“Ülkede şeffaflık yok”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge’yle Ekonomi Politik’te mevcut hükümetin süreç içinde benimsediği politikaları ve halkla ilişkisini konuştuk.

Ekonomi Politik 03 Nisan 2023
 

Ekonomi Politik 03 Nisan 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.) 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ali Bilge: Yine gündemi yoğun bir hafta.

Ö.M.: Çok yoğun. Özellikle de iklim değişikliği konusunda son araştırma fevkalade endişe verici. 2050’ye kadar okyanusların derin diplerindeki bütün akımların tersine dönebileceği, bunun da bütün yeryüzünü allak bullak edeceği yolunda çok ciddi bir araştırma yayınlandı.

A.B.: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan da ABD’ye bir ziyaret yapıyor. Sıfır Atık Projesi’ni Türkiye’de sahiplenen kişiymiş. Birleşmiş Milletler genel kurulunda da bu konuda bir konuşma yapmış. Haberi duyunca, depremin ilk haftasında deprem bölgesini ziyaret eden üst düzey BM yetkilisinin sözleri aklıma geldi. BM yetkilisi, deprem sonucu ortaya çıkan enkazın oluşturacağı 100 milyon ton moloz ve atıktan söz etmişti. Muhtemelen bu rakamı yukarı doğru da revize etmişlerdir. Deprem sonrası bölge, Hiroşima’ya Dresden’e benzer hâle gelmişken, Cumhurbaşkanımızın eşi sıfır atıktan bahsediyor. 

Deprem önce de Türkiye’nin, atık ithal eden bir ülke olduğunu, bir gemi söküm diyarı olduğunu, bütün zehirli çöplerin yeniden imalata girdiği bir ülke olduğunu, üstelik bu atıkları işleyip, yeniden dolaşıma girsin diye şirketlere teşviklerin verildiğini biliyoruz. Ülke bu haldeyken, Emine Erdoğan’ın sıfır atık misyonu ile ABD-BM ziyareti dikkat çekici. Ülke tamamen bir atık deposu haline gelmiş durumda. İnsanın, bu konuşmayı yaparken ülkesindeki durumu görmezden gelmesi, atık, çöp ve molozlar üzerine uygulanan politikaları gözden geçirmemesi hayret verici . Siz, okyanuslardaki durumu değinince Emine Hanım’ın ziyareti aklıma geldi.

Ö.M.: Çok iyi ettiniz yani BM genel kurulundaki ‘Sıfır atık özel oturumu’nda yaptığı konuşmada, ben de şimdi baktım sizin uyarınız üzerine TC Cumhurbaşkanlığı sitesinden. “Hiçbir meseleye kayıtsız kalmadığımız gibi çevre sorunlarında da çözümün bir parçası olma kararlılığımızı sürdürüyoruz” demiş. Yani sırf Aliağa rafinerisinde dünyanın en büyük asbest kaynaklarından biri olan Sao Paolo gemisinin parçalanması, sökülmesi son anda engellenmişti bakanlığın çalışmalarına rağmen, ona engel olan çevrecilerin etkisiyle olduğu, onun için de çok tuhaf yani. 

Ö.Ö.: Bir de bu şimdi geri dönüşüm denilen şey de büyük oranda bir aldatmaca aslında çünkü çöpleri toplayan şirketlerin daha çok yakılıyorlar yani geri dönüşüm kısmı son derece düşük. Ayrıca yüksek miktarda plastik özellikle tek kullanımlık plastikler de var, bunlar yakıldığında bir dizi kimyasalla da tabii atmosfere salıyorlar. Türkiye’nin esas geri dönüşüm dediği süreç maalesef böyle işliyor. Bundan da enerji üretiyorlar, geri dönüşüm dedikleri çöp yakarak üretilen enerjiye yenilenebilir enerji diyorlar bunlara. Zaten belediyelerin CHP’li belediyeler de dahil olmak üzere çöplerini toplayan ve bunları geri dönüştürmek üzere toplayan taşeron şirketler var ve bunlar aynı zamanda kömür şirketleri de. Böyle ilişkileri var yani. 

