İKSV 50 yaşında!

-
Aa
+
a
a
a

17. İstanbul Bienali kapsamında Barın Han’da yer alan stüdyodan gerçekleştirdiğimiz canlı yayında İKSV Genel Müdürü Görgün Taner’i konuk ediyor ve 50. yılında İKSV’yi ve güncel çalışmalarını konuşuyoruz.

Fotoğraf: İKSV
İKSV'nin 50. yılı
 

İKSV'nin 50. yılı

podcast servisi: iTunes / RSS

Çelenk Bafra: Bugün Barın Han’dayız ve canlı yayın konuğum Görgün Taner. Barın Han’da olmamızın sebebi Açık Radyo’nun 17. İstanbul Bienali’ne bienal küratörleri tarafından katılımcı olarak davet edilmiş olması. Açık Radyo’nun burada kendi arşivinden oluşturduğu sergi ve seçkilere gururla bakıyoruz ve buraya kurulmuş canlı yayın stüdyosundan Açık Radyo’nun iki programcısı, iki İKSV mensubu –ben de orada on yıl Görgün Bey’in genel müdürlüğünde çalışma fırsatı buldum ve kendisinden çok şey öğrendim– olarak İKSV’nin 50. yılına odaklanan bir söyleşi gerçekleştiriyoruz. Görgün Bey hoşgeldiniz.

Görgün Taner: Merhaba, hoşbulduk.

Ç.B.: Siz de ben de Açık Radyo’luyuz uzun yıllardır. Açık Radyo’nun İstanbul Bienali’ne katılması sizin için ne ifade ediyor? Nasıl hissettiniz bu haber gelince?

G.T.: Şu anda öyle karışık duygular içerisindeyim ki… Ev sahibiyim, hem de katman katman ev sahibiyim. Açık Radyo’da hâlâ program yapıyorum, Açık Şemsiye. Bu arada Açık Radyo dinleyicilerinden af dilemiş olayım Açık Şemsiye’de arada kaytarmak zorunda kalıyorum. İKSV’nin 50. yılı, İstanbul Bienali’nin de 17. yılı, Açık Radyo’nun da 27. yılı…

Ben Açık Radyo’yu da kendimizi de sürdürülebilirliğin somut bazı karşılıkları olarak görüyorum, onun için çok sevinçliyim. Açık Radyo ile İKSV ilişkisi de bu 27 sene boyunca hep sürdü. Ama bu sefer Açık Radyo - İKSV ilişkisinin hafif ötesinde tanımlanıyor. Çünkü Açık Radyo sanatçı olarak bienale katkıda bulunuyor. Bu da Türkiye’de bunca senedir yapılan işin takdir edilmesi ve ülkeye katkısının da somutlaştırılması anlamına geliyor.  Sen de uzun zamandır Açık Radyo’da program yapıyorsun, İKSV’de de beraber çalıştık. Şimdi de SAHA’dasın. Seni ve programlarını takip ediyorum ve tebrik ediyorum.

Ç.B.: Görgün Bey, sizi tebrik etmemiz gereken çok daha önemli bir olay var. Türkiye gibi sürdürülebilirliğin çok zor olduğu, genelde kurumların 10. yılını, 20. yılını kutluyorsak çok sevindiğimiz bir ortamda, kültür sanat alanında Açık Radyo’nun 1995 yılından beri kesintisiz ortaya koyduğu üretim çok değerli. Ama ondan daha uzun evveliyatı olan bir kurum var. İKSV 50. yılını kutluyor. 1973 yılından beri aktif bu alanda. Siz de neredeyse 40 yıldır İKSV’de emeği olan, son 20 yıldır da genel müdürlüğünü üstlenen isimsiniz.

