Akbelen’in arka planındaki ekonomi politik

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'te Ömer Madra ile Akbelen’e ve arka planına değiniyor.

""
Yeniköy Termik Santrali. Fotoğraf: Fatih Kurt/AA

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, günaydın, iyi yayınlar!

Ö.M.: Epey bir süredir görüşememiştik. Ortamın harika olduğunu söyleyemeyeceğiz ama her zaman böyle, özellikle Pazartesi günleri hem dünyadan hem de Türkiye’den çok yoğun bir bilgi ve belge birikmiş oluyor. Neyle başlayalım? Akbelen?

A.B.: Akbelen’de yaşananları, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, döviz darboğazı, 21 yıllık AKP döneminin kendi zenginini yaratma uğraşıları, kurulan havuz sistemi ile bağlantılandırarak anlatmaya çalışacağım. Aynı zamanda elbette yaşanan iklim krizi ve küresel ısınmayla bağlantılı olarak. Hep söz ediyoruz, Paris İklim Anlaşması’nda ülkeler için 2053’de ‘net sıfır’ hedefi belirlenmişti. Türkiye de çok iddialı bir hedef koydu; 2053 itibarıyla 80 milyon ton (Mt) CO2 eşdeğeri sera gazı salacağını beyan etmişti. Ciddi bir hedef, çünkü 2020 TÜİK verilerine göre Türkiye’nin yıllık sera gazı emisyon seviyesi 523.9 Mt CO2 eşdeğeri. Türkiye’nin 2053 net-sıfır hedefi çok iddialı, hatta abartılı olduğunu söyleyebiliriz.

Bu santrallerin hiç biri çevreyi koruyan, iklim sorunlarını gözeten bir şekilde yapılmadı

Böyle bir hedefi gerçekleştirebilmesi için ülkenin ne yapması gerekiyor? Türkiye’de karbon bu emisyonların içinde en büyük pay enerjiden geliyor. Enerji içinde de termik santraller, bilhassa linyite dayalı termik santrallerden kaynaklanan emisyonu ortadan kaldırması gerekiyor. Türkiye’de 1970’li 80’li yıllarda yapılan, ömrü tükenmiş çok sayıda -15 adet olmalı- termik santral bulunuyor. Bu santrallerin hiç biri çevreyi koruyan, iklim sorunlarını gözeten bir şekilde yapılmadı. Dolayısıyla, 2053 hedeflerine ulaşmak için öncelikle yapılması gereken, bu termik santrallerin devreden çıkarılması, kapatılmasıydı.

Ömrü tükenmiş ve zehir saçan linyite dayalı termik santrallerin faaliyetleri sona erdirilmesi gerekirken, neler yapıldı? 2013-15 yıllarında arkaik, verimsiz, ömürlerini tamamlamış bu termik santraller, AKP hükümetlerinin yaptığı özelleştirmelerle özel sektöre devredildi.

Kemerköy Termik Santrali

Ömrünü tüketmiş Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan gibi santralleri alan firmalar, enerji alanında tecrübesi olan firmalar da değildi, iktidarın inşaat firmalarıydı

Akbelen ormanlarına yakınında bulunan Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri, Limak Holding’e devredildi. Üretimi verimsiz tüm bu santraller, sanki ömrünü tamamlamamış, çevre koşullarına uygunmuş gibi iktidara yakın şirketlere bazı şartlarla devredildi. Konulan şartlardan en önemlisi çevreye uyum sağlanmasına yönelik, kirliliği önleyici yatırımları yapmalarıydı. Ancak bunlar bir türlü gerçekleşmedi. 2019’da yükümlülüklerini yerine getirilmedikleri için bu devirler iptal edildi. Daha sonra kamuoyuna açıklanmayan bir şekilde yeniden firmaların faaliyetine izin verildi! Şirketler faaliyetlerine devam etmeye başladılar. Bu devirlerin olduğu dönemde yaptığımız programlarda bu işlerin yanlışlarını konuştuk. Ömrünü tüketmiş Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan gibi santralleri alan firmalar, enerji alanında tecrübesi olan firmalar da değildi, iktidarın inşaat firmalarıydı. Üstelik bu inşaat firmaları ihaleleleri almak için yüksek bedeller ortaya koydular, rakiplerini bu şekilde elediler. Bu işten anlayan uzmanlar ve şirketler, o dönemde buna dikkat çektiler. İktidar, bu firmalara, ‘Siz ihaleyi alın, gerisine karışmayın, sonraki süreçler gerekli şekilde döşenecektir, merak etmeyin,’ dedi.

