“Rant ve yolsuzluk iktidarların sürdürülmesinde, demokrasiden vazgeçilmesinde en önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik programında Ali Bilge, gündeme dair görüşlerini Açık Radyo dinleyicileriyle paylaştı.

Ekonomi Politik: 16 Aralık 2019
 

Ekonomi Politik: 16 Aralık 2019

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali bey!

Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, Can merhaba, Selahattin merhaba! Herkese iyi yayınlar, iyi haftalar!

Can Tonbil: Günaydın efendim, sabah şerifleriniz hayırlı olsun!

ÖM: İyi haftalar size de, bayağı yoğun bir haftaya daha girmiş olduğumuz, her zamanki artık geleneksel oldu, ekonomide de fevkalade kaygı verici olarak nitelendirilen haberlerin bini bir para diyebiliriz dünkü ve evvelki günkü gazetelerden, geçen haftalarda da konuştuğumuza bakıldığı zaman bayağı ciddi şeyler çıkıyor ortaya. Özellikle mesela Ziraat Bankası’nın Simit Sarayı operasyonu gibi bir şey vardı dün konuşuluyordu, iktidara yakın müteahhitler ve batık şirketleri kurtarma operasyonlarında kullanılan kamu bankaları şimdi de yaklaşık 500 milyon dolar borcu olduğu iddia edilen Simit Sarayı’na el uzattı diyor. Kombassan vardı işte, Bera holding milyarlarca avro toplayan yasal düzenlemeye ilişkin itirafta bulunmuş. Hükümet ve yetkililer nezdinde sorun dile getirilmişti diyor. Ayrıca Birgün gazetesinde dün yanılmıyorsam “elektriği kesik bir tas yemeğe muhtaç milyonlar yarattılar” diyordu yılın ilk 9 ayında 4 milyon kişi elektrik ve doğalgaz faturası ödeyememiş, yardıma muhtaçların oranı da yüzde 4’e yakın yüzde 3.8 artmış, 14 milyon kişi de sosyal yardımla geçiniyormuş ki ürkütücü rakamlar yani.

AB: Evet, Türkiye’de özel sektörün içinde bulunduğu borç krizi malum, hep değiniyoruz kötü vaziyet tüm sektörlerde kendini hissettiriyor. Simit sarayını kurtarma vesilesiyle yeniden değinmeye çalışalım. Önce şunu belirtelim, özel şirketleri kurtarmaya dönük uygulamalar iktidara yakınlık ölçeğine göre yapılmaya başlandı, yapılan uygulamalarda bunu görüyoruz. Simit Sarayı isimli şirketin Ziraat Bankası’nın Girişim Sermayesi Ortaklığı tarafından çoğunluğunun satın alınması, bu şekilde bankanın şirkete ortak olması önceki benzer uygulamaları hatırlattı. Biraz önce söylediğiniz Kombassan’a ilişkin düzenleme, İstanbul Finans Merkezi’ndeki Ağaoğlu’nun yerine getiremediği yükümlülüğün Varlık Fonu tarafından alınması gibi pek çok uygulamayla karşı karşıyayız. Zor durumda şirketleri kurtarma   operasyonu yakınlık ölçüsüne göre yapılmakta, oysa özel sektörün önemli bir kısmı darboğazda ve batık durumda. Buna karşın özel sektör borçlarına ilişkin, özellikle döviz borçlarına ilişkin, bankalara olan borçlara ilişkin bir düzenleme ve uygulama bir türlü getirilemiyor. Kurtarılan ayrıcalıklı kuruluşlar içerisinde Simit Sarayı elbette çok dikkat çekici. Çünkü başından bu yana özelleştirmeci bir iktidarla  karşı karşıyayız.

Türkiye’de 1980’lerde başlayan özelleştirmelerin en yoğun uygulaması 17 yıllık AKP-Erdoğan iktidarında oldu. İktidar süreleri boyunca devletin ekonomik hayatta-üretim sektörleri içindeki yeri  “hiç olmasın” diye tarif edildi. Devlet, kritik sektörlerde telekomünikasyon, enerji gibi alanlarda olması gerekirken, bu gibi alanlarda pek çok ve yanlış özelleştirmelerin yapıldığına tanık olduk. Ve  özelleştirilen şirket ve sektörlerin çoğunluğu bugün büyük zorluklar içerisinde yaşıyorlar. 1980’lerde özelleştirme başladığında Sümerbank’ı ortaya atarak geliştirilen slogan şuydu ‘devlet ayakkabı ve bez üretmesin!’ Evet, devlet ayakkabı ve bez üretmesin ama Simit Sarayı şirketinin devlet bankasına geçmesinden sonra bugün simit satan bir devletle karşı karsıyayız, bir devletleştirme operasyonu karşı karşıyayız. Bu bir devletleştirme operasyonudur, Simit Sarayı’na devletin ortak olması.

