"Soğuk/sıcak savaşlar Olimpiyat müsabakaları ile iç içe geçmiş vaziyette"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, süren savaşlar, soykırımların gölgesinde gerçekleştirilecek 2024 Fransa Olimpiyatları'nı ve Olimpiyatlar tarihini masaya yatırıyor.

""
Ekonomi Politik: 22 Temmuz 2024
 

Ekonomi Politik: 22 Temmuz 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, iyi haftalar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.: Hepimize iyi haftalar! Bu hafta ne konuşuyoruz?

A.B.: Paris Olimpiyatları başlıyor, Olimpiyat oyunlarından bahsedelim. Olimpiyatlar neden aklıma geldi, önce onu söyleyeyim; tabii ki Olimpiyatlar çok önemli bir organizasyon ama gezegende, çok yerde savaş var - Gazze soykırımı devam ediyor, Ukrayna savaşı iki buçuk yılı aştı, savaşlarda ölenlerin sayısını bile doğru dürüst bilmiyoruz. İsrail ile Yemen’deki Hussilerin arasında çatışması başladı, Hizbullah - İsrail savaşı da eli kulağında ki bunların hepsi vekaletlerle yürütülen savaşlar.

Savaşlar çok büyük gerginliklere yol açıyor, acı sonuçları oluyor. Şimdi birincisi; savaşlar devam ederken Olimpiyatlar yapılacak, ikincisi; Olimpiyatlar aynı zamanda dünyada ve Avrupa’da aşırı sağın, ırkçı, otoriter, faşist partilerin yükseldiği bir dönemde yapılıyor. Fransa başta olmak üzere, kıta Avrupa’sında ve dünyada hem savaş var, hem de aşırı sağ yükseliyor. Üçüncüsü; göçmen ve sığınmacı düşmanlığının hem dünyada, hem de Avrupa’da en üst seviyede olduğu bir dönemde Olimpiyatlar yapılıyor. Tüm bu olumsuzluklar yaşanırken 26 Temmuz Cuma günü Olimpiyatlar başlayacak. Bu olumsuz, acı gelişmelerle ilişkilendirmeden Olimpiyat oyunlarına bakamayız.

Yeni öğrendim; Antik Yunan’da Olimpiyat oyunları başladığında savaşan devletler savaşı bırakır, Olimpiyatlara yönelirlermiş. Yunan şehir – site devletleri savaşırken Olimpiyatlar yapılırsa savaşlar dururmuş. Olimpiyatlarda yapılan yarışmalar, savaşın başka bir türlüsü olarak mı algılanıyordu kim bilir ama savaşmayı bırakırlarmış. Günümüzde savaşa ara vermeyi hiçbir şekilde düşünmüyorlar!

Kuzey yarım kürede muazzam çatışmalar/savaşlar var, insanlar ölüyor, yerlerinden ediliyor. Akdeniz, yıllardır göçmenlerin öldüğü bir deniz haline geldi. Irkçılık, milliyetçilik gemi azıya almış vaziyette.

Olimpiyat tarihi, aynı zamanda gerilimlerin, savaşların, çatışmaların yansıdığı bir alan oluyor. Mesela, 100 yıl önce Paris’te, 1924 yılında yapılan Olimpiyatlar I. Dünya Savaşı sonrasına denk geliyor. Versay ve Paris Konferansları olmuş, Almanya dışlanmıştır, Almanya cezalıdır. Önceki 1920 Olimpiyatları’na I. Dünya Savaşı’nın sorumlusu olan Osmanlı, Almanya, Macaristan, Bulgaristan gibi ülkeler Olimpiyat komitesinden dışlanırlar. Olimpiyatlar ile savaşlar, ırkçılık, milliyetçilik pek çok siyasal süreç iç içe geçmiş.

Bir de şöyle bir algı/bakış var; bir ülkeyi tarif ederken, ortaya koyulan kıstaslar içinde bazı hususlar sayılıyor. Güçlü ülke ölçütleri nelerdir? Ülkelerin yönetim kapasitesi, rejimi, topraklarının ve nüfusunun büyüklüğü, eğitimin kalitesi, askeri kapasitesi, ekonomik varlıkları, petrolü var mı, doğal gazı var mı? Altını, bakırı var mı? Parasının değeri gibi ölçütlerin yanı sıra Olimpiyatlar, spor karşılaşmalarındaki başarıları da bir ölçüt olarak ortaya konuyor. Olimpiyat oyunları ve futbol karşılaşmaları da ulusal kimliği tarif etmenin bir parçası, tamamlayıcısı gibi görülüyor. Kazanılan madalyalar ulusu temsil eden gücü gösteriyor.

