Kulis Sesleri: Craft Tiyatro'dan 'Kalp'

-
Aa
+
a
a
a

Kulis Sesleri bu programında Craft Tiyatro tarafından sahnelenen 'Kalp' kulisindeydi.

Fotoğraf: Craft Tiyatro
Kulis Sesleri: 19 Şubat 2019
 

Kulis Sesleri: 19 Şubat 2019

podcast servisi: iTunes / RSS

Oyunu Larry Kramer yazmış, İbrahim Çiçek yönetmiş. Aras Aydın, Nilperi Şahinkaya, Cem Yiğit Üzümoğlu, Kerem Arslanoğlu, Burak Sarıkahya, Sinan Çatıkkaş, Nejdet Sert, Süleyman Kara ve Soner Kurt oynamışlar.

Bircan Yorulmaz, oyunun yönetmeni İbrahim Çiçek ile oyuncuları Aras Aydın, Nilperi Şahinkaya, Cem Yiğit Üzümoğlu, Kerem Arslanoğlu ile konuştu.

Öncelikle oyunu anlatır mısınız hikâye nedir? Oynadığınız karakterler kimdir?

İbrahim Çiçek: Oyun 80’li yılların başında ortaya çıkan bir hastalık ve onun salgına dönüşmesini anlatıyor aslında. Şu an bildiğimiz AİDS tablosunun o zamanki; tanımlanamayan hali. Önce gay kanseri olarak çıktı bu hastalık. Çünkü bir azınlıka tanımlamak o dönemim siyasi yapısı için kolay. Bu insanlar da oyundaki 9 karakter ve oyunda bahsedilen daha fazlası da bununla ilgili mücadele ediyorlar.

Nilperi Şahinkaya: Ben Emma’yım. Emma da çocukluğunda, 5 yaşındayken çocuk felci virüsünü kapmış. O yüzden tekerlekli sandalyede hayatını sürdürüyor. Bu yüzden bu hastalıkla bir bağ kuruyor. Kendi için bir şeyler yapılabilirmiş hatta aşısı bulunmadan 3 ay önce tekerlekli sandalye kullanmaya başlamış. Kendisi için yeterince hızlı bir biçimde çözüm bulunamadığı için o da bu hastalığa bir çözüm bulmaya çalışıyor. Fakat o kadının çaresizliğini görüyoruz, çünkü hükümet, devlet bunu önüne geçiyor söz konusu gayler olduğu için hastalığın var olduğunu insanlardan saklamaya çalışıyorlar. Maddi yardım yapmıyorlar hastanelerde, o yüzden Emma çok çaresiz kalıyor.

Aras Aydın: Ben Ned Weeks karakterini oynuyorum. Benim karakterim bir yazar, aynı zamanda bir aktivist kimliğe sahip. Hırçın, sivri dilli, filmler çekmiş, romanlar yazmış ama bu gay hastalığı ile ilgili hiçbir bilgiye sahip değilken başlangıçta kendisi bilgi almak için araştırmaya başlıyor. Süregelen zamanda bir aşk giriyor hayatına ve ona olan ilgisiyle hastalığa verdiği ilgi de zamanla artıyor.

Cem Yiğit Üzümoğlu: Ben Felix Turner’ı oynuyorum. Felix o dönem The New York Times’ta moda üzerine yazan bir arkadaş ve bu oyundaki birçok karakterin aksine bir aktivist kimliğe sahip değil. Aktivist olma ihtiyacı duymuyor. Ve bir noktada hastalığa maruz kalıyor ve hastalığı kapıyor. Sonrasında her şeyle yüzleşme gerçekleşiyor. Bir aşk ilişkisi, aşk serüveni var. Bunun dışında bir sürü dostluklar vs’ler ve hep yitip giden hayatlar var. Bütün bir oyun boyunca bu arkadaşlıkların ve dostlukların, aşkların ve bütün her şeyin; hayatların insanların ellerinden ne kadar çabuk yok olduğunu ve bunun kimse tarafından bilinebilir bir süreç içerisinde olmadığına tanık oluyoruz. Problem zaten HIV denilen virüsün öngörülemez oluşu. Bir anda ortaya çıkabiliyor, bir anda bütün bir insan vücudunu yok edebiliyor. Ve bununla ilgili kimi zaman semptomlar gösterebiliyor, kimi zaman gösteremiyor. Problem bu insanların, bu komünün içindeki bireylerin patır patır dökülmeye başlaması ve kimsenin buna dair bir şey yapamaması veya yapmaması. Oyunumuz politik düzlemde böyle bir şeyi anlatıyor.

