Dayanışma İnsanları Derneği - 1

-
Aa
+
a
a
a

İnsan Hakları Uzmanı Hamit Levent Evci ile deprem sonrası Adıyaman’daki faaliyetleri ve gençler tarafından yeni kurulan Dayanışma İnsanları Derneği’ni (People of Solidarity) konuşuyoruz.

Dayanışma İnsanları Derneği
 

Dayanışma İnsanları Derneği

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.) 

Aylin Örnek: Merhabalar. 95.0 Açık Radyo’dayız. Ben Aylin Örnek. Bugün konuğum insan hakları uzmanı ve danışmanı Hamit Levent Evci. Kendisi Adıyamanlı ve deprem sonrasında özellikle Adıyaman'da faaliyetlerde bulundu. Bugün kendisiyle Adıyaman'da gerçekleştirdiği faaliyetler üzerine ve oradaki sivil toplum kuruluşlarıyla dayanışması üzerine konuşacağız. Hoş geldin Hamit.

Hamit Levent Evci: Merhabalar. Çok teşekkürler davetin için Aylin. 

A.Ö.: Ben teşekkür ederim katıldığın için. Biz seni havaalanında yakaladık. Sen şu anda havaalanındasın. Oradan kayıt yapıyoruz. Çok sağ ol araya sıkıştırdığın için bu kaydı da. Hamit sana şey sormak istiyorum. Bizim programımızda bir gelenek gibi oldu. Sen 6 Şubat depremleri olduğunda neredeydin? 

H.L.E.: 6 Şubat depremi olduğunda, ondan önceki hafta yine serbest çalıştığım için sivil toplum alanında Mardin'de bir eğitime gitmiştim. Oradan Ankara'ya geçtim. Ankara'da da yine bir sivil toplum çalışmamız vardı. O sabah uyandım ve ablamın mesajını gördüm. Deprem oldu biz iyiyiz diye.

A.Ö.: Ailen orada yaşıyor, değil mi? 

H.L.E.: Normalde benim annem ve babam dışında, kız kardeşim ve ablam, yeğenim filan Ankara'dalar. Yani sadece annem babam var Adıyaman'da. Adıyaman'ın bir ilçesinde. Ama o hafta sonu herkes Adıyaman'daydı ve herkes yakalandı depreme. O mesajı SMS olarak görünce burada ciddi bir şey var galiba diye açıp Twitter'a baktım. Ama asıl gerçek yıkımı ve hikâyeyi Adıyaman'a vardığımda görebildim. Çünkü bizimkilerin olduğu ilçede çok büyük bir yıkım yoktu. Zaten sağlam kalan tek ilçe orası. 

A.Ö.: Hangi ilçe?

H.L.E.: Kahta'da yaşıyorlar. Kahta’da on beş, yirmi civarı ev yıkılmış. Onun dışında çok büyük bir sorun yoktu. Orayı görünce anlamaya çalıştım ve otomatik olarak
hızlıca İstanbul'a döndüm. Çünkü eğer bölgeye gitmem gerekirse, bir şey yapmam gerekirse en azından yanıma alacağım ekipmanları eşyamı alabileyim diye… O akşam tekrardan Ankara üzerinden bir uçak bulup İstanbul'dan Ankara'ya otobüsle geri döndüm. Sabah da uçakla Adıyaman'a gittim. Öğlen vakti, ikinci gün öğlen vakti Adıyaman'a varmıştım. Çünkü o günde trenle İstanbul’a dönerken yolda çok düşündüm. Nereye gideyim, nerede ne katkım olabilir diye. Bana bir yerlere gitmek istiyorum diyenlere de “hiçbir yere gitmeyin” dedim. Niye gitmeyin? Çünkü arama kurtarmacı değilsiniz, şu an gidip yük olursunuz insanlara, öncelikle bir güvenli alan oluşturmak lazım. Ama bizimkilerin; annemin, babamın prefabrik bir yerde, eniştemlerin iş yerlerinde güvenli bir yerde olduklarını öğrenince en azından “güvenlikli yerim var benim, bir ailemi de göreyim, bir de orada ne yapabilirsem destek olabilirsem olayım” diye çıkıp Adıyaman'a geldim. 

A.Ö.: Sen hâlâ Adıyaman'da faaliyetlerine devam ediyorsun anladığım kadarıyla. Peki gittin ve ondan sonrası nasıl gelişti? 

H.L.E.: Ben zaten yola çıkma sürecimde daha önce ilişkili olduğum sivil toplum örgütleriyle haberleştim. Sonra yirmi beş tane STK'nın oluşturduğu Afet Platformu diye bir platform olduğunu duydum. O platformdan da bir STK'nın bir temsilcisi Adıyaman'a geçiyormuş. O da Adıyamanlı bir arkadaştı. Sonra benim daha önce çalıştığım STK “madem sen oraya gidiyorsun, biz de kaynaklarımızı oraya yönlendirelim” dedi. Ve biz böyle iki arkadaş orada buluştuk. Direkt valilik kriz merkezine gittik. Valilik kriz merkezindeki duruma, ortama baktık. Normalde Afet Platformu daha önceki depremde AFAD'la beraber depo koordinasyonunda rol almış. Ama Adıyaman'daki durum ilk günlerde zaten ortak çalışma yapmaya çok müsait değildi. Çünkü herkes zaten ne yapacağını anlamaya çalışıyordu. Biz de hızlı olmak için farklı bir insani yardım deposu açtık. 

A.Ö.: İki kişi mi açtınız bunu? 