Kişisel tarihimize baktığımızda da böyle. Hatırlıyorum, ebeveynlerimizde çok yer etmiş olan, dillerinden düşürmedikleri 1948 Londra Olimpiyatları vardır. Türkiye, Londra Olimpiyatları’nda güreşte 11 sıklette madalya almış, ülkede bayram havası yaşanmış. 1948 Olimpiyatları, o kuşağın sürekli tekrar ettiği bir zafer olarak hep anlatılırdı. Cumhuriyet başarısı, bu madalyalarla ele alınır, ortaya konulurdu. Londra Olimpiyat başarısını babamdan çok dinlemişimdir. Babam, o zaman çok genç, 18 yaşında, Cumhuriyet’in ilanından 25 yıl geçmiş, Londra Olimpiyatları’ndaki madalyalar ülkenin ve gençliğin gurur kaynağı olmuş, ulusal kimliğin bir parçası, ciddi bir tamamlayıcısı olmuş, güreş müsabakalarında kazanılan başarının ülkenin ilerlemesi, düşmanı yenme gibi algılanıp değerlendirilmiş olduğunu anlıyoruz. Olimpiyat oyunlarından dönen sporcular bir kahraman gibi karşılanmış. Yıllarca bu başarı hep anlatılıp bana kadar gelmişti.

Ö.M.: Ben de ufak bir ilavede bulunayım izninizle; büyüklerimiz, anneannelerimiz, babaannelerimizin de hanımefendi üslupları içerisinde güreş meraklısı olduğunu da çok net olarak hatırlıyorum. Güreş müsabakalarını takip ederlerdi hanımefendiler.

A.B.: Çocukken Ankara’da güreş müsabakalarının yapıldığı bir yere gittiğimizi hatırlıyorum, hatta sonradan sinema oldu orası. Kırkpınar gibi açık hava değil, kapalıydı. Bayağı güreş tutkunu vardı; hanımlar, beyler vardı, siz söyleyince hatırladım şimdi. Birkaç sefer gittiğimizi hatırlıyorum ve ayrıca güreş ata sporu diye de geçer değil mi?

Ö.M.: Evet.

A.B.: Orta Asya anlatısında güreş mutlaka işin içindedir. Ülkenin, ulusun Olimpiyat başarısı, milliyetçi bir rekabetle anlayışa, ele alınıyor - milliyetçilik, ulusçuluk bundan besleniyor. Sözde amatör ruh, fizik, beden gelişimi, beden terbiyesi ama öyle değil.

İsmi değişti ama uzun yıllar boyunca Türkiye’de spor, devlet içinde ‘beden terbiyesi’ adı altında organize olmuştu. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü vardı. Futbol dahil, bütün sportif olayların bağlı olduğu bu yapı kurulduğunda, sporculardan ve gençlerden ‘beden terbiyesi mükellefiyetleri bölükleri’ oluşturulmuş, sporcular askeri kıyafet giyiyor, kamplar oluyor, silah öğreniyor, ast-üst ilişkisi içerisinde oluyorlardı. Spor, askeri bir disiplin altında yapılıyordu.

Diğer ülkelerde de böyle; Nazi Almanya’sında faşist İtalya’da ve diğerlerinde 1936 Olimpiyatları’nda Hitler, Nazizmin dünyaya meşru olduğunu ispat etmeye çalışır , Olimpiyatları düzenlemenin Nazizmin gururu, başarısı olarak ortaya koyar ve ayrıca rejime bağlılığın da bir göstergesidir. 1920 ve 1924’te cezalıdırlar, 1936 ise Hitler’in ve Nazilerin güç gösteridir, meydan okumadır. Beyazların, aryan ırkın zaferine odaklanırlar.

Batı dünyası, ABD’nin tavrını, boykot edip etmeyeceğini bekler ama ABD’de Başkan Roosevelt tavır almaz – konudan konuya sıçradık ama - boykot meselesine hiç değinmez. Hatta AB Olimpiyat Komitesi Başkanı boykot edilmesini ister, ters düşer ancak dönemin Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı ve üyeleri Nazizme hoşgörülüdür, Yahudi ve siyah ayrımcılığı yapılmadığını sürekli pompalarlar. ‘Hiçbir sorun yok’, ‘Yahudilerle bir sorun yok’ sözleri ile boykot engellenir. ABD boykot etmeyince, diğer ülkeler de boykot etmezler.