ÖM: Evet bu çok önemli bir nokta, sizin söylediğinizin tam tersi yapılıyor aslında, bir de çevre ve şehircilik bakanının açıklaması var “afla yapı kayıt belgesi alan kamu kurumu taşınmazı sayısı 298 bin yani 300 bine yakın devlet kendi affına sığındı” diye verilmiş Birgün gazetesinin bugünkü manşetinden 300 bine yakın kamu binası imar affından yararlanmış ya da imar barışı.

AB: Neresinden tutsanız elinizde kalıyor, kamu ihlal ediyor ve kamu af çıkarıp, o aftan yararlanıyor.

ÖM: Evet.

AB: Simit satan bir devlete dönüşmüş olmak çok acı. Diğer taraftan şöyle bir durum var: Son ayların popüler yatırımcı Volkswagen’den son bir açıklama geldi: “Başka bir ülkeye yatırım yapma süreci içindeyiz” diyorlar, biliyorsunuz daha önce şunu demişlerdi Türkiye için “Savaşın eşiğinde bulunan bir ülkeye yatırım yapmayız” bu gelmeyen yabancı sermaye. Bir de giden yerli sermaye de var. Geçen hafta dikkatimi çekti, Türkiye’nin en büyük taahhüt şirketlerinden Tekfen Holding uzun yıllardır Azerbaycan’da iş yapıyor, Azerbaycan’daki Sokar şirketine yüzde 10 ortak olmuş. 100 milyon dolarını Türkiye’de yatırım yerine Azerbaycan’a ayırıyor. Bundan şunu anlıyoruz, dışarıda para kazanmış olan yerli şirketler Türkiye’ye para getirmiyor. Neden getirmiyor sorusunun cevabı belli! Hem yerliler hem de yabancı fiziki sermaye yatırımcıları ülkeye güven duymuyor. Yabancı sermaye gelmediği gibi Türkiye’den net bir çıkış da söz konusu oluyor, gelmesi gereken kaynaklar başka ülkelere gidiyor. Bakıyorsunuz, Türkiye’nin çok önemli otomotiv şirketlerinden, sanayi şirketlerinden Temsa üretimi durduruyor.

ÖM: Ekonomi konularında yazan Barış Soydan da T24’te yeni bir yazı yazmış “Simit Sarayı, Doğa Koleji, Temsa neler oluyor?” başlığında. Yani kriz bittiyse “Simit Sarayı’na el konulmasını, Temsa şirketinin haciz nedeniyle üretime ara vermesini, Doğa Kolejinde eğitimin durmasını, İnci ayakkabının zor duruma düşmesini nereye koyacağız?” demiş. O da önemli bir toparlama aslında bu dört şey, çünkü bugünkü gazetelerden birinde de Doğa koleji meselesi Cumhuriyet’te manşetti yine “100 bin aileye Doğa vurgunu!” diye bir başlıkla verilmiş.

AB: Bakın pek çok sektör çöküş yaşıyor, onları sıralamaya zaman yetmez, ayakkabı sektöründen tutun, enerji sektörüne kadar, reel sektörde bunalım had safhada. Ara sektörlerde, yan sanayide bunalımı sadece rakamlarla değil, gözle görüyoruz, konkordato ilan edenlere bakmak yeterli. Suni şeklide büyümeyi arttırmaya dönük yapılan işlerin, işte kamu bankaları kaynaklı, Merkez Bankası kaynaklı büyümeyi aktive edici işlerin de sonu geliyor, mesela büyümenin  ihracata dayalı kısmı da çöktü, ihracatın büyümeye katısı da negatif oldu, kriz dönemlerinde iç talep daraldığında ihracata gaz verir, yeni pazarlara açılır, durumun kurtarmaya çalışırsınız, ancak bunu da gerçekleştiremiyorsunuz,  ihracatın büyümeye katkısı negatif. Geçen gün TÜSİAD başkanı “Bu büyüme ortalamasıyla işsizliğe ilişkin bir mesafe alabileceğimizi zannetmiyorum” dedi.

