Açık Gazete'de Ali Bilge ile 'Ekonomi Politik': Seçim sonrası 'ittifak arayışı'

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle konumuz seçimin ardından konuşulan ittifak senaryoları.

Fotoğraf: Reuters
Ekonomi Politik: 1 Temmuz 2019
 

Ekonomi Politik: 1 Temmuz 2019

podcast servisi: iTunes / RSS

(1 Temmuz 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)


 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey!


 

Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Can, günaydın Selahattin, herkese merhaba!


 

Can Tonbil: Günaydın Ali bey, merhaba!


 

Ömer Madra: Merhabalar. Neyle başlayalım bu hafta?


 

AB: 23 Haziran seçimlerini analiz etmeye devam edelim ama iki tane konu var, gözüme çarptı, imar barışı süresi uzatılmış. Gördünüz mü bilmiyorum?


 

ÖM: Evet gördük, bir cümle ile değinebildik ancak ama tabii çok ürkütücü bir gelişme olduğuna hiç şüphe yok onun da.


 

AB: Onu uzatmışlar yılsonuna kadar. Bir de dün gece KKTC’de bir patlama konusu var, onu duydunuz mu?


 

ÖM: Hayır.


 

CT: Şimdi dinleyicilerimizin bizimle paylaştığı bir haber olarak bakıyordum ben de.


 

AB: Bu haberde ilginç geldi, henüz aydınlatılamamış. Havada patladığını söylüyorlar, eski model füze olduğunu da iddia edenlerde var. Malum bölgede pek çok gerilim yaşanıyor, onun için enteresan geldi. Rus füzesi olduğuna dair de yayınlar var ama herhalde önümüzdeki saatlerde aydınlığa kavuşur!


 

ÖM: Bölgedeki en önemli şeylerden biri de Libyalı general Hafter’in Türkiye’yi düşman ilan etmesi.


 

AB: Akdeniz çok gergin.


 

ÖM: Savunma bakanı Akar’ın da doğrudan doğruya yanıt vermesi “hasmane tutum ve saldırıların bedeli ağır olur” diyor ama bir kere general Hafter hükümet başkanı değil, Hulusi Akar da “bedeli ağır olur” diyor. Ne demek bilmiyoruz, çok karışık bir durum var.


 

AB: Evet çok karışık, pek çok meselede olduğu gibi. Ana konumuza gelince, İstanbul seçimleri yapıldı malum, burada önemli bir başarı elde edildi, Erdoğan ve rejiminin önemli ölçüde yıprandığı gerçeği karşımızda duruyor ancak tabir yerindeyse erkende havaya girmemek gerekiyor. Evet, 2. İstanbul seçimleri önemli bir farla kazanıldı ama zafer sarhoşluğundan da bir an önce çıkmak lazım, çünkü bu seçim sonucu memlekette her şeyin bittiği, değiştiği, düzeldiği anlamına gelmiyor. 1991 seçimlerini hatırlıyorum, 12-13 yıl sonra Süleyman Demirel Başbakan olmuştu, Erdal İnönü ile koalisyon kurulmuştu, davulla zurnayla kutlamalar o kadar sürdü ki, biriken KİT zamlarını bile zamanında yapmayı unuttular. Sonuçlar elbette sevinçli durum ama abartılı yaklaşımda bulunmamak gerekiyor, çünkü abartılı yaklaşımlar muhtemel başarıların önünü de kesebiliyor. Evet, İstanbul’u kaybetmek Erdoğan’ın bir ayağının çukura düşmesi demektir ama diğer ayağı dışarıdadır ve iktidar ittifakının da %45 oyu bulunmaktadır. Önümüzde de genel seçimlere -yasal süre olarak 2023’te olacak- 4 yıl var. Türkiye’de 2007’den itibaren ülkemizde 5 yılda bir seçimler oluyor. Abartılı yaklaşanlara sözüm şu: bizim siyasi rejimimiz tek adam rejimi, kuvvetler birliği esasına dayanan bir rejim. Türkiye’de son yıllarda siyasal rejim değişmiştir, yasama örgütü önemli ölçüde güçsüzdür, yasamanın pek çok görevi yürütmenin başındaki kişiye aittir. Bunları görmek lazım, sanki ülke parlamenter rejimdeymişçesine, eski rejimdeymişçesine sevinç ve zafer duygusunu abartılı olarak yaşamamak gerekiyor, çok dikkatli olmak gerekiyor. Nasıl bir rejimdeyiz biz? Bakın, Suruç katliamının belgeseli ilçe emniyet müdürlüğü- kaymakamlığı tarafından terör propagandası sayılarak yasaklanıyor, bu memlekette! ODTÜ mezuniyet töreni öncesi öğrencilerin evi basılıyor ve çocuklar gözaltına alınıyor! Mezuniyet töreninde Ekrem İmamoğlu’nun resminin ve “Her şey güzel oldu” yazısının yer aldığı pankart ve çıkartılıyor! İşte biz hala böyle bir düzendeyiz.