Kerem Arslanoğlu: Buruce Nice’ı oynuyorum. Bir bankada genel müdür yardımcısı. Askerliğini yapmış. Kişisel çıkarlarından dolayı bu hastalığın yayıldığı süreçte diğer arkadaşlarıyla beraber mücadelenin içine dâhil oluyor ama kişisel çıkarlarından ötürü o mücadelede tam olarak varlık gösteremiyor diyebiliriz. Bir taşıyıcı, taşıyıcı olduğu içinde bununla yüzleşmek ve bunun üstünü örtmek arasında bir yerde gidip geliyor. O dönem salgın çok fazla olduğundan bununla yüzleşirse kendi ölümü ile de yüzleşeceği için üstünü kapatmak isteyen bir arkadaş. Sevgililerini kaybediyor.

Oyun gerçek bir zemin üzerinde ancak kurgu ve çok sert. Kitap orijinali böyle miydi? Nasıl bir araya geldiniz? Seyirci tepkisi nasıldı?

İbrahim Çiçek: Son sorudan başlayayım. İzleyicilerden tepkiler güzel. Memnun ayrılıyor insanlar. Oyunun metni aslında o döneme atılan bir çığlık. Dolayısıyla 80’lerde yazılmış bir metnin şu andaki karşılığı bizde aynı yüksek sesten gelmiyor. Daha gerçekçi bakmak zorunda kalıyoruz ve bir tiyatro metnine nasıl bakıyorsak öyle bakıyoruz ve bazı şeyler şu an aynı yere çarpmıyor. Bu düzeltmeleri yaptık metne, ana aksını bozmadan. Daha tiyatroya yakınlaştırdık, haddim olmayarak. Çünkü kitap otobiyografik bir oyun. Bazı yerler çok fazla yazarın kendisine aitti. Onları daha genel his haline getirmeye çalıştık.

Ekip nasıl kuruldu? Şu anda tiyatroda bir isime gitmek, bir isimle çalışma derdi gibi bir şey oluyor. Bu bende çokça olan bir şey değil ama bu artık öyle bir alışkanlık haline gelmiş ki sen yapmasan bile çevrendeki herkes bunun bir gereklilik haline geldiğini söylüyor. Yeni açılan tiyatrolarla birlikte; Zorlu, Uniq.

Büyük prodüksiyonlar, büyük isimler...

Fotoğraf: Quailty

İbrahim Çiçek: Evet, bileti oyun değil de oyuncu sattırır mantığı maalesef içimize işliyor. En azından duvarlarımıza çarpıyor. Ben de o yüzden birkaç oyuncuya sordum bu oyunu. Şunu görüyorum ki bir oyuncu iş yapmak istiyorsa o metni o gün okur. Çok işi varsa ertesi gün okur. Benim Türkiye’deki tüm oyunculara en büyük eleştirim bu; en ustasından en yenisine bir ay oyun bekleten insanlar var. Ben anlamıyorum. Mesela benim mail kutumda bir tane bekleyen iş olsa ben duramam, o gün mutlu olamam onu okumadan. Böyle bir süreçten geçtim. Sonra bir odition açtım. Bazıları başvurarak, bazılarını kendim çağırarak oditiona, beraber insan olarak sevdiğim herkesle çalışma yoluna gittim. Nilperi’yi daha önceden tanıyordum, onunla çalışmak istiyordum. Cem’i Killology’de düşünmüştüm, o zaman bir programlama zorluğu çektik, olmadı. Sonra Cem’i aradım, çok enteresan bir şekilde 15 dakika içinde buraya geldi. Aras’ı aradım o da geldi. Konuşurken ben tamam demiştim ama o sen yine de oditionı izle dedi, o da o şekilde dâhil oldu. Kerem’i oditionda beğendim, başka oyuna gitti sonra dedim, içimde kaldı gel oynayacaksın.