H.L.E.: Oranın ilk gönüllüleri kız kardeşim, eniştem, eniştemin yeğeni gibi aslında insanlar. Üçüncü gün hızlıca orda, ailemin oralı olmasının da katkısıyla demir ve çimentocular sitesinde boş bir depo bulduk. Bir kısmı boş. Afet Platformu paydaşlarına ve kendi kontaklarımıza  haber vermeye başladık.  Sonra şöyle şeyler oldu: Ben tekrar valiliğin önüne gittim. Adıyaman'a destek için gelen ama nerede ne yapacağını bilmeyen bir grup genç topladım. Dedim ki “arkadaşlar niye geldiniz? Biz de böyle bir şey yapacağız, şu şu sivil toplum örgütleri. Düzenli bir sistemde çalışan bir yerde olmak ister misiniz?” Çünkü o günlerin en büyük derdi sistem kurmaktı. Ve bir grup genci aldım, depoya geldim. Sonra ufak ufak haber yayıldı, STK'lar da yönlendirmeye başladı. Çünkü o dönem bu Afet Platformu’nun içindeki STK'lar da açık çağrı yapmıştı dışarıya. Böyle ufak ufak insanlar gelmeye başladı. Ama depoda seksenden fazla gönüllü olmadı hiçbir zaman. Çünkü zaten bu insanların konaklamasını sağlamazsak, yemeğini sağlamazsak, güvenli bir alan kurmazsak onları zaten oralara getirmek de çok akıl karı değil. O yüzden o deponun kapasitesi hep maksimum seksendi.

A.Ö.: Bu seksen kişi Adıyamanlı gençlerden mi oluşuyor yoksa deprem sebebiyle oraya yardım için gelmiş gençlerden mi?

H.L.E.: Yarı yarıya aslında Aylin. Instagram'da “gönüllü arıyoruz” paylaşımı yapınca “Levent abi biz de desteğe gelmek isteriz” diyen birçok genç oldu. Sonra Adıyaman merkezden tanıştığımız insanlar ve onların arkadaşları geldi. Yüzde 60’ı yerelden gençler yüzde 40’ı diğer şehirlerden gelen gençlerdi diyebiliriz. O gençler bir anlamda kendi sivil toplum örgütlerini kuruyorlar sonra. 

A.Ö.: Evet oraya geleceğiz, orası çok heyecan verici.

H.L.E.: Adıyaman'da bir gençlik çalışması başlamış oldu. Kahta'da bir gençlik örgütü vardı biliyorduk, daha önce Ulusal Ajans bağlantılı bazı gençlik çalışmaları yapılmıştı. Ama bu kadar yoğun bir şeyi hiç duymamıştım. Yani çok yoğun bir gençlik çalışması başladı. Çok çok heyecan vericiydi, ilk günden beri “gençler dayanışmayı yaşatır” sloganını, dayanışmanın önemine dair sloganları her zaman söylediler. Ve depoda da konuşuyorduk aramızda… Yaptığımız şey akıl kârı değil. Hiç tanımadığımız bu kadar genci bir araya topladık. Ama hiç sorun çıkmadı. Yani tabii ki ufak gerilimler oluyordu ama günün sonunda gençleri birbirlerine sarılırken ve birbirlerini yerden kaldırırken görüyorduk. Benim için hâlâ böyle gözlerim dolu dolu anlattığım bir şey. 

A.Ö.: Konaklama nasıl sağlandı?

H.L.E.: Aylin çok şanslıydık. Çünkü bulduğumuz depo genelde prefabrik olan ama bir bölümü de betonarmeden yapılan ve sağlam, hiçbir sorunu olmayan bir yerdi. Ve Adıyaman'da insanlar tuvalet bulamazken bizim üç tane temiz ve kullanılabilir tuvaletimiz vardı. Bunlar çok büyük şanslardı. O binanın içinde iki katı ofis olan bir alan vardı. Orayı boşalttık ve yer yatakları yaptık. Bir iki tane de çadır kurduk deponun önüne. 

Yaptığımız işleri görenler kendi depolarını da kullanmamızı teklif etti. Ve biz bir anda o alanda ve başka yerlerde sekiz tane depo yürütmeye başladık. Bir yandan kamu ilişkileri de gelişmeye başladı. “Adıyaman'a bağış olarak gelen odun kömürlerin dağıtımına da destek olur musunuz? Çok koordineli çalışıyorsunuz ve biz sizden destek almak isteriz” dediklerinde, biri  odun kömür deposu oldu. Bir tanesi soğuk hava deposuydu. Bozulacak ürünleri ve suyu depoladık çünkü ilk günler su çok israf oldu ortalıkta. Ve biz onların hepsini topladık. Sonrasında su ihtiyacı olduğunda da her yere gönderdik. Yani mesele aslında bu işleri bilmek ve kestirebilmek ile ilgili, o yönde becerilerimiz olmasıyla, birkaç hafta ilerisini görmekle ilgiliydi. Diğer depolarda da işte bir tanesi sadece gıda hijyen deposuydu. Bir tanesi jeneratör, mat, tulum veya daha ağır malzeme diyeceğiniz malzemeler içindi. Bir tanesi sadece giyim deposuydu. Böyle bir organizasyonla devam ettik. Mesela bir tanesi açık alandaydı ve sadece sobalar vardı orada. 

Image removed.

A.Ö.: Dağıtım işinde de siz mi aktiftiniz? Başkaları mı vardı?

