Türkiye'de Sosyal Demokrasi

-
Aa
+
a
a
a

Güncele Bakış 5

 

Ömer Madra: Bugün gündemimizde CHP, daha doğru bir deyişle sosyal demokrasi var.

 

İlkay Sunar: Sosyal demokrasiyi evrensel anlamda alırsak, lafı çok da fazla uzatmadan, detaya girmeden tanımlayabiliriz: Kapitalizmin sosyalleştirilmesi, demokratikleştirilmesi, insancıllaştırılması ve kapitalist ekonomi sisteminin olumsuz yönlerini düzeltici önlemler alan bir sistem, bir düzen biçimi, bir yönetim biçimi diyebiliriz. Yani daha da özetlersek, kapitalizmin ehlileştirilmesi, insancıllaştırılması olarak görebiliriz.

 

ÖM: Sınırsız ve köktenci piyasa bakıldığı zaman çok önemli toplumsal yaralar açabiliyor, onun düzeltilmesi.

 

İS: Aynen. Piyasa ekonomisinin bir etkinliği, verimli bir üretkenliği var, fakat bunun yanında bir de sosyal adalet sorunu yaratıyor kapitalist piyasa ekonomisi, eşitsizlik yaratıyor. Büyük 1929 buhranından sonra sosyal devletin, refah devletinin gelişmesi, Keynesyen  ekonomilerin devreye girmesi söz konusu.

 

Sosyal demokrasi, kapitalizme alternatif bir sistem olarak sosyalizmi getirmekten ziyade, kapitalizmi kendi içinde insancıllaştırmaya, sosyalleştirmeye, daha eşitlikçi demokratik ve özgür bir düzen kurmaya çalışıyor. Dolayısıyla sosyal demokrasiyi evrensel anlamda böyle tanımlayabiliriz.

 

Eğer Türkiye merceğinden bakarsak, sosyal demokrasinin Avrupa çıkışlı bir ideoloji, bir dünya bakışı olduğunu söyleyebiliriz. Esas itibariyle aşağıdan yukarı, işçi sınıfının bir ideolojisi olarak çıkıyor. Batıda sosyal demokrasinin kökenleri Marksizm'e uzanıyor. Dolayısıyla bir toplumsal hareketi, bir sınıfsal hareketi temsil ediyor sosyal demokrasi. Daha sonra uzlaşarak, devrimden vazgeçerek iktidara gelmek için evrilmeye başlıyor. Demokrasiyi kabul etmesi, daha geniş bir tabana yayılma çabaları ve nihayet de üretim araçlarının toplumsallaştırılması yerine tüketimin toplumsallaştırılmasını ön plana alıyor Marksist sistemden farklı olarak. Bugün sosyal demokrasi, kapitalizmin hem sosyal hem de demokratik yönünü vurguluyor.

 

Bizde toplumsal bir hareket olarak, bir  sınıfsal hareket olarak çıkmıyor; bilakis öncü, avangard, bürokratik bir elitin hareketi olarak beliriyor.

 

Köken olarak cumhuriyeti kuran Jakoben kadronun, öncü, avangard kadronun uzantısıdır CHP. CHP başlangıçta tek parti olarak başa gelmiştir ve tamamen yönetici bir partidir. 1950'den sonra da iktidara gelebilmek için demokratikleşme, halka yönelme ihtiyacını duyuyor.

 

Dolayısıyla, bizde sosyal demokrasinin ulusal, elitist, devletçi bir gelenekten geldiğini ve bunu demokrasi ile bağdaştırmaya çabaladığını söyleyebiliriz özetle. Bu açıdan, Batı'dan farklı ve bunun bugün de izlerini görüyoruz.

 

ÖM: Mesela halen iktidarda olan İsveç sosyal demokrasisinin çok kuvvetli sendikal bağları var, Türkiye'de böyle bir şey görmüyoruz.

