Reisi'nin başına gelenlerin yansımalarına ilişkin düşünceler

-
Aa
+
a
a
a

Milat Bülent Kılıç, 19 Mayıs tarihinde Azerbaycan sınırındaki Culfa kasabasına yakın bir bölgede geçirdiği helikopter kazasında yaşama veda eden İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin kaza haberlerine değiniyor.

""
Fotoğraf: Masoud Vaez

Geçen hafta başında, bir anda bütün dünya İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Reisi’yi de taşıyan helikopterin yere çakıldığı ve helikopterin yerinin kaybedildiği haberleriyle çalkalanmaya başladı. Reisi ve beraberindeki heyet, üç helikoptere doluşmuş olarak Azerbaycan - İran sınırında iki ülkenin ortaklaşa inşa ettiği bir barajın açılışından dönüyorlardı. Spekülasyonlar başladı, saatlerce sürdü ve derken Reisi’nin yanı sıra aralarında Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın, Tebriz Cuma Camisi İmamı Ayetullah Ali Haşimi’nin ve Doğu Azerbaycan Eyalet Valisi Melik Rehmeti'nin de bulunduğu bir grup insan öldü.

Olayın ilk anından başlayarak çelişkili haberler geldi. ‘Heyet helikopterden indi, karayoluyla dönüyordu’ bile dendi. Helikopterin içindeki insan sayısı değişti durdu. Helikopter çakıldı dendi, sert iniş yaptı dendi, çakılınca patladı dendi. Dendi de dendi… Daha çok şey söylenecektir. 

Bütün dünya İran uzmanı oldu, bütün dünya uluslararası ilişkiler ya da güvenlik uzmanı oldu, helikopter uzmanı bile oldu. 

Türkiye’de ise merkez medya olayın ardından yaptığı tek yanlı haberlerde, İran halkının kaygılı halinden, üzüntüsünden, yasından söz edip durdu. Tabii ki bu, kısmen doğruydu. Gerçekten de halkın Rejim’e yakın bir bölümü kaygılıydı, giderek yas da tutmaya başladı. Ama öteki kesimi de sevinç içindeydi. İran da Türkiye gibi toplumsal kesimler arasında derin uçurumlar barındıran bir ülke ve toplumun yarısının sevinçten göklere uçtuğu bir şey öteki yarısı için büyük bir acıya ya da kaygıya neden olabiliyor. Bu olayda da öyle oldu. İran halkının tamamı yas falan tutmadı. Bir kısmı da havai fişekler attı, helva kavurdu, baklava dağıttı. O gün tatlıcılar, pastaneler satış rekorları kırdı. Hatta deniyor ki, İran halkının muhalif bölümü Kasım Süleymani öldürüldüğünde bile bu kadar sevinmemişti.

Bu anlattıklarım, buradan bakınca kimilerine inandırıcı gelmiyor olabilir ama programlarda aktardım: Geçen yıl İran Milli Takımı yenildiğinde de halkın büyük bölümü sevinç gösterileri düzenlemişti. Üstelik yalnız İran’da değil, dünyanın neredeyse her yerinde.

Dediğim gibi, bu helikopter konusu daha uzun zaman konuşulacak ve tartışılacaktır ama İran’ı kendince gözlemlemeye çalışan biri olarak ben de görüşlerimi aktarmak isterim, dediklerimin ukalaca bulunmamasını rica ederim. Sonuç olarak ben bütün yaşamını, bütün kariyerini uluslararası ilişkilere adamış biri değilim ama gözlemlerim var ve bir de tabii söylenenler, öne sürülenler var.