G.T.: Evet, öyle. Gençlerin dinozor dedikleri türden oluyorum ben. Kendimi bazen kıyaslamaya çalışıyorum. Bu kadar uzun süre çalışmak iyi mi? Hemen mevcudiyetimi rasyonalize etmek için, “Bilgi birikimimi ve donanımımı genç kuşaklarla paylaşmak için buradayım” cümlesinin arkasına sığınıyorum. Şunu çekinmeden şöyleyim, İKSV gibi bir kurumda çalıştığım için oldukça şanslıyım. Çünkü sen de biliyorsun İKSV bir okul, aile niteliğinde. Biraz klişe gelebilir ama gerçekten öyle. Ailede de kavga dövüş oluyor. Aile de tam anlamıyla pozitif bir kelime değil… Orada da itiş kakışlar oluyor, bizde de oluyor. 50 sene çok uzun bir zaman. Sebat etme, bulunduğun yerde tırnaklarınla bir yere gelme bu kurumlar içinde biraz zor olmaya başladı. Bu örnekleri çok fazla görmüyoruz. Bu yüzden İKSV bu alanda çok önemli ve değerli. Hep şunu diyorum, İKSV’nin yaptıklarını kültür sanat ekosisteminden alırsak, o zaman değeri çok daha iyi anlaşılır. Şimdiye kadar katkıları, yaptığı öncülükler, diğer kurumlarla olan ilişkileri... Bu networkdediğimiz bağları kurma ve burada kültür sanat alanında diğer aktörlerle bir arada çalışma çabası ve çalışan herkesin belli bir iklim yaratmış olması. Özellikle sanatçılar için bu iklimi oluşturma çabası kayda değer. Bunlar İKSV’nin bugün bulunduğu noktada olmasını sağlayan başlıca unsurlar.

Ç.B.: 50 yıldır pek çok faaliyetini İstanbul merkezli yürüten İKSV, son 20 yılda artan biçimde sadece Türkiye’nin değil dünyanın kültür sanat ekosistemine katkıda bulunan, sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir tarafında projeler geliştiren, ortak üretimler yapan, orada da varlık gösteren bir kurum. Siz de tam da bu sebeple İKSV yurtdışı projelerinin geliştirilmesine önayak oldunuz. Kişisel emeklerinizin de eseri olarak dünyanın dört bir tarafından ödüller aldınız. Konuyu buraya getirip sizi tebrik etmek istiyorum. Benim sizinle yakın çalışmama vesile olan, Fransa’dan iki ayrı ödülünüz var. Hem de kraliyet tarafından verilen, geleneğe sahip olan ödüller. Polonya’da yine Türkiye-Polonya diplomatik ilişkilerinin 600. yılı vesilesiyle gösterdiğiniz emekler… Çok yoğun çalışma fırsatı bulduğunuz, kültür sanat ekosistemine katkıda bulunduğunuz başta Amsterdam olmak üzere Hollanda’nın da pek çok kenti var. Son olarak da geçtiğimiz hafta Hollanda Başkonsolosluğu’nda sizi kraliyet nişanına layık gördüler. Büyük bir gururla izledim. Bunlar size ne hissettiriyor? Nasıl geri dönüşü oluyor ülkemiz ve İKSV adına?

G.T.: Aslında bütün bu devletlerarası ilişkilerde benim önem verdiğim şu: Kültür kurumları ya da sanatçılar arasında ilişki işin temelini oluşturuyor. Hatırlarsın sen de, 2000’li yılların başlarında önce Londra’da bir sergiyle ondan sonra da Almanya’da Hollanda’da en son da Fransa’da yapmaya çalıştığımızda o ülkedeki sanat kurumlarıyla ilişkiye girip, onlarla sohbet edip “Bu ilişki nasıl geliştirir, bu ekosistem nasıl büyütülür, başka kimleri yanımıza alırız, hangi kültür kurumları yanımızla olur, uzun dönemli birlikte nasıl olabiliriz, nasıl planlarız?” diyorduk. Burada kamu her zaman bir şekilde düzenleyici, o zaman kol boyu uzaklığında kalmaya çalıştık. Tabii içinde bulunduğumuz zamanlarda kültürlearası ilişkiler daha bağımsız bir şekilde ilerleyebiliyor mu, o zamandan günümüze ne miras kaldı? Bana sorarsan en önemli miraslardan bir tanesi senin inisiyatifinle başlayan Cité des Artsprojesi. Türkiye’de hiçbir zaman 20 sene boyunca kimse bir proje taahhüt etmemişti. Cité des Arts bunun örneklerinden bir tanesidir. Galiba 13 sene oldu.