A.B.: Evet, bu konu derin bir konu ve yıllardır böyle, Antalya için bu meseleyi biraz inceledim, konuya ilişkin başlı başına birkaç program yapılması gerekiyor. Türkiye’nin çöp endüstrisi, çöp ticareti, sanayisi ve sektörün arkasındaki yapılar, çok önemli bir konu, bu ülkenin cürufları ve çöpleri.

Önümüzde seçime kadar kritik geçeceği anlaşılan 40 gün var, silahlı, silahsız saldırılar artıyor, sert ötesi üsluplar kullanılıyor, iktidar sahiplerinin sözleri davranışları sertleşiyor, hırçınlık artıyor. İktidarı ve çevresini, 21 yıl sonra gücü kaybetme korkusu endişelendiriyor. 

9 Nisan’da partilerin ve ittifakların vekil aday listeleri kesinleşip, YSK’ya verilecek. Seçim tarlası, mayın tarlası gibi, seçim güvenliği üzerine çok ciddi endişeler yaşıyoruz. Önceki gün Yüksek Seçim Kurulu eleştirilmeyecek anlamına gelebilecek bir beyanname çıktı. YSK’yı, medyada, sosyal medyada eleştirenlere göz dağı veren bir bildiri yayınladı . İçinde bulunduğumuz netameli bir süreçte, çok dikkatli olmak gerekiyor. 

Bir ülkede seçimlerin yapılıyor olması demokrasi anlamına gelmiyor, ayrıca seçimler yapılıyor ama nasıl, ne şekilde yapılıyor? Tereddütler ve endişelerle seçimlere gidiyoruz. Muhalif parti ve ittifakların, çok uyanık ve alarm hâlinde olması, sağlam durması gerekiyor, çünkü önümüzdeki seçimler, normal seçimler değil. Bu nedenle, muhalif tüm partilerin aday listeleri belirlenirken ittifaklar içinde kalarak çok iyi analiz etmeleri gerekiyor. Seçimlere ittifakların tek listeyi zorlaması gerektiğini, ayrı girmenin sakıncalarına, hep değiniyoruz. Eğer, Cumhur İttifakı ve muhalif ittifaklar arasında muhalefet lehine ciddi fark olmazsa, sorunlar çok büyüyor. Seçimlerde, tarafların yakın sonuçlar elde etmesi, 49-51 gibi, kafa kafaya gelen sonuçların olduğu ülkelerde seçim sonrası yaşananlara bakmakta fayda var. Brezilya’da, ABD’de, seçim sonrasında yaşananları hatırlamak gerekiyor. Özellikle muhalif ittifaklarda iller bazında atık oylara sebebiyet vermeden listelerin hazırlanmasına - ki zaman da daraldı 3-5 gün kaldı- özen gösterilmesi gerekiyor. 

Türkiye için bu hususta 1977 seçimlerini hatırlatmak isterim. 1977’de ülkede bugünkü gibi bir rejim yoktu, farklıydı, daraltılmış 1961 anayasası ile yönetiliyorduk, ülke içinde silahlı çatışmalar oluyordu ama bağımsız yargı söz konusuydu. Bana göre, 1977 seçimlerinde devrimci, sosyalist sol ile dönemin sosyal demokrat CHP’si arasındaki ilişkilerin iyi tanzim edilememesinin büyük bir bedeli olmuştur. CHP birinci parti ve yüksek oy almasına rağmen, sanıyorum 214 milletvekilinde kaldı, tek başına iktidar olamadı, o zaman TBMM’deki çoğunluk 226’ydı. Bu rakama ulaşmak için diğer partilerde meşhur vekil transferleri gerçekleştirilerek bir hükümet kurulabildi. Halbuki o dönemde Türkiye’de, önemli ölçüde kitleselleşmiş, gelişmiş devrimci sosyalist hareketler vardı. İşte bu hareketler ittifaklar manzumesini anlayamadılar, bugün olduğu gibi o zaman da doğru değerlendiremediler. Geriye dönüp daha uzun bir hatırlatma yapmak, dönemi anlatmak mümkün ama zaman yetmez, daha sonra 80’lerin ikinci yarısında, gazeteciliğe atıldığım ilk yıllarda, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile bu konuda şahsen görüşmelerim de olmuştu.