1936 Olimpiyatları’nda Naziliği, ırkçılığı destekleyenler ve desteklemeyenler arasında selamlamalar (Askeri ve Nazi) üzerinden bir cepheleşme yaşanır. Nazizm selamlaması ile bu durum ölçülür - ‘selamlayan ülkeler - selamlamayan ülkeler’.

Führer, yarışmaların kendisinin istediği gibi geçmesi için her şeyi ayarlar ama oyunlarda siyahların başarısı çok yüksektir. ABD’li siyah ve Yahudi sporcuların önemli bir bölümü bireysel olarak oyunları boykot eder ama katılan siyah atletler de vardır ve ABD’li siyahların başarıları Hitler’i çileden çıkarır ve Olimpiyat stadını terk eder.

Ö.M.: Evet Jesse Owens yani siyahların medar-ı iftiharı, herkesin aslında aktivistlerin de, Nazi karşıtlarının da basbayağı gurur kaynağı olmuştur, kazanıp Hitler’i kendi düzenlediği Olimpiyatlar’da seremoniyi terk etme durumunda, tribünleri terk etme durumunda bırakmıştır.

A.B.: 100 metre, 200 metre de inanılmaz başarısıyla değil mi?

Ö.M.: Uzun atlama.

A.B.: Muazzam başarılı bir performans göstermiştir. Dolaysıyla, Olimpiyat tarihi, rejimlerin birbirleriyle itişip kakışmaları, ırkçı politikalar, milliyetçilik, savaşlar içerecek şekilde devam edegelmiştir. Boykotlar ya da oyunlardan çıkarılmalar, cezalandırılmalar yaşanagelmiştir. Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya cezalı, 2024 oyunlarına katılmıyor. 1980’i hatırlıyorum, 80’de de Rusya’nın Afganistan’ı işgal etmesi nedeniyle...

Ö.M.: Moskova Olimpiyatları boykot edilmişti.

A.B.: 40’a yakın ülke katılmadı Moskova Olimpiyatları’na, ABD ve batı ülkeleri boykot etti. Olimpiyat tarihinin en büyük boykotlardan biriydi. 1984 Los Angeles Olimpiyatları’na ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dahil periferisindeki ülkeler ‘güvenliğimizi sağlamıyorsunuz’ gerekçesiyle boykot etmişlerdi. Soğuk Savaş dönemimde yaşanan çatışma ve gerilimler, düzenlenen Olimpiyatlara da hep yansıdı, Soğuk Savaş stadyumlarda da sürdü, rejim, politik farklılıklar ve milliyetçilik, Olimpiyatlarda ve spor karşılaşmalarında hep devam etti.

Ayrıca Olimpiyat oyunları spor karşılaşmaları, sadece ülkeler arasında çatışmaların değil, ülke içinde yaşanan etnik sorunların ve ülkenin rejimi ile ilgili problemlerinde ifade edildiği, taşındığı alanlar oldu. SSCB dağılmadan hatta Rusya, Ukrayna’yı işgal etmeden önce, spor müsabakalarında bunlara şahit olduk. Yugoslavya dağılmadan önce de benzer çatışmalar yaşandı.

Eskinin sosyalist ülkelerinde, şehirlerin pek çoğunda ‘dinamo’ ile başlayan takımlar vardı, halen de devam ediyor - Dinamo Moskova, Dinamo Kiev gibi. Her iki ülkenin takımlarının maçlarında çıkan sorunlar, bölünmenin, çatışmanın ve savaşın ön habercisi gibi değerlendirilmişti. Çatışmanın esasını ulusal kimlik meselesi oluşturuyordu. Sosyalizmin ulusal kimliği halletmediği maçlarda ortaya çıkıyordu, spor karşılaşmalarında taraflar ulusal kimliklerini ortaya koyuyor ve güçlendiriyorlardı.

Aynı şey Yugoslavya’da da oldu; Yugoslavya önce statlarda bölündü, sanıyorum Kızılyıldız ile Dinamo Belgrad takımlarının maçlarıydı - biri Hırvatistan’ın, diğeri Sırbistan’ın takımıydı. Bu maçlar, bölünmenin habercisiydi. Kimlik savaşları öncelikle spor karşılaşmalarında başlıyor. Şöyle bir şey hatırlıyorum, mealen söyleyeyim, Hırvatlardı sanırım; ‘Bağımsızlığımızı maçlarda ve soyunma odasında kazandık’ gibi demeçler olmuştu.

Saraybosna’da yaşanan soykırımdan birkaç ay önce, orada Kış Olimpiyatları olmuştu, çok iç içe gelmişti. Olimpiyatlar etnik çatışmaların, gerilimlerin, savaşların ipucunu veren ya da yaşandığı yerler haline geliyor.Milliyetçiliğin, ırkçılığın öne çıktığı ortamlar oluyor.