Sizler metni okuduğunuzda ne düşündünüz?

Aras Aydın: Ben o döneme ait, bugünün karşılığını biliyoruz ancak HIV virüsünün 80’lerde tanınamayacağı, o dönemlere ait bilgimdeki cahilliğimi göz önüne alarak metni öyle okumaya başladım ve gerçekten okudukça, metni bitirdikten sonra da çok etkilendim. Nilperi ile daha önceden tanışıyoruz, o bana böyle bir oyun olduğunu söylemişti. Seni arayacaklar, düşünür müsün diye. Ben de evimde inşallah iyi güzel bir iş olurda, iyi bir işte bir rol oynayabilirim diye düşünürken İbrahim çıktı karşıma, Craft çatısı çıktı. Böyle bir oyun çıktı, bu kadar yetenekli, güzel insanlarla aynı sahneyi paylaşma olanağı çıktı. Metni okuduğumda zaten birçok rolü beğenmiştim. Ama bir yandan ne olacak, İbrahim beni hangisine düşünüyor, nasıl bir rol oynayacağım derken bir anda ekibin içine dâhil olmuştum. Metinden gerçekten çok etkilendim. Hala oyundan 1,5-2 saat bazen 3 saat önce burada oluyoruz. Oyunun başlamasına 1 saat kala, Cem zaten bu konuda çok bilgili, Kerem de öyle; yoga, nefes teknikleri vs. konusunda bize bir sürü alıştırmalar yaparak metnin dönemine, o ansamble içerisinde rol kişilerinin tamamıyla yer alması için elimizden geleni yapıyoruz. Bu özveri, bu çalışma- şu an yanılmıyorsam 16 ya da 17. temsili oynuyoruz - benim için de keza arkadaşlarım için de geçerli, her oyuna prömiyer heyecanıyla sahneye çıkmanın ayrı bir tadı var. Hiç bıkmadan, sıkılmadan her oyunda başka şeyler keşfederek, her oyunda başka alışverişler yaparak, her oyunda karşımızdaki partnerin gözünde başka bir kıvılcım hissederek oynamanın mutluluğu ve heyecanı içindeyim.

Nilperi Şahinkaya: Elimizde metin yokken biz zaten İbrahim’le bu yıl bir oyun yapacağımız konusunda sözleşmiştik. İbrahim oyunu bana yolladığında ben zaten İbrahim’e çok güvenirim, çok güzel cast yapıyor. Senelerdir bildiğim için kendimi İbrahim’e çok rahat bırakırım. Çok iyi bir gözü, öngörüsü var. Hemen anlıyor, kim neyi iyi oynar, hangi rol kime daha yakışır. Bu oyunu sahneleyeceğim diyorsa zaten başından emindim oyunun en güzel şekilde sahneleneceğinden. Metni okuduğumda bana çok fazla bilgi bilgi bilgi, biraz didaktik geldi. Oralarda biraz kafam karıştı. Ama bir an olsun İbrahim’den şüphelenmedim. Merakla provayı bekledim.