İttifak meseleleri, olağanüstü dönemler yaşanırken çok titizlik gösterilmesi gereken hususlardır. O dönemde hatırlayalım, 1 Mayıs mitingleri 300-400 bin kişiyle gerçekleşiyordu. Yükselen sosyalist ve devrimci hareketin, sosyal demokrat hareketle ilişkileri tanzim edilebilirdi. Türkiye, 1977 seçimlerini sosyal demokrat hareketin tek başına kazanmış olmasının nimetlerini yaşayabilirdi. 1980’e kadar ve sonrasında neler yaşadığımız hepimizin malumu.

Bu nedenle, önümüzdeki 40 gün çok önemli, dünyanın gözü de burada, inanır mısınız? Malezya’dan bile arandım yani! ‘Türkiye ne olacak?’ diye. Türkiye’nin geleceği, dünya açısından da önemli. Yukarıda Rusya- Ukrayna savaşı var, aşağıda Suriye’de Irak’ta durum belli var. Türkiye’nin istikrarsızlık haznesi içine girip girmeyeceği, dünya içinde çok önemli. İstikrarsızlık mı, otokrasi mi, demokrasi mi? Terazide hangisi ağır basacak? 85 milyonluk, dünya kapitalizmine şu ya da bu şekilde entegrasyonu olan ülkenin geleceği, doğusuyla, batısıyla herkesi ilgilendiriyor. Çok dikkatli izlenmesi gereken bir dönemdeyiz, önümüzdeki 40 günün programlarını, sanıyorum büyük ölçüde bu konulara dikkat çekerek yapacağız. İttifakları, partileri testi kırılmadan önce ikaz etmek gerekiyor. 

Türkiye’de yüzbinlerce insan hapishanelerde, önemli bir bölümü de siyasi hükümlü ve tutuklu. Türkiye tarihinde af olarak isimlendirilen düzenlemelere değinmek istiyorum. Cumhuriyetin kurulmadan öncesinden itibaren, çok sayıda genel af uygulandı, sayısız mali ad ve imar, öğrenci, vergi, mal beyanı affı oldu. Dünyada en fazla af çıkaran ülkelerden biriyiz, bizden sonra kıta Avrupa’sında İtalya geliyormuş, sonra Fransa. İngiltere ve Amerika bu konuda daha tutucu. 

Siyasi nedenlerle hiçbir suçu olmadan yatan insanlar var hapishanelerde, bu konuda Millet İttifakı’nın tavrı önemli. AKP döneminde çıkarılan afların büyük bir çoğunluğunda uyuşturucu, mafya liderleri çıktı, teröristler, cihatçılar, Hizbullahçılar serbest bırakıldı, bu aflarda siyasi tutuklu olanlar kapsam dışında kaldı. Yeni bir iktidar değişiminde, seçimlerde olası bir iktidar değişiminde bu konu ivedilikle ele alınmak durumunda. Buna ilişkin düzenleme bugünden hazır olmak durumunda. Millet ittifakının bu konuya ilişkin programlarına baktım, AİHM kararlarının uygulanacağını söylüyor, birkaç kez Kılıçdaroğlu’ da bu konuyu gündeme getirdi. Tabii ki bu düzenlemenin adı siyasi suçlulara af yasası değil, özür yasası olmalı, bunu bugünden söylemeliyiz. Osman Kavala’nın, Selahattin Demirtaş’ın, onbinlerce “siyasi suçlu” diye adlandırılan insanlar affedilmez, onlardan özür dilenir, bu düzenlemenin adına dikkat etmek gerekiyor. 