Müsabakalardan önce ulusal maçlar çalıyor ya, Türkiye’de sıradan maçlar da bile çalıyor, aynı durum İngiliz liginde de oluyor. Bu konu, 2016 yılında Avam Kamarası’nda tartışıldı, ‘doğru mu, yanlış mı yapıyoruz’ şeklinde. Sportif karşılaşmalarda İngiltere’de ‘Tanrım, Kraliçe’yi koru’ şarkısı söyleniyor. Bizde de her daim İstiklal Marşı, milli duygu, milliyetçilik, savaş, düşman vs. bu şekilde cereyan ediyor.

Darbelerde de ilginç kararlar yaşıyoruz. Türkiye’de 12 Eylül rejimi, birinci ligde başkent Ankara’nın takımı olmadığını görünce cunta generallerinin kararıyla Ankaragücü takımı 1. Lig'e terfi ettirilmişti, hatırlarsanız.

Ö.M.: Evet.

A.B.: Çocuktum ama hatırlıyorum; Kayseri - Sivas futbol maçında yaşanan katliam gibi olaylarda çok insan ölmüştü. Uzun yıllar bu iki şehir yan yana gelmedi. Aslında bu çatışmanın arka planında dini, etnik, Alevi - Sünni meselelerin de işin içinde olduğunu anlıyoruz. Son yıllarda Amedspor’un başına gelenleri biliyoruz, Türkiye’de de sahalarda özellikle siyah oyunculara yapılan hakaretlere de oldukça tanık olduk.

Faşist Mussolini döneminde bütün sporcular Mussolini’nin çocukları olarak adlandırılıyor. Spor, Adolf Hitler’in ‘aryan ırkı’ oluşturması için önemli bir aracı oluyor. Türkçülük hareketinin Osmanlı’da başlamasından ardından, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, ata sporunda ve genelde sporda güçlü olma, Türk gibi kuvvetli olma, şiar ve duygusunun, milliyet/millet oluşturmanın, ulus kimliğinin önemli bir parçası olduğunu görüyoruz.

Sportif karşılaşmalar ve Olimpiyat oyunları, milliyetçi ve ırkçı ve savaş karşıtı protestolar açısından da önemli.

2020’de ABD’de siyahi genç Floyd’un polis tarafından öldürülmesinden sonra İngiliz futbol liginde maç başlamadan önce ‘diz çökme’ ile siyahlara yapılan baskının protesto edilmesi çok önemliydi. Maç başlamadan önce, ırkçı cinayet oyuncuların sürekli protestosuyla karşılaştı. Hâlâ devam ediyor mu bilmiyorum ama diz çökme protestosu önemliydi.

Olimpiyatlarda Vietnam savaşı da pek çok kez protesto edildi. Bu protesto eylemini yapan atletler, suçlandılar, yargılandılar. Muhammed Ali de Vietnam protestosu nedeniyle, ABD hükümetine karşı siyasal duruşu nedeniyle uzaklaştırılmıştı, müsabakalara katılamamıştı.

İsrail’in Gazze’de soykırımı devam ediyor. İsrail, biliyorsunuz, Filistin tarafından şikayet edildi Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne ama karar verilmemiş, uzamış, Ağustos sonuna kalmış galiba kararın çıkması. O nedenle İsrail, Olimpiyatlara katılıyor. Suriye ve Filistin’in ikişer sporcuyla katıldığını gördüm. İstanbul’da geçen hafta Mandela’nın torununun da bulunduğu Filistin - Gazze’deki soykırımla ilgili bir toplantı yapıldı, Olimpiyatlar da konu edildi. Şu ana kadar Gazze’de 400’e yakın sporcu, antrenör, sporla uğraşan kişi öldürülmüş, öldürülen binlerce insan içinde çok fazla sporcu da var.

Ö.Ö.: Sekiz kadar Filistinli de yarışacak.

A.B.: Sekiz mi? Ben iki gibi gördüm.