Biraz önce söylediniz, 2019’un ilk dokuz ayında yaklaşık dört milyonu aşkın kişi elektrik ve doğalgaz faturasını ödeyememiş. CHP’nin hesaplamalarına göre yedi milyon işsiz var bu ülkede. Size bir iki rakam vereyim bu durumu destekleyecek, hane halkı borçları üzerine, Türkiye’de devlet borçludur, özel sektör borçludur, aileler borçludur- aileleri hane halkı diye nitelendiriyoruz. Merkez Bankası’nın finansal istikrar raporlarında hane halkı yükümlülükleri belli periyodlarla yayınlanır. Çarpıcı bir durum var, ailelerin toplam borcu 2013 Eylül’ünde 359 milyar TL imiş, yani bu insanlar çeşitli vesilelerle banka ve benzeri kuruluşlardan kredi alıyorlar, borçlanıyorlar, 6 yıl sonra hane halkı borçları 2019 Eylül’ünde 621 milyar TL’ye ulaşmış. Türkiye’de ailelerin borcu 100 milyar doları aşmış vaziyette .

ÖM: Yaklaşık 350 milyar liradan 621 milyara yani iki katına ulaşmış neredeyse?

AB: Evet, artış kalemlerine baktığınızda yoğunlaşmanın konut ve ihtiyaç kredilerinde olduğunu görüyorsunuz. Hanelerin en çok borcu 558 milyar lira ile bankalara, toplam borçlarının yüzde 90’ı. Ardından TOKİ geliyor, TOKİ ev yaptı, kredi verdi ya, oy depomuz oldu, malum  hayatımız TOKİ!

Aileler borçluluğunda üçüncü sırada varlık yönetim şirketleri bulunuyor. Zaman zaman bunu duyuyorsunuz, falanca banka tahsil edemediği alacaklarını yüzde 90 ıskontoyla falanca şirkete sattı, artık alacağı satın alan şirket tahsil etmeye çalışacak demek. Yani eskinin tefecisi varlık yönetim şirketleri oluyor, bunlar gibi çeşitli avukatlık bürolarıyla  tahsil edilmemiş alacakları takip ediyorlar.

ÖM: Tefecilik yapıyorlar.

AB: Evet, bankalar tahsil edemediği alacaklarından vaz geçiyor, ciddi oranlarda indirim-ıskonto yaparak satıyor, kırdırıyor, eskiden senet kırdırma vardı hatırlarsanız, benzeri bir durum. Varlık yönetim şirketleri bu alacakları normal tutarları üzerinden tahsil etmeye çalışıyorlar. Varlık yönetim şirketlerindeki ailelerin borcu hali hazırda küçük olmakla birlikte yıllar içinde hacim yüksek oranlarda artıyor. Aileler, hane halkları borçlarını da ödeyemiyor, ödeyemeyince, varlık yönetim şirketlerine alacaklar satılıyor. Hane halkının borç düzeyi ve ödeyememesi, doğalgaz ve elektrik faturalarını  ödeyememe durumuyla örtüşüyor, CHP’nin ortaya koyduğu 7 milyonluk işsizlik rakamını resme  eklediğinizde vahim tablo karşınıza dikiliyor.  

ÖM: Ben de ilavede daha bulunayım, CHP İstanbul milletvekili Gürsel Tekin de bugün T24’den gördüğümüze göre AKP iktidarı döneminde en az 100 milyar dolarlık imar vurgunu yapıldığını söylemiş. Yani İstanbul rant haritası çıkartmış, yani Erdoğan’ın Şehir Üniversitesi hakkındaki iddialarına değinmiş, yani “Şehir üniversitesine tahsis edilen arazinin 2,5 milyar TL değerinde olduğunu açıklamıştı Davutoğlu’nun da ilgili olduğu bir üniversite. Fakat bu bir damla kadardır AKP döneminde verilen rantın, TOKİ tarafından hazırlanan, bizzat TOKİ’nin hazırladığı, Toplu Konut İdaresi’nin tarafından hazırlanan ve örnek olarak zadece 74 projeyi esas alan bir rapora göre bu 74 projede haksız imar uygulamalarıyla tam 240 milyar liralık vurgun yapıldı. Biz bu raporu açıkladığımızda Sayın Erdoğan ağzını açıp bir kelime bile etmedi. Bizim yaptığımız İstanbul rant haritası çalışmasına göre vurgunun boyutu 100 milyar doları yani güncel kurdan 580 milyar lirayı buluyor” demiş. Sadece İstanbul’da yapılan vurgun eski parayla 580 katrilyon lira yani, çok ciddi bir İstanbul’un rant haritasını da görsel olarak paylaşmış.

