Sosyalistler ve Irkçılar

-
Aa
+
a
a
a

 

 

Yumurtalarla ilk kez 2005’te, Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Ermeni Konferansı’nda karşılaşmıştım. İçişleri Bakanı Cemil Çiçek’in, sırtta hançerle bezediği nefret dolu beyanlarına rağmen ilk kez, kamusal alanda resmi tez dışında görüşlerin ifade edilmesi engellenememişti. O günlerde Dolapdere Caddesi’nin orta refüjünde gerçekleşen “demokratik protestoların” müsebbibi BBP ve İşçi Partili gruplar, konferansa gelenlere yumurta ve domates fırlatıyorlardı.  Hemen önümüzde, kapıya doğru ilerleyen Hrant Dink’in sırtında patlayan yumurtaya şahit olanlar önemsemeyen bir ifadeyle gülüp geçmiştik. Silah ve sopalar yerine yumurta ve domates kullanmaları tercih sebebiydi.

 

İki yıl sonra, yumurtalı faşistle silahlı faşist arasında ayrım yapılabileceğine dair düşüncelerim mermilerle delik deşik edildi. Buralarda güvercinlere dokunulmayacağına dair inancım-ız hâlâ Agos Gazetesi’nin önündeki kaldırımda yatıyor. Hep birlikte, gelişini çaresizce izlediğimiz bir cinayetin ardından, üstelik hemen her şeyi bildiğimiz halde, yıllardır elimiz kolumuz bağlı mahkeme kapılarında bekliyoruz.

 

Baştan söyleyeyim: son yıllarda Ergenekon davası çevresinde yaşanan yarılma ve bu yarılmadan türeyen tartışmalar, AKP iktidarı ve Kemalist muhalefet bu yazının konusu olmayacaklar. Kendini savunmak için silahları, külahları, (Yahudi olmasına rağmen) bankada zilyonları olmayan bir yazarın, hayatı sosyalist mücadelenin içinde geçmiş bir yoldaşın neden susturulamayacağını “devrimci hukuk” gereği hatırlatmak için de yazmıyorum. Cumartesi günü İnsan Hakları Derneği’nin düzenlediği "Çok kültürlülük perspektifinde barışın dilini kurmak" panelinde Roni Margulies’e saldırmanın neden ırkçı olduğunu anlatmaya çalışacağım.

 

Sosyalist olmak ne demektir?

 

Türkiye’de sosyalist olmak ağır bir sorumluluktur. Erkek egemen bir toplumda cinsiyetçilikten uzak duracak, eşcinseller ve kadınların eşit hakları için mücadele edeceksiniz. Kürt kimliğinin kabulü, dil ve kültürlerinin özgürlüğü için mücadele edecek, emekten yana politikalar için sokakları örgütlemeye çalışacak, delik cebinizle koca devlete ve onun partilerinin söylemlerine karşı duracaksınız. Darbelere, faşistlere, sağcılara karşı muhalefet örgütlemeye çalışacak, ırkçılığa, milliyetçiliğe ve militaristlere aman vermeyeceksiniz. Hakkınızda davalar açılacak, yaşınızdan büyük rakamlar savcının ağzından ceza olarak dökülecek.

 

İnsanların eşit haklara sahip olup, kendi kararlarını özgürce verdikleri, birlikte yaşamayı tehdit ya da rekabet yerine zevk olarak gördükleri bir toplumun mümkün olduğuna inandınız mı sosyalistlik yolunda ilk adımı atmış olursunuz. Ancak sosyalist olmanın, içinizdeki ırkçılığa, militarizme, erkek egemen kafaya ve daha birçok şeye çare olmadığını öğrenip, dünya tarihinde “kötü” yaptığını söyleyen bir siyasi hareketin görülmediğinin tuğla gibi sabit olduğunu bildiğinizde çember tamamlanmış olur. Düşünce ve eylemlerinizi eleştirebildiğiniz, bir kez daha tartışma cesareti gösterdiğiniz an odağınızda insanlar olduğundan şüphe duymaz, insanlık rotasından sapmadığınızdan emin olursunuz. Tam da bu sebeple, sosyalizm “insanlık” mücadelesidir. Bu mücadele, eylemlerinizi cesur bir keskinlikle gerçekleştirirken, tüm bu çabanızın ahlak ve vicdan temelinde yükseldiğinden kesin bir şekilde emin olmayı gerektirir.

 

Roni’ye son saldırı

 

Roni Margulies’e Çanakkale’de gerçekleştirilen saldırıyı bu sebeple gerekçeleri değil sonuçları üzerinden okumak gerektiğini düşünüyorum. Roni son iki yıl içinde beş kez “solcuların” saldırısına uğradı. Yukarıdaki uzun girişin ardından, boya ya da yumurta atmak gibi simgesel şiddet gösterilerinin neden kabul edilemeyeceğini -anlamak isteyen için- bir kez daha anlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Sözünden başka gücü olmayan insanları “susturmanın” neden demokratik olmadığı da bu yazının konusunun dışında kalıyor. Başta dediğim gibi bu yazının konusu ırkçılık, ayrımcılık.

 

İlk saldırı, 2009 yılında İşçi Partililer tarafından (onlar da kendilerine sosyalist diyorlar) Kocaeli’nde bir kitap fuarında gerçekleştirildi. Sahneye çıkan “protestocular” Roni’yi susturmak istediler. İkinci ve iki taraf açısından da beklenmedik olduğu açık saldırıyı ÖDP gerçekleştirdi. Halası, kız kardeşi falan toplanmış Beyoğlu’nda bir lokanta’da yemek yerken gelip başından aşağı yeşil boya döktüler. Alper Taş önce saldırıyı kınadı, ardından Önder İşleyen “demokratik eylemi” savundu.

