'Tek bildiğim yöntem, müzik'

-
Aa
+
a
a
a

Eşber Güvenç: 10 Eylül Salı günü Ramallah’ta verdiği konser ve müzisyenin yıllardır Edward Said ile birlikte Ortadoğu’da çözüm getirmek üzere yürüttüğü çalışmaları konuşmak üzere programcımız Serhan Bali’yi ağırlıyoruz. Barenboim’in bunca yıldır sürdürdüğü bu çalışmaların geçmişini senden dinleyelim.

Serhan Bali: Daha önce Açık Site’ye yazdığım yazıdan hareketle hemen şöyle özetleyebilmek mümkün; hani bir laf vardı ya, “O bunu hep yapıyor” diye. Daniel Barenboim de bunu hep yapıyor, iyi ki de yapıyor. 1999 yılının Şubat ayında ilkin gitmişti o topraklara. O topraklara gidişinin geri planında ilginç bir tanışıklık yatıyor, o da Filistinli halen Colombia Üniversite’sinde profesör olan Edward Said ile tanışması. Barenboim, Edward Said ile Londra’da bir otel lobisinde tanışıyor, 1992 yılında zannediyorum. Bu çok verimli bir dostluğa dönüşüyor, ikilinin artık bir kitapla da taçlanan çok güzel bir dostlukları var. Barenboim ve Said birlikte Filistin’deki Birzeit Üniversitesi’nin kurucuları ile bir yemek yiyorlar ve onlarla da dost oluyor Barenboim. Daha sonra Barenboim Birzeit Üniversitesi’nin kurucusu olan hanımı Kudüs’teki bir resitaline davet ediyor ve orada ona çok hoş bir jest yapıyor, bir bis armağan ediyor. Bu hanımefendinin adı Tanya Nasır,
çok etkileniyor. Barenboim daha sonra Said’e “Ben Ramallah’a gidip bir konser vermek istiyorum” diyor. Bu o güne kadar, Ramallah ve Gazze, Batı Şeria, İsrail’in eline geçeli hiçbir İsrailli müzisyenin yapmadığı bir şey; gidip orada bir konser vermek. Barenboim “Ben bunu yapacağım” diyor ve gerçekten Şubat 1999’da Birzeit Üniversitesi’ni ziyaret ediyor ve orada çok ses getiren ilk konserini veriyor. Orada Beethoven’in “Pathetic” başlıklı sonatını çalıyor. Daha sonra 2002’ye geliyoruz, üç sene sonra Mart ayında bu konserini tekrarlamak için bölgeye tekrar gitmek istiyor, ki Mart 2002’de o büyük olayların, çarpışmaların olduğu dönem. Fakat İsrail yetkilileri kesinlikle güvenliğini sağlayamayacağını öne sürerek Barenboim’i engelliyorlar. Aslında Arjantin pasaportu ile de gidebilecekken, “Hayır, ben İsrail pasaportu ile bu toprağı ziyaret etmek istiyorum” diyor. Neticede Mart ayındaki konser gerçekleşemiyor. 10 Eylül’de, yaklaşık 6 ay sonra Barenboim’in ikinci ‘Ramallah seferi’ gerçekleşmiş oluyor. Yine çok güzel bir birliktelik sağlanıyor orada, konser öncesi ve sonrası ayakta alkışlanıyor, yüz kadar öğrenci ile birlikte bir ‘master class’ yapıyor ve onlara orada Beethoven’in ‘Moon lights’ (Ay Işığı) başlıklı sonatını çalıyor. Gürültü kopmuyor, çünkü Barenboim’in hem müzik hem dünya kamuoyu bu tür aktivitelerine alışmış durumda. Çok güzel bir şey tabii.

Tüm Arap ülkelerinden

EG: Senin de söylediğin gibi müzik, sanıyorum bütün dertlerimizin ilacı ve çözüm noktası olsa gerek. En azından Barenboim’in kendisi de birçok yerde açıklıyor ki, “Ben hiçbir şey yapamam ama müzik çalabilirim, müzikle ortaklığımızı bulabilirim” diyor.

