Travma başladı bile

-
Aa
+
a
a
a

“Savaşa karşıyım” demek istiyor; sonra da, “Karşı olsam ne çıkar; olmasam ne çıkar?” diye düşünüp, bir kenara çekiliyorum. Reel politik açıklamalara kulak verdiğimde, ikna olmak pek kolay. “Vardır adamların bir bildiği” ya da “savaşın haklılığını görebilsem desteklerdim ama,” diye başlayıp gidebilecek düşünce zinciri, ikna edici, ama içimi rahatlatmıyor. Üstelik, bir şeyler olup bitiyor; ama bırakın olup bitene etki etmeyi, neyin olup bittiğinden bile haberimiz olmuyor. Karar kimin, nerede, nasıl alınıyor; karar verici sandığımız kişiler bile âciz izleyicilere dönüşmekte. “Ne yapabilirim ki?” Aslında haklıyım elbette, yapabileceğim hiçbir şey yok gibi... Eninde sonunda bir savaş olacak; bu olmasa başkası...

Tıpkı ölümle bir şekilde karşılaştığımızda; aileden birisinin ölümü, komşu amcanın hastaneden dönmeyişi, az önce okşadığım kedinin şu anda yolun ortasında serilmiş yatıyor olması; bütün bu ölümler bize bir gün, eninde sonunda öleceğimizi hatırlattığında olduğu gibi bir çaresizlik duygusu: Kaçınılmaz olana teslim olurkenki çaresizlik, ve kısmen de rahatlama. Yapacak hiçbir şey yok zira.

Ama, ailedeki cenaze kalktıktan, komşu amcanın adını unuttuktan, kedimiz fotoğraflarda kalıp yerini bir başka sarman aldıktan sonraki zamanlarda, kaçınılmazlığı, eninde sonunda olacağı unutup, bir sonra ne olacağını düşünmeye başladığımda, ölüm tekrar hayatın taa öbür ucuna gittiğinde nasıl davranıyorsam, öyle yapabilirim. Kaçınılmaz olanı ertelemek ve ötelemek üzerine yaptığımız her şeyi, yaklaşmakta olan savaş için de yapmaya ihtiyacımız var.

Hayatlarımızın sahibi olmak istiyoruz

Yoksa, durumumuz, benim anladığım kadarıyla, ruh durumumuz felâket... Travma başladı bile... Kaçınılmazlık gözümüzün içine sokuldukça, durum üzerinde en ufak bir kontrolümüz olmadığını her demeçte, her zirvede, her liderler buluşması sonrasındaki basın toplantısında hissettikçe, rahatlamıyor, aksine çaresiz ve âciz kalıyoruz. Bu âcizlik birazdan rastgele bir öfkeye dönüşecek, belki kendimizi, belki bir sevdiğimizi çarpacak.

Kaçınılmaz olanı ertelemeyi meslek edinmiş olan doktorların bu becerilerinin burunlarını biraz büyüttüğü, mağrurlaştırdığı söylenir. Doğrudur. Ne zararı var? Savaşın çaresizleştirdiği ruhlarımızı birazcık kibirlendirmeye hakkımız, daha önemlisi ihtiyacımız var... Kaçınılmaza karşı koymanın gururu, travmanın yıkıcılığından koruyabilir.

Savaş, eninde sonunda, haklı ya da haksız, kopup patladığında başımıza geleceklere karşı koyabilmemiz için savaşın kendisine karşı koyarak başlamak iyi bir yol. Hayatın önünde sürüklenmek istemiyoruz. Hayatlarımızın sahibi olmak istiyoruz.

Savaşın ruhsal travmasının etkisi binbir kanaldan yayılacak; savaşanlara, kaçanlara, göçenlere, seyredenlere... Bu kitlesellikte bir travmayla daha birkaç yıl önce Kocaeli depreminde karşılaştık. Savaşın travmasıyla başa çıkmak daha da zor olacak. Doğadan geldiğini düşündüğümüz felaketlerde önleyebilme ve kaçınabilme şansımızın daha az olduğunu kabul etmek, âcizlik duygusunun gücünü azaltıyor. Ama, insanların sebep olduğunu düşündüğümüz travmaları önleyebileceğimizi düşünmek, savaşın kaçınılmazlığını ve onun karşısındaki çaresizliğimizi sindirebilmemizi daha da zorlaştıracak.

(İstanbul Tabip Odası’nın 23 Aralık 2002’de düzenlediği Savaş ve Sağlık panelindeki konuşmanın bir kısmı)

* * *

 

            Anadolu Ajansı'nın haberinde

''ÖLÜMLERE, KIYIMLARA, GEREKSİZ ACILARA TANIK OLMAK, SAVAŞTAN DOĞRUDAN ETKİLENMEYENLERİ OLUMSUZ DÜZEYDE ETKİLEYEBİLİYOR''

İSTANBUL (A.A) - 26.12.2002 - Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yankı Yazgan, ABD'nin Irak'a yönelik olası operasyonu ile ilgili gelişmelerin Türk toplumu üzerinde travmatik etkisi bulunduğunu söyledi.