Evet, söz konusu olay gerçekten kötü hava koşullarından da kaynaklanmış olabilir. Bütünüyle doğal gerekçelerle yaşanmış sıradan bir kaza olabilir. Öte yandan, teknik bakımsızlık, özensizlik, kontrolsüzlük nedeniyle de meydana gelmiş olabilir. Çünkü İran, çok uzun yıllardır birçok yaptırımla baş başa bırakılmış durumda ve bu da kimi teknolojileri gerektiği gibi ve zamanında yenilemesine, değiştirmesine engel olabiliyor. Bunlar tamam. Bunların çoğunu geçtiğimiz hafta boyunca duyup durdunuz ama söz konusu ülke İran olunca ve söz konusu kişi de Reisi olunca işin içinde bir tuzak var mı, bir sabotaj var mı diye düşünmek zorundayız.

Ne yazık ki bu olasılığı yabana atamayız. Peki niçin?

Kimi yorumcular, Hamenei’nin koltuğunda geçirdiği süre boyunca gerçekten anlaşabildiği, tamı tamına iyi bir iletişim ve uyum içinde olduğu tek Cumhurbaşkanının Reisi olduğunu söylüyor. Hamenei’nin yaşlı ve birçok hastalığı olan biri olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, birçokları, yaşasaydı Reisi’nin Hamenei’den boşalacak yere oturacağını düşünüyordu. Reisi’nin ölümüne neden olan olayın bir sabotaj sonucu olma olasılığını güçlendiren gerekçelerden biri bu. Hemen şunu da eklemek gerekir: Hamenei’nin oğlu da babasından boşalacak koltuğa oturtulacak kişi olarak düşünülüyor birilerince. Dolaysıyla, öyle ya da böyle bir düzen içi hesaplaşma olasılığı var. Tabi şunu da hatırlayalım: Rafsanacani de Rejim için değerli biriydi. Buna karşın, gün geldi, rejim ona ve ailesine karşı da pozisyon aldı.

Bu konuda bir iki şey daha eklemekte yarar var. Kimi uzmanlara göre, bu helikopterlerde, biri çok yüksek korumalı olmak üzere iki CPRS bulunuyormuş. Bunlar ise 70 ile 100 saat kadar sinyal yayabiliyormuş. Oysa, daha ilk dakikadan başlayarak sinyal akışının kesildiğini biliyoruz ya da en azından bu bilgiyi doğru kabul ediyoruz.

Reisi, uzun yıllar yargı teşkilatının yüksek konumlarında görev almış ve bu dönemde birçok idam cezasına imza atmıştı. Kimi yorumcular, onun yargı üzerindeki etkisinin bu görevi bıraktıktan sonra da devam ettiğini söylüyor ve bu nedenle onun bugüne kadar ki bütün idamlara bir biçimde dahil olduğunu öne sürüyor. Bu ne demek? Bu, Reisi’nin ‘Rejimin şahin kanadı’nın en güvenilir insanlarından biri olduğu, kendini kanıtlamış biri olduğu anlamına gelir. Bir yabancı ülke tarafından hedef olarak seçilmiş ise bu da bir başka gerekçe olabilir.

Ben de programlarımda bir ara uzun uzun üzerinde durmuştum. Geçen yıl İran ile Azerbaycan arasında çok büyük gerilimler oluştu. Bir İranlı’nın Azerbaycan’ın Tebriz Konsolosluğu’nu basıp, birkaç görevliyi öldürmesinin ertesinde su yüzüne çıkmıştı bu gerilim. Derken Azerbaycan, İran istihbaratıyla ilişkileri olduğu ve darbe hazırlığı içinde oldukları kuşkusuyla altı Azeri vatandaşını tutuklamış, İran'ın Bakü Büyükelçiliği’nde çalışan dört diplomatı da ‘istenmeyen kişi’ ilan etmişti. Konsolosluk baskınında ölenlerin cenaze töreninde Azerbaycanlı ve İranlı güvenlik güçleri arasında bir itiş kakış yaşanmış, iki ülke neredeyse savaşın eşiğine gelmişti. Bu olaydan birkaç ay önce de İsrail ile Azerbaycan ve İsrail ile Irak Bölgesel Kürt yönetimi arasında güvenlik anlaşmaları imzalanmıştı. Şimdi, bir baraj dolayımıyla da olsa, hele de böylesi bir dönemde, İran ile Azerbaycan’ın ilişkilerinin normalleşmesi de İsrail’in işine gelmeyecektir. Buna bir de birkaç hafta önce İran makamlarının kendimizi daha fazla tehdit altında hissedersek nükleer silah üretmek zorunda kalabiliriz ve buna yakınız yollu açıklamalarını da eklemek gerek.

