"Günün sonunda, elde var Açık Radyo!"

-
Aa
+
a
a
a

Kişisel alıyorum, haliyle politik; kendi Açık Radyo hikayem gibi.

Mırıldanarak başlıyorum… "He sings the songs that remind him of the good times, He sings the songs that remind him of the better times”

Bilen bilir; hatta müdavimi, şarkıyı duyunca Chumbawamba Pazar Eki diye bile de hatırlayabilir:) Bu melodi ve eşlik eden sözleri Açık Radyo ile hikayemin başlamasının değil, ama sürekli hale gelmesinin de ritmidir. Sonrası da işte kendi kendimize evde, arabada, ofiste dinlediğimiz, ama  en lezizi sokaktan geçerken açık bir pencereden kulağımıza çalındığında ayrı bir keyiflendiğimiz kainatın en şahane renkleri ve haysiyetli sesleri ile geçirdiğimiz sayısız dakikalar… 

"Güzel zamanlardı. Galiba, en iyi zamanlardı!

O vakitler galiba, daha tutkulu bir insanmışım… Konu benle de ilgili değildi aslında ama şimdi analiz yapıp, kendi hikayemi sabote etmeyeyim. “Mışım”da değil, bayaa “dım”. Zaman geçtikçe inanması zor oluyor ama öyle. 2000’lerin başından bahsediyorum, tam başından. Öncesi de var tabi ama, özellikle o ilk yarı, bayaa hayatımın ve parçası olduğum kolektif muhabbetin gegenpress’in hakkını verdiği vakitlerdi. Radyocu olmuştuk, ismini Libero koyduğumuz programda her pazar futbolun “bizcileyin” hikayelerini anlatıyorduk. Yetmiyor, Elmadağ’daki stüdyonun koridorunda sadece futbola da değil “gölgede güneşte” her türlü sohbete dalıyor, yeni yeni tanışıyor, ama sanki bin senedir tanışıyor gibiydik. 

Yani tutkuyla yaptığım her şeyin bu kadar üst üste geldiği başka da bir dönem olmadı galiba. Radyoculuk da bunlardan biriydi; tek başına her şeyi değildi ama çok önemli bir parçasıydı, çünkü Açık Radyo’da programcılık, memleketin en artistik kumpanyalarından birine de sınırsız bilet demekti. Çok acayip insanlarla tanıştım, öyle böyle değil, bıraksanız kendi kendilerine fermente olurlar. Hala ne yaparlar merak ederim, özlerim, şöyle ha bire buluşsak da çene çalsak, birinin programına konuk olsak, sonra maç yapsak, peşi sıra da gidip bir yerlerde içsek diye hayal ederim, arada da rüyasını görürüm. Züğürt tesellisi...

Hayatta böyle 'şugar' dönemim bir daha olur mu zannetmem. Bir kere bu kadar tutkuyu aynı anda yakalamak zor, sonra ne ben eski benim, ne de insanlığın şımarık halleri öyle şeker çocukları ağırlayacak gibi değil. Artık İstanbul’da bile yaşamıyorum. Ama en mühimi, Cüneyt yok artık! Onsuz nasıl olurdu onu da hayal edemedim şimdi. 

Günün sonunda, elde var Açık Radyo! Sadece bana değil tüm memlekete, hatta gezegene acilinden lazım. E ama kendi hikayemi de savunacağım, kainatın en şık frekanslarından Açık Radyo’yu savunacağım gibi.
Chumbawamba Pazar ekiyle kapayalım o vakit. 

“I get knocked down, but I get up again. You are never gonna keep me down”

#AçıkRadyosuzOlmaz
#AçıkRadyoyuSavunuyorum

Tan Morgül