Prof. Dr. Yazgan, A.A muhabirine yaptığı açıklamada, ruhsal travmayı, "dış kaynaklı bir felaketin yarattığı zihinsel durumun sonucu olarak, bireyin kendini geçici olarak çaresiz hissetmesi ve daha önceleri işe yarayan savunma ve başa çıkma mekanizmalarının işlemez hale gelmesi" olarak tanımladı. Travmanın ilk etkisinin, acizlik ve çaresizlik duygusu olduğunu dile getiren Prof. Dr. Yazgan, ABD'nin Irak'a yönelik olası operasyonu ile ilgili gelişmelerin, Türk toplumu içinde travmatik etkisi olduğunu vurgulayarak, ''Travmanın, en önemli ölçüsülerinden biri adeta bir seyirciymiş duygusu yaratması. Tamamen dışımızda olayların cereyan ediyor olması bile toplumsal düzeyde travmatik olabilir'' dedi.

Savaş durumunda, savaştan doğrudan etkilenenler dışındaki bir grubu da savaşın etkilerine tanık olanların oluşturduğunu kaydeden Prof. Dr. Yazgan, ''Ölümlere, kıyımlara, gereksiz acılara tanık olmak, savaştan doğrudan etkilenmeyenleri olumsuz düzeyde etkileyebiliyor'' diye konuştu. Olası bir operasyonun, Türkiye'de bir göç hareketine neden olabileceğininde altını çizen Prof. Dr. Yazgan, özellikle bu bireylerin kendi iradeleri dışında yerlerinden göç etmek zorunda kalmalarınında, travma sonrası stress bozukluğu ya da depresyona neden olduğunu anlattı.

Meydana gelen duruma karşı bazı insanların tepkilerinin anında bazılarınınkinin de aylar, hatta yıllar sonra ortaya çıkabildiğine işaret eden Prof. Dr. Yazgan, ortaya çıkan rahatsızlık verici tepkilerin uzun zaman sürebileceği gibi, kısa zaman içinde yatışmasının da mümkün olduğunu kaydetti.

Bir insanın travmaya nasıl yanıt vereceğinin, o kişinin genetik altyapısı, özgeçmişi, varolan fiziksel ve ruhsal bozuklukları ve çevresinden ne kadar destek alabileceği gibi birbirinden farklı aktörlerden etkilendiğini vurgulayan Prof. Dr. Yazgan, özellikle çocuklar, yaşlılar ve çeşitli sebeplerle ruhsal sıkıntı yaşamış olanlarda ''savaş söylentisinin'' ya da ''savaşın'' yarattığı travmanın etkilerinin daha ağır ve uzun süreli olduğunu söyledi.

KİTLESEL ETKİ

Her bireyin hassasiyetleri ölçüsünde farklı düzeyde travma sonrası stress bozukluğu ve depresyon gibi ruhsal problemlere yakalanma olasılığını olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yazgan, ''Çözüm önerileri tasarlanırken, bu tip bir travmanın etkisinin kitlesel olacağı ve ona uygun olarak geniş kitlelere ruh sağlığı hizmetinin organize edilmesi gerektiği akılda tutulmalı'' dedi. Prof. Dr. Yazgan, geniş ölçekli bir travma sonrasında mümkün olabildiğince çok sayıdaki etkilenmiş kişiye ulaşıp, en etkin biçimde müdahelede bulunabilmek için, öncelikli risk gruplarını belirlemek ve kime hangi müdahelenin yapılacağına karar vermek gerektiğini kaydetti. Psikiyatri ve psikoloji alanında uygulanan geleneksel tedavi modelini kullanarak olası bir operasyonun etkisiyle yeterince başa çıkmanın mümkün olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Yazgan, 17 Ağustos depreminde olduğu gibi toplumsal ruhsağlığı programlarının uygulanması gerektiğini söyledi.

TOPLUMSAL KAOS

Prof. Dr. Yazgan, toplumun ruh sağlığının düzelmemesinin, ''toplumsal kaos'' ve ''çöküşle'' birlikte giderek umutsuzlaşan ve geleceğe inancını yitirenlerin yıkıcılaşması sonucunu doğurabileceğine işaret etti. Toplumun tekrar hayata dönmesinin, umudun canlanmasından geçtiğini ifade eden Prof. Dr. Yazgan, ''Önümüzdeki aylarda, toplumsal düzeyde ruh sağlığını korumaya ve toparlamaya yönelik kitlesel program modellerinin üretilip, bilimsel geçerliliklerinin sınanması ve uygun olanların hayata geçirilmesi gerekiyor'' dedi.