Ç.B.: 2009 Temmuz’da tam Fransa’da Türkiye Mevsimi’nin başlangıcında. Cité des Artsilk sanatçısını 2009 yılının Temmuz ayında kabul etti. Üçer aylık periyotlarla görsel sanatlar, tasarım, performans gibi alanlardan senede dört sanatçı Paris’e gidip dünyanın dört bir tarafından ve Fransa’nın başka yerlerinden gelen sanatçılarla 350 farklı sanatçının yaşadığı büyük bir sanat sitesinde yaşayıp, çalışıp, bağlantılar geliştirip, araştırma yapma fırsatı buluyorlar. Yakında başvurular kapanıyor. Önümüzdeki yılın sanatçılarını belirleyeceğiz.

G.T.: Sadece buradan yolu geçen sanatçıların listesine bakıyorum. Türkiye’den giden sanatçıların şu an bulundukları coğrafyalara göz gezdiriyorum ve gerçekten kendi kendime ne kadar iyi bir şey yapmışız diyorum. Sadece Fransa’da Türkiye Mevsimi’nde yapılan sergiler, onların Fransa’daki etkisi… “Daha sonra ekonomik etkisi ne oldu?” sorusunu soranlar için 2012- 2013 senelerinde Fransa’dan Türkiye’ye gelenlerin sayısındaki artış oldu. Bunların hiçbiri stabil şeyler değil. Şimdi içinde bulunduğumuz durum çok daha farklı, pandemi vesaire derken dünyamız şu an çok başka noktada. Diğer ülkelerle ilişkileri, hatta İstanbul dışındaki kentlerle İstanbul’un ilişkilerini çok önemsiyorum. İstanbul ve Türkiye çok katmanlı kültürlerin üzerinde yaşıyor. 8 bin yıllık çeşitli katmanlar, kültürler… İstanbul’un tarihinin en en acıklı olaylarından bir tanesi 6-7 Eylül olaylarıdır. Onun için hep böyle geriye dönüp bakıp onlardan ders alıp kültürel katmanların hem bir dünya mirası olduğunu, onlara saygıda kusur etmememiz gerektiğini hatırlayıp dünyadaki diğer kültür kurumları ve sanatçılarla ilişki geliştirme yolunda, hem de ifadenin çok özgür olduğu ortamlarda yürümeyi şiar edinmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ben niye bu ödülleri aldım? Ben aslında bu ödülleri biraz da kurum adına alıyorum. Tek başıma bir şey yapmıyorum, sen de biliyorsun. Fransa’da çok geniş bir kadroyla büyük bir iş yaptık. Fransa'nın 45 kentinde çeşitli kültür kurumlarıyla ilişkiler kurduk, sen güncel sanatla ilgili kısmı yürütün. O zamandan günümüze o kadar çok ilişki, o kadar çok kişi ve o kadar çok ağ kaldı ki… Türkiye hiçbir zaman kendi sınırları içine hapsolan, benden ona senden bana şeklinde ilişkiler sürdüren bir yapıda olmadı. Olacağını da zannetmiyorum. Mühim olan bu uluslararası bağların hem sağlamlaştırılması hem de burada önemli ana yolların hep açık tutulmasıdır. Bu uluslararası ana yolların açık tutulmasını şiar olarak edinen kurumlardan bir tanesi İKSV. 50. yılını da işte bu şiarla kutladı. Çünkü kuruluş prensibi bu. Türkiye’deki iyi örnekleri yurt dışında tanıtabilmek ve gösterebilmek. Ama tanıtım derken başka türlü bir tanıtım anlaşılmasın. Kültürel ilişkiler anlamında… Yurt dışındaki iyi örnekleri, çeşitli festivaller ya da işbirlikleri aracılığıyla Türkiye’de izletmek, bunun yanısıra bizim artistik üretim dediğimiz, sanatçıya sahip çıkmak. O üretimleri de desteklemek. Döndük dolaştık ve 50 sene sonra yine burada, bunun aslında ne kadar doğru konmuş bir vizyonu olduğunu görüp aynı yoldan devam etmeye karar verdik ve edeceğiz.

