Yeni bir dünya düzeni mümkün mü?

-
Aa
+
a
a
a

Alternatif bir küreselleşme ideali gün be gün güçlenmeye devam ederken, içinde yer aldığımız sistemin sorgulanması da hız kazanıyor. Bizim gibi kendi gerçekliklerinin kabuğuna fazlaca çekilmiş ülkeler böylesi sorgulama ve arayışların henüz çok uzağında. Savaş karşıtı eylemler belki de bizi ilk kez uluslararası bir platforma ortak eden eylemler olarak ortaya çıktı. Ancak yine de bu eylemliliğin savaş olgusunun ne kadar ötesine gittiği belirsiz. Ya da tüm bu hareketliliğin gerçekten ne anlama geldiğini, kimlerin hangi niyet ve amaçlarla içinde yer aldığını görmek için biraz beklememiz gerekecek.

Aşağıdaki alıntı yazı ‘yeni bir dünya mümkün’ sloganı altında birleşen uluslararası kamuoyunun, alternatif bir düzenden somut olarak ne anladığına ilişkin oldukça ilginç ve umut verici bir örnek. Alıntı, YeniHayat Kütüphanesi Yayınları’ndan çıkan Küreselleşme adlı kitaptan, ZNet’in kurucusu Michael Albert’e ait. İki bölümden oluşan yazının, ülke içi sistem arayışına yanıt veren ikinci bölümü aşağıda yer almaktadır.

Bu yüzen insanlar, eylemcilere “ne istiyorsunuz?” diye sorduklarında, aslında sadece uluslararası olarak neyin yanında olduklarını sormuyorlar...Kapitalizmin yerine neyi koyacaklarını sormak istiyorlar.. Eğer kapitalizmin koşulları altında yaşıyorsak, diye akıl yürütüyorlar, kaçınılmaz olarak kapitalist küreselleşme lehine, ama antikapitalist değişiklikler aleyhine büyük baskılar olacaktır. IAA (Uluslararası Varlık Kurumu), GIAA (Küresel Yatırım Yardım Kurumu), ve GTA (Küresel Ticaret Kurumu) fikri kulağa hoş geliyor, ama bunları kurmayı başarsanız bile dünyayı kuşatan ülkelerin iç ekonomileri, bu kurumları mahvetmek için zorlama yapacaktır. Kapitalist küreselleşme, nihayetinde, pazarlar, şirketler ve sınıfsal yapıların genişlemesi demektir. Kapitalist küreselleşmenin, sadece etkilerini hafifletmek için değil, gerçekten değiştirmek için, kapitalizmin kendisini de değiştirmeye başlamak zorundasınız. Küresel ilişkileri geliştirme çabaları, kendi başına bir amaç değil, kapitalist yapıları kökünden değiştirmeyi hedefleyen daha büyük bir projenin bir unsuru olmak zorundadır. Pek çok insanın zannettiği gibi, pazarların ve şirketlerin seçeneği yoksa o zaman elde ettiğiniz kazanç da sonuç itibariyle geçici bir nitelik taşıyacaktır. Bu değerlendirme yaygın olarak kabul görüyor ve gerici ‘seçenek yok’ sloganına güç verdiği gibi, bu slogan tarafından da destekleniyor. Bu görüşle mücadele etmek için, uluslararası kurum ve küresel ekonomi ile ilgili bir seçeneğe, ama aynı zamanda pazarlar, şirketler ve yurtiçi ekonomilerle ilgili bir seçeneğe ihtiyacımız var.

Kapitalist ekonomi, üretim araçlarının özel mülkiyeti, Pazar payları ve emeğin bir bütün olarak bölünmesi etrafında dönmektedir. Malın, gücün ve bir dereceye kadar da gelir ve zenginlik arasında çok büyük farklara neden olan üretime katkının, ödenen bir karşılığı bulunuyor. Sınıfsal bölünmeler, mülkiyetten dolayı ve toplumda itaatli emek aleyhinde güçlendirilmiş farklı yollar olduğu için ortaya çıkmaktadır. Koşulların niteliğini ve karar verme sürecini etkileyen büyük farklılıklar var. Alıcılar ve satıcılar , birbirleri karşısında baskın çıkmaya çalışırlar ve daha geniş halk kesimleri, bencil rekabet ortamında ne ektilerse onu biçerler. Yatırımlar ve kişilerin toplum karşıtı çizgisi gelişmenin sonucunu belirler. Kararları oluşturanlar, çevrebilimsel bozulmayı ya görmezlikten gelir ya da sömürürler. Bu durum çevre bilimsel çeşitliliğin azalması ile sonuçlanır.

