Sessiz katil: Sıcak havalar

-
Aa
+
a
a
a

2023 yılı, dünya genelinde kaydedilen en sıcak yıl olarak tarihe geçerken, araştırmalar sıcaklık artışlarının gelecekte daha büyük can kayıplarına yol açacağını gösteriyor. İklim Kuşağı Konuşuyor'da haftanın iklim gündemini dinliyoruz.

""
Sessiz katil: Sıcak havalar
 

Sessiz katil: Sıcak havalar

podcast servisi: iTunes / RSS

Sevgili Açık Radyo dinleyicileri, İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoş geldiniz. Ben Atlas Sarrafoğlu. 17 yaşında bir iklim aktivistiyim ve son 5 senedir İklim Kuşağı Konuşuyor programında sizlere iklim krizini farklı boyutlarda ele alarak iletiyor, dünyanın farklı bölgelerindeki etkilerinden ve bilim insanlarının raporlarından bahsediyorum. Programıma ilk olarak bir araştırma ile başlıyorum.

Yeni bir araştırmaya göre, karbon kirliliğinden kaynaklanan sıcak hava geçen yıl Avrupa’da yaklaşık 50 bin kişinin ölümüne neden oldu ve kıta dünyanın diğer bölgelerine göre çok daha hızlı ısınmaya devam ediyor.

Araştırmanın bulguları, tam da Atina’nın dışında ormanları saran yangınlar devam ederken, Fransa’da ülkenin çoğu için aşırı sıcaklık uyarılarının yapıldığı ve Birleşik Krallık’ın meteoroloji hizmetlerini sağlayan Met Ofisi’nin en sıcak gün duyurusu yaptığı sırada açıklandı.

Sıcak hava, çoğu insanın fark ettiğinden çok daha fazla can kaybına neden olduğu için, tıp dünyası sıcak havayı “sessiz bir katil” olarak nitelendiriyor. Nature Medicine dergisinde yayımlanan son çalışmaya göre, insanlar son 20 yıl içinde artan sıcaklıklara uyum sağlamamış olsalardı, 2023’teki yıkıcı ölüm oranı %80 daha yüksek seviyede olacaktı.
İspanya Barselona merkezli olan ve küresel sağlık sorunları üzerine araştırmalarıyla tanınan IS Global adlı enstitüden çevre epidemiyologu ve çalışmanın başyazarı olan Elisa Gallo, araştırma sonuçlarıyla toplulukların sıcak havaya uyum sağlama çabalarının etki sağladığını kaydetti. Ancak sıcak havayla bağlantılı ölüm sayılarının hâlâ çok yüksek olduğunu hatırlatan Gallo, “Avrupa, küresel ortalamanın iki katı hızında ısınıyor. Dolayısıyla başarılarımızla yetinemeyiz,” dedi.

Sıcak hava dalgaları, fosil yakıtların yakılması ve doğanın yok edilmesi sonucu daha sıcak, daha uzun ve daha yaygın hale gelmiş durumda. Öyle ki, küresel olarak 2023 bugüne kadar kaydedilen en sıcak yıl olurken, bilim insanları 2024’ün yakında bu unvanı almasını bekliyor.

Araştırmacılar, Birleşik Krallık, Norveç ve İsviçre gibi daha serin Avrupa ülkelerinde rahatsız edici derecede sıcak günlerin görülme sıklığında en çok artış yaşanacak ülkeler olduğuna dikkat çekti. Öte yandan araştırma bulguları, sıcak hava koşullarına daha iyi uyum sağlayan ama kavurucu sıcaklıklara daha fazla maruz kalan Güney Avrupa’da ise ölüm sayısının en yüksek olmaya devam edeceğini de gösterdi.

Bilim insanları, 2023’te sıcak hava ile ilişkili ölüm oranının milyon kişi başına 393 ölüm ile en yüksek Yunanistan’da gerçekleştiğini, bu ülkeyi milyon kişi başına 209 ölüm İtalya’nın ve milyon kişi başına 175 ölümle de İspanya’nın takip ettiğini buldu.

2003 yılında, bir sıcak hava dalgası kıta genelinde 70 bin kişinin ölümüne yol açmış ve yetkilileri hayat kurtarmak için erken uyarı sistemleri ve önleme planları kurmaya zorlamıştı. Ancak, neredeyse iki on yıl sonra, 2022’de yaşanan ve 60 binden fazla can alan rekor kıran sıcak hava dalgası, araştırmacıları bu önlemlerin ne kadar etkili olduğunu merak etmeye itti.