 

İS: İngiltere'de de büyük bir sendikal hareketten doğuyor zaten İşçi Partisi. Dolayısıyla Türkiye'deki sosyal demokrat hareketin böyle bir farklılığı var ve bugün de CHP'de bu ulusal, devletçi ve elitist tavrın kalıntılarını görebiliyoruz. "Bugün sosyal demokrasinin Türkiye'deki sorunları –mı diyelim, çıkmazı mı diyelim- nedir?" diye sorarsan, şöyle düşünüyorum; günümüzün dünya ekonomisi düzenine, küreselleşen neoliberal piyasa ekonomisine Türkiye gibi oldukça güçlü bir şekilde entegre olmuş ekonomilerde, ulusal ölçekte, ulus-devleti ölçeğinde, sosyal demokrasinin artık mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü, artık ulus-devlet, global ölçekte işleyen bir piyasa ekonomisinin dinamiklerine hakim olamamakta, onu yönetememektedir. Ulus devleti aşan bir ölçekte işleyen kapitalist ekonominin yönlendirilmesi, siyasal ve demokratik olarak yönlendirilmesi gittikçe güçleşiyor. Dolayısıyla ekonomi, siyasetin yönetiminden gittikçe kurtulmaya başlıyor küreselleşen ekonomide.

 

Sosyal demokrasinin temelinde de, piyasa mantığına siyasal ve sosyal olarak müdahale edip, piyasaya mantığını, kapitalist sistemi biraz daha sosyalleştirmek yatıyor. Ulus devletin denetiminden gittikçe çıkan bir ekonomik mantık ve dinamiğe eğer siyasal ve sosyal olarak, ulus devlet ölçeğinde müdahale edilemiyorsa, sosyal demokrasi gittikçe neoliberal piyasanın, küresel ekonominin mantığına teslim olmaya başlıyor.

 

ÖM: Bu büyük de bir tehlikeyi içeriyor tabii.

 

İS: Büyük sosyal eşitsizlikler doğuruyor.

 

ÖM: Artık adalet sistemi üzerine dayanamayan toplumsal doku çözülmeleri tehlikesinden de bahsedilebilir belki.

 

İS: Siyasal ve sosyal olarak denetlenemeyen, demokratik iradenin yönetimine girmeyen, salt bir neoliberal ekonomik mantıkla çalışan küresel ekonomi dinamikleri gittikçe eşitsizlikler yaratıyor. Kapitalizm evrensel bir sistem, onu kabul etmek lazım, bütün küreyi kendi mantığının etkisine alan uluslar üstü bir sistem. Siyaset geride kalmış vaziyette. Avrupa'daki sosyal demokrat konsensüs denilen sistem, yani ulus devlet içinde sosyal demokrasi, ulusal ölçekte piyasa ekonomisini, kapitalizmi sosyalleştirmek, siyasal olarak yönlendirilmek için kuruluyor İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra.

 

Şimdi küreselleşmeye karşı alınan tavırda sosyal demokratların da neler yaptığını görüyoruz, küreselleşmeden kastım bu neoliberal piyasa mantığına, dinamiğine dayalı küreselleşme. Bir kısmı küreselleşmeyi olduğu gibi kabul eden ve onu tamamen bir piyasa entegrasyonu olarak görenler, devleti tamamen piyasa mantığına teslim ediyorlar, tek yaptıkları şey piyasanın önündeki engelleri kaldırmak. Buna pek sosyal demokrasi demek mümkün değil, bu daha çok neoliberal bir tavır.

 

ÖM: Piyasanın önündeki engelleri kaldırırken, hakim olan bu şirket mantığının önündeki demokratik kurumları da ortadan kaldırmak, ya da zayıflatmak gibi bir sonuç doğuruyor ki tehlikenin bir tanesi de orada.

 

İS: Çünkü piyasa demokratik değildir, piyasa ancak demokratik olarak önemli açılardan denetim altına alındığı zaman demokrasi ile kapitalizm arasındaki dostluk bozulmaz, yoksa tek yönlü işlediği zaman piyasa gittikçe seçmeni de yurttaşı da tüketiciye dönüştürür ve eşitsiz dağılımdan dolayı biraz evvel bahsettiğimiz sakıncalar ortaya çıkar.