 

ÖM: Öyle mi? Polisler mi çıkartıyor? O haberi görmemiştim.


 

AB: Evet, pankartı çıkartıyorlar. Bizim beğenmediğimiz eski düzenimizde meclis önemliydi, güçlüydü ama bugünkü düzende meclis güçlü değil. Bakın 2016’dan bu yana, TBMM’nin onayladığı kanun sayısında yıldan yıla azalma yaşıyoruz. Kanunların sayısı son 2 yılda %89 azalmış. Biz farklı bir düzendeyiz, cumhurbaşkanlı hükümet sistemi garabet düzendeyiz , devletin ruhu değişti, otokratik bir düzendeyiz ve neyle yönetiliyoruz? Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle.

Bugün evet cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve Erdoğan, topluma yeni bir hayat vaat edemiyor ama cumhurbaşkanlı hükümet sistemini düşürmekle, eski rejim hükümetlerini düşürmek farklı, daha güç, çok dikkat isteyen, çok usta politikalar isteyen bir durumdayız. Bugün CHS’yle hükümeti düşürmek anayasayı değiştirmek demek. Anayasa değişikliğini sağlayacak güce ulaşması gerekiyor. Demokrasiye geçiş için de bu şart. Bunun için de ittifak gerekiyor, ittifaksız ilerlenmiyor. Geçen hafta anayasa değişikliği için neler gerektiğini, kaç milletvekili gerekiyor, neler olabilir, ihtimaller nasıl şekillenebilir, konuşmuştuk.

Olağanüstü hal yasaları anayasanın içine gömülerek, içine döşeyerek otokratik bir düzende geçtik. Evet, İstanbul başarısı son derece önemli, evet cumhurbaşkanlı hükümet sistemi basit, hafif, abuk bir rejim, yürümüyor, çalışmıyor, lokomotif vagonları çekemiyor ama Erdoğan’ı ve abuk rejimini de basite ve hafife alma yanlışına düşmemek gerekiyor. Çünkü, kolay kolay iktidarı bırakmazlar, çünkü çok keyfi bir idare tarzı sergilediler , çünkü şeffaf olmadılar, hesap verilecek çok alan bulunuyor. Bunları göz önünde bulundurarak, kurulan ittifakın siyaset kurgulaması yapması gerekiyor. Evet iktidarın süresini kısaltacak politikaların kurgulanması gerekiyor , bunları yaparken de konuşurken de 2015’teki muhalefet hatalarını da hiç unutmayalım.

Ayrıca bu meseleye ana muhalefet partisi üzerinden de bakmamak gerekiyor, ittifak üzerinden bakmak gerekiyor. Unutmayalım ki İstanbul seçimlerini, evet kazanılmasında İmamoğlu’nun çok özgün katkıları var, CHP- İYİ parti ile de ittifak yaptı ama sadece İmamoğlu ile İYİ Parti CHP ittifakı kazanmadı bu seçimleri, fiilen HDP destekli ittifak kazandı. Bunu unutmayalım. O yüzden ittifakın başarısını göz ardı eden yaklaşımlardan uzak durmak gerekiyor. Bu arada İmamoğlu adını andık, bir konuyu atlamışız, bayramın üçüncü günüymüş, bizim de program yoktu, tatildeydik, İmamoğlu Karadeniz gezisinde Giresun’daki konuşmasında, kabul edilmesi hiç mümkün olmayan bir bağlılık bildirmiş biliyor musunuz, bağlılık Topal Osman’a !!

 

ÖM: Evet ama onun üzerinde durma fırsatı bulamamıştık.