Ç.B.: Tam da konuyu oraya getirmek istiyorum. Bir işbirliğiniz var yine yurt dışında karşımıza çıkacak. Bu kez Londra’da ama onun ön programasyonu niteliğinde bir benzeri de geçtiğimiz aylarda İstanbul’da gerçekleşti. Her zamanki gibi bir öncülük yapıyor İKSV. Genç sanatçılara yönelik yeni bir fon yaratıyorsunuz. Ve çok yakında da Londralı izleyiciyle Frieze’de, yani sadece Londra’nın ya da İngiltere’nin değil dünyanın önde gelen fuarlarından birinin açılış günlerinde izleyiciyle buluşacak. Bir müzayede evi olan Christie’s ile işbirliği yaptınız, buna bir tür dostane müzayede diyebiliriz. Kâr amacı gütmeyen, fayda sağlamaya çalışan hatta yapılan satışlardan yüzde 25’inin de eserini bağışlayan sanatçılara gideceği bir çalışma. Dolayısıyla bütün yükü müzayedeye eser veren sanatçılara da yıkmıyorsunuz. Yüzde 25 geri dönüş olacak ve  geri kalan yüzde 75 ile de genç sanatçılara, festivallerdeki hem bienallerdeki sanatçılara yönelik yeni bir fon ortaya çıkartıyorsunuz. Bunu sizden dinleyebilir miyiz?

G.T.: Christie’s ile bu iş birliğini çok önemsiyoruz. Bu bizim sadece bir defa, 50. yılda planladığımız bir müzayede. Bunu bu şekilde devam ettirmeyeceğiz ama başka şekillerde bu fona destek aramaya ve bu fonu sürdürmeye devam edeceğiz. Nasıl bir şey bu şimdi? Türkiye’de sanatçı olmak çok kolay bir şey değil. Biz mekân inşa etmeye ve mekân sayısıyla övünmeye, o mekânları da yapan mimarlarla değil inşaat şirketleriyle adlandırmaya çok meraklı bir ülkeyiz. Yani bizde AKM hariç hiçbirinin mimarını kimse bilmez. Umursar mı? Onu da bilmiyorum ama tabi biz fonksiyondan yanayız. Yani içinde ne yapacağını planlamadan, sanatsal üretim konusunda öyle zırhlarını kuşatmadan, o konuda kafan açık, elinin altında da belli bir bütçe olmadan çıkılan yollarda sonuç hep hüsran oluyor. Onun için de uzun dönemli ama içerik için de kaynağı ayrılmış bir şekilde planlama yapılmasını çok önemsiyorum. Bu ne demek? Artistik üretime destek olmak demek. Artistik üretimi kim yapıyor? Sanatçılar… Şimdi genç sanatçı derken, aman bana yaş sorma! Çünkü bunun yaşının kendi aramızda tartışırken 25, 26, 30 falan gibi bir şey koymaktan imtina ettik. Çünkü bu disipline göre de çok değişebilen bir şey. Belki sanat dünyasına 60 yaşında girmiştir, yani kendisi o sanat dalı için genç birisidir. Neyse bu sonraki tartışma konusu ama özellikle güncel sanat, müzik ve sahne sanatları alanında üretilecek projelere destek olacağız. Bu projelerle ilgili de bizim 3 tane kurulumuz olacak ve bu kurullarla bazı projeleri değerlendirip bunlara her sene belli bir kaynak ayıracağız, destek olacağız. 24 Mayıs’ta yaptığımız destek yarışından elde ettiğimiz kaynağın bir kısmı ve bu Christie’s ile yapacağımız müzayededen elde ettiğimiz gelirin tümü buraya yansıtılacak. Biz bu konudaki çalışmayı hazırlarken gerçekten destek istediğimiz sanatçılardan o kadar güzel bir karşılık gördük ki, bir kısmı bienal zamanı çok önemli sergileri olmasına rağmen onu bir kenara bırakıp bizim için özel eserler ürettiler. Onlara buradan binlerce teşekkür. Her işin başında sanatçılar var. Sanatçılar üretmeden, sanat eserleri olmadan neredeyse bir hiçiz diyebilirim.

