İnsanın türler üzerindeki evrimsel hâkimiyeti

-
Aa
+
a
a
a

Atlas Sarrafoğlu’nun gündeminde Greta Thunberg’in İklim Kitabı’ndan öne çıkan bölümler, Sibirya’da gün yüzüne çıkan 50 bin yıllık virüs ve iklim krizi gündeminden güncel haberler vardı.

İklim krizi ve evrimsel etkimiz
 

İklim krizi ve evrimsel etkimiz

podcast servisi: iTunes / RSS

Bugün programın açılışını Greta’nın İklim Kitabı’ndan yapmak istiyorum. Beth Shapiro tarafından kaleme alınan bölümün başlığı “Evrimsel Etkimiz”

Beth Alison Shapiro, 1976 doğumlu Amerikalı bir evrimsel moleküler biyolog. Santa Cruz California Üniversitesi'nde Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Bölümü'nde profesör. Antik DNA'nın analizine odaklanan Shapiro, günümüzün koruma çabalarına yardımcı olmak ve türlerin nasıl tükendiğini anlamak için genomik teknikleri kullanan bir paleogenetikçi olarak bilinir. Ekibi, Alaska’da donmuş bir gölden DNA çıkararak yünlü mamut popülasyonunun nasıl tükendiğinin sırrını ortaya çıkardı.

“Evrimsel Etkimiz” - Beth Shapiro

İnsanların evrimsel bir güç olduğuna dair en eski kanıtlar, gezegenin kıtaları ve adalarında insan yerleşiminin en eski yerlerinde bulunan fosil kalıntılarından gelmektedir. İnsanlar 50 bin yıldan daha uzun bir süre önce Afrika'dan dağılıp dünyaya yayıldıkça, katıldıkları topluluklar değişmeye başladı. Hayvan türleri ve özellikle dev vombatlar, yünlü gergedanlar ve dev tembel hayvanlar dahil olmak üzere megafauna yok olmaya başladı. Atalarımız, başarılı avlanma şansını artıran araçlar, iletişim kurma ve bu araçları hızla iyileştirme becerisi benzersiz insan teknolojileriyle donanmış becerikli yırtıcılardı. Megafaunal yok oluşun zamanlamasıyla insanın ilk ortaya çıkışındaki tesadüf, Afrika dışındaki her kıtanın fosil kayıtlarında kayıtlıdır. Ancak tesadüf mutlaka nedenselliği kanıtlamaz. Avrupa, Asya ve Amerika'da insanların gelişi ve yerel megafaunanın yok oluşu, iklim değişikliği dönemlerinde meydana geldi ve bu iki gücün megafaunal yok oluşlara neden olma konusundaki göreceli suçluluğu hakkında onlarca yıllık tartışmalara yol açtı. Bununla birlikte, suçluluğumuzun kanıtı insanlara bağlı en erken yok oluşların kaydedildiği Avustralya'dan ve en son insan kaynaklı yok oluşlardan bazılarının -aotearoa moası ve mauritius dodosu- aynı adada gerçekleşiyor olması. Avustralya ve daha yakın tarihli adalardaki yok oluşlar, büyük iklim değişikliği dönemlerinde meydana gelmediği gibi daha eski iklim olayları sırasında da yok oluşlar kaydedilmedi. Bunun yerine, diğer kıtalardakiler gibi bu yok oluşlar, insanların ortaya çıkmasının yerel habitatta meydana getirdiği değişikliklerin sonucudur. Vahşi yaşamla etkileşimimizin ilk aşamasında, diğer türlerin evrimsel kaderini belirlemeye çoktan başlamıştık. 