 

AB: Topal Osman’a bağlılık bildirmek ne demek, bunu insanın aklı almıyor, bugüne kadar böyle bir söz sarf edene rastlanmadım, siyaseti çok genç yaşımdan beri izlerim, hiçbir CHP genel başkanı, buna İsmet İnönü de dahil, Bülent Ecevit, Erdal İnönü, Deniz Baykal, şu anki genel başkan dahil Topal Osman’a övgü, bağlılık bildirene rastlamadık. CHP’de Topal Osman kafalılar olmuştur ama Topal Osman’a bağlılık bildirene rastlamadım. Ahmet İsvan İstanbul belediye başkanlığı yaptı, Nurettin Sözen yaptı, Yüksel Çakmur İzmir, Murat Karayalçın Ankara, belediye başkanlıkları yaptı, ama ben bu büyük metropollerdeki CHP’li, SHP’li belediye başkanlarından Topal Osman’a bağlılık bildirene rastlamadım!!

 

ÖM: Topal Osman’ı da hatırlatmak lazım. Muhafız birliği komutanı galiba değil mi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve aynı zamanda da çok sayıda katliama da adı karışmış bir çete reisi.

 

AB: Karadeniz bölgesi ağırlıklı bir çete reisidir. Birinci dünya savaşında Ermeni tehcirinde rol oynamıştır, Teşkilat-ı Mahsusa’da İttihat Terakki’nin görevlendirmesiyle Ermeni katliamına yol açan pek çok hadisenin içindedir. Sonra Rum tehciri denilen hadiselerde yer almıştır , Karadeniz’de ayaklanan Rum çetelerine karşı sivillerin katledilmesini gerçekleştirmiştir. Sivil katliam, tarihçilerin araştırmalarına göre 60-65 bine ulaşmaktadır, çetesi ile birlikte inanılmaz zalimlikler yapmıştır, insanları mağaralarda, fırınlarda yakmıştır, diri diri gömmüştür, Koçgiride isyanında da Kürt katliamını gerçekleştirmiştir, İttihat Terakki’nin gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın tetikçi çete reislerinden biridir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın ikinci adamı Hüsamettin Ertürk anılarında yazıyor, (Teşkilat-ı Mahsusa’nın birinci adamı Süleyman Askeri’dir) 1919 yılında (Mayıs –Haziran olmalı) Topal Osman, Samsun’dan sonra Havza’ya gelen Mustafa Kemal’le Havza’da görüşür, görüşme Rum çetelerine karşı yapılacaklar üzerindedir, aldığı yetkiyle bu işi ziyadesiyle yaptıktan sonrada Mustafa Kemal'i koruyacak olan muhafız alayının komutanı olur. Daha sonra da Ali Şükrü beyin katledilmesi olayını gerçekleştirir. Ali Şükrü, Mustafa Kemal ile anlaşamayan muhalif 2. gruba mensup bir vekildir. Sürekli Mustafa Kemal ile çatışma halindedirler, bir seferinde birbirlerinin üzerlerine bile yürürler, işte böylesi bir ortamda Ali Şükrü kaybolur, meclis olayın üstüne gider, Ali Şükrü Beyin cesedine ulaşılır, katil bir süre sonra belirlenir, Topal Osman teslim olmaz ve Mustafa Kemal'in ikametgâhını basar.Kısa bir süre önce Latife Hanım'la Mustafa Kemal evlenmiştir.

 

ÖM: Ali Şükrü bey muhalif Trabzon mebusu.


 

AB: Evet. Bu konuda İpek Çalışlar’ın kitabında, Ayşe Hür’ün çalışmalarına bakılabilir, Topal Osman’a ilişkin epey bir külliyat bulunuyor , pek çok anı ya da inceleme kitabında konu yer almıştır. Çete reisi ve Mustafa Kemal’in koruma komutanı olan Topal Osman, kendisinden sonra Mustafa Kemal’in muhafız alay komutanı olacak olan İsmail Hakkı Tekçe’nin birlikleri ile girdikleri çatışmalarda, ki Ankara’da 3 gün süren çatışmalar olduğu yazılmıştır, Gaziosmanpaşa’da bugün Papazın Bağı denilen yerde yapılan son çatışmalarda yaralanır, sonra onu yaralayanlar başını gövdesinden ayırırlar, gömerler, sonra ibret-i alem olsun diye Ulus meydanında bir de asarlar gövdesini. İşte bu Topal Osman böyle bir adamdır kısaca.. Son olarak ta Atatürk’ün canına kıymak istemiştir.