H.L.E.: Biz kendi depolarımızdaydık. Çünkü bizim dışımızda da depolar vardı. Mesela Baro ve başka STK'lar kendi deposunu açtı. Zaten valiliğe ait AFAD depoları vardı. Herkesin deposu kendi sorumluluğundaydı, dağıtımları da biz yaptık. Diğer kurumlardan farklı olarak kapı önünde ya da toplu dağıtım yapmadık. Bunun sebebi şu: Biz ilk günden gençlere, insan hakları alanından, hak temelli bakış açısından da geldiğimiz için şunu anlatmaya çalıştık. “Arkadaşlar biz insan onuruna yakışır bir dağıtım yapacağız. Yani insanları sıraya dizmeyeceğiz. İnsanların üzerine bir şey atmayacağız. Giymediğimiz kıyafeti götürmeyeceğiz. Yemeyeceğimiz yemeği götürmeyeceğiz. Biz insanlara bu ver al ilişkisini ulu orta yerde, rencide edecek şekilde yapmayacağız. Biz insanların evlerine götüreceğiz. İnsanların ihtiyaçlarını götüreceğiz.” 

Nasıl bir sistem kurduk? İlk başlarda valilik koordinasyonuna düşen acil taleplerle başladık. Sonra da Toplum Gönüllüleri Vakfı, İhtiyaç Haritası, INOGAR’la çalıştık. Son dönemlerde de Temel İhtiyaç Derneği bir personelle desteğe geldi. İhtiyaç haritası bir WhatsApp bootu yazdırdı. İnsanlar WhatsApp'tan sohbet ederek kayıt oluşturdular. Yaklaşık yirmi beş bin kayıt aldık o dönem. Bu yirmi beş bin aile, yirmi beş bin kişi değil. Oradan gelen kayıtları teyit ediyorduk. Mesela işte girmiş ama dört gün önce girmiş, çünkü hani çok çok az insanız, çok az arabayız ama bir şekilde yetişmeye çalışıyoruz. Arıyoruz diyoruz ki “böyle bir talebiniz olmuş, hala bu talep geçerli mi?” “Evet” derlerse detaylandırıyoruz. Mesela kıyafet istemiş ama hangi beden istemiş? Çocuk bezi istemiş ama kaç numara istemiş? Yaşlı var mı? Çocuk var mı? Evde kaç kadın kaç erkek var? 

Sonra gençler tarafından hazırlanıyor, gönüllüler tarafından paketleniyor. Depoda da görevler var. İşte depo sorumlusunun desteğiyle hazırlanıyor ve sonra hareket amirliğine gidiyor. Hareket amiri bölge bölge araçları hazırlıyor. Bu araçların hepsi de gönüllü araçlardı ilk günlerde. Sonra kalıcı araçlarımız da oldu. Kurumlar kiralama yaptılar. Ama ilk günlerde on, on beş hatta yirmiye kadar çıkan gönüllü arabalarla bu dağıtımların hepsini il merkezine, ilçe merkezine ve köylere ulaştırdık. Çelikhan'ın hiç gidilemeyen, girilemeyen köylerine dahi off-road araçlarıyla girdik. Ama karşı komşumuzun da ihtiyaçlarını yine kayıt usulüyle karşılamaya çalıştık.

A.Ö.: Kaç aileye ya da kaç kişiye ulaşabildiğiniz konusunda bir fikriniz var mı? 

H.L.E.: İlk günlerde bunların kaydını tutmak çok kolay değildi. Ama 1.500-2.000 arası kişiye, her gün yaklaşık 150-200 aileye ulaştığımız bir sistemle başladık. Çünkü gençler 18-20 saat çalışıyorlardı, inanılmaz bir şeydi. Sonra biraz daha acil durum geçince de yaklaşık 100 aile gibi bir rakama döndü bu. Günlük rakamlar böyle. 

A.Ö.: Gençlerle birlikte kurduğunuz dernekle ilgili bilgi almak istiyorum ama ondan önce yerel yönetim ve merkezî yönetimle ilişkileriniz nasıl sağlandı ve nasıl yürütüldüğü diye soracağım. 

H.L.E.: Bir yandan bu tür durumlarda herkes, her türlü desteğe açık oluyor. Birtakım engellemeler vardı. Kamu ve sivil toplum örgütleri arasında anlaşmazlıklar çoktu. Ama bunu biz yaşamadık. Yani niye yaşamadık? 

Biz iki arkadaş, birimiz iç ilişkileri aldık. Diğerimiz ise dış iletişimi yürüttü. Ben depo tarafındaydım. Diğer arkadaşımız her gün kamu kurumlarına, oradaki vali yardımcısına, valiye, acil kriz masasına gitti. Oradaki ihtiyaçlarla da ilgili güncel takip ettik. Özellikle biz arama kurtarma çalışmalarına katılmadık ama arama kurtarma çalışmalarının backup'ını yaptık. Nasıl yaptık? Örneğin yurt dışından bir grup arama kurtarmacı gelmiş ama ayakkabıları yok. Biz ayakkabıları temin ettik. Dışarıda üşüyorlar. Onlara mont temin ettik. İş montları bulmuştuk çünkü çok sayıda… Ya da işte bir enkazdan canlı sesi geliyor ama yağlı krikoya ihtiyaç var ya da testereye ihtiyaç var. Hızlıca bunları bulup temin ettik.

Orada ikinci günden beri sahada her alanda bir backup sağladığımız ve çok hızlı harekete geçtiğimiz için özellikle kamu personellerinden de bazıları “ya siz kimsiniz, yani çok iyi çalışıyorsunuz, çok teşekkür ederiz, varlığınız çok kıymetli bizim için ve yani bugüne kadar da hep biz sizin için ne yapabiliriz diye sordunuz ve bir şey istemediniz” dediler. Bu bizim için çok anlamlıydı. “Biz sizin için ne yapabiliriz?” diye sormaya başladılar. Bu ilişki kendiliğinden gelişti ve bir yandan buradaki valiler, kaymakamlardan bazılarıyla (ki ben onlara kendimce, bu çok özel yorumum, ağdan kaçan balıklar diyorum) bir takım prosedürlere ve bürokrasiye takılmadan gerçekten iş yapmak isteyen kamu personelleriyle karşılaştım. 