Ö.M.: Bağlantıda bir sorun oldu.

A.B.: Kapanması gereken tesisler, iktidara yakın firmalara verilirken, santral bedellerini ödemek için şirketler, döviz kredisiyle borçlanarak ödeme yükümlülüğüne girdiler. Bu kredilerde ağırlıklı olarak kamu bankalarından sağlandı. Firmaların durumunu anlamak için, o zamanki döviz kuru değeri ile bugünkü döviz kuru değerini karşılaştırmak yeterlidir. Kur farkları bu firmaların borçluluk düzeyi hakkında fikir verecektir.

Fikir vermesi için söyleyeyim. Son bir ay içinde döviz kurundaki artışlar nedeniyle Türkiye’nin kamu borç stoku 882 milyar TL arttı, bunu eklemiş olalım.

Enerji alanında faaliyete giren, iktidara yakın olan, olmayan firmaların durumunu, döviz cinsinden bankalara olan yükümlülüklerini, ayrıca enerji sektöründe yapılan özelleştirmelerden dolayı firmaların kamu ve özel bankalara olan döviz borçlarını, programlarımızda zaman zaman gündeme getirdik. Banka bilançolarında, bu borçların üstünün örtüldüğünü, gizlendiğini, görmezden gelindiğini, yüzdürüldüğünü anlattık. Bu nedenle kamu bankalarında, Demirören Holding’de olduğu gibi, çok ciddi zararlar olduğunu ama bu zararların gösterilmediğini dile getirdik.

Limak’ın sahip olduğu santrallere en yakın kömür, Akbelen’in altında var

Şimdi bu işin başka bir tarafına değineceğim; ömrünü tamamlayan santralleri alan firmalar, bir süre sonra kömür sorunu ile karşılaştılar. Santrallerin etrafında bulunan linyit sahaları tükenmişti. Derindeki kömür kaynaklarına ulaşmak çok ciddi yatırımlar gerektiriyordu. Santrallerin ihtiyacı olan milyonlarca ton kömüre ulaşabilmek teknik olarak çok zor ve yüksek maliyetli olduğu için ve açık sistemle kömür çıkarılamadığı için etrafta ne varsa onlara gözlerini diktiler. Limak’ın sahip olduğu santrallere en yakın kömür, Akbelen’in altında var. Termik santrallere en yakın yer Akbelen.

Genel olarak Türkiye’nin linyit kömür kaynakları kalitesizdir, çok yüksek emisyona sebebiyet verir

Aslında Akbelen Ormanı’nın altındaki kömür de tesislerin işini uzun vadede görecek bir kömür de değil. Bölgedeki linyit kaynakları son derece kalitesiz kaynaklar. Genel olarak Türkiye’nin linyit kömür kaynakları kalitesizdir, çok yüksek emisyona sebebiyet verir. Sonuçta bütün bu santrallerin kapatılması, emekli edilmesi gerekirken, yüksek döviz borçlanmaları ile özelleştirilmesi, üstelik özelleştirme stratejisinin kömürle olan ilişkisinin zayıf olmasının sonuçları yaşanıyor. Termik santrallerin etrafındaki rezervlerin bitmiş olması, firmaları ve iktidarı Akbelen Ormanı’nın altındaki rezervleri bile kullanmaya yöneltti. Akbelen’in altına tünel kazarak girip kömür çıkartmak çok maliyetli olacağından, ormanı yok ederek, toprağı kazarak kömüre ulaşmak tercih edildi.