15 bin yıl önce insanlar diğer türlerle yeni bir etkileşim aşamasına girmişti. Besin kaynağı olarak insan yerleşimlerine çekilen bozkurtlar, evcil köpeklere dönüşmüştü ve hem köpekler hem de insanlar giderek yakınlaşan ilişkilerinden fayda sağlıyorlardı. Son buzul çağı sona erdi ve iklim düzeldi. Genişleyen insan yerleşimleri güvenilir yiyecek, giyecek ve barınak kaynaklarına ihtiyaç duydu. Yaklaşık 10 bin yıl önce insanlar, av popülasyonlarını yok olmaya sürüklemek yerine sürdürülebilir avlanma stratejilerini benimsemeye başladılar. Bazı avcılar sadece erkekleri veya üremeyen dişileri aldılar ve daha sonra av türlerini bir araya getirdiler ve onları yerleşim yerlerine yakın tutmaya başladılar. Kısa süre sonra insanlar, hangi hayvanların bir sonraki nesle ebeveyn olacağını seçmeye başladılar ve evcilleştirilemeyen hayvanlar yiyecek olarak alındı. Deneyleri hayvanlarla sınırlı değildi. Ayrıca, bitki başına daha fazla mahsul üreten veya diğerleriyle aynı zamanda hasat için olgunlaşanları çoğaltmayı seçerek tohumlar ektiler. Sulama ağları oluşturdular ve hayvanları çiftlikler için araziyi temizlemek üzere eğittiler. Atalarımız avcılıktan çobanlığa ve toplayıcılıktan çiftçiliğe geçerken, yaşadıkları toprağı ve giderek daha fazla bel bağladıkları türleri dönüştürdüler.

20. yüzyılın başında, atalarımızın çobanlar ve çiftçiler olarak başarıları, yarattıkları toplumların istikrarını tehdit ediyordu. Vahşi alanların yerini tarım arazileri veya meralar aldı ve sürekli kullanım nedeniyle bozuldu. Hava ve su kalitesi düşmeye başladı. Yok oluş oranları yeniden yükselişe geçti. Ancak bu sefer yıkım daha belirgindi, insanlar daha zengindi ve teknoloji gelişmişti. Bir zamanlar yaygın olan türler azaldıkça, geriye kalan yabani türleri ve alanları koruma iştahı doğdu. Atalarımız bir kez daha diğer türlerle yeni bir etkileşim aşamasına girdiler: Koruyucu oldular, nesli tükenmekte olan türleri ve yaşam alanlarını doğal ve giderek daha insani hâle gelen dünyanın tehlikelerinden korudular. Bu geçişle birlikte insan, türlerin ve yaşadıkları habitatların kaderini belirleyecek olan evrimsel güç hâline geldi.

Shapiro, Greta’nın İklim Kitabı için kaleme aldığı bölümde insanların tarihsel olarak türler üzerindeki evrimsel hâkimiyetini bu şekilde anlatmış. 

Yeşil Gazete: “Sibirya’da çözünen permafrostlardan çıkan 50 bin yıllık virüsler canlandırıldı”

Yeşil Gazete Sibirya’da çözünen permafrostlardan çıkan 50 bin yıllık virüslerin canlandığından bahsediyor:

Dünya giderek ısınırken, geniş permafrost dilimleri eriyor ve yıllardır buzun altında hapsolmuş herşeyi serbest bırakıyor. Bunların arasında bazı durumlarda yüz binlerce yıldır uykuda kalmış bir dizi mikrop ve virüs de yer alıyor. Bir grup bilim insanı ortaya çıkan bu “zombi virüsleri” incelemek için yeniden canlandırdı. Virüslerden birinin yaklaşık 50 bin yaşında olduğu düşünülüyor. Bu diğer organizmaları enfekte etme yeteneğine sahip bir durumda olan donmuş bir virüs için rekor bir yaş.

Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi‘nden mikrobiyolog Jean-Marie Alempic liderliğindeki ekip, canlandırılan virüslerin potansiyel olarak halk sağlığı için önemli bir tehdit oluşturduğunu ve bulaşıcı ajanların risk oranını değerlendirmek için daha fazla çalışma yapılması gerektiğini söylüyor.

“Kuzey Yarımküre’nin dörtte biri permafrost olarak adlandırılan kalıcı olarak donmuş toprakla kaplıdır” diyen araştırmacılar makalelerinde, ‘Küresel ısınma nedeniyle, geri dönüşümsüz bir şekilde eriyen permafrost, bir milyon yıla kadar donmuş organik maddeyi serbest bırakıyor, bunların çoğu karbondioksit ve metan olarak ayrışıyor ve sera etkisini daha da artırıyor’” diye yazıyor.