 

ÖM: Çankaya’da da Mustafa Kemal’i kaçması, yani Çankaya köşkünü basması gibi bir durum da var.


 

AB: Tabii tabii, ihanete uğradığı düşüncesiyle Mustafa Kemali ve Ankara’yı çetesiyle birlikte ele geçirmeye çalışır, savaşır..


 

ÖM: Çete gibi ele geçirmeye çalışıyor ve Atatürk’ün de eşinin kıyafetleriyle, kadın kıyafetiyle kaçtığı biliniyor galiba.


 

AB: Evet o da rivayet ediliyor. İşte böyle insana sahip çıkmak, bağlılık bildirmek çok tehlikeli bir şey, ya bu konuda İmamoğlu’nun bilgisi eksik, eksik veya yanlış bilgisi de olabilir, bilgi sahibi de olmayabilir. Zaten bu konuda Garo Paylan “İmamoğlu Topal Osman’a bağlılığını gözden geçirsin” demiş, çok da doğru söylemiş. Bu konuda Garo Paylan dışında da yapılan bir değerlendirmeye rastlamadım.

Topal Osman’ı kim sahiplenmiştir ? Veli Küçük! Topal Osman, Türkiye’de derin yapıların sahiplendiği bir çete reisidir. Konuyu daha ayrıntılı konuşabiliriz, ancak konumuz böyle kişiye bağlılık bildirene yanlış yaptığını söylemektir, yeniden gözden geçirilmesi gereken bir tutumdur. Eğer bu tavırdaysa, gerçekten hep bu tavrını da sürdürecekse durum vahimdir , yok yanlış bir ifadeyse, telafi edilebilir ..

Şimdi İstanbul dünyanın en önemli ana kentlerinden biri 145 ülkenin nüfusundan daha fazla insanın yaşadığı bir kent. İmamoğlu İstanbul’un seçilmiş hem de katmerli seçilmiş başkanıdır, İstanbul’un seçilmiş cumhurbaşkanıdır. İstanbul nüfusunda Rumlar, Ermeniler, Yahudiler yaşamaktadır. Dünyanın en önemli patrikhanelerinden sayılan Fener Rum Patrikhanesi gözünün önündedir. Kendisi tüm İstanbul’luların başkanıysa bu hususa çok dikkat etmek zorundadır. Yarın Patrik kendisini ziyarete gelecek ya da kendisi Patrik’i ziyarete gidecek, böyle bir ortamda dedelerini kesen bir cellada bağlılığını bildirmiş olmasından ne hissedecektir?

Gerçekten bu konuyu telafi etmesinde fayda var. Şimdi seçim ortamında, bazı yaklaşımları anlayabiliriz konjonktürden dolayı , dindarları etkilemek için muhafazakarlığı artırmayı, kimi muhafazakar tutumları, milliyetçileri tavlamak için de bazı argümanlar dizisini ama Topal Osman’a bağlılık bildirmeyi anlamak mümkün değil doğrusu, bu bağlılık derin devlete bağlılık bildirmek anlamına gelir. Bu söz İmamoğlu’na da yakışmadı doğrusu.. 250 milyon insanı temsil Ortodoks dünyasının en önemli temsilcisi ekümenik İstanbul’da bulunuyor, ve siz, Ortodoks Rumların ortadan kaldırılmasına önemli katkıda bulunmuş kişiye bağlılık bildiriyorsunuz. Bu kabul edilecek bir durum değil, sümen altı edilecek bir durum da hiç değil. Ayrıca bu konuyu sümen altı edilmesini öneren insanlar varsa çevresinde ona da dikkat etmesinde fayda var İmamoğlu’nun, doğru yoldaşlar bulmasını tavsiye ederiz . Biz basınız, gazeteciyiz testi kırılmadan uyarmak görevimiz.


 

ÖM: En önemli şeylerden biri de tabii mesela bu özellikle İstanbul’un, Birgün gazetesinde çok iyi bir analiz de çıkmıştı seçim günü İstanbul’un nasıl yaşanmaz bir kent haline getirildiğine dair çok ayrıntılı olarak. Onu da dikkate alıp iklim meselesini de derinlemesine ele almasında çok büyük fayda var diye düşünüyoruz biz şahsen.