SB: Barenboim hiçbir zaman müziğe, Ortadoğu’daki bu ihtilafa, Ortadoğu’daki soruna bir müzisyen kimliği ile çözüm bulamayacağını biliyor, çok realist tabii, fakat “Ben bir politikacı değilim, politik çözümler öneremem, ama tek bildiğim yöntem müzik. Ben bir müzisyenim ve müziğimle insanların arasındaki bu husumeti, yılların getirdiği kör anlayışsızlıkları yıkmaya çalışıyorum” diyor. Bu yolda da kendisine Edward Said gibi -hakikaten bu yola çok emek vermiş, savaşmış bir insan- bir ortak bulmuş durumda. İlk meyvesi, ikincisi geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Ramallah konseri, tabii diğer aktiviteleri de var. Bu Şubat’taki ilk Ramallah konserinin ardından, yine 1999 yılının Ağustos’unda Barenboim ve Said ikilisi bir workshop düzenleyelim diyorlar, İsrailli ve Arap genç müzisyenler arasında. Weimar’da bu proje ilk olarak gerçekleşiyor ve adı da “West-Eastern Divan Workshop Project”, hemen anımsayabileceğimiz gibi Goethe’nin ünlü Doğu-Batı Divan’ı eserinden ilham alarak bu ismi koyuyorlar atölye çalışmasına. İlki Weimar’da zannediyorum 3 hafta kadar sürüyor, bütün Arap ülkelerinden, Filistin, Mısır, Cezayir gibi 7-8 Arap ülkesinden ve İsrail’den gelen genç müzisyenlerden oluşan toplam 100 müzisyen bir araya geliyor, Barenboim’in şefliğinde ve Said’in de yönetmeliğinde, moderatörlüğünde bir araya gelip sorunları konuşuyorlar, bilgileniyorlar. En önemlisi birbirlerini tanıyorlar, hem de Barenboim yönetiminde bir orkestra oluşturup eserler çalıyorlar. Workshop’un sonunda da ünlü bir konser salonunda dinleyicilere sunuyorlar çalıştıkları eserleri. 1999’da birincisi düzenlendi, bu yıl geçtiğimiz aylarda da Sevilla’da dördüncüsü düzenlendi bu workshop’un. Kaynaklardan ve medyadan edindiğimiz bilgiye göre de giderek kökleşen, çok etkili olan bir aktivite.

EG: Barenboim’in biraz geçmişine baktığımızda çok da yaşlı bir piyanist olmadığını görüyoruz, kendisini dünya vatandaşı olarak görüyor, ki biraz da sanıyorum ailesinden, Rusya’dan kalkıp Arjantin’e gitmesinden kaynaklanıyor.

SB: Çok kozmopolit bir geçmişi var.

EG: Çocukların Fransız bir anneye sahip olup oldukça karışık bir geçmişi olmasından ve onların geleceğinden duyduğu korkudan da sanıyorum biraz daha bağlı dünyaya ve dünya barışına.

SB: Kendi geçmişi de kuşkusuz bu yolu tutturmasında etkili olmuş. Kendisi de aslında siyonist, siyonist derken İsrail devletinin varolması gerektiğine inanan bir insan. “İki bin yıl boyunca Yahudi halkı oradan oraya sürüldü ve inanılmaz davranışlara uğradı, bu halkın bir devletinin olması doğaldır” diyor. Fakat Barenboim’in reddettiği asıl İsrail devletinin, hükümetinin politikaları, özellikle 1967’deki o Altı Gün Savaşı’ndan sonra tavrını kesin bir şekilde koyuyor. O zamana kadar destek veriyor. Zaten ailesi ile birlikte, geçmişe dönersek önce Arjantin doğumlu, daha sonra 1952’de devlet kurulduktan sonra İsrail’e göç ediyorlar ailecek. Sonrasında bilfiil İsrail’in kuruluşunu destekliyor, Altı Gün Savaşları süresince o zamanki eşi Jacqueline Duprey ile konserler veriyor. Fakat İsrail’in Lübnan’ı işgali ve diğer işgaller sonucu kesin tavrını koyuyor. Hatta öyle bir noktaya geliyor ki, 1998’de
İsrail’in 50. kuruluş yıldönümü kutlamalarına katılması isteniyor kendisinden, reddediyor, “Yapamazdım, çünkü inanmadığım bazı şeyler var, içime sinmeyen bazı noktalar var, yapamazdım” diyor.