Son günlerde helikopter olayının bir kaza değil de bir sabotaj ya da saldırı olduğunu söyleyenlerin sayısı birden arttı. Bu iddiaların sahiplerinin çoğunlukla rejim karşıtı çevreler olduğunu söylemek gerek. Kimi, helikopterin kuyruk pervanesine gökyüzündeki bir başka araçtan ateş edildiğini, kimileri roketle saldırıldığını, kimileri de daha önce yerleştirilmiş bir patlayıcının helikopter istenen konuma ulaştığında patlatıldığını öne sürüyor. Dediğim gibi, bu spekülasyonlar bitecek gibi değil ama gelin biraz daha geriye gidelim ve benzer birkaç olaya göz atalım.

29 Eylül 1981'de İran Hava Kuvvetleri'ne ait bir C-130 askeri kargo uçağı, İran'ın Kehrizek kenti yakınlarında bir atış poligonuna düşmüş, bu olayda aralarında eski Savunma Bakanı Javad Fakuri, Savunma Bakanı Musa Namcu, General Veliullah Fellahi ve dönemin Devrim Muhafızları Birliği’nin komutanı Muhammed Cehanara’nın da bulunduğu 80 kişi ölmüştü. Bu olayla ilgili de epey spekülasyon söz konusu olmuş, kimileri teknik bir arıza demişti. Ama Humeyni, Halkın Mücahitleri Örgütü’nü suçlamıştı.

2006 yılında İran - Irak savaşında önemli görevler üstlenen ve Devrim Muhafızları Komutanı olan Ahmed Kazemi’nin de uçağının Urmiye yakınlarında bir hava alanına inerken kaza sonucu düştüğü söylenmişti. Ancak olaydan yıllar sonra önce Türkiye’ye, ardından da ABD’ye kaçan İranlı bir komutan, Kazemi’nin Rusya’nın İran üzerindeki nüfuzunun genişlemesinden duyduğu rahatsızlık nedeniyle suikasta uğradığını iddia etmişti. Yani bu olayı Rejim içi bir hesaplaşma olarak nitelemişti.

Bir uçak kazası ile ortaya çıkmayan ama kuşku uyandıran başkaca birçok ölüm de var. Bunlardan biri de Savunma Bakanlığı Elektronik Endüstrisi Genel Müdürü Hossein Nili Ahmadabadi'nin 1989 yılındaki ölümü olmuş. Ahmedabadi ölen Reisi’nin damadının da babasıymış. Daha ‘hastalıktan öldü’, ‘kazara kendini vurdu’ denen birçok önemli yetkili ve komutan olduğunu da belirtmekte yarar var.

Eklemek istediğim iki öğe daha var. İlki şu: Helikopterin enkazının görüntülerini ben de izledim. Sahiden de birilerinin iddia ettiği üzere, uçağın kuyruk kısmında en az bir tane kurşun deliğine benzer delik gözüküyor. Ama bu, patlayan bir parçanın savrulmasıyla mı oluşmuştur, bilemiyorum.

İkincisi de şu: Kimse bu diyeceğimi açık açık söylemedi ama bunu ima etti bence; bu sonradan inkar edilmeye başlandı ama başlarda helikopterin enkazını bulan İHA’nın Türkiye’den kalktığı söyleniyordu. Olay yerine ilk ulaşanlar da Türkiye’den iktidara yakın bir televizyon kanalının muhabirleriydi. Yorumcular bu serendipity’e, bu ‘mutlu rastlantı’ya da dikkat çekiyorlar.

Dediğim gibi, bu olay daha epey bir süre kamuoyunun gündemini meşgul edecektir ve bakalım neler ortaya çıkacaktır.