 

AB: Kesinlikle haklısınız , iklim meselesi olsun imar barışı meselesi olsun hemen ve doğru duruşlar sergilemesi gerekiyor , kendisinden gelecek beklenen bir siyasetçi aynı zamanda..

 

ÖM: Evet, evet.

 

AB: Yarın bütün dünya ile temas edeceksiniz siz, İstanbul’un cumhurbaşkanısınız. 250 milyon Ortodoks yaşıyor , bunlarla temas edeceksiniz, dünya liderleri arasına giriyorsunuz. Ayrıca siyasi geleceği açısından da ona başka bir tavsiyemiz olacak : Murat Karayalçın’dan da feyz alması lazım. Murat bey 1989’da Ankara büyükşehir belediye başkanı oldu, sonra genel başkanlığa yürüdü. Bu yürüyüşleri için iyi zamanlama yapmak lazım, daha sonra 3-4 yıl içinde Murat bey siyasi kariyerinde pek çok pozisyonu yitirdi. İstanbul belediye başkanlığından başka yerlere yürünebilir, yürümenin zamanlaması çok önemli.. Topal Osman hususu beni çok rahatsız etti, belirttiğim gibi öreneğine rastlamadığımız bir durum, bu konu İmamoğlu’nun önünde duruyor. Yani kendisine ‘Pontusçu’ denmesi , karşı tarafta Pontusluları kıyan insana bağlılık bildirmesini gerektirmiyor.

ÖM: Şunu da ilave edeyim izninizle, kanunların çıkarılmamasını ve kanun diye aslında hiçbir şey yapılmaması durumundan bahsettiniz. O da aklımıza Tevfik Fikret’in ünlü ‘95’e doğru’ şiirini de getirmedi değil; yani


“Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler;

Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi!

Kanun diye topraklara sürtündü cebinler;

Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi...

Bihude figanlar yine, bihude eninler.”


diye giden şiiri de hatırladık çünkü hakikaten yeni rejimde sizin de bahsettiğiniz gibi bir kanunsuzluk ve hukukun h’sinin bile bulunmadığı bir durum var.


 

AB: Buna şunu ilave edeceğim, şunu aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor, Türkiye demokrasisini ittifakla kazanabilir , bir araya gelmekten başka şekilde olma olasılığı gözükmüyor. Hafta içinde Kılıçdaroğlu’nun bazı açıklamaları vardı. Kılıçdaroğlu diyor ki “İttifakın içinde HDP yoktu, HDP kendi inisiyatifiyle ihtiyaç duyması nedeniyle böyle bir karar aldı. biz son 10 yıl içinde doğu ve güneydoğuda çok çalıştık, sorunların çözümü, Kürt sorununun çözümü konusunda emek harcadık, çalışmalar yaptık” diyor. ”Ben hiç gitmediysem 5-6 kez güneydoğuya gidip STK’larla açık kapalı toplantılar yaptım”. Şimdi gerçekten insan diyor ki, Kemal Bey’in dedikleri bizim gözümüzün önünde olduysa bunun karşılığının da olması lazım. Bakın Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Hakkari, Kars, Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Siirt, Van, Bayburt, Batman, Şırnak, Iğdır ve Kilis’te CHP’nin milletvekili yok.

Şimdi gerçekten eğer bu başarıyı bir ittifak başarısı olarak görmezden gelirlerse çok yanlış yaparlar çünkü önlerinde çok iş var yapılacak. İttifak başarısını görmezden gelmek aksini iddia etmek demokrasiye geçme ümidini zayıflatır. Gözümüzün önünde görüyoruz; 2018’de yapılan seçimlerde CHP yok bölgede, dolayısıyla böyle afaki kibirlere kapılmadan sorumluluğu hissetmesi lazım , meseleye ittifakın kuvvetlendirilmesi üzerinden bakması lazım.. Ne ediyor; ‘HDP ayrı parti, İyi parti ayrı, biz ayrı partiyiz’, bakın Türkiye henüz demokratik parlamenter rejime geçmedi, demokratik parlamenter rejime geçmesi için de bayağı bir zaman var. CHS’yi düşürmek biraz önce dediğimiz gibi eski rejimde olduğu gibi kolay değil, anayasa değişikliği gerekiyor. Anayasa değişikliği için de ittifak gerekiyor ve ittifakın daha da genişlemesi gerekiyor. Bu bağlamda da 23 Haziran’da yapılan seçimlerin devamlılığını –geçen hafta da söylediğimiz gibi- ittifak üzerinden analiz etmek gerekiyor.