Tam olarak 48.500 yıllık amip virüsü, şu anda ön baskıda olan çalışmada özetlenen 13 örnekten biri ve bunlardan 9’unun yaklaşık 10 bin yaşında olduğu düşünülüyor. Araştırmacılar, her birinin genomları açısından bilinen diğer tüm virüslerden farklı olduğunu tespit etti. 

Rekor yaştaki virüs bir gölün altında bulundu. Diğer virüslerin bazıları ise mamut yünü ve bir Sibirya kurdunun bağırsaklarında bulundu ve hepsi de permafrostun altına gömülmüştü. Canlı tek hücreli amip kültürlerini kullanan ekip, virüslerin hâlâ bulaşıcı patojen olma potansiyeline sahip olduğunu kanıtladı. Çalışmayı yapan ekip, daha önce 30 bin yıllık bir virüsü de keşfedip canlandırmıştı. Yeni bulunan örnek gibi o da ışık mikroskobu kullanılarak görülebilecek kadar büyük bir pandoravirüstü. 

Canlanan virüse, boyutuna ve içinde bulunduğu permafrost toprağın türüne işaret eden pandoravirus yedoma adı verildi . Araştırmacılar, yalnızca amipleri hedef alan virüslerin ötesinde, bulunacak çok daha fazla virüs olduğunu düşünüyor. Buz eridikçe salınacak virüslerin çoğu bizim için tamamen bilinmez olacak. Ancak bu virüslerin dış ortamın ışığına, ısısına ve oksijenine maruz kaldıklarında ne kadar bulaşıcı olacakları henüz belli değil. 

San Francisco‘daki California Üniversitesi‘nden virolog Eric Delwart, bu dev virüslerin, permafrostun altında neyin saklı olduğunu keşfetmek için sadece bir başlangıç ​​olduğunu söyledi. New Scientist’e konuşan bilim insanı, “Eğer araştırmacılar gerçekten de antik permafrosttan canlı virüsleri izole ediyorlarsa, daha küçük, basit memeli virüslerinin de çağlar boyunca donmuş hâlde bulunması muhtemeldir” dedi. Araştırma henüz hakem denetiminden geçmedi ancak bioRxiv’de yayımlandı. 

Öte yandan Dünya ısınırken sadece antik virüsler değil, çok sayıda bakteri de çevreye salınıyor. Ancak elimizdeki antibiyotikler göz önüne alındığında, daha az tehdit edici oldukları söylenebilir. Yine de SARS-CoV-2’de olduğu gibi yeni bir virüs, özellikle Kuzey Kutbu daha kalabalık hâle geldikçe halk sağlığı için çok daha büyük sorunlara yol açabilir. 

Coca-Cola hâlâ dünyanın en azılı plastik kirleticisi

COP27’nin greenwashingçabaları hâlâ hafızalardayken, Coca-Cola’nın 5 yıl üst üste en kötü plastik kirleticisi olduğu haberini vermek istiyorum:

"Break Free From Plastic"in en son küresel marka denetim raporuna göre Coca-Cola Company, PepsiCo ve Nestlé, beş yıl üst üste dünyanın en büyük plastik kirleticileri oldular. 2022 Marka Denetimi, beş yıllık çöp toplama verilerini analiz ederek kurumsal gönüllü taahhütlerin bu şirketlerin yıkıcı çevresel etkilerini nasıl etkili bir şekilde azaltmadığını ortaya koyuyor. 

Buna yanıt olarak, dünyanın dört bir yanındaki aktivistler, şirketler tarafından hem üretilen, hem de kullanılan plastik miktarını etkili bir şekilde azaltmak için yasal olarak bağlayıcı mekanizmalar ve uygulama politikaları sağlayabilen bir “Küresel Plastik Anlaşması” çağrısında bulunmuşlardı. 

2018'den bu yana, çevreyi en fazla plastik atıkla kirleten şirketleri belirlemek için 87 ülke ve bölgede 200 bin gönüllü tarafından küresel temizlik çalışmaları yürütülüyor. Beş yıl boyunca, sıralamada çevreyi en çok kirleten ve kendisinden sonra gelen iki şirketin toplamından daha fazla kirliliği Coca-Cola markası meydana getiriyor. Bu yılki marka denetimlerinde 31 binden fazla Coca-Cola markalı ürün bulundu ve 2018'de bulunan Coca-Cola ürünlerinin oranını ikiye katladı. Plastiğin yüzde 99'unun fosil yakıtlardan yapıldığı göz önüne alındığında, Coca-Cola'nın COP27'deki rolünün ne olduğunu anlamak için roket bilimci olmak gerekmiyor sanırım. 