Eğer aynı dili konuşabileceğin birileri varsa oraya git ve o insanlarla iş kotarmaya bak. Bu kişilerle çalışmaya başladık ve örneğin sel olan bir akşam vardı, dokuzdan sabah yediye kadar inanılmaz bir operasyonla altı bin civarı battaniye dağıtıldı. Çünkü herkesin her şeyi ıslanmıştı. Ve o akşam Vali Yardımcısı bize sadece şunu dedi: “Şu an hiçbir kurum ve hiçbir kuruluş bu operasyonu yürütemiyor ve sadece bunu siz yapıyorsunuz. Battaniyeniz biterse gelin AFAD depolarını istediğiniz gibi kullanın.” Yani bunu bir kamu görevlisinden duymak inanılmaz bir noktaydı bizim için. Ve bir yandan da bu komik kurumlarımızın ismini bilmiyordu hiçbiri. Yani her seferinde soruyorlar “siz kimdiniz?” filan diye. 

A.Ö.: Yani sivil toplum kuruluşlarının ismini bilmiyorlar, değil mi? 

H.L.E.: Evet, mesela biz Afet Platformu diyoruz. Yani sizin gerçekten kim olduğunuz önemli değil . Ama siz “Levent, Hüseyin, siz bizim ekip arkadaşlarımız gibisiniz” diyorlardı ve hep bu motivasyonla devam ettik. Hâlâ da böyle devam ediyoruz. Çözülmesi gereken bir konu varsa gidip STK'ların çalışma, izin alma süreçlerini gibi de kolaylaştırmaya çalışıyorum. Ve o kurduğunuz ilişkilerin inanılmaz katkısı oluyor. Filtre görevi de görüyoruz şu an. Bir STK izin alamayınca gidip “ bu STK'daki insanlar arkadaşlarımız, yaptıkları işleri biz biliyoruz ve kefiliz” diyebiliyoruz. Ve süreçler inanılmaz kolaylaşıyor. 

A.Ö.: Siz depo ve dağıtım görevi dışında diğer STK'larla yerel yönetimin ya da merkezî yönetimin ilişkilerini sağlamak gibi bir görev de yürütüyorsunuz orada diye anlıyorum. 

H.L.E.: Çok iyi oldu bunu açman. Şimdi gerçekten Adıyaman'a hızlıca giren ve çalışan ilk kurumlardan biriyiz. Öyle olunca daha sonra gelen STK'ların önemli bir kısmı da Adıyaman sahasına girmeden önce kim aktif diye bakıp bir şekilde bize ulaştılar. Yani büyük çoğunluğu bizim depodan geçti. Hatta mesela bir uluslararası STK kendi operasyonuna başlamadan ekip olarak bizim deponun gönüllüsü gibi çalıştılar. Hatta birden çok STK. Sonra kendi operasyonlarını başlattılar. 

Biz şimdi örgütlenmenin gücüne inanan kişileriz. Yani, benim mesela zaten alanda yaptığım işlerden bir tanesidir sivil toplum örgütlerinin kapasitesini güçlendirmek ve ağlar oluşturmak, matchmaking iki kurum arasında, üç kurum arasında, beş kurum arasında... Üçüncü haftasıydı depremin, normalde Birleşmiş Milletler'in yapması gereken işlerden bir tanesi STK koordinasyonu da yapmak biliyorsun bu tür zamanlarda. Ama yoklardı ortada. Yani bu mesela benim en büyük kavgalarımdan bir tanesi. Birleşmiş Milletler, Adıyaman'da inanılmaz kötü bir performans gösterdi bu deprem sürecinde. Birileri geldi, gitti, geldi, gitti. Ama bir koordinasyon sağlanamadı. Üçüncü hafta biz bütün STK'lara, Adıyaman'da aktif olan bütün STK'lara ve bütün ajanslarına bir çağrı yaptık. Dedik ki “gelin buyurun depomuzda bir toplantı yapalım.” Üçüncü hafta toplandık, bir araya getirdik STK'ları ve ilk temas orasıydı STK'lar için. Tabii Birleşmiş Milletler kendi süreçlerine başladı ve aslında o yapıyı çok önemsemedi. Hatta o toplantıların olduğu WhatsApp grubunu kendi çalışma grubuymuş gibi yürütmeye devam etti. Ama bu çok UN tavrıdır yani. Şu an dinleyen, bu alanı bilen sivil toplumcu arkadaşların çoğu şaşırmayacaktır buna. Ne yazık ki bir yanıyla. 