Kapitalizmi aşmak için yukarıda küresel değerlendirme için kullandığımız aynı değerleri, yani; eşitliği, dayanışmayı, farklılığı, özyönetimi ve çevrebilimsel dengeyi savunmaktayız. Acaba hangi kuruluşlar ekonomik işlevlerini hayranlık uyandıracak derecede başarıyla yerine getirirken, iç ekonomilerde bu değerleri ileriye doğru götürebilir?

Başlangıç olarak, özel kapitalist mülkiyet ilişkileri yerine kamu ya da toplumsal mülkiyet ilişkilerini savunmayı seçebiliriz. Yeni sistemde her yurttaş her iş yerinin eşit paylı sahibidir. Bu sahiplik, kişiye, özel bir hak ya da gelir getirmez. Bill Gates, yazılımlar tarafından üretilen servetin büyük bir bölümüne sahip değildir. Biz, hepimiz bu servetin sahibiyiz ya da başka şekilde sorunu ifade etmek gerekirse, hiç kimse bu servete sahip değildir. Her ne biçimde ifade edilirse edilsin, mülkiyet kavramı, gelirlerin, zenginliğin ya da iktidarın bölüşülmesiyle ilgili olarak, giderek tartışmaya açık bir hale geliyor.

Bunun ardından, işçiler ve tüketiciler, karar sürecine katılan herkese gerekli bilgilerin dağıtılması, farklı tercihlere ulaşılması ve karar vermek için oy kullanımı gibi temel karar oluşturma normlarına sahip demokratik konseylerde örgütlenebilirler. Alınan her kararın mümkün olduğunca her aktöre bildirilmesi ve insanların alınacak kararlardan etkilenme dereceleri ile orantılı olarak kararların alınmasında etkili olmaları beklenir. Konseyler karar verme gücünün merkezinde yer aldığı ve bir çok kademede birden örgütlendikleri için, çalışma grup ve takımları ile bireyleri kapsayan alt birimleri olduğu gibi, işyerleri ve tüm sanayiyi kapsayan üst birimleri de olacaktır. Konseylerdeki insanlar, ekonominin karar verici unsurları olacaklardır. Oylar, çoğunluk kuralına, dörtte üç kuralına, üçte iki kuralına ya da konsensüs sağlama esasına göre kullanılabilir. Kararlar, farklı düzeylerde daha az ya da daha çok kişinin katılımı ile alınabilir. Bu durum, tartışma konusu yapılan sorunların niteliklerine göre değişecek olan kararların özel içeriklerine bağlıdır. Bazen bir ekip ya da bir birey, kendisi ile ilgili bir kararı gayet güzel alabilir. Bazen da bütün bir atölye ya da bütün bir sanayi kolu karar organı olacaktır. Farklı kararlar için ihtiyaç duyuldukça farklı oy kullanma ve oy sayma yöntemleri bir araya getirilip kullanılacaktır. Tek bir önceliği olan doğru bir tercih yoktur. Bununla birlikte süreci etkili ve duyarlı bir biçimde tamamlamak için elimizde doğru bir norm var: insanların karar oluşturma süreçlerine katılmaları, ancak alınacak kararlardan etkilenmemeleri oranında söz konusu olmalıdır.