Bilim insanları, söz konusu araştırma için yüzyılın başından itibaren farklı zaman dilimlerinde sıcaklığın sağlık üzerindeki etkilerini modelledi ve geçen yılki ölüm sayısını 47 bin 690 olarak tahmin ettiler. 2023’teki sıcaklıkların 2000-2004 döneminde etkili olması durumunda ise ölüm oranının o dönem için %80 daha yüksek olacağını da ortaya koydular.
Araştırmanın başyazarı Gallo, iklim değişikliğine uyum sağlamak ve sıcaklık artışını hafifletmek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu vurgulayarak, “İklim değişikliği, bir sağlık sorunu olarak ele alınmalıdır,” dedi.

Bilim insanları, hükümetlerin daha fazla park ve daha az beton içeren serin şehirler tasarlayarak, insanları yakın tehlike konusunda uyaran erken uyarı sistemleri kurarak ve sağlık sistemlerini güçlendirerek, insanları sıcak hava dalgalarından koruyabileceğine de dikkat çektiler.

Anadolu Ajansının haberine göre ise ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi NOAA’dan yapılan açıklamada, temmuzda ölçülen ortalama küresel yüzey sıcaklığının 20. yüzyıl ortalamasının 1,21 derece üzerinde olduğu bildirildi.

NOAA’nın 175 yıllık küresel verilerine göre tarihin “en sıcak temmuz” ayı, aynı zamanda üst üste en yüksek sıcaklıkların yaşandığı 14. ay oldu.

Açıklamada ayrıca, Afrika, Avrupa ve Asya kıtaları kayıtlara geçen “en sıcak temmuz ayını” yaşarken Kuzey Amerika’nın da “en sıcak ikinci temmuzu” gördüğü belirtildi.
Öte yandan, aynı ayda ölçülen deniz yüzeyi sıcaklıkları ise “en sıcak ikinci temmuz” olarak kaydedildi.

Ulusal Çevresel Bilgi Merkezinin (NCEI) küresel yıllık sıcaklık sıralaması tahminlerine göre 2024’ün kayıtlara geçen “en sıcak yıl” olma ihtimali yüzde 77 olarak belirlendi, en sıcak 5 yıl arasında yer alma olasılığı ise kesin görülüyor.

İnsanlığın doğumundan bugüne kadar geçen sürede hiç görmediği sıcaklıkları bugün yaşıyor olmamız elbette gezegenin her bölgesinde tahribata yol açıyor. Bunlardan biri de denizlerimizde gerçekleşmekte; Dünyanın en büyük mercan resifi olma özelliğine sahip Avustralya’nın Büyük Set Resifi, çevresindeki su sıcaklıkları son 10 yıl içinde 400 yılın en yüksek seviyelere ulaşması nedeniyle ölüm kalım savaşı veriyor. Bu resif, Queensland eyaletinin kuzey kıyıları açıklarında, 2400 km uzunluğuyla dünyanın en büyük canlı ekosistemi olarak biliniyor.

Bölge üzerine yapılan yeni bir araştırma, insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkilerini tarihi bir bağlamda ele alması açısından nadir olma özelliğine sahip.  Zira resife zarar verdiğine dair bugüne kadar yapılan çalışmalar daha kısa bir zaman dilimini kapsıyordu. Araştırma kapsamında Avustralya’daki üniversitelerden bir grup bilim insanı, mercanlardan örnekler alarak, ağaçların halkalarını sayar gibi, farklı örnekleri analiz etti ve 1618 yılına kadar yaz ayı okyanus sıcaklıklarını ölçtü.

Gemi ve uydu verileriyle birlikte yapılan araştırmaya göre, yüzlerce yıl boyunca sabit kalan okyanus sıcaklıklarının 1900 yılından itibaren insan etkisiyle yükselmeye başladığı sonucuna varıldı. Çalışmayı kaleme alan bilim insanları, 1960’tan 2024’e kadar, Ocak-Mart döneminde her 10 yılda ortalama 0.12 derece ısınma gözlemlediler.

Resif 2016’dan bu yana beş yaz boyunca kitlesel mercan beyazlaşması yaşarken bu durum, sıcaklık stresi nedeniyle büyük bölümlerin ağarmasına neden olarak, mercanları ölüm riskiyle karşı karşıya bıraktı. Ayrıca bu yazlar, son dört yüzyıldaki en sıcak altı yıldan beşine denk geldi.
Çalışmanın yazarlarından ve Melbourne Üniversitesinde akademisyen olan Benjamin Henley, “Dünya sembollerinden birini kaybediyor. Bunun bizim dönemimizde ve hayatımızda nasıl gerçekleştiğini anlamak zor. Bu yüzden çok ama çok üzücü bir durum” yorumunu yaptı. Henley, 2024’ün Ocak-Mart dönemine ait son sıcaklık verilerinin kayıtlı en yüksek sıcaklık olup, diğer yıllara kıyasla çok yukarıda olduğuna da dikkat çekti.