HDP’nin 6 bin yöneticisi tutuklu vaziyette, 16 bin kişi gözaltına alınmış, sayısız saldırılara uğradıklarından da söz etmiyorum. Türkiye’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın başına gelenler ortada, CHP il başkanı Canan Kaftancıoğlu siyaseten yasaklandı. Milletvekilleri hakkındaki dokunulmazlık dosyalarının ve fezlekelerin sayısı, son 4 yılda meclis tarihinde hiçbir zaman görülmemiş boyutlara ulaştı. Dosyalarda CHP’de, HDP de var. Düzeltilmesi gereken düzenlemelerden bir diğeri de belediyelere kayyum atamaları. 2019 yerel seçimlerinde HDP’nin kazandığı belediyelerin, 65’ne kimine mazbataları verilmedi kiminin yerine, 50’ye yakını olması lazım kayyum atandı. Seçilen bu insanların pek çoğu da tutuklandı, hapisteler. Seçilmiş insanlara görülen bu revanın, uygulamanın sona erdirilmesi gerekiyor. İBB Başkanı İmamoğlu 2 yıl 7 ay hapse mahkum edildi, Canan Kaftancıoğlu siyasi yasaklar kapsamına alındı, pek çok İyi partili için fezleke düzenlendi. 

Muhalefetin, af-özür düzenlemelerine ilişkin tutumunu ittifak olarak beyan etmeleri gerekmektedir. AİHM kararlarının, Anayasa Mahkemesi kararlarının geciktirilmeden uygulanması için gerekli düzenlemenin bugünden hazır olması lazım. Ayrıca şunu da hatırlatmak isterim. Ömer Madra bunu çok iyi hatırlar. 1973’te Türkiye’de seçimler oldu, benim hayatımda ilk gittiğim miting, CHP’nin 1973 Tandoğan mitingidir. O mitingde sürekli siyasi nedenlerle hapiste olanlar için af dile getiriliyordu, hiç unutmuyorum sloganalar af ve özgürlük üzerineydi. 1974 yılında CHP-MSP koalisyonu kurulduğunda, Ecevit başkanlığında kurulan hükümet af yasasını gündeme getirdi ama koalisyon ortaklarından MSP, sözünde durmamış ve “siyasi suçluları” kapsam dışında bırakmıştı.

Ö.M.: Evet. MSP fakat Ecevit onu reddedip bütün siyasi suçluları da kapsayacak hale getirdi, genel af haline getirdi.

A.B.: Şöyle olmuş, kanun tasarısı millet meclisinde kabul edilmiş, ancak tasarı -o zaman TBMM, Millet meclisi ve Cumhuriyet Senatosundan oluşuyordu- senatoda Erbakan, Demirel’in “komünistleri affedemezsin” sözlerine takılıp çark etmiş, kapsam dışına alınmış ama daha sonra CHP bunu Anayasa Mahkemesi’ne götürmüş.

Anayasa Mahkemesi 2 Temmuz 1974’te kanunun eksik bulup, bir anlamda düzeltilmesini sağlamış, dolayısıyla o güne kadar sol siyasi tutuklu ve hükümlüler hapishanede kalmışlar, adi suçlular serbest bırakılmış. 1974 affında 1164 hükümlü 2030 tutuklu serbest bırakılmış. 1974‘ü neden hatırlattım, neden söylüyoruz? Benzer bir durum yaşanmasın diye söylüyoruz, testi kırılmadan bu konuda önlem alması gerektiği için söylüyoruz. Olası bir iktidar değişikliğinde ilk hayata geçirilmesi gereken düzenlemelerden ilki bunlar olmalı. 

Ö.Ö.: Ömer bey acaba bu af yasasından yararlanmış olma ihtimaliniz var mı? 

Ö.M.: Hatırlamıyorum.

A.B.: Yararlandı tabii! 

Ö.M.: Bazı insanlar öyle yaptı evet.

A.B.: İlk katıldığım Tandoğan mitinginde, “Af isteriz, özgürlük isteriz” diye bağırırken, özgürlük istediğim kişilerden birisi de meğer Ömer Madra’ymış! 1974 affında yaşanan haksız, anormal durum hatırlanmalı! Yarın olası iktidar değişikliği olduğunda, 74 kulağa küpe olsun, beklentimiz iktidar değişikliği olması, umarım bu şekilde gerçekleşir.