Kapatılması gereken termik santrallerin özelleştirilme yoluyla alan firmalara baktığımızda, bu firmaların AKP’nin ve liderinin sadık izleyicisi, destekçisi olduklarını; parti ve sarayla iç içe geçmiş olan havuz sistemi içinde yer alan şirketler oldukları görülüyor. Ayrıca bu firmalar, inşaat firmaları, enerjide de uzman firmalar değiller. Bu firmalar, bir süre sonra durumun farkına vardıkça ‘yandık’, ‘bittik’, ‘el aman’ vaziyetinde saraya koştular. Özellikle kamu bankalarına olan borçların ertelenmesi, yüzdürülmesi ve ödenmemesi için.

Bu borçların kamu bankalarında yarattığı hasar da ayrı bir konuşma konusu. Türkiye’de ömrü tükenmiş kömüre dayalı termik santraller üzerinden yapılan operasyonlar, memlekete milyarlarca dolarlık yüksek maliyetlere yol açtı. Son dönemde ikinci kez alınan oranları arttırılan vergilerin, yüksek zamların nedeni bu tür uygulamalardır. ÖTV ve KDV oranlarının artırılmasında, yüksek vergilerin arkasında Hazine’ye bindirilen bu yükler yatmaktadır. AKP iktidarının kamu eliyle AKP sermayesi yaratılması sürecindeki yaşananlardır. Tüm bu işler, kitaba uygun olmayan ‘feasable’ özelleştirmeler de değildi. 2053 hedefine ulaşma imkanı zaten yoktu, yaşanan bu örneklerle hiç mümkün olmayacağı da anlaşıldı.

Son yıllarda, -seçim öncesi dönemlerde daha fazla da olur- doğalgaz rezervlerinde yaşandığı gibi, şöyle haberler duyarız; ‘filanca yerde şu kadar kömür rezervi bulundu.’ Elimizde pek çok haber var bu konuda. Ülkenin kömür rezervleri, bu haberlerle kat be kat arttı, gerçek olmayan abartılı rezervler sürekli lanse edildi.

Üstelik abartılı bu rezervlerin yanına yeni termik santraller yapılması ve işletilmesi için yine çoğunluğu aynı havuz içinde bulunan firmalara bu alanlar ihale edildi. Bugün, bu sözleşmelerin de gerçekleşmediğine tanık oluyoruz. Çünkü rezervler gerçekçi değildi. Akbelen işinin ekonomi politiği böyle. Kıyılan ormanları ve tabiatın nedenini, AKP iktidarı ve liderinin kendine bağlı sermayedar yaratma öyküsünün önemli bir parçası olarak görmek, olan biteni böyle özetlemek mümkün.

Ö.M.: Ben de müsaadenizle birkaç şey eklemek istiyorum. Bir tanesi, bir kere bütün uluslararası taahhütlere, uluslararası hukuka tamamen ters düşen hatta net olarak aykırı olduğunu da söyleyebiliriz. Türkiye’nin COP26 diye adlandırılan, Glasgow’da yapılan 2021 İklim Zirvesi’nde ‘ormansızlaşmayı durdurma taahhüdünü’ desteklemişti mesela. Yeşil Gazete’de çıkan bir haber vardı, bir dinleyicimiz bize bildirdi bunu. Yani 100’den fazla ülkenin ormansızlaşmayı durdurmayı taahhüt ettiği bir durum vardı. Buna tamamen aykırı bir durum olduğunu söyleyebiliriz.

İkincisi, Paris İklim Anlaşması’nı altı yıl sonra gecikmeli olarak onaylayan cumhurbaşkanının, bir New York ziyaretinden sonra, Birleşmiş Milletler’e katıldıktan sonra nihayet onaylamasında da açıkça söylenebilir ki, Paris İklim Anlaşması’nda kömüre yatırım yapılması, yeni termik santral yapılması filan söz konusu olamayacaktır. Bunu da Türkiye net olarak taahhüt etmişti. Ama işte maalesef... Yani bu tamamen herkesin bildiği gerçekler. Uluslararası hukukta Türkiye’nin gecikmiş olsa da yaptığı son taahhütlere tamamen aykırı bir durum.