Bundan başka kimin hangi görevleri hangi bileşimler içinde yaptığına bakarak iş örgütlenmesini değiştireceğiz. Elbette her aktörün bir işi olacaktır. Her iş de elbette çeşitli görevlerin toplamından oluşur. Şu an şirketler tarafından belirlenen iş bölümünden geleceğin tercihli iş bölümüne geçince, değişecek olan şey, her aktörün yerine getireceği çeşitli görevlerin verilen yetkiler ve yaşam kalitesiyle dengelenmiş olmasıdır. Yeni ürünlerin yaratılmasına katılan her kişi bir işçidir. Çalışırken sahip olduğumuz sorumluluklar ve görevler bileşimi, benim sahip olduğum bileşimin bana verdiği tarzda, size de benzer yetkiler ve yaşam kalitesi sağlayacaktır. Yine aynı şekilde bu, diğer işçiler ve dengeli bir iş bileşimine sahip olan herkes için geçerli olacaktır. Gelecekte kendisini kahredici bir şekilde görev ve koşullara bağlayan, bunları yerine getirmeye çalışan ve alınan sorumlulukları kendisinde tekelleştiren insanlar olmayacaktır.

Bunun dışında kahredici bir şekilde sadece tek bir işin yapılmasını alışkanlık haline getirmiş ya da tehlikeli işlerin yapılmasını üslenen itaatkar insanlar da olmayacak. Eşitlik ve özellikle de demokratik katılım ve özyönetim koşullarının yaratılmasıyla her birimiz kendi iş yerimizde ve sanayide (ve tüketici olarak) karar oluşturma süreçlerine katıldığımızda, güvenle,ustalıkla ve donanımlı olarak yaptığımız işlerimiz de birbirleriyle karşılaştırılabilir olabilecektir. Üretim yapan bazı insanların büyük bir güvence, toplumsal beceriye, karar oluşturma yeteneğine ve bunun gereği olan bilgilere sahip olmasına karşın, bazılarınınsa aynı beceriden uzak, günlük işlerinin gereği sürekli yorgun ve edilgen, karar oluşturma ile ilgili bilgilerden yoksun olması, şimdi günümüzde artık tipik bir durumdur. Dengeli iş bileşimleri, koşullardaki bu bölünmeyi ortadan kaldıracaktır. Bunlar sınıf bölünmelerinin asıl temelini ortadan kaldırma görevini(ki bu görev sermayenin özel mülkiyetini tasfiye etmekle başlar) tamamlayacaktır. Bunlar sadece mülk sahiplerinin/kapitalistlerin rollerini gerektiğinden fazla sahip oldukları güç ve zenginliği tasfiye etmekle yetinmeyecek, aynı zamanda herkesin üzerinde ve tepesinde yer alan entelektüel karar üreticilerinin de rollerini ortadan kaldıracaktır. Daha adil bir şekilde ve gerçek demokrasiyle sınıfsızlığa uygun olarak, kavramsal şekilde ifade edilmiş ve yetkiyle donatılmış ya da alışkanlıklara bağlı olarak sürdürülerek herhangi bir yetki unsuru içermeyen her türlü sorumluluğu paylaşıma açacaktır.

Bundan sonra gündeme ücret sorunu gelir. Bizler çalışıyoruz. Bu, bize çalışmanın ürününden bir pay alma hakkı verir. Ama yeni görüş, emeğimizin karşılığı olarak ne kadar sıkı çalıştığımız, ne kadar uzun çalıştığımız ve hangi fedakarlıklara katlanarak çalıştığımıza göre bir pay almamız gerektiğini söyler. Daha iyi araçlara, daha çok hünere ya da daha fazla doğal yeteneğe sahip olmadığımızda üretkenliğimizden daha fazla pay almamız gerektiği gibi, daha fazla güce ya da daha fazla mülkiyete sahip olduğumuzda da, tersine, daha az almamız gerekmektedir. Daha fazla tüketime, ancak, ya daha fazla emek sarf ederek, ya da daha fazla fedakarlığa katlanarak hak kazanmamız gerekir. Bu, ahlaki bakımdan da uygundur ve aynı zamanda insanı sadece etkileyebildiği(etkileyemediği değil) sonuçlar itibariyle ödüllendirdiğinden dolayı da çalışma için uygun güdüler sağlar. Saly ve Sam dengeli iş bileşimleriyle normal tempoyla sürdürdükleri sekiz saatlik bir çalışmanın karşılığında aynı geliri elde ederler. Bu aynı işe, ya da bir şekilde iş sahibi olmalarından dolayı böyledir. Hangi iş yerinde çalışırlarsa çalışsınlar, görev bileşimleri ne denli zor olursa olsun, ya da ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar bunun bir önemi yoktur. Eğer dengeli bir iş bileşimiyle çalışıyorlarsa toplam iş yükleri, yaşam kalitesi ve yetkilerinin yarattığı etki bakımından benzer olacaktır. Bu yüzden, sarf edilen emeği ödüllendirirken özgül olarak tesbit edilmesi gereken tek fark, yapılan işin uzunluğu ve yoğunluğu olacak ve bundan dolayı eşit olarak üretilen üründen kazanılan pay da eşit olacak. Çalışılan zamanın uzunluğu ya da çalışmanın yoğunluğu bir dereceye kadar farklıysa üründen kazanılan pay da farklı olacaktır. Peki o zaman iş bileşimlerinin belirlenmesi ve insanların hangi hız ve yoğunlukla çalışacakları konusunda verilecek kararlarda kim arabuluculuk yapıp uzlaşma sağlayacak? Bunu elbette işçiler kendi konseylerinde ve ilgili karar alma süreçleriyle; diyelim dengeli iş bileşimlerinin kullanılması ile adil ücret sorununu birbiriyle uyumlu bir şekilde birleştiren yöntemler sayesinde toplanan bilgileri kullanarak yapacaklardır.