Aşırı hava olaylarının iklim krizi kaynaklı olduğuna bakarsak acilen emisyonların azaltılması gerektiğini çocuklar bile görebilir ancak hükümetler ve iş insanları bunu göz ardı etmeyi seçiyor hala. 

BM Genel Sekreter yardımcısı Selwin Hart, dünya liderlerini emisyon azaltım politikalarını ertelemeye ikna etmeyi amaçlayan, iklim eylemine karşı küresel bir mücadelenin fosil yakıt endüstrisi tarafından körüklendiğini vurguladı. Pek çok siyasi gözlemcinin iklim politikalarının reddedildiği yönündeki algısının, insanların ne düşündüğünün gerçekliğini yansıtmaktan ziyade bu kampanyanın bir sonucu olduğunu ekledi.

Hart şöyle konuştu: “İklim eyleminin çok zor, çok pahalı olduğu yönünde yaygın bir söylem var ve bunların çoğu fosil yakıt endüstrisi ve onların destekçileri tarafından öne sürülüyor. Liderlerin ve hepimizin, insanlara iklim eyleminin değerinin yanı sıra iklim eylemsizliğinin sonuçlarını açıklaması kesinlikle kritik önem taşıyor.”

Hart, iklim üzerine şimdiye kadar yapılmış en büyük anketin bulgularını hatırlatırken; bu ankette, dünya genelinde insanların açık bir çoğunluğunun sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik önlemleri desteklediği ortaya çıkmıştı. Anket, en fazla kömür, petrol ve gaz üreten ülkelerdeki çoğunluk da dahil olmak üzere insanların %72’sinin fosil yakıtlardan “hızlı bir geçiş” istediği sonucuna varmıştı. Yeşil partiler ve planları için dünyanın bazı yerlerinde işlerin istedikleri gibi gitmediğini söylerken, ancak bazı ülkelerde de meclise girdiklerini ve bir zamanlar radikal kabul edilen politikaların ana akımlaştığını ifade etti.

BM genel sekreteri António Guterres’in iklim konusunda özel danışmanı olarak görev yapan Hart, hükümetlerin bunu dikkate alması gerektiğini söyledi: “İklim konusunda güçlü hedefleri olanlar sadece tarihin doğru tarafında değil, aynı zamanda kendi halklarının da tarafındadır.”

Eylemsizliğin sonuçlarının yoksul ülkelerde olduğu kadar zengin ülkelerde de hissedildiği konusunda uyardı. ABD’de aşırı hava olayları kötüleştikçe binlerce insan evlerini sigortalatmanın giderek imkansız olduğunu düşünüyor. Hart, “Bu doğrudan iklim krizinden ve fosil yakıt kullanımından kaynaklanıyor. Fosil yakıt endüstrisi aşırı kâr elde etmeye devam ederken ve hâlâ büyük devlet sübvansiyonları alırken, sıradan insanlar iklim krizinin bedelini ödemek zorunda kalıyor” dedi.

Hart, dünyanın iklim çöküşüyle ​​mücadele etmek için hiçbir zaman bu kadar donanımlı olmadığını da ekledi: “Yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyeti tarihteki en ucuz seviyesinde, enerji geçişinin hızı da haliyle artıyor.”

Hart’a göre, kötü tasarlanmış önlemler yoksullara zarar verebileceğinden, hükümetler iklim politikalarının düşük gelirlilere haksız yükler getirmemesini sağlamaya da dikkat etmeli.

Avustralya ve Yeni Zelanda, milyonlarca kilometrelik okyanusa yayılan Pasifik Adası ülkelerine, fosil yakıtların tüketilmesi nedeniyle artan iklim krizi etkileriyle yaşanan aşırı hava olaylarına karşı hazırlıklı olmaları için finansman sağlayacağını açıkladı.

Ada ülkelerine bölgede insani yardım depolamaları için 42.6 milyon Avustralya dolar yani 940 milyon 184 bin 982 TL yardım sağlanacağı bildirildi.

Pasifik Adaları bölgesi giderek kötüleşen kasırgalar yaşarken, “Pasifik Ateş Çemberi” olarak adlandırılan bölge sismik olarak aktif halde ve tsunamilere neden olabilecek depremleri tetikliyor.

Birçok Pasifik Adası ülkesi ulaşım bağlantılarının zayıf olduğu uzak bölgelerde bulunuyor ve felaketlerden sonra Avustralya, Yeni Zelanda, ABD ve Çin savunma güçlerinden gelecek yardıma bel bağlamış durumda.