Bakın binlerce insan hapiste, içinde bulunduğumuz rejim nedeniyle, geçen hafta Osman Kavala, Canan Kaftancıoğlu, Gezi davaları başladı, suçsuz yere hapis yatan pek çok insan var. Aslında bu insanlara bizim minnet borcumuz bulunuyor, çünkü onların hapiste olmalarının nedeni yanlış düzene karşı dikilmiş olmaları, karşı duruş insanları. Dolayısıyla bu davalara da ittifakın sahip çıkması gerekiyor, bundan sonraki davaların, savunmalara olabildiğince üst düzey takip edilmesi gerekiyor. Çünkü, davalar ittifakla da takip edildiğinde, otoriter rejimin geriletilmesi için demokrasinin savunulduğu alanlar haline geliyor , mahkemeler siyaset alanı haline geliyor, meclis kürsüsü haline geliyor. Dolayısıyla eski yargı gücüne, yasama gücüne kavuşmak için yargılamaların ittifak tarafından demokrasi alanları gibi düşünülmesi gerekiyor. Osman Kavala davasına, Gezi davasına , Kaftancıoğlu davasına Kılıçdaroğlu giremez miydi? Orada bir açıklama yapamaz mıydı? Aynı şey HDP ve diğer muhalif partiler için de geçerli , aynı şey İyi partililer için de geçerli. Milliyetçi muhalif hapis yatan kişilerde var bunlarda dahildir bu söylediklerime. İfade özgürlüğünden içeride olan insanlar var, Yeni Çağ gazetesi yazarları var, asıl mesele ifade özgürlüğüdür. Davalar konusuna da dikkat çekmek istiyorum, bu davaları bundan sonraki süreçte ittifakın takip etmesinde fayda var, ittifak partilerinin devreye girmesinde fayda var, demokrasi böyle kazanılır.


 

ÖM: Bir ufak ilavede bulunayım izninizle, yani Canan Kaftancıoğlu’nun zaten 6 hatta 7 yıl öncesine dayanan ve ne idüğü belirsiz bir takım trollenen şeylerle de beslenen, sadece twitterhesabından paylaşmalarla yargılanıyor. 17 yıl gibi bir taleple yargılanıyor olması tabii ciddi bir hukuk skandalı olabilir. Şu da ilginç, sizin biraz önce sözünü ettiğiniz anlayışın tam bir doğrulaması da Agos gazetesinde kendisiyle yapılmış tam sayfa tutan bir mülakatta görülüyor. Ferda Balancar yapmış söyleşiyi son 28 Haziran tarihli Agos gazetesinde “CHP’nin İstanbul’daki kazandığı seçim zaferinin en önemli mimarlarından biri olan CHP İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu ile 23 Haziran’ı ve dünden yarına CHP’yi konuştuk” diyor ve şöyle demiş Canan Kaftancıoğlu “İstanbul ittifakı tüm Türkiye’ye yansımalı” tam da sizin söylediğiniz gibi net bir ifadeyle “Türkiye siyasetinde iyi bir kapı açıldı, ayrıştıran ve kutuplaştıran bir dile karşı barış dilini kullanan, bir arada yaşamı savunan ama bir arada yaşam derken tahakkümü değil eşitler arasında bir arada yaşamı savunan bir siyasi iklimin kapısı aralandı” demiş.

 

AB: İşte dediğimiz de bu.

 

ÖM: Evet. Ben de bunun için hatırlayıp burada konuşmuştum yani “CHP’de sürdürülmek istenen anlayışa karşı il kongresinde meydan okumuş, örgüt vicdanı o değişimi içselleştirdiği için de o değişimin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Örgütlü bir mücadelenin sonucu oldu” diyor. Kendisinin de 25 yıl sonra İstanbul büyükşehir belediyesinin kazanılmasından sonra...