Ö.M.: Evet ben de sekiz diye biliyorum. Bir de şunu ilave etmek istedim; 1968’deki Mexico City Olimpiyat Oyunları’nda 200 metre ödül töreninde - siz de birazcık bahsettiniz - çok önemli bir protesto, insanlık tarihine geçmiş olan bir protesto vardı. 68 devrimi denen olayda eğitim sisteminde reform isteme eylemleriyle başlayan süreçte, 200 metre finalinde ABD’li atletler John Carlos ve Tommy Smith - ikisi de siyah - hem yarış, hem de kürsüye çıkarlarsa, kürsü için planladıkları sonra da yarışın bitiminde birinci Tommy Smith, ikinci sırada Avustralyalı Peter Norman ve üçüncü sırada da John Carlos, iki atlet podyuma gelince seremoniyi beklerlerken Avustralyalı beyaz atlet Norman’a da durumu açıyorlar, hatta sol yumruklarını kaldırarak protesto ettiler ABD’yi ve emperyal durumları. Hiç beklenmedik bir şeydi ve tarihe geçti, ikonik bir fotoğraf çıktı. İşin ilginç tarafı da Avustralyalı beyaz atlet Peter Norman da onlara destek verdi. Hatta eldivenlerini unutmuş oldukları için kendi eldivenini de verdi, böyle ilginç bir durum da oldu.

A.B.: Hatırlıyorum, o fotoğraflar gözümün önüne geldi.

Ö.M.: Tabii tamamen bu ikonik fotoğraftan, tarihi protestodan sonra da spor hayatları bitirildi, perişan ettiler ama sonuna kadar da direndiler özgürlük mücadelesinde. Ben de bunu hatırlatmak istedim.

A.B.: Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra Katar’da, Doha’da düzenlenen aletli jimnastik kupası yapıldı. Rus jimnastikçi, Ukrayna’nın gerisine düşmüştü. Birinci olan Ukraynalı idi, Rus jimnastikçi ise üçüncü olmuştu. Seremoni yapılıyor, podyuma çıkılırken çok dikkat çeken bir şey yaşandı; Ukrayna işgalinde Rus tankların üzerinde ‘Z’ harfi vardı, ne anlama geliyor diye epey konuşulmuştu, bir semboldü. Başka harfler de vardı ama ‘Z’ çok öne çıkmıştı. ‘Ukrayna’yı gelir işgal ederiz, tanklarımızı sokarız, orası bizim topraklarımız’ demenin ifadesi, sembolü gibi algılanıyordu, kimisine göre ise zafer işaretiydi, kimisi ise Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskyy’e işaret edildiğini söylemişti. Rus jimnastikçi, madalya töreninde podyuma formasının üzerine ‘Z’ işareti ile çıktı, işgali destekledi, sporcunun bu tavrı kovuşturmaya uğradı ve yaptırım uygulandı.

Olimpiyat tarihine baktığımızda, siyaset, iç siyaset, savaşlar, ırkçılık, rejimler, soğuk/sıcak savaşlar Olimpiyat müsabakaları ile iç içe geçmiş vaziyette gelişmiş.

Televizyonlar dünyada ve Türkiye’de hayatımıza girince, bilhassa da uydu teknolojiyle birlikte oyunların izlenmesi çok arttı. Bugün, dünya nüfusunun yarıdan fazlası Olimpiyatları izliyor. 80 Olimpiyatları’nda 40 ülkenin boykot etmesi nedeniyle Sovyetler Birliği büyük bir başarı elde etmişti, madalyaların büyük bir çoğunluğunu Sovyet sporcuları kazanmıştı ve müthiş bir propaganda unsuruydu. Brezhnev açmıştı Olimpiyatları ve soğuk savaşın en sert Olimpiyatları’ndan biriydi. Olimpiyatlar, daha çok su kaldırır aslında ama süremiz azaldı.

Ö.M.: Evet daha çok konuşmalıyız. Yani Fransa’daki Olimpiyatlar daha olmadan bazı skandal niteliğinde olaylar oldu; bir sürü evsizi, binlercesini arabalara, otobüslere doldurup turistlere, Olimpiyat ziyaretçilerine yer açmak için, ortalığı temizlemek için uzak şehirlere gönderdiler. Bir de tabii milli güreşçi Rıza Kayaalp’ın doping kullandığı tespit edildiği için Olimpiyatlar’dan men edilmesi olayı var. Onların üzerinde daha sonra biraz daha dururuz.

A.B.: Biletler çok pahalı, açılışa katılmak için kişi başına 2 bin 700 euro ödendiğini okudum. Paris’te kürek yarışları yapılacak, Seine Nehri’ni temizlemek için 1.4 milyar euro para harcanmış, nehirde halen koli basili ve bakteri olduğu söyleniyor. Paris Belediye Başkanı, nehrin temizliğini ispat etmek için Macron ile birlikte suya girmek istedi. Sanırım Belediye Başkanı girdi ama Macron girmedi.

Ö.M.: Girdi. Galiba süreyi bitirdik Ali Bey, devam edelim gelecek hafta lütfen. Çok teşekkür ederiz.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.