Kerem Arslanoğlu: Ben oditiona girdikten sonra, İbo’nun da dediği gibi içimde kalmıştı, sonra üzerine bir şeyler oldu, zaman geçti. Sonra İbrahim tekrar çağırınca, az önce bahsettiği oyuncular modelinden olmadığımı açıkça söyleyebilirim; metin bana geldiği akşam okudum. Heyecanlandım ne olacak diye ve çalışmaya başladım. Metin çok güzel ve İbrahim’in katkısı ile başka bir yere gittiğini söyleyebilirim. Etkisi çok fazla, hem bizim hem metnin hem oyunun kurulmasında. O yüzden metnin anlattığının dışında birlikte kurduğumuz, onunda çok katkısının olduğu değerli yerler var.

Cem Yiğit Üzümoğlu: Ben de onlara dair bir şeyler söyleyecektim. Mesele elimizdeki yazar metninin ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olduğu değil. Biz bunu sahne metnine dönüştürürken ne kadar bizden, ne kadar içimizden, ne kadar bugüne, şu ana, şimdiye ait olmasıydı. Nitekim bütün provalarımız sadece bunun içindi. Zaten böyle bir otonom kazandıktan sonra yapılacak tek şey kendine güvenip sahneye çıkmak oluyor. Kısa bir arayla beraber toplam prova süremiz dört aydı. Biz her gün buraya Cem ne söylüyor, Kerem ne söylüyor, Nilperi ne söylüyor, İbrahim, Aras ne söylüyor, diğer rol arkadaşlarımız ne söylüyor. Karakterde ve bizde olan şey ne ve biz bunu nasıl biraya getirip ortaya dökebiliriz diye düşündük.

Nilperi Şahinkaya: İbrahim çok güzel oyuncu çalıştırıyor. Birçok yönetmende olmadığını bildiğim bir şey bu; oyunculuk çalıştırıyor. Çok güzel bir yöntemi var, ders alır gibi çalıştık. Normalde yönetmen gelir bunu böyle düşünüyorum, şunu böyle düşünüyorum, hadi bu sahneyi böyle yapalım der. İbrahim de biz uzun uzun karakterleri çalıştık.

Peki, Türkiye’de tiyatroyu nasıl buluyorsunuz?

Cem Yiğit Üzümoğlu: Açıkçası Türkiye geneline pek hakim değilim ama İstanbul’daki tiyatroya birazcık hakimim. Bence tiyatro biraz yalan duvarlar üzerine kuruluyor. Benim özellikle bu yıl gördüğüm şey bu. Yani yönetmenler fikirler ve cüzdan üzerine kuruyor. Oyuncular da popülarite ve instagram üzerine kuruyor ya da okullu olmanın verdiği o saçma egoyla sahne üzerinde bulunuyorlar. Herkesi katmayayım, elbette ayırdığım çok değerli insanlar var ama bir genel söyleyeyim ve kendimizi de bu genele dâhil edeyim. Her defasında tekrar tekrar aynaya bakıp kendimizi o noktadan uzaklaştırabilelim. Genel olarak bir yalanlar silsilesi, gerçekten büyük yalan, büyük palavra yapılıyor sahne üzerinde ve seyirciler de buna alet oluyor ve kendileri de bunu olumluyorlar. İşin kötü tarafı da bu. Kötü bir şey seyrettiği zaman içinden ‘a ne kadar kötü olmuş’ diyor ama oyundan çıktığında ‘çok güzeldi, yok ben çok beğendim’ diyor. Ya da oyun içerisinde gülüyor. Ve o aptallığını kapatmak için gülüyor ama kendiyle yüzleşemediği için aslında tiyatroyu bir adım öteye götürecek o sessizliği oyuncuya vermiyor. Komik olmayan bir şeye güldüğünüz zaman, oyuncu olarak bizler onun komik olduğunu düşünür ve bunun üstüne çıkmaya çalışırız. Ama eğer komedi yapmaya çalışırsak ve onu doğru yapamazsak ve seyirci buna tepki vermezse o zaman orada bir yanlış yaptığımızın farkına varırız. Tiyatrodaki ayna da bana biraz böyle bir şeymiş gibi geliyor. Ama tiyatrocular böylesine yalan ve seyirciler böylesine yalan olduğu sürece bu ülkede nadir 3-5 insan dışında ya da 3-5 tiyatro dışında, ki 3-5 tiyatro yok, 3-5 insan dışında bu sanatı bu ulusta kültürel anlamda ve sanatsal anlamda ileriye götürecek hiçbir çıkar yok yok gibi geliyor bana.