 

AB: Canan Kaftancıoğlu, "İmamoğlu birlikteliği verimli olmuştur, umarım önümüzdeki dönemde de verimli ilişki devam eder, biraz önce dediğimiz birkaç hususa da dikkat etmek kaydıyla elbette, dikkatli bir şekilde, önceki deneyimleri de göz önünde bulundurarak siyasette bu ilişkinin ilerlemenin sürdürülmesini temenni ediyoruz." Çünkü Türkiye’de yeniden demokrasi tesis edilmesi için ittifakla bakış açısıyla ilerlenmesi gerekiyor. Mecburcu bakışıyla bir yerlere varılması mümkün gözükmüyor, ‘diğerleri benim yanıma mecburcu’ yaklaşımı çok yanlış ve incitici, Kılıçdaroğlu “HDP bana mecburcu" gözüyle bakıyor, bu yaklaşım üzücü , yanlış ve tehlikeli bir gidişattır. Yani bu yaklaşım hiç hoş değil, dolayısıyla Kaftancıoğlu’nun biraz önce okuduğunuz değerlendirmesi genel başkanının da üzerine çıkan bir görüştür. Kaftancıoğlu katıldığımız bir değerlendirme ancak Kılıçdaroğlu katılmadığımız bir yaklaşımı savunuyor. Evet, bu tür hususlara dikkat ederek sevinçlerimizi yaşamalıyız, nasıl bir rejimde olduğunun insanlar farkında değil .. Bakın işte parlamento güçsüz! Orayı güçlendirmek için tek başına olmuyor , o güçsüzlüğün nedeni de geçmişte CHP’nin izlediği yanlış politikalar , dokunulmazlık politikasını unutmayalım. Bunu kimse göz ardı edemez.


 

ÖM: Evet, HDP ile ilgili olarak da ilginç bir şey söylüyor, onu da ekleyivereyim burada.


 

AB: Lütfen.


 

ÖM:“HDP seçmeninin tavrını nasıl yorumluyorsunuz? İstanbul ittifakı bir barış ve demokrasi ittifakına dönüşebilir mi?” diye soruyor Agos’tan Ferda Balancar, Kaftancıoğlu da diyor ki “Hem 31 Mart hem de 23 Haziran’da vurguladığımız tam da sizin söylediğiniz şeydi. Sadece HDP seçmeniyle değil, HDP seçmenini de içine alan demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük paydasında birleşebilecek tüm partilerin seçmelerini içine alacak, hatta partisiz seçmenleri de içine alacak bir ittifak hedefledik. 23 Haziran da bunun mümkün olduğunu gösterdi, İstanbul ittifakının tüm Türkiye’ye yansıyan bir ittifak haline gelmesini istiyoruz. Payda eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasi ve stratejik birliktelikle kastettiğimiz de seçime giderken HDP’lilerin oyunu almak değildir, herkesi ve her kesimi ortaklaştıracağımız bir uzun vadeli strateji oluşturmaya çalıştık. Ne 31 Mart’tan ne de 23 Haziran’dan önce seçimi kazanmak için birilerini dışarıda bırakıp birilerinin oyunu almaya çalışmadık”.


 

AB: Yıllardır söylediklerimiz! Yani çıkış yolu budur. 2015’i unutmayalım bir, hataları unutmayalım, İmamoğlu özellikle biraz önce işaret ettiğim hususu gözden geçirmeli, kendisinin hareket alanını uluslararası alanda bile ziyadesiyle daraltacak bir pranga sözüdür. Umarım sürç-i lisan etmiştir, onu telafi etmek mümkündür. Dolayısıyla bu ikilinin, yani Kaftancıoğlu ve İmamoğlu ikilisinin CHP’de yeni bir sayfa açtığını elbette herkes görüyor ama ilerlemeyi de doğru döşemek lazım, biliyorsunuz kongre dönemi başlıyor 2020’de CHP’de, bu süreçleri takip edeceğiz. Biz gazeteciyiz, basınız, medyayız zaten şuncağız medya kaldık! Doğru dürüst medya işlevi görülmüyor ki Türkiye’de; %98-99 iktidar medyası haline dönüşmüş durumda, çok sınırlı ölçüde gazetecilik faaliyeti yapılıyor. Gazetecilik faaliyeti aslında demokrasinin genişletilmesi anlamında muktedir bir alandır, biz yine doğru bildiklerimizi söylemeye devam edeceğiz. Nalına da mıhına da dokunacağız. Erdoğan’ı da İmamoğlu’nu da eleştireceğiz. Siyaseten yakın gözüken kesimlerin yaptıkları yanlışları da dahil olmak üzere yorumlarımızı yapacağız. Yanlışı sümenaltı etmeyiz, yapan da gerçek gazeteci ve aydın değildir.