AİHM’deki durumumuza da bakalım. 15 binin üzerinde başvuruyla Rusya’dan sonra AİHM’de en fazla davası ikinci ülkeyiz. İfade özgürlüğü konusunda birinci sıradayız, son 5 yılda özgürlüğü en fazla ihlal eden ülkeyiz. İşte böyle bir tablo ile seçimlere gidiyoruz. Araştırmacı Hüseyin Demir’e göre 1.1.2023 tarihi itibariyle Türkiye’de çocuk, kadın, kapalı, açık, gençlik, 399 ceza infaz kurumu bulunmakta. Buralarda 298.975 hükümlü 42.522 de tutuklu bulunuyor, kapasitenin üstünde insan barınıyor. 

Geçen yıllarda AKP’nin şahsa özel çıkardığı afları da biliyoruz, Alaattin Çakıcı başta olmak üzere. Bugün muhalif ittifakların, olası bir iktidar değişiminde ellerinin altında bugünden bulunacak ilk düzenlemelerden birinin, siyasi tutuklulara ve hükümlülere “özür yasası” olmak durumundadır. Biz ikaz edelim, görevimiz ikaz etmek. Bu konuya, vaktimiz kısıtlı olduğu için bu kadar değinelim.

Bu ülkede hiçbir alanda bilgi güvenliği yok. Depremde ölen insan sayısını gizliyoruz, bilmiyoruz, hep söylüyorum hukuk devletinin olmadığı yerde veri ve bilgi güvenliği yoktur. O kadar çok, yanlış ve yalan bilgi üzerinde oturuyoruz ki, bir iktidar değişimi olduğunda o kadar çok doğrulamalara ihtiyacımız olacak ki… Adeta bunlar için doğrulama birimi olması lazım. Her alanda, ekonomide, bütün sektörlerde…

Ö.Ö.: Tabii işsizlik ve enflasyon konusundaki tartışmalar, covid döneminde ölenler, vs.

Ö.M.: Ama en önemlisi covid ve bir de…

Ö.Ö.: Deprem…

Ö.M.: Şüphesiz deprem çünkü bayağı dünya DSÖ başta olmak üzere…

A.B.: İklimle ilgili bilgiler de..

Ö.M.: Aynen öyle ve Uluslararası Sağlık Örgütü’nün bizzat yetkililerinin söylediği gibi “90 bin filan olabilir ölenlerin sayısı belki 100 bini de aşabilir” dediği dönemde 50 binde takılı kaldı ve son verilen rakam da haftalar önceydi. O konuda da büyük bir muğlaklık var yani.

A.B.: Her alanda yalan-yanlış bilgi üzerine oturuyoruz. Ayrıca bilgilerin doğrulanması, nasıl hareket edileceği belirlemek içinde gereklidir. Doğru bilgi üzerine hareket edersin, siyasa oluşturursun, önlem alırsın, düzenleme yaparsın. Ayrıca Türkiye, gizli sözleşme ve protokoller ülkesi de oldu aynı zamanda, bunları da bilmiyoruz. Hep dile getirdik, Diyanet İşleri Başkanlığı merkezde olmak üzere, bütün bakanlıklar ve genel müdürlüklerle protokol yapıyor, ilçe müftülükleri ilçe milli eğitim müdürlükleri ile protokol yapıyor bu ülkede. Tüm kamusal alanlarda yapılan protokoller, yalan ve yanlış bilgilerin ortaya çıkarılması da ilk işlerden biri olmalı, çok iş var olası iktidar değişiminde. 

Deprem için gereken kaynak ihtiyacı belirginleşmeye başladı, uluslararası kurumlar, akademik yapıların yaptığı araştırmalara göre deprem nedeniyle milli gelirin en az %12’si kadar kaynağa ihtiyacımız var. Deprem öncesinde de zaten feci durumdaydık, feci duruma depremin doğurduğu ihtiyaçlarda eklendi. 