Gökçer Tahincioğlu’nun T24’te ilginç bir yazısı var; ‘Konuştuğu gibi yaşayamamak, Akbelen’den Hasankeyf’e katliamlar ve sahipleri’ diye. Küçük bir bölüm aktarayım izninizle, “Türkiye vahşi kapitalizm açısından bulunmaz bir ülke. Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu hazırlayanların öncelikli görevi, doğayı korumak ve bütün bu madenlerin yaratacağı tahribatı hesaplamak. Ne büyük tesadüf Limak ve bağlı şirketlerin işlerinde ÇED raporları sürekli olumlu geliyor. Yani 13 farklı kentte, 52 ayrı projenin hiç biri doğayı tahrip etmiyor, kalıcı hasar vermiyor. Bu raporlara göre işlere de asla engel çıkartılmıyor. Türkiye, vahşi kapitalizm açısından bulunmaz bir ülke. Tarihini, dağlarını, ormanlarını, denizlerini seve seve kapitalizmin hizmetine ve arzularına sunuyor. Bitmek bilmez bir hırsla ne varsa yok ediliyor,” diyor. Şundan da bahsediyor onunla bitireyim, “Hasankeyf Müzesi’nin internet sitesinde eserler şöyle tanıtılıyor; Ilısu Barajı ve HES projesi kapsamında Batman, Diyarbakır, Siirt ve Mardin illerinde yürütülen kurtarma kazısı çalışmalarından çıkarılan eserlerle Batman, Mardin ve Diyarbakır Müzelerine satın alma ve hibe yoluyla kazandırılan eserler sergilenmektedir. Bu ironinin son noktası herhalde. Yani binlerce yıldır orada duran eserler için ‘kurtarma’ kazısı yapılıyor. Binlerce yıl sonra insanlar neden burayı terk etmiş, neden suların altında bırakmış? Kendi kendine mi böyle olmuş? Bu sorulara yanıt arasalar buldukları yanıtlardan utanacaklar. Böyle bir insan ırkı ve yaşayacakları bir dünya kalırsa,” demiş Tahincioğlu, bunu da eklemek istedim.

Hem Paris İklim Anlaşması’na, hem de diğer uluslararası sözleşmelerde imzalanan hususlara Türkiye riayet etmiyor

A.B.: Türkiye’de 20 yılın enerji politikalarına baktığımızda, termik santraller bölümü bu şekilde cereyan etti. Bunun yarattığı kamusal ve toplumsal maliyetler ortada. Özellikle çevresel ve ekolojik katliamlara sebebiyet verdi. Paris Sözleşmesi’nin 2053 net sıfır hedefinin yanı sıra, bir de AB’nin de net sıfır sanayi inisiyatifi var. Bu sözlerin hiç biri yerine getirilmiyor.

Türkiye’de nereye baksanız elinizde kalıyor. Türkiye’nin önemli sektörlerinden biri, içte ve dışta beyaz eşya sanayidir. Beyaz eşya sanayi, pek çok ihracat yapan sektörün etkilendiği gibi çeşitli zorluklar yaşamaktadır. Öncelikle döviz kuru politikaları, enflasyon ve faiz politikaları nedeniyle. Son bir rapor yayınladı ihracattaki düşüş nedenlerinden biri olarak; AB ile uyumlu bir emisyon ticaret sistemi olmaması gösteriliyor, yapılan ticaretin bu nedenle aksadığı ve aksayacağı belirtiliyor. AB’de firmaların, Türkiye’den mal alıp satmasında, tedarikçi kuruluşlarla yapacakları sözleşmelerde sıfır emisyon gibi şartlara uyulması opsiyonu var. Bu şartlara sahip olmayan firmalarla iş yapmanın cezaları ve yasakları bulunuyor. Bu nedenle Türkiye’de emisyon koşullarına uygun olmayan firmaların bunları hayata geçirmesi gerekiyor.