Farklı kültürlerin buluşması

EG: Müzik geçmişine baktığımızda, sanıyorum ilk olarak babası ile birlikte başlıyor değil mi çalışmalarına?

SB: Çok zengin bir müzikal geçmişi var, Barenboim çok küçük yaşta piyanoya başlıyor ve müzik dünyasının en ünlüleri ile, Wilhelm Fürtwanger dahil birçoğundan ders alıyor, onların yanında eğitim görüyor, Nadia Bulanje’den kompozisyon eğitimi görüyor. Çok küçük yaşlarda aslında orkestra şefliğine başlıyor. Zannedilir ki Barenboim biraz daha yakın zamanlarda piyanistlikten orkestra şefliğine hemen geçiş yaptı, oysa 1960’larda ikisini bir arada yürüten bir insandı. Çok aktif, hiperaktif denebilecek bir insan. Şu anda zaten klasik müzik dünyasının en güçlü insanlarından biri. Halen Şikago Senfoni Orkestrası’nın müzik direktörlüğünü yürütüyor, aynı zamanda Avrupa kıtasında da Staatsoper’in (Devlet Operası) sanat yönetmenliğini üstlenmiş durumda. Bütün bunlar yetmiyormuş, birkaç kıtadaki konserleri yetmiyormuş gibi bir de böyle bir çabaya girişmiş durumda.

EG: Belki de biraz daha yaşların ilerlemesi gerekiyor, dünyayı bu kadar....

SB: 59 yaşında, Said de galiba 67 yaşında.

EG: Sanat bir şekilde diğer insanların, ya da insan olabilenlerin sözü galiba, değil mi? Savaş diyemeyeceğim, kötü bir kelime, yakışmıyor sanata, ama karşı durması...

SB: Barenboim zaten “en iyi bildiğim şey müzik” diyor. Hakikaten müziğin farklı kültürden, farklı inanıştan insanları bir araya getirebilmekteki gücü inanılmaz. Buna her geçen gün biraz daha fazla şahit oluyoruz. Sadece Barenboim de değil, bugün bence eşit öneme haiz bir proje daha var, Yoyoma’nın “İpek Yolu Projesi.” O da Doğu ve Batı dünyalarını, kültürlerini bir araya getiren bir proje. Diğer sanatları bilemiyorum, çok yakından tanımıyorum ama bir resim, edebiyat bu kadar güçlü mü, müzik kadar güçlü olabiliyor mu?

EG: Ses getirmesi, gerçek bir ses olması bakımından çok daha etkili sanıyorum. Bir resim aylar sonra ulaşabiliyor ama müzik, şu anda olduğu gibi bana biraz daha uçucu geliyor... Edward Said ile yapılan workshop’a dönelim.

Neden Weimar’da?

SB: İlki dediğim gibi Weimar’da, ikincisi de Weimar’da... Şimdi Weimar’ın ilginç bir tarafı var. Niye Weimar, niye Almanya? Durup dururken Museviler ve Almanya pek netameli bir ilişki. Tamam Weimar 1996’da Avrupa’nın kültürel başkenti idi, seçilmesinde o da bir faktör oynadı, fakat bunun dışında bir metafora daha dikkati çekiyor bu konuda yazıp çizenler: Weimar hem Goethe’nin, Liszt’in çıktığı bir merkez, Avrupa’nın kültürel başkentlerinden biri, hem de Nazi dehşeti ile özdeşleşmiş bir kent. Böylelikle insanoğlu bir yandan insanlığın en yüce değerlerini ortaya çıkarabiliyor aynı şehirde, öte yandan en dehşet, en acı verici kıyımları, terörü de yaratabiliyor. Ortadoğu da buna benzer, yüce medeniyetler çıkmış onların nüvesini teşkil etmiş, bir yandan da bu olumsuzluklar, kıyımlar, acılar, dehşetler... Weimar, bu anlamda tabii metafor. Weimar’da ikincisi yapıldıktan sonra, üçüncüsünü Barenboim kendi mekânına taşımış, Şikago’da gerçekleştiriyor. Dördüncüsü de Sevilla. Sevilla’nın da seçilmesinde çok ilginç bir taraf var, Barenboim’in kendi sözleri ile “Yedi yüzyıl boyunca, dünya üzerinde Araplarla Yahudilerin barış içinde yaşayabildikleri tek yer” –Endülüs’ü kastediyor- olması bakımından çok ilginç bir yer. İnsan düşünmeden edemiyor, niye birincisi orada düzenlenmedi diye. Hakikaten çok iyi oturmuş bir espri ve bundan sonra 4 sene boyunca orada düzenlenmesi düşünülüyor.