Biraz önce söylediğiniz gibi iklim meselesi ve ikincil, tali bir mesele olarak algılanıyorsa eleştireceğiz. ‘Heybeli’deki orman yangınını, imar barışının uzatılmasının İstanbul’a hemen ekstra zararının hesaplanmasını isteyeceğiz. Bunlara dikkat etmek gerekiyor, dolayısıyla çok dikkatli politikalar üretmek gerekiyor, bunların hepsini ittifak üzerinden yapmak gerekiyor. Ben yıllardır bunu savundum, geçmişte Kılıçdaroğlu’na da iletmiştim diğer partilere de duyurmuştum, şimdi Babacan ekibi geliyor, memnuniyetsiz muhafazakarlar bir yerde toplanıyor, işte CHP var, Saadet partisi var, İYİ parti var, her partinin kendi içinde bir ittifak masası kurmasını önermiştim, bu programlarda da söylemiştim Bu ittifak kültürü bizde pek yok, biz ayrışma kültürüne sahibiz, bunu 2015’te yapsaydık bugün bu diktatörlükçe bir yönetim olmazdı. O zaman da söylüyorduk, Gezi’den bu yana söylüyorduk ama buna riayet edilmedi, ittifakla ilerlenseydi Türkiye parlamenter rejimini kurtarabilirdi, böyle bir rejim içerisinde olmazdı, ama bunlar geçti artık, bundan sonra adımlar Kaftancıoğlu’nun tarif ettiği biçimde ilerlerse, ittifak Türkiye’de mevzi elde eder, başarı elde eder, iktidar alanında çözülmeyi daha da güçlendir ama Kılıdaroğlu’nun baktığı şekilde, ‘Onlar yanıma gelmeye mecburlar’ yaklaşımı, lütfen bile demeyen bakış açısı devam ederse olmaz.


 

ÖM: Evet.


 

AB: Olmaz rencide eder. Büyük fedakarlıkla yaparak seni destekleyen bir grup var, onları göz önüne almak durumundasınız . Kılıçdaroğlu “Büyük başarımızdır!” diyor evet, başarı güzel, ancak bunda herkesin katkısı oldu biz sadece seni değil herkesi alkışlıyoruz. Doğudaki durum ortada , ona da başarı diyorsa yanlış söylüyor demektir. Sonuç ortada, sonuç zaten yıllardır oranın boş bırakıldığının göstergesidir, Kürt meselesine çözüm üretememenin göstergesidir. Bunların altını çizip CHP’nin ona göre ilerlemesi lazım. Vaktimiz kaldıysa G20 toplantılarına değinebiliriz.


 

ÖM: Galiba kalmadı!


 

AB: Trump’ın verdiği güvenceyi nasıl buldunuz Erdoğan’a?


 

ÖM: Hangisi?


 

AB: Yaptırım.


 

CT: Ben “ok” dedim; mesaj atarken böyle “ok” diyorsunuz ya! O.K.


 

ÖM: Hollywood setine benzetmiş “Zaten çok güzel insanlar!” demiş.


 

AB: Benim de Sadri Alışık’ın filmleri aklıma geldi. ‘Şakayla karışık Sadri Alışık’


 

ÖM: Dalga geçiyor galiba ama evet G20’nin de en temel meselesinin iklim değişikliği olduğunu söyleyen cumhurbaşkanı da “Diğer ülkelerin bize taahhütlerini yerine getirmesini bekliyoruz” diye bitirmesi de söylenecek söz bırakmıyor doğrusu!


 

AB: Bu arada, Amerikan senatosu onayladı, 1,5 yıldır Ankara’da ABD büyükelçisi yoktu biliyorsunuz, yeni büyükelçiyi onayladı, David Satterfield geliyor, çok önemli, deneyimli bir diplomat, bölgede çok deneyimi var. Komitedeki konuşmasında ne demiş biliyor musunuz? “Türkiye S-400 alarak F35 programındaki rolünü tehlikeye attı. Büyükelçiliğim onaylanırsa Türkiye’nin doğru tercih yapması için çalışacağım” demiş. Ankara’ya büyükelçi böyle geliyor!


 

CT: “OK” diyorum ona da!


 

AB: “OK”


 

ÖM: “OK”peki çok teşekkür ederiz.


 

CT: Görüşmek üzere.


 

AB: Hoşça kalın, iyi yayınlar dilerim.