AB: Akademik bir çalışmada yer almıştı, sanırım üç yıl önceydi, söyleyeceğim rakam üstelik son yılları da kapsamıyor. 2002 sonrası AKP’nin iktidar dönemini kapsıyordu, yanlış hatırlamıyorsam bu dönemde 1.1 trilyon dolarlık inşaat yapıldığı ortaya konuyordu.Bu 1.1 trilyon doların rant ve benzeri yüzdelerini siz hesaplayın artık. Bu hacimdeki inşaatın yarattığı rant nedeniyle iktidarı  bırakmamak için her şey yapılıyor, seçimler iptal ediliyor. Rant ve yolsuzluk, iktidarların sürdürülmesinde, demokrasiden vazgeçilmesinde en önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye 1.1 trilyon dolarlık inşaat yaptı ama bu kadar inşaatın yapılmış olması Türkiye’nin gelişmişlik düzeyini arttırmadı. İnşaatla belli dönemlerde obez büyüme sağlarsınız. Ayrıca bu kadar parayı, krediyi, borçlanmayı  ileri teknolojili sektörlere de yatırmadık, uluslararası düzeyde rekabet edebileceğiniz sektörlere girmedik, temiz enerjiye girmedik, kirli enerjiye, termik santrallere, kömüre girdik, vs. inşaata  yatırdık. Devran değişince de, uluslararası konjonktür değişince de Türkiye ekonomisinin girdapları ortaya çıktı, bakın büyüyemeyen bir ekonomi var, işsizlik feci  durumda, ittire kaktıra bir büyüme gerçekleştirmeye çalışılıyor, o da kamu bankaları kaynaklı, Merkez Bankası kaynaklı, John Ahmet’in devri daim makinesini çalıştırarak kamu kaynaklı bir büyüme sağlamaya çalışıyorsunuz. Bu nedenle kamu açıkları son yıllarda inanılmaz arttı, bakın önümüzdeki 10 aylık dönemde Aralık 2019 - Ekim 2020 arasında Hazine 148 milyar iç borç, ana para 80 milyar iç borç faiz ödemesi yapacak,  yekûn  228 milyar lira ediyor. Buna dış borç ödemelerini de eklediğinizde, yaklaşık 59 milyar TL,  yapmanız gereken dış borç servisi 288 milyar TL. Hazinenin durumu gittikçe vahimleşiyor kamu idaresinin durumu çok vahimleşiyor.  Zaten son zamanlarda yabancıların iç borçlanma senetlerine ilgisi de azalıyor. Yabancıların Hazinenin ülke içinde borçlanmak üzere ihraç ettiği iç borçlanma senetlerine ilgisi dışarıda ihraç ettiği Euro Bondlar gibi değil, yani sıcak paranın gelişinde azalma söz konusu.

Simit satan devletten borç manzarasına durum böyle. 4 milyon kişi elektrik faturasını ödeyemiyor, 7 milyonu aşkın işsiz var ve ailelerin bankalara olan borcu bu düzeyde ve ödenemeyen tüketici kredileri, haciz işlemleri misli katlara çıkıyor, şirketlerin borçlarına çözüm üretilemiyor, bankalara yükleniliyor, şirketleri kurtarma operasyonları seçilerek yapılıyor, yandaşlara tatbik ediliyor. Vaziyet böyle. Ülke ekonomileri zor durumda kalmaz mı kalır ama bu zor durum rant haritalarına konu olacak ölçüde kaynakların hiç edilmesinden ve ilelebet iktidarda kalma düşüncesinden kaynaklanıyorsa  durum farklıdır, zaten otoriter rejimlere geçilmesinin bir nedeni de budur.