2023’te Almanya’da, hem insan haklarına hem de iklim şartlarına uygun üretim yapan firmalarla iş yapılacağına ilişkin yasal düzenleme devreye girdi. Önceki aylarda bu konuya değinmiştik. Alman firmalarının, Türkiye ile ticari ilişkilerinde bu yasaya uymaları koşulu bulunuyor. Bu koşul işlemeye de başladı. Öncelikle çok büyük firmalarla yapılan ticarette uygulanıyor. Hem Paris İklim Anlaşması’na, hem de diğer uluslararası sözleşmelerde imzalanan hususlara Türkiye riayet etmiyor.

AKP döneminde enerji özelleştirmeleri, önce dağıtımın özelleştirilmesi ile başladı, önce dağıtım ihaleleri yapıldı. Dağıtımın özelleştirilmesi de aynı mantıkla yapıldı, havuz firmaları gözetildi . Dağıtım firmalarından da çok elenenler oldu. Ayrıca son yıllarda elektrik dağıtım hatlarında, iletim hatlarında bu firmaların gerekli yenileme yatırımlarını yapmadığını, yatırım eksikliğini ve bu firmaların döviz borçlarını da parantez içinde belirtelim. Orada da büyük bir hüsran yaşandı, yakın firmalar kollandı.

Hem kömür stratejisi, hem termik santrallere dayalı strateji yanlıştı. Tamamının kapatılarak, yenilenebilir enerji alanlarına sevk edilmesi gerekiyordu. AB’de ömrü biten termik santrallerin yenilenebilir enerjiye dönüşümü teşvik ediliyor.

Çok borçlu, üstelik döviz borçlusu bir sektör. Ülkenin kamu ve özel bankalarına döviz borçlusu pek çok sektörü bulunuyor, buna turizm sektörünü de ekleyebilirsiniz. İktidar tarafından korunan bu firmalar, alınan borçları ödeyemiyorlar ya da ödemiyorlar. Bankaların bilançosunda batık olması gerekirken, bilançoda ‘yüzdürülüyor’. Bu santrallerin yarattığı döviz borcunun kamu bankaları tarafını da bilmiyoruz.

Ö.M.: Ben bir şey daha ekleyebilir miyim izninizle? CHP’den Deniz Yavuz Yılmaz’ın paylaştığı belgede, AKP’nin Akbelen’i katleden YK Enerji’ye dolara endeksli teşvik verdiği haberi vardı. Yani bir milyar 14 milyon 331 bin 32 TL ödüyor AKP. Yani İÇDAŞ-Limak ortaklığı olan YK Enerji’ye ve üretmediği elektrik için ödüyor. Bu fütüristik ama biraz da aslında distopistik de diyebiliriz belki.



Bir ilginç nokta da sizin söylediğiniz, gene sabahleyin azıcık bahsetme fırsatımız oldu, aynı zamanda Limak Holding, Barcelona’nın Nou Camp Stadyumu’nu da inşa etme ihalesini almış durumda. Ona karşı da bir kampanya başlatıldı; ‘Hey Barça, Limak’ı durdur, doğayı koru!’ diye bir ilan verdiler. ‘Bu suçun, bu cürmün parçası olma!’ diyorlar. Yani şirketin yüzlerce yıllık ormanı yok etmesi, ‘105 futbol sahası büyüklüğünde Akbelen!’ diye de, yani futbola da, Barcelona futbol stadyumuna da gönderme yapmış oluyorlar. Binlerce çevrecinin de direnmekte olduğu ve şiddet gördüğü, ‘Sen ne yapacaksın Barça? Bir gol atacak mısın? Doğaya karşı atılan bu golü önleyecek misin yoksa?’ diye de ilginç bir slogan hazırlamışlar. Güzel bir ilan yapmışlar, göndermişler Barcelona idaresine, başkanına.

