"Açık Radyo’nun sesinin hayatlarımızın yol arkadaşı olmaya devam edeceğine inancım tam!"

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba, Açık Radyo!

15 yaşında bir liseliyken Kadıköy’deki Liman’a ilk gidişimde dükkânda satılan kartların, rozetlerin ve envai çeşit ıvır kıvırın hepsini inceledikten sonra, kasanın yanında duran bir kâğıt destesi dikkatimi çekmişti. Fıstık yeşili, ince uzun kağıtlarda “İstanbul FM Radyo İstasyonları”nın frekansları listeliydi. Yaşıma uyacak şekilde, muhtemelen carpe diem filan yazan bir rozetle birlikte bu kâğıdı da cebime atıp listedeki tüm frekansları tek tek gezme hedefiyle eve döndüm. Tuşlu telefonumun radyosunu açıp, kulaklıkları geçirip, listeyi elime aldım ve ilk sıradan başladım: Açık Radyo-94.9. 



Yaşadığım her evde, radyomun yanında bir şekilde asılı durmaya devam eden o listenin sonunda yazdığına göre tarihlerden Kasım 2004’müş. Ve benim frekansım hâlâ Açık Radyo’ya ayarlı. Evet, bu arada bir radyom olmuştu. Her sabah okul yolunda Ömer Madra ve Avi Haligua’nın sesiyle Açık Gazete’yi dinlerken, artık bir radyo almaya karar vermiş, böylece odamda sürekli açık kalan radyoda, yıllarca aksatmadan dinleyeceğim Pazartesi akşam kuşağını keşfetmiştim.  

O yıllar aynı zamanda ABD’nin Irak işgaline karşı tüm dünyada milyonların sokaklara döküldüğü, Türkiye’de de kitlesel savaş karşıtı eylemlerin yapıldığı, Ankara’da toplanan yüz bin savaş karşıtının Meclis'ten tezkerenin çıkmasını engellediği zamanlardı. Savaş karşıtı eylemlere katılmaya başlayan bir liseli olarak, bir yıl içinde, savaşsız bir dünya için bu sistemi altüst etmek zorunda olduğumuzu idrak etmiş ve devrimci bir partide örgütlenmiştim. Gün aşırı başka bir eylemde olduğumuz günlerden birinde iklim değişikliğine karşı mitingindeydik. Eylemdeki iki kişi yürüyüş boyunca strafordan yapılma, iki metrelik ve herhalde dünyadaki fenalıkların müsebbiplerini sembolize eden bir iskelet taşımıştı. Eylemin sonunda malzemelerimizi toplarken, yanımıza yaklaşıp iskeleti de götürmemiz için bize kitlemeye çalışan bu kişilerden birinin Avi olduğunu sesinden anlamıştım.          

Tesadüfen bulup bağımlısı haline geldiğim radyo, artık en sık uğradığım mekânlardan biri, ona emek verenler de arkadaşlarım olmuştu. Bazen programlara konuk oldum, bazen dinleyici destek projelerinde telefon açtım, bazen boş boş takıldım, bazen anons yaptım ama 2004’ten beri kesintisiz dinledim.

O günlerden itibaren birçok mesele için, savaşa, nükleere, iklim krizine karşı Açık Radyo’yla yan yana yürüdük. Kimi zaman BarışaRock festivallerinde olduğu gibi, Açık Radyo emekçileriyle birlikte örgütledik. Daha birkaç hafta önce Filistin’le dayanışmak için yapılan bir gösteride Ömer Abi’yle omuz omuzaydık. 

Birkaç gün sonra 35 yaşına basacağım. Artık Açık Radyo 95.0 oldu, yeri değişti, çok da uğramaz oldum. Ama sadece ilk gençlik yıllarımın nostaljik bir öğesi değil, bugünümün de yol arkadaşı. Şimdilerde baş ucumdan mutfak tezgahına yerleşen radyomda Pazar günlerinin musiki programlarını, Semt-i Nihavend’i ve Musiki Arşivi’ni asla kaçırmamaya çalışsam da hâlâ Açık Gazete’yle dünyada olup bitenleri takip eder, Naim Dilmener’in programında sesi yükseltir, Ahşaptan Betona Mecidiyeden Jetona’ya denk geldiysem çok sevinir, aslında New Orleans müziğini çok sevdiğimi keşfetmeme vesile olan The Big Easy’le keyiflenirim.   

Açık Radyo’nun sesinin hayatlarımızın yol arkadaşı olmaya devam edeceğine inancım tam!
 
Ömer Abi’ye, Meral Abla’ya, Didem’e, İlksen’e, Feryal’e, Buket’e, Nisa’ya, Eraslan’a, Özdeş’e ve Açık Radyo’ya emek veren herkese sevgilerimle.

Meltem Oral