 

Bir de küreselleşmeye karşı olanlar var. Türkiye'de kendine "Türk Solu" diyen, hatta sosyal demokrat diyen bir kesimde küreselleşmeye bir ulusal tepki, bir reaksiyonel tepki var. AB'ye karşı olan tavırda da görünüyor, burada haklı olan taraflar var tabii, neoliberal küreselleşmenin getirdiği eşitsizlikler, adaletsizlikler var. Ama, dünya ölçeğinde gelişen bir ekonomiye kapılarınızı kapatıp ulusalcı bir tepki verdiğinizde, bu ne sosyal demokrasi olur, ne sosyalizm olur, bunun adı açık seçik nasyonal sosyalizm olur. Nasyonal sosyalizmin de ne olduğunu biliyoruz.

 

ÖM: Evet tekrarlamamıza lüzum yok.

 

İS: Böyle bir kanat da var Türkiye'de, kendine "Türk Solu" filan diyor. Bunun evrensel solla pek ilişkisini göremiyorum.

 

Gelelim CHP'ye; ne tam reaksiyonel bir ulusalcı sol tepkisi veriyor, ne de sosyal demokrasinin evrenselliğini kabul edip ulus devletin ötesinde bir sosyal demokrasinin vizyonunu geliştirebiliyor. Yani ikisi arasında sıkışmış, durağanlaşmış bir halk partisi. Çoğu zaman kendi geleneğinden gelen devletçi, ulusalcı tepkiler veriyor, "AB'ye karşı değilim" derken durumunda bir açıklık yok. Çoğu insan da "bunlar AB'ye evet diyorlar ama her çıkışlarında bir karşı, olumsuz tavır var" diyor. Halk Partisi, ne evrensel bir sosyal demokrasi ve ulus devlet ötesi bir sosyal demokrasinin vizyonunu geliştirebiliyor, ne de küresel ekonomiye tam bir tepki verip, nasyonal sosyalist şekilde reaksiyona gidiyor. İkisinin arasında sıkışmış, bence kafası karışık.

 

ÖM: Sarıgül ile beraber gelen, Kongre'ye giden "muhalefet"te, ne AB konusunda, ne sosyal demokrasi konusunda, ne de genel ilkeler konusunda herhangi bir tartışma, bir içerik yok zaten.

 

İS: Hiçbir vizyon yok. Baykal biraz evvel bahsettiğim sıkışıklığı temsil ediyor. Sarıgül tamamen vizyondan yoksun bir popülizmle yola çıkmış vaziyette.

 

ÖM: Sarıgül'ün ne düşündüğü hakkında hiç kimsenin hiçbir fikri yok zaten.

 

İS: En kötü anlamda eklektik, sağdan, soldan, dinden, her şeyden bir çorba yapmaya çalışıyor ve popülist bir tavırla ortaya çıkıyor. Alternatiflerinin de şu anda evrensel boyuttaki füzyonu geliştirebileceğini zannetmiyorum.

 

Türkiye'de Sosyal demokrasi, eğer çağdaşlaşacaksa bence küresel veya en az Avrupa ölçeğinde bir vizyona sahip olmalı. Artık piyasa ekonomisinin dinamiklerini, ulus devleti düzeyinde yönlendirmek mümkün değildir, bunun ara çözümü AB gibi bölgesel işbirlikleridir. Kapitalist ekonomiye tekrar Avrupa ölçeğinde hakim olmak lazım, yani sosyal demokrasiyi Avrupa ölçeğinde kurmak. Çünkü artık ekonomi, ulus devlet düzeyinde bir sosyal demokrat siyasal müdahale ile yönlendirmeye müsait değil diye düşünüyorum.

 

ÖM: Sosyalist Enternasyonal toplantılarına da katılıyorlardı, ama bundan da pek Avrupa ölçeğinde bir sonuç çıkartmış olduklarını düşünmüyorum doğrusu.