Mercan resfileri için sigorta poliçesi tanımlandı

Hawaii'nin mercan resifleri artık The Nature Conservancy isimli bir STK tarafından satın alınan 2 milyon dolarlık bir sigorta poliçesi kapsamında. ABD'de türünün ilk örneği olan poliçe, şiddetli fırtınalar nedeniyle resifler zarar gördüğünde meydana gelen hasarın onarımını ödemek için uygulamaya konuldu. Rüzgar hızı ne kadar yüksek olursa ödemenin de o kadar büyük olabileceğini söyleniyor.

Sigorta poliçelerinin dünyanın başka yerlerindeki mercan resiflerini koruduğu ve onardığını daha önce görmüştük. Meksika, Quintana Roo'daki yerel turizm işletmeleri ve devlet kurumları, Doğayı Koruma Konseyi ile birlikte 2019'da Mezoamerikan Resifi'nin bazı bölümleri için bir sigorta poliçesi yaptırmıştı. 2020'de, Delta Kasırgası bölgeyi vurduktan sonra poliçe onarım için kullanıldı. İklim krizi yoğunlaştıkça ve okyanus sıcaklıklarının artması nedeniyle kasırgalar ve tropik fırtınalar çoğaldıkça, mercan resifleri de artan bir tehlike altında. Araştırmalar, şiddetli fırtınaların canlı mercanlar üzerinde yıkıcı bir etkisi olabileceğini göstermiş.

Doğayı Koruma Konseyi TNC'nin Hawaii ve Palmyra eyalet direktörü Ulalia Woodside Lee konuyla ilgili şöyle söyledi:

Hawaii'de köklerimiz çevreye bağlıdır, kıyı şeritlerinin ve toplulukların sağlığı adalarımızı çevreleyen mercan resiflerinin sağlığına doğrudan bağlıdır. Sigorta ve finans ortaklarımız doğaya yatırım yaparak onun kritik bir doğal, kültürel ve ekonomik kaynak olarak değerini gösteriyor.

Yeni çevre yaptırımları veya uygulamalarını görmek bana gerçekten umut veriyor. 

Mercan resifleri ile ilgili birçok çalışma var. Birleşmiş Milletler destekli bir çalışmada, Avustralya'daki dünyanın en büyük mercan resifi olarak bilinen Büyük Set Resifi'nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne eklenmesi tavsiye edildi. BM ve Uluslararası Doğayı Koruma Birliği tarafından yapılan ortak çalışmada, Büyük Set Resifi'nin küresel ısınma nedeniyle tehlikede olduğu uyarısı yapıldı. UNESCO ve Uluslararası Doğayı Koruma Birliği yetkilileri tarafından Mart 2022'de gerçekleştirilen on günlük gezinin ardından yayımlanan raporda, Büyük Set Resifi'nin nesli tükenmekte olan UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne eklenmesi önerildi. Raporda, Avustralya hükümeti ve Queensland eyalet yetkililerinin, bölgenin korunması için sera gazı salımını azaltmada daha kararlı adımlar atması gerektiği de belirtildi.

Mercanların toplu ağarmasını durdurmak ve çevre kirliliğinin resifin doğal sularını kirletmesini önlemek için sarf edilen çabaların yeterince hızlı ve etkili olmadığı aktarılan raporda, kontrolsüz emisyonun su asitliğinin artmasına neden olacağının altı çizildi. Son olarak, su kalitesini artırmak için de daha fazla mali destek alınması gerektiği vurgulandı. 2016 ve 2017'de kaydedilen sıcak hava dalgaları, Büyük Set Resifi'ndeki mercanların yarısının ölümüne yol açmıştı. Uzaydan görülebilen tek canlı olarak bilinen ve 1981'den beri UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde bulunan Büyük Set Resifi, yaklaşık 2 bin balık türünü barındırırken 70 bin kişiye de iş imkanı sağlıyor.