Sonra ne oldu? Biz de dedik ki o zaman buyurun size kolay gelsin, ama bizim sadece sivil toplum örgütleri olarak dayanışacağımız ve birbirimizle konuşacağımız bir alana ihtiyacımız var. Ve o günden bu yana (tabii ki işte seçimlerdir, bayramdır bir iki defa buluşamadık ama) her cuma sabah 10.30-12.00 arası Adıyaman'da çalışan ulaşabildiğimiz bütün STK'lara onları bir araya getiriyoruz ve orada bir STK dayanışma grubumuz var. Yani bunun da aslında kolaylaştırıcılığını ilk günden beri ben yürütüyorum. Çünkü bu bahsettiğim diğer arkadaş zaten bir buçuk ayın sonunda başka bir kuruma geçti ve Adıyaman sahasından çıktı. İlk bir aydan sonra biraz yalnızdım. Ondan sonra başka arkadaşlar desteğe geldiler sağ olsunlar. Sonra bu dayanışma ağını kurunca orası çok iyi geldi herkese. Yerel STK'lara ulaştık, kimsenin ulaşamadığı grassroot, taban örgüt dediğimiz kurumlara da ulaştık. Ulusal STK'lar da var. Uluslararası STK'lar da var. Ve bir yerden sonra oradaki kurumlar birbirlerini desteklemeye başladılar. “Siz nereye dağıtıma gidiyorsunuz? Buraya. O zaman biz gitmeyelim. Biz şuraya gidelim. Ama şurada bu eksik. Ha tamam, biz orayı destekleyelim o zaman.” dediler. Ya da bir yerel STK “biz kendi çabamızla çalışıyoruz, fon arıyoruz” dediler. Diğer STK’lar yönlendirdi ve süreçte yardımcı oldu. Aslında bir kapasite güçlendirme işi başlamış oldu kendiliğinden. Bunu da çok önemsiyorum. Şu an deprem bölgelerinin birçoğunda bu tür toplantılar organize edilmeye çalışılıyor. Ve şeyi duyuyoruz, bu çok iyi geliyor: Adıyaman zaten bunu yapmış. Adıyaman'da zaten böyle bir var. Bu çok çok önemli bir şey deprem bölgesi, sivil toplum için. 

A.Ö.: Bu dayanışma ağı içinde aşağı yukarı kaç sivil toplum kuruluşu olduğu konusunda bir fikir verebilir misin? 

H.L.E.: 20-25 arası STK var bu grupta. Birleşmiş Milletler'in yaptığı toplantıya katılan STK'lardan daha fazla. Neredeyse hemen hemen herkes var. Olmayanların, gelmeyenlerin de haberi var. WhatsApp grubunda varlar ve takip ediyorlar.
 

A.Ö.: Benim seninle daha önce ön görüşme yaptığımda bahsettiğin bir şey benim çok ilgimi çekmişti. Orada, gençlerle sanıyorum değil mi, yani ağırlık gençler olarak yeni bir sivil toplum kuruluşu da filizlendi. Kurulma aşamasında mı bilmiyorum ama bu konuda da bizi bilgilendirir misin biraz?

H.L.E.: Bir hafta önce kuruldu, resmen de kuruldu artık People of Solidarity, Dayanışma İnsanları Derneği. Aslında şöyle bir hikayesi var; bu bahsettiğim gençler, bu deponun organizasyonu yapan Toplum Gönülleri Vakfı ve İhtiyaç Haritası ile ilişkili olan gençler vardı, bir de hiçbir yerle ilişkisi olmayan, hatta, ‘Bir şey soracağım, STK diyorsunuz, ne demek STK, açılımı ne?’ diyen ve daha önce hiçbir şekilde aktif yurttaşlık ilişkisinde bir yere dahil olmayan bir grup genç de geldi. Ve burada aslında dayanışmanın, beraber iş yapmanın kıymetini gördüler. Gençlik çalışmalarının benim için en heyecan verici yanı o dönüşümü görmek. Nereden biliyorum? Kendimden biliyorum. Yani ben de Adıyamanlıyım. Küçük bir yerde yaşadım. Bu küçük yerde yaşadıktan sonra sivil toplum alanına girmek, bende her şeyi değiştirdi, bütün algımı değiştirdi, bütün dünyaya bakışımı değiştirdi ve şu an yaptığım şey de aslında biraz onun sayesinde, o deneyim sayesinde. Şimdi benim için duygusal bir tarafı da var. Hep böyle aklımın bir köşesinde dönüp, Adıyaman'da gençlik çalışmalarıyla ilgili bir şey yapmak vardı. Ama bir yandan o kadar da dönüşümü zor bir yer diye düşünüyorum ki Adıyaman'ı ve hiç umudum yoktu açıkçası. Ama bu depremden sonra tanıştığım ve karşılaştığım gençler inanılmaz bir umut verdi bana. Yani evet burada inanılmaz gençler var ve bu inanılmaz gençlerle inanılmaz işler yapıyoruz. Sadece depodaki gençler üzerinden demiyorum. Mesela Kahta'da Kahta Değişim Meclisi diye bir grup genç arkadaşın kurduğu başka bir gençlik örgütü var. Onlar da yine inanılmaz işler yapıyorlar.

A.Ö.: Bu bahsettiğin Kahtalı gençler ayrı, yeni bir oluşum mu yoksa var mıydı daha önceden?