Türkiye’de 28 Şubat sonrası süreçte, özellikle yurt dışında, İhlas, Yimpaş, Kombassan gibi islami dindar  çevrelerde ağırlıklı para toplayan şirketler oldu, bu şirketlere para verenlerin paraları uçtu ve bunlara ilişkin davalarda sonuç alınmadı, sorumluları korundu. Şu anda cumhurbaşkanı yardımcısı olan kişi de içi boşaltılan Yimpaş şirketinden gelme bir kişidir. Yani bu manzaraya baktığınızda Türkiye menfaat haritasının nasıl oluştuğunu görmek pekala mümkün. Bu şekilde Türkiye ekonomisinin devam etmesi mümkün değil, dolayısıyla bugünkü iktidar sahipleri telaş içerisindeler, olumsuz gidişatı bal gibi  görüyorlar. Kendi partilerinin içerisinden çıkan, önemli görevlerde bulunmuş kişiler yeni parti hazırlıkları içerisinde. Bunlardan biri Davutoğlu , geçen hafta partisini ilan etti, yakında da Ali Babacan... Bunlar aslında iktidarı ve Erdoğan’ı rahatsız eden, canını acıtan gelişmeler. Canını iki şey acıtıyor, bir kendi içinden çıkan yeni partilerin oluşması, bu gelişmelerin milliyetçi, dinci bloğun  iktidar ortaklarını aşındırması. Diğeri, Doğu ve Güneydoğu’da HDP’ye Batı’da CHP’ye kaybedilen belediyeler. Zaten kayyım ataması dahil belediyeler yapılan çalıştırmama baskısı, tüm engellemeler bunu göstergesi. Mesela menfaat haritasını belediyeler üzerinden çıkartsak inanılmaz durumla karşı karşıya kalırız, her gün İstanbul ve Ankara başta olmak üzere eski belediyelere ait yolsuzluk  açıklamayla uyanıyoruz. Ekonomide ve iç siyasette tüm olumsuzluklarla birlikte kafanızın üstünde sürekli bir yaptırım heyulası dolaşıyor, hem yeni partiler kurulma aşamasına giriyor, bunlar rahatsız ediyor sarayı, dış politikada gelinen durum ortada, yaptırım topuzu kafanıza düştü düşecek vaziyette,  “Kürecik ve İncirlik’i de kapatabiliriz” demiş AKP lideri.

ÖM: Evet Cumhurbaşkanı Erdoğan.

AB: Önümüzdeki dönem çok parlak bir şeye işaret etmiyor.

ÖM: Evet ATV-A Haber ortak yayınında Türkiye ve dünya gündemine dair konuşunca bayağı “kapatılması gerekiyorsa İncirlik’i de Kürecik’i de kapatırız” demiş. Yalnız ‘kapatılması gerekiyorsa’ ne demek onu anlayabilmiş değilim?

AB: Ben de onu anlamadım.

ÖM: Neye göre, ne zaman gerekiyor, şu ana kadar gerekmiyordu bundan sonra mı gerekecek? Onu anlayamadım yani, başka anlayamadığım şeyler de var.

AB: Bu ülkede beş milyon mülteci ile baş etmek onun ekonomik yükünü kaldıramıyorsunuz. Suriye ile bir harekat ve savaş içerisindesiniz, Suriye topraklarına girmiş durumdasınız, AKP lideri “Libya’ya da asker gönderebiliriz” demiş, onu da neye dayanarak gönderiyor, onu da anlamıyoruz.

ÖM: Ayrıca Kıbrıs’ın da insansız hava aracı üssü olması diye Independent Türkçe’de var.

AB: Ya evet!

ÖM: KKTC dışişleri bakanı “henüz intikal yok, SİHA’ya ihtiyaç duyulmuyor” demişse de başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı Kudret Özersay “Geçitkale havaalanına henüz insansız hava aracı intikali olmadığını bildirdi” diyor ama aksi yönde de haberler vardı. Orayı da anlayamadım, anlayamadığım çok şey oluyor bugünlerde, yorgunum herhalde ondan oluyor.

AB: Anlıyoruz da anlamıyoruz! Bakın 25 yıl önceden gelen derin iktidar sahiplerine ait, Susurluk, Jitem davaları vardı, dün Jitem davasında beraat kararı alındı. Hatırlayalım, bugünkü iktidar sahipleri  bunlardan hesap soracağını söyleyerek gelmişti. Jitem davasında geçen hafta sanık kalmadı, beraat ettirdiler. 