Ç.B.: Kadroya şöyle baktığımız zaman hem farklı kuşaklardan hem farklı coğrafyalardan Türkiye’yle bağı olan isimler görüyoruz.Kadın sanatçıların ağırlıklı olması da dikkat çekiyor sevindirici bir şekilde. İsimlerini de ben de burada anmış olayım: Ahmet Doğu İpek, Alev Ebüzziya, Aslı Çavuşoğlu, Azade Köker, Beauford Delaney, Burçak Bingöl, Ebru Döşekçi, Elif Uras, Gözde İlki, Hera Büyüktaşçıyan, İhsan Oturmak, İrfan Ölürmen, Kemal Seyhan, Mehmet Güleryüz, Nasan Tur, Rasim Aksan, Refik Anadol, Gökhan Hotamışlıgil, Rone Levi, Seçkin Pirim, Şirin Neşat, Taner Ceylan ve Yağız Özgen. James Baldwin de aslında ruhen bizimle orada olacak değil?

G.T.: Şimdi çok güzel bir noktaya parmak bastın. İki eserin James Baldwin ve Gülriz Sururi eserlerinin gelirinin yüzde 80’i Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne gidecek. Bu da eserlerin sahibi olan ve ilk defa gün yüzüne çıkaran rahmetli Gülriz Sururi’nin vasiyetiydi bu. Bu iki eser son derece önemli. Özellikle Amerika’daki müzeler açısından da çok önemli. Baldwin’in önümüzdeki sene ya da daha sonraki sene zannediyorum yüzüncü yılı olacak. Baldwin’le ilgili de Beauford Delaney İstanbul’a gelip, sadece İstanbul’da değil dünyanın çeşitli yerlerinde Baldwin portreleri yapmış bir sanatçı. Ama İstanbul’da yaptığı Baldwin ve Gülriz Sururi portreleri vefatına kadar Gülriz Hanım’ın duvarındaydı. Bu eserler ilk defa gün yüzüne çıkıyor ve özellikle Amerika’daki müzeler tarafından da merakla bekleniyor. Biz de bu eserlerin kamuoyuyla buluşmasına aracılık ettiğimiz için çok mutluyuz ve bunu uluslararası bir düzeyde yapmak da çok önemli. Bu sanatçılarla ilgili bir şey daha eklemek istiyorum. Buradaki dayanışmayı çok önemsiyorum. Bu pandemi dönemi bize bazı şeyler öğretti. Herkes kendisini yeniden gözden geçirdi. Şimdiye kadar yaptıklarına baktı. Dayanışma ruhu meselesi gibi bazı klişe ifadeler öne çıktı. Bunu da elden geldiğince yapabildiğimizi, yapmaya çalıştığımızı zannediyorum. Ömer Madra’ya da buradan el sallayalım. Bu iklim konusunu “Allah’ım bu ne sıkıcı konu” diye dinliyorduk 20 sene önce, haklı çıktı. O nedenle de bu dayanışmayı, karşılıklı birbirini dinlemeyi çok önemsiyorum. 

Ç.B.: Hariçten Sanat programının kavramsal çerçevesine uygun olarak odağımıza İstanbul Calling’i aldık. İKVS 50. yıl genç sanatçı fonu, Christie’s Londra Müzayedeleri… Somut olarak yolu Londra’ya düşen ya da Londra’dan bizi dinleyenler nasıl takip edebilirler, nasıl destek olabilirler?

G.T.: Gösterimler var her gün. Christie’s’e uğrayıp sergiyi gezebilirler. 14 Ekim’de öğle saatlerinde müzayedeye katılabilirler. Eserlerin yarısı bu müzayedede satılacak. Geri kalan yarısı ise Christie’s üzerinden 7 Ekim’den itibaren çevrimiçi satışa çıkmış olacak. 18 Ekim’de eserlerin satışı tamamlanmış olacak. Yani biz 19, 20 Ekim civarında bu müzayededen elde ettiğimiz geliri genç sanatçı fonuna aktardığımızı açıklayacağız.

Ç.B.: Tebrikler ve teşekkürler bu girişim için.

G.T.: Ben çok teşekkür ederim. Evimizde, Açık Radyo’da beni konuk ettiğiniz için çok sağolun.