 

İS: Ben göremiyorum. Bugün Halk Partisi'nde halen oldukça içe dönük bir ulusalcı söylem, bir devletçi söylem var gibi geliyor bana.

 

ÖM: "Milli güvenli"k temel kavramı üzerinde epey de durdu.

 

İS: 17 Aralık sürecinde de AKP'ye verdikleri mesaj, "imza atma, geri gel" mesajıydı. Bir sosyal demokrasi türü daha var, onu unuttuk: İngiltere; oradaki bence sosyal demokrasinin neoliberalizme teslimiyetinin kibarcası.

 

Orada yapılan şu; ulus devlet düzeyinde kaldığı için ve siyasetin ve demokrasinin piyasa mantığı karşısında gittikçe zayıflayan bir müdahale gücü olduğu için, Tony Blair üçüncü bir yol olarak; "ben seni rekabetçi ekonomiye hazırlarım, ama sen o rekabetçi ekonomide başarılı olursun veya olmazsın, ondan sonrası benim sorumluluğumda değil" diyerek neoliberal piyasa mantığına adeta bir beşeri sermaye donanımı hazırlıyor.

 

Etik mantığı açısından Margaret Tacher ile Tony Blair arasında çok büyük bir fark göremiyorum doğrusu.

ÖM: O zaman da niye "sol" ve "İşçi Partisi" dendiğini anlamak giderek güçleşiyor.

 

İS: Ulus devletin denetleyemediği, yönlendiremediği ekonomiye sosyal demokratlar da adeta girişimci aktör rolü ile katılıyorlar. Piyasa mantığında daha rekabetçi olmaya çalışıyorlar. Piyasa mantığının getirdiği olumsuzluklara, eşitsizliklere, adaletsizliklere karşı sosyal demokrasinin ta başından beri üstlendiği rolü bence göz ardı ediyorlar.

 

ÖM: Bu durumda CHP ile ilgili olarak geleceğe ilişkin de bir iki cümle olarak ne söyleyebilirsiniz?

 

İS: Bundan sonraki sosyal demokrat parti –bu CHP ise, ya da her kimse- en azından bir Avrupa ölçeğinde sosyal demokratlarla bütünleşmek zorunda. AB kendisi de demokratik bir organizasyon değil şu anda, çok bürokratik bir organizasyon. Dolayısıyla sosyal demokrasinin, bir demokratik irade şeklinde oluşması, Avrupa'daki sosyal demokrat sol partilerin de bir Avrupa sol partisi olarak ortaya çıkmaları gerekiyor. Bence artık Türkiye'deki sosyal demokratlar, Avrupa ölçeğindeki sosyal demokrat problemlerini düşünmeliler. Bu bir zorunluluk, çünkü artık Türkiye ölçeğinde, veya herhangi bir ulus devlet ölçeğinde, bizim bildiğimiz sosyal adaletle verimliliği bağdaştıran sosyal demokrat hareketin bugün pek mümkün olmadığını görüyoruz. Eğer küresel piyasa ekonomisine reaksiyon gösterip, piyasa ekonomisinden otarşik bir demokrasiye geçmeyeceksek, sosyal demokrasinin, evrenselleşen piyasa ekonomisini yakalayıp daha büyük ölçekte, onu siyasal ve demokratik olarak yönetmesi zorunludur.

 

ÖM: Şimdilik pek gerçekleşecek gibi gözükmüyor. Bu yönde epey fikri bir sıkıştırma yapmak gerekli.

 

İS: Umudumuz bu. Geleceğin sosyal demokratlarından beklediğimiz vizyon da bu; sosyal demokrasinin Avrupa ölçeğinde gerçekleştirilmesine çalışmak, çünkü ulus devlet düzeyinde sosyal demokrasi, gittikçe neoliberal mantığa teslim oluyor veya reaksiyoner oluyor.

 

(18 Ocak 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)