğü söyleniyor. Yani son buzul çağından önceki sıcak dönemde görülmüş. Şu andaki sıcaklık 125 bin yıl önceyi aşmış durumda. 125 bin yıl öncenin ne özelliği var? O zaman biz yokuz. İnsan türü, homo sapiens Afrika’nın küçük bir bölgesinde daha yeni ortaya çıkmış. Rift Vadisi’nde çok az bir nüfusta yaşıyor. Daha Afrika’dan çıkmasına 60 bin yıl var. Dolayısıyla o dönemde bu kadar sıcak bir dönem yaşanmış ama bizim, homo sapiens’in dünyaya dağıldığı dönem içerisinde bundan daha sıcak bir dönem yok.  

Ö.M.: Süremiz bitmek üzereyken ben de bir ufak ek yapayım. IPCC raporunun en önemli özelliklerinden biri de bir uyarı çağrısı olması. Birleşmiş Milletler genel sekreterinin de söylediği gibi, "kırmızı alarm, artık harekete geçin, uyanın" diyor. Sonuç olarak raporun yazarlarından Zeke Hausfather da bir yorum yapmış; beklediğimiz her gün, her dakika bunu önleme konusundaki şansımızın, kabiliyetimizin azaldığını söylüyor. Bunu da önemle söylemek lazım. Zaten ülkelerin tepkileri de, Maldivler gibi küçük ada ülkeleri, yok olacaklarını söylemişlerdi. Bunu önlemek için de büyük bir mücadele vermek gerekir derlerken, Çin ve Avusturalya daha şimdiden, “Biz daha fazlasını yapamayız” diye bir açıklama yapmış durumdalar maalesef. 

Ü.Ş.: Gelecek hafta programda bundan sonra ne olacağını konuşacağız. Raporda geçen seferkinden farklı ve yeni senaryolar var. Bu senaryoları ve bu senaryolara göre 2050’ye kadar ısınmanın kaç derece beklendiğini konuşacağız. Bitirirken şunu söyleyeyim; dünyanın hala ısınmayı 1.5 derecenin altında tutma şansı var. Bu hem raporda hem de basın toplantısında net bir şekilde vurgulandı. Ama şu şartla; 2030’a kadar emisyonları yarılamak, 2050’de de net sıfır hedefine ulaşmak kaydıyla. Bunu yapabilirsek eğer 2030’a kadar sıcaklık artıyor ama 2050’den itibaren düşmeye başlıyor. Bu tabii en iyi senaryonun gerçekleşmesi halinde olacak bir şey. En iyi senaryonun gerçekleşmesi de hemen, bugün, çok radikal emisyon azaltım tedbirlerine başvurmaktan geçiyor. Aksi takdirde şu an görüldüğü kadarıyla 3 derece garanti gibi görünüyor. En az 3 derece. IPCC’nin altıncı değerlendirme raporunu ve bu detayları haftaya konuşmaya devam edeceğiz.