H.L.E.: Onlar da deprem öncesi kurulmuşlar, deprem ilk ciddi faaliyetleri gibi olmuş. Bir toplantıya gelip anlattılar depremin ilk ayında yaptıklarını. Bütün uluslararası STK'lar bizim, hepimizin yaptığından daha fazla iş yapmışsınız dediler. Yani ilk gün, depremden üç saat sonra insani yardım dağıtımlarına başlamışlar. Dördüncü gün çocuklar için oyun alanı kurmuşlar. Bu inanılmaz bir hız deprem bölgesi için. Biz daha nerelere ne dağıtalım konuşması yaparken, arkadaşlar sanat ve terapiyle yetişkinleri güçlendirme, sosyal uyum gibi kavramlar konuşuyorlardı. Böyle herkes ne oluyor filan olmuştu o ilk toplantıda. Şimdi onlarla da konuşurken bu gençlik örgütleri sayısını arttırsak ne kadar güzel olur dedik. Zaten ortak da işler yapalım, edelim. Şimdi bu depodaki arkadaşlarla ilk günden böyle aidiyet hissettikleri yer depo, depodaki ekip. Yani Toplum Gönülleri Vakfı’yla beraber çalışıyorlar. Oradan da gönüllüler var. Ama başka bir şey oluştu. Başka bir kimlik oluştu orada; Depodaki Dayanışma İnsanları. Sonra aslında depremin beşinci haftası ben kişisel olarak bir video çekmiştim ve bu sosyal medyada inanılmaz yayıldı ve onun üzerine kesilmeye yüz tutan destekler tekrardan canlandı. Buradaki insanların hikayeleri çok önemli diye konuştuk. Bu benim hikayemdi ve parladı. Bir sürü destek geldi. Buradaki her bir gencin hikayesini anlatalım. ‘People of New York’ diye bir şey vardı eskiden, bir Facebook sayfası vardı. Biraz oradan esinlenerek bir Instagram sayfası açsak diye bir muhabbet döndü. Onun hazırlıklarına başladık. Bütün gençler diyordu ki, “Niye biz bir dernek açmıyoruz? Niye biz vakıf açmıyoruz?” Ben de bir şey anlatmaya çalışıyorum. Arkadaşlar bakın Toplum Gönülleri Vakfı var, İhtiyaç Haritası var. Şimdi onlarla beraber çalışıyoruz, onlar da destek oluyor. Bazı konularda anlaşamadığımız oluyor ama işte orayı da dönüştürmek daha önemli bence yeni bir dernek kurmaktansa diyordum. Ama işler böyle gelişti, konular çalışıldı ve gençler artık daha sert, yüksek bir sesle, ‘Biz bir yer açalım ve bu ekibi dağıtmayalım,” dediler. Sonra da People of Solidarity’den beslenerek ‘Tamam adı bu o zaman buranın’ diye konuştuk. Çok heyecan verici bir şey anlatacağım böyle kısaca. İsmi Dayanışma Yaşatır Derneği mi olsun, Dayanışmayı Yaşatanlar mı olsun, Dayanışmayla Yaşayanlar mı olsun, yoksa Dayanışma İnsanları mı olsun diye bir oylamaya döndü WhatsApp grubunda ve Dayanışmayla Yaşayanlar daha yüksek oy aldı. Ama dedik ki böyle çoğunluk demokrasisi olmaz. Bu en yüksek iki oy alanı bir daha konuşalım dedik. Depoda dağıtımlarını bitirdiler. Gece saat on bir buçuktu. Depoda kırk kişi oturdular ve bu iki isim üzerine kim neyi istiyor ve niye istiyor hakkında uzun uzun anlattılar birbirlerine. Sonra bir sandık kurdular ve onun üzerine o konsensüs tartışması üzerine yeni bir oylama yaptılar. Dayanışma İnsanları bu sefer kabul edildi ve Teoman'ın “İstasyon İnsanları” şarkısını açıp, birbirlerine sarılıp… Yani kimse mutsuz olmadı. Yani böyle inanılmaz bir demokrasi deneyimiydi. İnanılmaz bir gençlik çalışması hikayesiydi benim için. Geçen hafta kurulduk. Yönetim kurulunda üç kadın, iki erkek olan, yaş ortalaması ben ve başka bir arkadaşım 30-31 olmasına rağmen 23 buçuk olan, bütün kurucuların yaş ortalamasının 20 buçuk olduğu ekibin tamamının yaş ortalaması 23-24 olan bir ekipten bahsediyoruz. Üç dört tane sivil toplum profesyoneli de var içinde. Bu arada beş tane yönetim kurulu üyesinden ben kurucu üyeyim sadece. Herhangi bir title’ım yok. Yönetim kurulu başkanı ve başkan yardımcısı genç kadınlar. Sayman'ı, sekreteri böyle. Bizim olma sebebimiz de şu, yani yeni kurulan STK'lar birtakım yerlere başvuru yapamıyorlar ama yönetim kurullarında deneyimli insanlar varsa değerlendirilebiliyorlar gibi bir stratejiyle aslında varız.

Bu dört sivil toplum profesyoneli arkadaşımız ekibi destekliyor ve bu ekip üç tane temel alanda çalışacak. Bir tanesi sivil toplum kapasite güçlendirme yani derneğin içinde bir arama kurtarma ekibi de kuruluyor. Derneğin içinde bu tür afet durumlarında depo nasıl açılır, nasıl kurulur, nasıl yönetilir yayınları da çıkacak. Bir yandan da bu ekibin olası bir felakete karşı hazırda birtakım ekipmanları sabitte tutacağı bir çalışma alanı var ve bunu yaparken diğer STK'ların da kapasitesini güçlendirmek özellikle de yerel STK'ların gibi bir çalışma alanı da var. İkinci çalışma alanı gençlik çalışması, üçüncüsü de kalkınma. Tabii ki mesela bu üçünü sayıyorum ama tartışmalar sürüyor. Yani her toplantıda uzun uzun ‘şunu da çalışmalıyız’, ‘bunu da çalışmalıyız ama odaklı da olmalıyız’ tartışmaları sürüyor. Öne çıkanlar bunlar ama bu tartışmalar gençlerin istekleri doğrultusunda devam edecek. Hatta ilk projelerine Hollanda'dan gelen bir öğrenci grubuyla beraber iki gün önce başladılar. Köy okullarında eğitime devam eden yaklaşık 800 öğrenciye eğitim destek kiti dağıtımı yaptılar. Bugün de hala şu an dağıtımlara devam ediyorlar. Çok hızlı bir şekilde çalışmalara başladı ekip.