Ekonomik görüşle ilgili geniş bir özet sunduktan sonra bile geriye halen atılması gereken büyük bir adım kalıyor. İşçilerin ve tüketicilerin eylemleri nasıl birleştirilecek?..Hem bireysel tüketiciler hem de genel tüketici konseyleri ve işyerleri tarafından alınan kararlar birbirleriyle uyumlu hale nasıl getirilecek? İşyerleri tarafından üretilen toplam ürün miktarının diğer gruplar tarafından ve özel olarak bireyler tarafından tüketilen miktarlarla denk olmasının nedeni nedir? İş bu noktaya gelince, farklı ürün ve tercihlerin toplumsal değerlendirmesini göreceli kılan nedir? Hangi sanayinin ne kadar üreteceği veya kaç tane işçi çalıştıracağına nasıl karar veriliyor? Bazı ürünlerin üretilip bazılarının üretilmemesini ya da bunların miktarını belirleyen nedir? Yeni üretim araçları ve yöntemleriyle hangi yatırımlara başlanması ve hangilerinin ertelenmesi ya da reddedilmesi gibi konularda saptamalar neye göre yapılmaktadır?

Paylaşımla ilgili olarak var olan seçenekler (Eski Sovyetler Birliği’nde kullanıldığı gibi) merkezi planlama ve (büyük ya da küçük farklılıklarla bütün kapitalist ekonomilerde kullanıldığı üzere) piyasalardır. Merkezi planlamada, bir bürokrasi bilgileri toplar, talimatları açık ve kesin bir biçimde ifade eder, bu talimatları çalışanlara ve tüketicilere iletir, belki bir miktar karşı bilgilendirme alır, talimatları biraz daha inceletebilir, ve tüm bunların karşılığında itaat elde eder. Piyasalarda ise, sorumluluk ve kaygı duymaktan muaf tutulan her aktör, rekabetçi tekliflerle belirlenen fiyatlar üzerinden emeğini ya da yeteneğini, ya da bunların kaynaklarını alıp satarak yarışmacılığa uygun bir biçimde kendi gündeminin gereğini yapar. Her biri gerçekleştirdiği değişimlerle ötekinden daha fazla kazanmanın yollarını araştırır.

Burada sorun, aktörleri ve birimleri bir araya getiren her iki tarzın da ekonominin geri kalanı üzerinde, bizim de yanında yer aldığımız değerler sistemini yıkıcı bir tarzda baskı uyguluyor oluşu. Piyasalar, mülkiyetin özel kapitalist biçimi olmasa bile, özel çıkarları kamu çıkarlarının üzerinde tutarak değerleri çarpıtmakta ve kişilikleri antisosyal yönlere kanalize ederek dayanışmayı zayıflatmakta ve hatta yok etmektedir. Piyasa sadece emek ve fedakarlığı değil, esas olarak arz potansiyelini ve güçlülüğü ödüllendiriyor... Satıcı ve alıcıları, değişik tercihleri olmayan, ama yaptıkları tercihlerin doğal çevre üzerindeki etkileri de dahil olmak üzere, daha geniş bir alandaki olası etkilerini görmezlikten gelen karar vericiler olarak birbirlerinden yalıtıyor.

