Tartışamama

-
Aa
+
a
a
a

 Biz tartışma eylemini yapamıyoruz, yapma olasılığımız da yok.

Tartışma eylemini yapabilmek için öncelikle konu birliğinin sağlanması gerekiyor. Bir başka deyişle konuştuğumuz kişi veya grupta neyi tartıştığımız konusunda hemfikir olmamız gerekiyor. Kuşkusuz başlangıçta konu belli. Ancak çok kısa bir süre sonra bir konuşmacı Çemişgezek’teki ulaşım probleminden bahsederken, diğerinin “Ama Peru’da bile hamsi daha çok avlanıyor” gibilerinden bir cümle sarf ettiğini ve daha sonra bir diğer konuşmacının, “Japon ekonomisindeki ani durgunluğa dikkat etmiyorsunuz” diyerek ilk iki konuşmacıya kızdığını görüyorsunuz. Tabii tartışmanın asıl konusunun genetik araştırmaların yaratabileceği hukuki sorunlar olduğunu anımsatmalıyım. Doğal olarak bu aşamadan sonra zaten film kopuyor.

Tartışma eylemine geçebilmek için bir diğer önemli konunun dinleyebilmek olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Oysa dinleyebilme eylemi de bize çok uzak. Bir konuşmacı bir şeyler anlatmaya çalışırken çok kısa bir süre sonra sözünün kesildiğini, bu kez onun, sözünü kesenin sözünü kesmeye çalışarak kesilen sözünü tamamlamaya çalıştığını izliyorsunuz. Doğal olarak bu kadar çok kesme eyleminden sonra hiç kimse tam bir anlam bütünlüğü içerisinde bir şey ifade edemiyor. Hiç kimsenin birbirini dinlememesinden dolayı sonuçta katılıp katılmayacağınızı dahi bilemeyeceğiniz bölük pörçük tümceler anlamsız bir biçimde havada kalıyor. Dinlememe eyleminin bir başka yönü daha var ülkemizde. O da dinlermiş gibi yaparken aslında konuşan kişinin söyledikleri ile hiç ilgilenmeden kendi söyleyeceklerinin hazırlıklarını yapmak. Bu durumda konuşmaya başlayan kişi bir önceki fikirle hiç ilgisi olmayan bir şekilde bir şeyler anlatmaya başlıyor. Doğal olarak bu kez de tartışmanın fikirsel bütünlüğü kopuyor. (Bu arada sanki daha 5’inci dakikada o bütünlük kopmamış gibi yazdım ama olsun.)

Dilimiz ortak değil

Tartışmalarımızda bir diğer sorunumuz (bu aslında başlı başına bir sorun) Türkçe’yi kullanma ve algılama sorunumuz. Söylediğimiz kelimeler öylesine vurgulamalarla veya yanlış yerde kullanılarak seçiliyor ki gerçekleşen olayın tam tersi bir anlam çıkıyor. Çok somut bir örneği (özellikle suya sabuna dokunmayan bir örnek seçtim) bugünkü Efes Pilsen-G. Saray basketbol maçından vereyim. 3’üncü çeyrek başlangıcında Efes Pilsen başlama ile birlikte 14, G.Saray 4 sayı attı. Maçı anlatan TRT spikerinin ifadesi “G. Saray 4 sayı atabildi, Efes Pilsen 14 sayı atabildi.” Bu cümledeki -bildi takısı olumsuzluk ifade eder. G.Saray açısından doğru. Ama Efes Pilsen 14 sayı atmış, neresi olumsuz? Bu kez yanlış ifade edilmiş bir görüşün üzerine bambaşka bir tartışma başlayıp ana konudan yeniden uzaklaşılıyor. Tartışmalarda karşımızdakinin içerik olarak, öz olarak, ne dediğini algılamaya çalışmaktan ziyade, biçimsel olarak içinden cımbızla bir kelimeyi seçip o kelimeye bir tezi dayandırarak cevap vermeye çalışıyoruz.

Tartışırken yaptığımız çok önemli hatalardan biri, bir kelimeyi, kelime anlamından çok uzakta kullanıp, karşımızdakinin onu anlamayarak verdiği cevaptan yeniden ilgisiz bir tartışma üretmek. Bu konuda yaşadığım bir örneği anlatacağım. Katıldığım bir toplantıda kurmakta olduğumuz sistemde stok miktarlarının tersine dönmesini, olmayan malların çıkışını önleyebileceğimizi belirttim. Bunun üzerine bir konuşmacı “Bu durumda biz siparişleri izleyemeyeceğiz” dedi. Şaşırdım. “Bizim sistemimizde sipariş izleme vardır, bu düzeni kurabiliriz” dedim. Aldığım yanıt “hayır” oldu. En sonunda konu açıklığa kavuştu. Özetle; mevcut yapılanmalarında stok eksiye düşerse bu,

 The New Yorker Magazine'den

sipariş edilmesi gerekli miktar olarak düşünülüyormuş. Eksi çalışmayı engellersek onların anladığı anlamda siparişleri izleyemeyecekmişiz. Benim bunu anlamam gerekiyormuş.

Sanki düello

Görüşlerimizi anlatırken bir sistematik izlemiyoruz, izletmiyoruz. Acele etmeden sakin bir ses tonu ile saldırıda bulunmadan sadece inandıklarımızı anlatamıyoruz. Objektif bir biçimde konuyu tartışacağımıza, karşımızdakinin bireysel, pek de konu ile ilgili olmayan açıklarını yakalamaya veya geçmişte varsa onları gündeme getirmeye başlıyoruz. Kısa sürede konuşma, kavgaya dönüşüyor.

Tartışmalarımızda izlediğimiz bir diğer yöntem karşımızdakine bağırmak. Ne kadar çok bağırırsak, söylediklerimizin içeriğinden bağımsız, haklı olacağımızı veya doğru söylemiş olacağımızı düşünüyoruz. Oysa haklılık veya doğruluğun yüksek sesle doğaldır ki bir ilgisi yok.

Tartışmaları bir düello veya kazanılması gerekli bir spor karşılaması olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Tartışmaların mutlaka bir galibi olması gerekmiyor. Tartışmanın amacı bir konuda yeni görüşler ortaya çıkarabilmek, yeni ufuklar açmak, konuyu analiz edebilmek. Tartışmayı kazanmak zorunda olduğumuz bir maç havasına sokunca, yenilmeyi kabullenemiyoruz.

Cümlelerimizi sadece gerektiği kadar uzun, bir başka deyişle olabildiğince kısa, anlaşılabilir olarak kurmuyoruz. Aynı şekilde sorularımızı açık, kısa ve anlaşılabilir olarak kurmuyoruz. Sorunun ortasında çoğu kez başı unutulmuş oluyor.

Kendi arasında konuşamayan (anlaşmaktan, uzlaşmaktan bahsetmiyorum, sadece konuşma eyleminden bahsediyorum) bir ulusun, bambaşka değer yargılarına sahip bir toplulukta kabul görmesini nasıl olup da bekliyoruz anlamıyorum.