A.Ö.: Süper. Daha önce yaptığımız bir programda Hatay'da faaliyet gösteren Mavi Kuş Dayanışması’ydı. Onlar ağırlıklı olarak çocuklarla çalışıyorlar, deprem bölgesinde ağırlıklı olarak kadınlar ve çocuklarla çok yoğun projeler, programlar geliştiriliyor ama gençlerin durumu çok vahim. Gençlere yönelik kimse hiçbir şey yapmıyor, dolayısıyla orada gençlere yönelik bir şeyler yapmak çok önemli. Yoksa o gençler o tramvayla baş edemeyecekler gibi bir şey söylenmişti. O yüzden de seninle ilk konuştuğumuzda da bu gençlerin bir araya gelerek bir dernek kurmuş olmaları beni çok heyecanlandırmıştı. Genel olarak gençlerin durumunu deprem bölgesinde nasıl görüyorsun? Yani sizinle çalışanlar dışındaki gençlerle ilgili bir bize söyleyebileceğin bir şey var mı?

H.L.E.: Ben Adıyamanlıyım ve 18 yaşıma kadar burada yaşadım Aylin. Üniversite’ye kadar. Ve hep şeyi anlatıyordum, yani heba olan bir dönem. Çünkü bir genç için hiçbir alan yok. Yani benim dönemimde de sinema bir tane vardı ama İstanbul'daki arkadaşım izledikten bir yıl sonra izleyebiliyordum o filmi sinemada. Şimdi de bir tane sinema var, ikincisi yok. Kütüphane desen gençlere hitap eden bir şey değil. Gençlere yönelik faaliyetler, festivaller filan desen yok denecek kadar az. Bir yandan gençler üzerinde inanılmaz bir baskı var. Bir yandan muhafazakâr bir yer. Din temelli yaklaşımın yüksek olduğu bir yer. Dolayısıyla gençler üzerinde inanılmaz bir baskı da var.

A.Ö.: Üstelik de afetle baş etmeye çalışıyorlar.

H.L.E.: Aynen öyle. Yani buradaki gençlerin üstünde çok da yük var. Nasıl çok yük var? İşte hızlıca hayata atılması lazım, okumadıysa aile mesleğini devam ettirmesi lazım. Okuduysa da burada Adıyaman'da atanamayan inanılmaz sayıda genç var. Dolayısıyla sıkışmış hissediyorlar ve hiçbir faaliyet yok. Mavi Kuş Dayanışmasının tespiti çok doğru. Çünkü bir yandan biz gençleri ergenlik dönemiyle beraber ele alıyoruz. Yani 15 yaşında başlıyor. Bazı kaynaklara göre 24’te, bazılarına göre 30’da ve bazılarına göre ise 35’te.

A.Ö.: Bazılarına göre ömür boyu.

H.L.E.: Ben çok politika düzeyinde baktığım için mesela benim için herhalde 15-35 aralığı. Çünkü okuma yaşları arttıkça da bu değişiyor. Bu arada ben yıllarca gençlik çalışmalarının içindeydim. Hala kırılgan gençlik gruplarıyla çalışıyorum. Yani belki bir cümle onu da söylemem lazım. Çocuk cezaevlerinde gençlerle çalıştım uzun yıllar. Toplum Gönülleri Vakfında yedi sene boyunca profesyonel olarak, beş sene gönüllü olarak gençlik çalışması yürüttüm. En son Avrupa Birliği'nin bir programı kapsamında Roman gençlerin eğitim ve istihdamda yaşadıkları ayrımcılığa yönelik izleme raporu yazdım. Sulukule'de yıllarca çocuklar ve gençlerle çalıştım.

A.Ö.: Çok içinde olduğun bir alan.

H.L.E.: Çok içinde olduğum bir alan ve o değişime çok inandığım bir yer. Deprem döneminde de bu gençlerin, buradaki gençlerin o bütün baskıyla beraber kendini ifade edebilecek hiçbir alanı olmadı. Yani ya kardeşlerine yönelik sorumluluk aldılar ya anne babalarına yönelik sorumluluk aldılar. Cenazesi varsa cenaze işleriyle uğraştı, enkazı varsa enkazla uğraştı. Kimse gençlere dönüp sizin ne ihtiyacınız var diye sormadı. Ergenlik dönemi gelişimsel olarak da inanılmaz bir baskının olduğu bir dönem zaten. Ergenlik dönemindeki en temel ihtiyaçlardan bir tanesi özel alandır. O kayboldu. Şiddet hikayeleri inanılmaz artıyor. Yani hem kendilerine yönelik öfkeleri, hem dışarıya yönelik öfkeleri, hem de aslında diğer kişilerin bu çalkantılı dönemde bunu anlamadıkları, anlayış göstermedikleri için inanılmaz bir baskı var üzerlerinde.

Bir yandan özellikle genç kadınların farklılaşan ihtiyaçları var. Engelli gençlerin farklılaşan ihtiyaçları var. Bütün bu ihtiyaçlara cevap veremeyince ne oluyor? İnanılmaz büyük hak ihlalleri. Mesela birçok toplantıda istismar vakalarının çok arttığını konuşuyoruz ve bunların da önemli bir kısmı ergenlik dönemindeki çocuklar ve gençler. Dolayısıyla gençlik çalışmalarını arttırmak için elimizden ne geliyorsa zaten Adıyaman için yapacağız. Belki sivil toplumdan bu programı dinleyen, bu işlerle uğraşan kişilere de minik bir çağrımız olabilir. Varsa niyetiniz gelin konuşalım. Diğer illerde de bir sürü kontağımız var, beraber çalıştığımız kurumlar var. Mesela Hatay'da Ali İsmail Korkmaz Vakfı'nın olması ne kadar büyük şans. Evet bir anda çok büyük felaket. ALİKEV’le de çok yakından çalıştım geçmişte ve çok şükrediyorum Hatay'da o vakıf kurulduğu için. Yani Ali İsmail adının yanında şu an inanılmaz işler yapacaklar, eminim yani.