İbrahim Çiçek: Bunun üstüne konuşmak oldukça zor ama ben seyirci sayısının artmasıyla ilgili kısmına ilişkin konuşayım. Cem oldukça eleştirel yaklaşınca ben pozitif yaklaşımda bulunayım. Seyirci sayısı artmıyor değil, artıyor. Cem’in dediği kadar değil durum, o anlattığı seyirci tipine fazla maruz kaldığı için, bu yıl ayrıca yaptığı extra bir iş nedeniyle çok fazla oyun izliyor. Hem de aktif olarak sahneye çıkıyor. Seyircide de şu var; bu sosyal medyanın, özellikle instagramın varlığı ile birlikte artık sahneye duydukları saygı azaldı. Seyirci sayısı artıyor, çünkü instagramda bir oyuna gitmek oldukça popüler bir eylem olarak görülüyor. Ben kendi oyunumu en arka sıradan izlediğim zaman seyirci elinde telefonları gördüğüm zaman benim kalbim kırılıyor. Biz 4 ay boyunca seyirciye samimi olalım diye uğraşırken başka bir insan oldukça samimiyetsiz bir platforma bakın ben oyuna gittim diye fotoğraf atmanın derdine giriyor. Ben zaten internet içeriği olan fotoğrafları fazlasıyla kendi sosyal medyamdan yayınlıyorum, oradan kullanabilirler. Onun dışında bu oyuna özel olarak 9 oyuncu da çokça iyi niyetlerini ortaya koyarak hiçbir sansür –oto sansür yapmadan oyunun tam gerçekliğini yakaladılar. Ben bu gerçekliğin içinde kırgınlık yaratacak seyircilerin oyunuma gelmesini istemiyorum. Oyundaki herhangi bir küfrün, çıplaklığın onları estetik olmayan şeylerin benim iznim olmadan yayınlanması gerçekten hoşuma gitmiyor. Bu konuda galiba yaptırımlara da başvuracağım. Çünkü bunun korsan kitap basmaktan hiçbir farkı yok. Ben zaten bunun kayıt altına alınmasını isteseydim, bir yönetmen olarak, bir tiyatro olarak kaydettirirdim. Seyircimiz bu halde maalesef. Bunun sebebi de biraz popüler kültür. Ben tiyatrolar kısmında Cem kadar sert olamayacağım. Tiyatromuz son 10-15 yıldır bir şekilde bir temel üstüne kuruluyor. Bütün kurulan akımlar gibi sarsıla sarsıla kuruluyor. Tek korkum bu yeni ve büyük prodüksiyonların tiyatronun içini boşaltması ihtimali. Umarım öyle olmaz, umarım o işlere de kaliteli insanlar yapar. Mesela Krek örneğinden yola çıkarsak, Krek 90 kişi yerine 400 kişiye oynayınca o gün 90 yerine 400 kişi evine iyi hisle gidiyor. Bu anlamda seyirci çoğalması iyi bir şey.

Oyun hakkındaki detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. 

Künye

Yazan: Larry Kramer
Çeviren: Hira Tekindor
Yöneten: İbrahim Çiçek

Dekor & Işık: Kerem Çetinel
Koreografi: Bahadır Efe
Hareket: Göksun Büyükkahraman

Mekan Yönetimi: Şevval Çakır
Müzik: Ömer Sarıgedik
Afiş: Zerrin Tekindor

Oynayanlar: Aras Aydın, Nilperi Şahinkaya, Cem Yiğit Üzümoğlu, Kerem Arslanoğlu, Burak Sarıkahya, Sinan Çatıkkaş, Nejdet Sert, Süleyman Kara, Soner Kurt