2 yıldır, ülkeye maliyeti gizlenen kur korumalı mevduat uygulaması (KKM) var. KKM’deki maliyetini, uzman arkadaşlarımızın çabasıyla, Merkez Bankası genel kurulundaki bilançolardan öğrendik. Bilançoya göre, Hazine, KKM için 92,5 milyar TL ek faiz ödemesi yapmış, Merkez Bankası’ da 89.9 milyar TL. ödemiş Vergi istisnaları ile birlikte toplam maliyet 200 milyar TL. Bu miktar para mevduatı açan hesaplara geçti. Milli gelirin %9.3’ü bu hesaplara aktarılmış durumda. Bakın depremin iç ve dış finansman ihtiyacı milli gelirin %12’si, KKM’a aktarılan para, zengine aktarılan para, GSMH’nin 9.3’ü. Düşünebiliyor musunuz?

Ö.M.: Bunların açıklaması da yapılmadı. İşte yani Maliye Bakanı “gayet iyi gidiyor” filan diye konuşabiliyor. Her durumda şunu da Ziya Paşa’nın Terkîb-i Bendi’nden bundan 150 sene önce, ne kadar önce olduğunu hatırlamıyorum ama “en ummadığın keşfeder esrar-ı derunu, sen herkesi kör alemi sersem mi sanırsın?” mısraları Terkîb-i Bend’ten çok net yani ‘en ummadığın senin iç yüzünü keşfeder sen herkesi kör, halkı sersem mi sanıyorsun?’ diye giden Terkîb-i Bendi’ni hatırlamamak mümkün değil. 

A.B.: Genç Osmanlar içinde yer alan Ziya Bey’dir, sonra Paşa unvanı almıştır. Osmanlı tarihinde ilk gizli cemiyettir Genç Osmanlar. KKM ‘de kaç hesap var? KKM’ye giden 2 milyon hesap var ama mevduatın dağılımı önemli. Türkiye’de toplam mevduatın %70’i toplam mevduat hesaplarının binde yarımında bulunuyor. 1 milyon üstü hesaplar 782 bin kişide. Biz bu 1 milyon üstüne, bu bölümün dağılımı da çok önemli, yoğunlaşma 10 milyon üstü, 50 milyon üstünde. Dolayısıyla az sayıda zengine bir kitleye, milli gelirin 9.3’ünü vermişiz. Ne için? İşte Türk modeli dedikleri buydu. Faiz yükseltmeyeceğiz dediler, çuvalladılar, KKM’deki üst faiz sınırını da kaldırdılar. 

Her şey bir keşmekeş içinde, KKM ye ödenen faizin merkezi bütçe üzerinde muazzam bir yükü var. Türkiye’nin kamusal borçları, kamu bankaları bir gayya kuyusu haline geldi, içinden çıkılmaz halde. 90’lı yıllar boyunca kamu görev zararları dediğimiz, halının altına süpürülen zararlar, 2001’de patladı ve büyük bir cerahat ortaya çıktı. Kamu ve özel banka borçlarıyla birlikte 2001 krizi yaşandı. Bu zarar da geniş toplumsal kesimlerin üstüne yüklendi. Çıkış için toplumun büyük kısmına ağır bir program uygulandı, o ağır programla Türkiye’nin dengesi bozuldu, orta sınıf yoksula, yoksul açlığa indi, bugün yaşadığımız gibi. Bu ağır program sonucu siyasal kırılma AKP’yi doğurdu, 20 yıldır da onunla meşgul oluyor Türkiye.  Uluslararası çalışma örgütünün açıkladığı rapora göre deprem bölgelerinde 658 bin çalışan kişi işinden oldu, geçimini sağlayamayacak duruma düştü. Biz bu rakamı Çalışma Bakanlığı’ndan alabiliyor muyuz? 

Ö.M.: Hayır alamıyoruz.

A.B.: İşkur’dan alabiliyor muyuz? Hükümetten bir yetkili açıkladı mı? Her yer her alan böyle.

Ö.M.: Opaklık ve şeffaflık yok maalesef. Süreyi de bitirdik ama ben Terkib’i Bend’ten bir iki mısra ile bitireyim izin verirseniz eğer. 

“Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın. Ey gonca bu cemiyeti her dem mi sanırsın?” diye bitiyor: “Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın ey gonca, bu topluluk hep böyle yanında olacak mı sanıyorsun?” diyor.