EG: Şiddet galiba gücü ele geçirmek için ilk kullanılan şey, din, dil, ırk, soy, herhangi bir mekân, dünyanın her hangi bir yeri, hiç fark etmiyor. Barenboim gibi birçok insan var ki, bir şekilde hepimizin kelimelerini döküyorlar ortaya.

SB: Sanatları ile bize de tercüman oluyorlar, Said söz konusu olduğunda kalemi ile, aydınlık beyni ile. Bu ikilinin çabaları görülüyor ve taktir de ediliyor. En son İspanyolca konuşulan ülkelerin Nobel’i olarak adlandırılan “Asturya Prensi Concorde” ödülü var, ona layık bulundular. Çok prestijli bir ödül, daha önce Rostropoviç’e, Menuhin’e verilmiş bir ödül. Çok ilginç, Barenboim de bir müzisyen olarak Rostropoviç, Menuhin ve daha önce Fisher de var, piyanist, bu çizgide bir müzisyen olmaya doğru gidiyor; yani hümanizmaları ile, hümaniteryen eğilimleri ile müzisyenlerinin artık önüne geçen insanlar

Edward Said

oluyorlar.

EG: Beethoven’i tercih etmesinin özel bir nedeni olabilir mi?

SB: Çok emin değilim ama, zannediyorum Daniel Barenboim’in en sevdiği bestecilerden biri olmasından kaynaklanıyor. 1999’da Pathetic, ikincisinde de Ay Işığı, zannediyorum sebebi o. Mesela çok ilginç, ikinci konserinde küçük bir Filistinli kız, Mendelson’un Barkarol’ünü çalmış, -Barenboim hem kendisi çalıyor, hem de master class’a katılan gençleri, çocukları çağırıp onlara da çaldırıyor- Barkarol de Venedikli gondolların o salınımlarını andıran bir parça, “Ben de Filistin’in böyle bir yer olmasını hep düşlemişimdir, sakin, sessiz, bir o yana bir bu yana...” diyor çocuk. Ve hep gençlere güveniyor, inanıyor, gençliğin o pozitif enerjisine, o önyargılardan, husumetten arınmışlığına güveniyor, bu da çok önemli.

Mesafe alındı

EG: Belki özlemle, bir atak yapılabilir ama bu kadar vahşetin ve şiddetin içinden çıkan bir çocukluk ve gençlik ne kadar güzel bir gelecek kurabilir?

SB: Dört sene sonunda, bu yazılıp çizilenlere bakılacak olursa epey bir mesafe alınmış. Yine Barenboim’in sözleri ile “Aynı sırada bir Suriyeli, bir İsrailli genç müzisyen; bunlar bu orkestrada aynı sıraya gelene kadar birbirleri hakkında kim bilir neler düşünüyorlardı? Suriyeli için İsrail işgalci bir devletti, İsrailli genç için Suriyeli her an başına düşebilecek bombaların fırlatılacağı bir yerdi. Ama burada, o eserde aynı yoğunlukta, aynı rengi, aynı tınıyı elde etmek için bir arada idiler. Savaştan, kandan, gözyaşından başka da bir şeyler paylaşabileceklerini anlamış oldular."

EG: Galiba her zaman yan yana, omuz omuza, aynı kalbe sahip kişileriz dünyanın her yanında, ama o düşüncelerimizi bir şekilde dinç tutmamız gerekiyor, insanlık yolunda tutmamız gerekiyor dünyanın her yanında, en çok da Filistin’de bunun olması gerekiyor.

SB: Keşke Barenboim gibi, bu tip hümanist eylemlerde bulunan, sanatlarını, müzisyenliklerini kullanarak bu tip eylemlerde bulunan müzisyenler, sanatçılar çoğalsa. Çünkü müzik hakikaten çok büyük bir güç, örnekleri ortada. Benim tek temennim bu.

(16 Eylül 2002’de Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)