Dünya çapında fosil yakıt tüketiminde önde gelen zengin ve imtiyazlı konumda yer alan gelişmiş ülkelerin, artan iklim krizi etkileri karşısında ada ülkeleri gibi dezavantajlı konumda yer alan ülkelere finansman sağlanması için çeşitli fonlar oluşturulmuş durumda. Son Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı olan COP28de kayıp zarar fonu için, gelişmekte olan ülkelerin her yıl karşı karşıya kaldığı tahmin edilen 400 milyar dolarlık kaybın çok altında kalan bir meblağ taahhüt edilmişti. Yine de COP28’de gündem alınan kayıp-zarar fonu, gelişmekte olan ülkelerin zorlukla kazanılmış bir zaferi olarak değerlendirilmişti.

Avustralya ve Yeni Zelanda’dan yapılan açıklamada, insani yardım malzemelerinin 14 ülkedeki depolara önceden yerleştirilmesinin, Pasifik Adalarının acil bir durumdan sonraki ilk 48 saat içinde müdahale ederek hayat kurtarmasına olanak sağlayacağı belirtildi. Doğu Timor da program kapsamında yer alıyor.

Reuters’ın aktardığına göre; Avustralya Dışişleri Bakanı Penny Wong, bu programın “afet meydana geldiğinde topluluklar için sahada kolayca erişilebilir destek ve malzeme bulunmasını sağlayacağını” söyledi.

Pasifik Adaları bölgesinden dışişleri bakanları bu ay Tonga’da yapılan yıllık Pasifik Adaları Forumu liderler toplantısı öncesinde geçtiğimiz hafta Fiji‘nin Suva kentinde bir araya geldiler.

Pasifik bölgesi ve çevresinin iklim krizinden en çok etkilenen alan olduğu kesin. Panama‘nın kuzey kıyısında yer alan küçük mercan adası Gardi Sugdub’da yaşayan 300 aile, hükümet tarafından inşa edilen yeni konutlara taşınıyor.
Haziran ayında başlayan göç, Latin Amerika‘da iklim değişikliğine bağlı olarak gerçekleştirilen ilk planlı tahliye olarak dikkat çekiyor. Adanın ve çevresindeki diğer adaların büyük bir kısmı deniz seviyesinin sadece bir metre üzerinde bulunuyor ve deniz seviyesi her yıl 3.4 milimetre yükseliyor. Smithsonian Tropikal Araştırma Enstitüsü’nden Steve Paton’a göre, bu adalar yüzyılın sonuna kadar yaşanamaz hale gelecek.

Ancak iklim değişikliği yüzünden insanların evlerinden göç etmek zorunda kalması karmaşık bir durum. Gardi Sugdub’un yaşlı sakinleri, yağışlı mevsimdeki sellerin daha sık hale geldiğini ve su seviyesinin yükseldiğini fark etmiş olsalar da, son 20 yıldır en büyük endişeleri hijyen sorunları oldu. Artan nüfus, adadaki yaşam koşullarını daha da zorlaştırdı; çocukların oyun alanı kalmadı, su temini yetersiz hale geldi.

Guna halkı, bu taşınmanın büyük bir kültürel kopuşa neden olmayacağını düşünüyor. Zira, iki yüz yıl önce İspanyol kolonistlerin baskısından kaçmak için adalara taşınmadan önce anakarada yaşamışlar. Birçok tören şarkısı, anakaranın nehirlerini ve dağlarını anlatıyor. Bu taşınma, aynı zamanda daha iyi konut, hijyen ve eğitim gibi diğer kalkınma hedeflerini de desteklediği için başarılı bir örnek olarak görülüyor.

Gardi Sugdub’dan başlayan bu planlı tahliye, toplulukları karar alma süreçlerine dahil ederek birçok ihtiyaca yanıt verdiği için başarı şansı yüksek bir model olarak öne çıkıyor.

Son olarak da Lancet’ta yayınlanan bir araştırmaya kısaca bakalım; 

Araştırmada, gençler arasında artışa geçen ruhsal hastalıklar ele alındı.Birçok ülkeden uzmanın katkıda bulunduğu araştırmada; nesiller arası eşitsizlik, sosyal medyanın yaygınlaşması, güvencesiz istihdam ve iklim krizinin, gençler arasında ruhsal hastalıklarda "tehlikeli ve endişe verici" bir küresel artışa yol açtığına dikkat çekildi. 10-24 yaşlarındaki kişilerde görülen sağlık sorunlarının yüzde 45'ini ruhsal hastalıkların oluşturduğuna işaret edilen araştırmada, küresel sağlık bütçelerinin yalnızca yüzde 2'sinin bu alandaki hizmetlere ayrıldığı kaydedildi.