A.B.: Gördüm bu ilanı. Sonuçta 20 yılın pratiklerini, termik santrallerini incelediğimizde karşımıza çıkan tablo bu. Türkiye’nin döviz rezervlerinin hali belli, döviz bunalımı yaşandığı belli. Türkiye artık tencerenin dibini sıyırıyor, dolayısıyla nerelere gitmeye başlıyor; Körfez ülkelerine turlar düzenliyoruz. Hem de eskiden selam bile vermediğimiz, kanlı-bıçaklı olduğumuz, darbenin tertipleyicisi olduğunu iddia ettiğimiz ülkelerin önüne gidiyoruz. Bu geziler sonucunda yine hayali paketler geliyor önümüze, ‘Falanca ülkeyle 50 milyar dolarlık sözleşme imzalandı’ deniyor. Bunların ne olduğu konusunda somut bir şey göremiyoruz. Daha çok temenniler dizisi olduğunu anlıyoruz ya da varlıkların satışıyla uğraşıldığını görüyoruz.

Normal şartlarda ülkeler borçlanma yapmaz mı? Yapar. Aldığınız döviz borçluluğuyla, ihracatımızı arttırıp borçlanmanın üzerinde bir döviz geliri elde ediyorsanız, dövizi geri ödeme imkanınız oluyorsa, tamam. Literatürde buna ‘erdemli borçlanma’ denir. Türkiye’de 21 yıldır erdemli borçlanma olmuyor! Hem döviz borçlanıyorsunuz, hem de döviz kazandırıcı işlemleriniz azalıyor.

Tekstil sektörü inanılmaz bir sinyal veriyor. Ayrıca orada muazzam bir işsizleşmeyle karşı karşıyayız, bunu yaşıyoruz, başka sektörlerin de bunları yaşayacağı anlaşılıyor.

Sonuçta dönüşler başlıyor? AB’nin önünde sert çıkışlar yapanlar, bir yıl sonra, ‘AB sürecini devam ettiriyoruz’ diyorlar. Sürekli NATO ve Rusya ile gerginlikler, gel-gitler oluyor. Körfez’de dönüş pistleri olmaya başlıyor. İki yılda bir ters dönüşler yaparak, ülke hayatını sürdürmeye çalışıyor.

Erdoğan’ın evet içte sağladığı gücü, kudreti var ama bunu dışta sağlayamıyor. Dıştaki ters dönüşler, valsler, ziyaretler yapmak zorunda kalıyor. Bir de son dönemlerde dikkatimi çekti; gittiği ülkenin devlet başkanına TOGG arabası hediye ediyor.

İki hafta önceki programda, ‘İktidar el altından IMF ile bir görüşme yapabilir, geçmişte bunun örneklerini gördük. Özellikle yerel seçimlerden sonra IMF’ye gidebilir’ demiştim. Programdan bir gün sonra ünlü gazeteci Seymour Hersh, bir yazı yayınladı; ‘İsveç’in NATO’ya katılımı, Türkiye’nin IMF’den alacağı kredi için yapıldı’ diye. Yerel seçimlerden sonra, seçimsiz dört yıldan fazla zamanı var. Ülkeyi sektör sektör incelediğimizde içler acısı bir durumu görüyoruz. Akbelen’in arka planındaki ekonomi politiğini de böyle özetlemek mümkün.

Ö.M.: Tamam. Bu şekilde bitiriyoruz. Bu arada TOGG demişken, Ayvalık’ta dün Doğayı Koruma Derneği’nin öncülüğünde 19:30’da yapılan boykot hareketinde, geniş eyleminde bir de kenarda bir TOGG sergilendiğini de gördük, siz TOGG demişken.

A.B.: Öyle mi?

Ö.M.: Evet, böyle bir tuhaflık da vardı.

A.B.: Memleketin il ve ilçelerinde TOGG mu sergileniyor?

Ö.M.: Evet. Öyle bir şey oldu, ilk defa görüyorum. Fazla ayrıntısına eğilme fırsatım olmadı maalesef. Gazeteciliği kötü yaptım ama o vardı, TOGG vardı Akbelen boykotunda.

A.B.: 30 Ağustos’larda, 29 Ekim’lerde fener alayları olurdu eskiden.

Ö.M.: Aynen.

A.B.: TOGG alayları olacak herhalde?! Çok konu var ama bugün Akbelen’e ve arka planına değinmeden geçmek olmazdı.

Ö.M.: Çok teşekkürler Ali bey, görüşmek üzere.

A.B.: Hoşçakalın.