Buna karşılık merkezi planlama otoritedir. Özyönetimi reddeder ve piyasaların inşa ettiği gibi, önce planlamacılarla planları uygulayanlar arasındaki farklılıklar etrafında, daha sonra da yetki verilmiş işçilerle verilmemiş olanları kapsayacak şekilde dışa doğru genişleyerek aynı sınıf bölünmesi ve hiyerarşisini üretir. Her iki sistem de bizim üzerinde en çok durduğumuz değerleri geliştirmek yerine tahrip ediyor. O halde piyasa ya da merkezi planlamaya alternatif ne olabilir?

Merkezi olarak planlanan tercihlerin yukarıdan aşağıya sunulması ve atomize olmuş alıcılarla satıcıların rekabetçi piyasa ortamında gerçekleştirdikleri alış verişler yerine, bilgi sahibi, örgütsel ve toplumsal olarak birbirlerine karşı sımsıkı bir dayanışma sergileyen aktörler tarafından tercih edilen, insanların, yapılan tercihlerin kendilerini etkiledikleri oranda söz sahibi olabildikleri, gereksinim duydukları doğru bilgiye doğrudan ulaşabildikleri ve kendi tercihlerini geliştirip iletişim kurabilecek ölçüde güven ve eğitim ortamına sahip olabilecekleri kooperatif bir yapıyı tercih ettiğimizi farz edelim. Bu yapı, katılımcı, özyönetim merkezli konsey anlayışına, dengeli iş bileşimlerine, çaba ve fedakarlığa dayalı ücret anlayışına, kolektif ve çevresel etkilerin değerlendirilmesine ve sınıfsızlık anlayışına uygun düşerdi. İşte bu amaçlara uygun olarak, alternatiflerini arayan aktivistler, işçi ve tüketici konseylerinde, yapılacak tercihlerin getireceği yük ve kazançlarla, toplumsal yarar ve maliyetlerin doğru değerlendirilmesini sağlayacak, yerel ve küresel etkilerin, elde edilecek yine doğru bilgisi ışığında, tüketici tercihlerini ve kendi faaliyetlerini önerebilecekleri bir sistemden, yani katılımcı bir planlamadan yana olabilirler.

* * *

Yukarıda anlatılanlar kapitalizmin ekonomik bir seçeneğinin tam bir tablosu mudur? Elbette ki değil, ama aşağıda konunun çok kısa bir özeti var. Bu insanı iyimser kılmaya yetecek kadar kışkırtıcı ve ilham vericidir.

Adil katılım için demokratik işyerleri ve tüketici konseyleriKararlardan etkilenenlere ilgili söz hakları tanıyacak farklı karar alma süreçleriYetkilendirme koşullarının adil bir dağılımını içeren dengeli iş bileşimleriEtiğin, inisiyatifin, uyum ve özverinin ödüllendirilmesiİnsan mutluluğu ve gelişimini hedeflemiş katılımcı bir planlama.

Bununla birlikte, bütün bu anlattıklarımızın temel özü, insanı acı acı güldüren ‘kapitalizmin bir seçeneği yok’ gerici sloganına karşı, uzun vadede nihai bir cevap olarak gerçekten de bir seçeneğin olduğunu ifade etmek ve ayrıca kısa vadede cevap olarak, tercih edilecek kurumlar ve dinamiklerine ilişkin istikrarlı ve uygulanabilir modeller olduğunu önermekten ibarettir. Herkesin anlayabileceği, geliştirip kendisine özgü bir hale getirebileceği ülkesel ve uluslararası koşullar üzerine yapılacak görüşlere ihtiyacımız var. Umut yaratmak, ilham olmak, neyin olanaklı ve değerli olduğunu ortaya koymak ve kendi çevrelerimizi daha arzu edilebilir mekanlara dönüştürmek için buna ihtiyaç duyuyoruz.

Michael Albert'in diğer makaleleri için tıklatınız (İng.)

Michael Albert hakkında (İng.)