ÖM: Evet çok önemli bir karar o da!

AB: 25 yıl sonra çıkan beraat kararından sonra şu soruyu sorabiliriz? Susurluk devletiyle günümüz iktidar süreçleri arasında nasıl bir ilişki olabilir? Cevap ortada. Son olarak bir meseleye daha dikkat çekmekte fayda var, geçen haftanın devamı olacak, siz İHA’yı söyleyince hatırladım, geçen hafta savunma sanayi başkanlığının stratejik planlarından söz etmiştik. Sorularımızı dile getirmiştik. Geçen hafta savunma sanayi icra komitesi bazı savunma projelerini karara bağladı. Baktık, bunlar neler diye,  ancak karar verilen savunma projelerinin neler olduğu açıklanmıyor, hangi projeler karara bağlandı? Bilmiyoruz, kamuoyu, muhalefet, meclis karara bağlanan savunma projelerini bilmiyor. Sadece yerli ve milli olacağı açıklandı! Yerli ve milli strateji güdüyoruz, karar verici  yüksek savunma sanayi komitesi savunma sanayinde projelerin yerli ve milli olmasından söz ederken, ne hikmetse tank palet fabrikasını Katar’a satıyoruz, yerli ve milli anlayış böyle mi oluyor?  Sonra Akar’ın ve Çavuşoğlu’nun açıklamaları var. Rusya ile, “S400  parçaları için ortak  üretim yapacağız” deniyor Rusya ile ve bu nasıl bir üretim olacak? Rusya ile askeri alanda “ikinci faza geçiş yapacağız” diyorlar. Aynı savunma bakanı “NATO ve  AB ile de birlikte olmak istiyoruz” diyor. Anlamak mümkün değil..

ÖM: Çok yönlü bir anlayış var, bir de KKTC havaalanına da SİHA ve İHA’lar gönderilerek Libya ile imzalanan güvenlik ve askeri işbirliği anlaşması gereği de ani müdahale kuvveti kurulmasına Türkiye’nin eğitim, danışmanlık, malzeme ve planlama desteği vereceği, ortak askeri planlama, eğitim, silah kullanılmasına yönelik danışmanlık, bir de en önemlisi askeri gereçlerin hibe edilebileceği, satılabileceği ya da kiralanabileceği, teknoloji transferi için Libya’ya lisans verilmesi, silah, eğitim üsleri tahsis edilecek, mülkiyet de tahsis edilen ülkeye ait olacak diye burada da ekonomik açıdan bayağı soru işaretleri yaratabilir herhalde. Bir yandan da Türkiye Sudan’dan at, eşek ve katır eti ithal ediyormuş, onu da anlayabilmiş değilim.

CT: At eti mi?

ÖM: Evet, at, eşek ve katır eti. İstanbul veteriner hekimler odası yönetim kurulu başkanı Prof. Murat Aslan söylemiş, buna Bianet’ten aldık. Türkiye ile Sudan arasında imzalanan ortaklık anlaşmasına göre 500 ton et ithal edileceğini söylemiş. Ayrıca domuz eti de ithal edilecekmiş, at, eşek, katır, bardo –nedir bilmiyorum- sığır, domuz ve eşek, bardoların yenilen sakatatının ithal edileceğini söylemiş. Türkiye’de nerede kullanılacak diye de sormuş.

AB: Bunu da anlamakta zorlanacağız! Sudan’dan at, eşek, katır, bardo eti? Bunu ciddi incelemek lazım!

ÖM: Bianet bu 14 Aralık tarihli haber merkezi kaynaklı valla! İstanbul veteriner hekimler odası yönetim kurulu başkanı Prof. Murat Aslan söylemiş. Yani “kedi-köpek mama yapımında kullanılabilir ama burada da denetim yok, meclisteki gıdalarda bile at etine rastlanıyor, meclis lokantasında bile. Sakatat ürünleri de birçok hastalık taşıyor” demiş. Böyle bir durum var.

AB: Bugünkü final kötü oldu Ömer bey!

ÖM: Sona sakladım sürpriz! Programımız her zaman sürprizlere açık!

AB: Bu ters köşe oldu yani, bayağı sarsıcı bir şey! Neyse bununla kapatalım isterseniz?

ÖM: Tamam. Çok teşekkür ederiz. Hoşça kalın!

CT: Görüşmek üzere.

AB: Görüşmek üzere.