A.Ö.: Peki Hamit çok güzel anlattın. Sohbete de doyum olmuyor. Ben bir de şeyi merak ediyorum. Sen Adıyamanlısın. Zaten sivil toplum kuruluşlarının içindeydin, zaten faaliyet gösteriyordun ama deprem sonrası orada olmak ve orada faaliyet göstermek ve bu yeni gelişmelere ön ayak olmak sana nasıl hissettirdi? Onu merak ediyorum. Bir de ne kadar sürecek? Onu da konuşmadık. Ondan da bahsedersen
sevinirim. Yani sen manevi olarak nasıl hissediyorsun?

H.L.E.: Vallahi Aylin, 18 yaşımda çıktım Adıyaman'dan. Şu an 32 yaşındayım. Yani 15 yıl filan oldu ben Adıyaman'dan çıkalı. Toplasan Adıyaman'da bir ay kalmamışımdır. Çünkü geliyorum, darlanıyorum, yapacak bir şey yok bir yerden sonra. Babam emekli öğretmen ve çok güçlü bir karakter, ben de öyleyim. Bir yerden sonra ben gideyim de işime bakayım dediğim bir süreçti. Üç buçuk aydır buradayım. Sadece bir hafta eşyalarımı toplayıp geri dönmek için çıktım. Ben aslında İstanbul'dan çok sıkıldığım için önce Ankara'ya sonra Bodrum'a sonra da Berlin'e taşınmıştım. Berlin'de de havasını sevmediğim için geri dönüp Bodrum'a taşınacağım derken deprem oldu ve buraya taşındım. Yani aklıma, hayalime gelmezdi tekrardan memleketime dönecek olmak. Ama döndükten sonra burada yarattığım etkiye, etki yaratacak insanların hayatını, insanların ve kurumların hayatını kolaylaştırma becerimi fark edince dedim ki şimdi değilse ne zaman? Madem bu benim karanlık dediğim şey, küfür ettim burada yıllarca, canımı çok sıktı. Bu tür afetler evet çok kötü ama bir yandan da bir şans, bir sürü fırsat doğuruyor.

A.Ö.: O gençler için de bir fırsat. Ben, sen konuşurken onu düşündüm. Yani bu afet tamam bir yanıyla çok kötü ama bir yanıyla da çok ciddi bir fırsat yakalamalarına belki de sebep oldu.

H.L.E.: Aynen öyle. Bu fırsatı değerlendirmek için geri döndüm. Yani üç buçuk ay oldu buradayım ve soranlara diyorum ki hala buradayım, üç beş ay daha buradayım. Bu Dayanışma İnsanları Derneği dışında bir de başka bir fikrim var. Biraz daha uzmanlıkları Adıyaman'a çekecek, daha kalıcı bir şey bırakmak gibi bir hayalim, derdim, çalışmam var. O olursa biraz daha buradayım. Ama galiba şunu görmeden ayrılamayız buradan. Birçok insan tamam burada bir şeyleri düzene giriyor. Artık insanlar en azından tuvalete ulaşabiliyorlar. Yani tuvalete ulaşamıyordu insanlar hala, üç buçuk ay geçmiş. Biraz daha böyle o etkilerin azaldığını görene kadar buradayız. Ben serbest çalışıyordum ve bütün işlerimi bıraktım geldim. Üç buçuk aydır gönüllü olarak çalışıyorum. Nasıl yapacaksın diyorlar. Diyorum ki, “Arkadaşlar hiçbir giderim yok.” Yani var birkaç şey, programda söylemeyeyim onları. Onlar dışında hiçbir giderimin olmadığı bir yerdeyim. Çünkü zaten depoda yiyorum, içiyorum. Çadırda yatıyorum. Zaten paraya ihtiyacım olmayan bir noktadayım. O yüzden bunu devam ettirebildiğim kadar devam edeceğim. Çalışmalar da bir şekilde başlıyor. İl dışında olan Dayanışma İnsanları Derneği’nden ekipler her çalışma için tekrar dönecekler. Zaten o depo artık evleri gibi bir şey.

A.Ö.: Çok çok keyifliydi Hamit. Anlattıkların çok hoş gerçekten. Çok teşekkür ediyoruz programımıza katıldığın için. Seni tanımak da çok güzeldi.

H.L.E.: Ben teşekkür ederim. Bir tek şeyi söyleyeceğim. Bunu bir yerde dedim, biz kamu kurumlarıyla yakın çalışıyoruz ve rahat çalışıyoruz diye. Bunun böyle olduğunu ve dolayısıyla her şey mükemmel kısmına belki iki cümle daha eklemem lazım. Çok zorlanan da birçok kurum var ve bu ilişkilerin daha da artması lazım. Ama şu dönem şunu gördüm; kamu ilişkileri sivil toplum olarak biz uzak kaldıkça gelişmeyecek ve dönüşmeyecek. Yani evet çok zor orasıyla çalışmak. Ama doğru kanalı bulduğunda oluyor. Zaten bunun kendisi de bir savunuculuk yaklaşımı.

A.Ö.: Evet, iletişimi becerebilmek de önemli bir meziyet her durumda. Evet. Çok çok teşekkür ederiz. Görüşmek üzere diyoruz.

H.L.E.: Çok sağolun.

A.Ö.: Adıyaman’a da çok sevgilerimizi iletiyoruz buradan.

H.L.E.: Çok sağolun, çok teşekkürler. Biz de Açık Radyo'yu zaten uzun süredir çok seviyoruz. Seninle de tanıştığım için çok memnun oldum. İyi yayınlar ve de görüşürüz.