 

Bu saldırı, kürsüde, sokakta, ailesiyle ya da başkalarıyla birlikte “güvende” olmadığına dair bir mesaj olarak en azından “ayıp” olsa da ırkçı olarak değerlendirilemez. Roni Margulies, “AKP destekçisi, liberal, dönek, yalancı, Taraf yazarı ya da ‘devrimci değerlere’ küfür eden, sahte sosyalist” bir kişi olduğundan “cezalandırılmıştır”. Bu iddialarla ilgili söyleyecek çok şey olsa da çerçeveden çıkmayıp devam ediyorum. Roni, ardından ODTÜ’de konuşmaya gidince ÖDP, Halkevleri ve TKP üyeleri salonu işgal etmeye kalktılar. Liberal canavar Roni’yi susturmak üzere “sol” birleşmişti. Ardından İzmir’de “Yetmez ama Evet” forumunda ÖDP üyeleri Roni’ye boya ve ne olduğunu anlamadığımız bir şeyler attılar.

 

Bu saldırı, aynı grupların aynı kişiye üçüncü saldırısı olduğu için garip karşılandı. Yetmez ama Evet forumlarında konuşulmasını engellemeye yönelik saldırı ve yumurtaların anti demokratik olduğu aralarında boykotçuların da bulunduğu pek çok aydın ve aktivist tarafından ortak bir açıklamayla dile getirildi. Basın açıklamasının yapıldığı otelin önünde toplanan Halk Evleri’nin “kardeş örgütü” Öğrenci Kolektifleri’nin üyeleri, Roni’nin resimlerini taşıyarak otele girmeye ve basın açıklamasının ortasında “ifade özgürlüklerini” kullanmaya karar vermişlerdi.

 

Bu olayda saldırılardan payını alan Adalet Ağaoğlu, Osman Can, Ferhat Kentel gibi insanlara neden saldırılmaması gerektiğini de geçelim ve gelelim son saldırıya. Bu sefer ÖDP ve Halk Evleri tarafından İnsan Hakları Derneği Çanakkale Şubesi’nin, İnsan Hakları Haftası sebebiyle gerçekleştirdiği "Çok kültürlülük perspektifinde barışın dilini kurmak" adlı toplantısı hedef seçilmişti. Çok dilli belediyecilik vesilesiyle yakından tanıdığımız Sur Belediyesi’nin Başkanı (diğer konuklara bakacak olursak Kürt de diyebiliriz), Rum insan hakları aktivisti, Batı Trakya’dan azınlık bir Türk ve Yahudi yazarın konuşmacı olduğu  İHD toplantısına saldırmanın neden anti demokratik ve “yanlış” olduğunu da söylemeyeceğim. Zaten saldırının hedefinin Roni olduğu saldırıyı gerçekleştirenler tarafından açıklandı. Bu sebeple yukarıdaki “problemin” de çözüldüğünü varsayalım. Roni’nin üçüncü kez elbiselerinden olmasının getirdiği maddi külfetin, Arkasında ABD ve hükümet olan bir yazar için bile sıkıntı teşkil ediyor olabileceğini düşünmemek de ırkçılık değil düşüncesizlik sayılmalı.

 

Bu saldırının hemen ardından ırkçılığın her yerden püskürdüğü, yumurtayı az bulan pek çok “görüşün” ifade edildiği online bir Margulies tartışması da yaşandı. Tabii konunun bu kadar yoğun tartışılmasının arkasında, sistematik olarak devam eden “sol-anti emperyalist” yayınların etkisini göz ardı etmek zor. Roni, 2009 yılından beri hiçbir “liberalin” yanından geçemeyeceği kadar yoğun bir “eleştiri” yağmurunun hedefi konumunda.

 

Sanırım dördü aynı gruplar tarafından gerçekleştirilen beş saldırının hedefi Roni Margulies ise, her Türkiyeli sosyalistin sorması gereken bir soru var: Neden hep Roni’nin başına geliyor?

 

Roni, Taraf Gazetesi’nin toplantılara çağrılan tek yazarı değildir. Roni, Taraf Gazetesi’nin toplantılara çağrılan tek “sosyalist-marksist” yazarı da değildir. Roni, Taraf Gazetesi’nin toplantılara çağrılan, “devrimci değerlere küfür”, “liberallik” ve “AKP kuyrukçuluğuyla” itham edilen tek sosyalist-marksist yazarı da değildir. Eğer konu Roni’nin siyasi görüşleriyse, Roni memleketteki tek Devrimci Sosyalist İşçi Partisi üyesi değildir. Eğer etkisi sebebiyle seçiliyorsa, Taraf’ın ve “liberal cephenin” en popüler yazarı da değildir. O halde saldırı neden şaşmaz bir şekilde hep Roni’yi buluyor cevaplamak zorunludur.

 

Adı Roni Margulies ya da başka garip bir şey olanlardan biri, iki sene içinde beş kez saldırıya uğruyor ve onun üzerine, geniş bir külliyat oluşturacak kadar bol öfke, nefret, tehdit içeren şey düzenli olarak yazılıyorsa, her sosyalistin duraksaması gereken bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünmemiz gerekmez mi? Üstelik bu saldırılar, azınlık gruplara saldırıların yaygın olduğu, ırkçılığın sıradan, milliyetçiliğin meşru olduğu bir ülkede gerçekleşiyorsa sosyalist olmanın neyi gerektirdiğine cevap bulmak zor mudur?

 

Roni’yi “protesto etmek” için İHD toplantısı bastıklarında, sadece Roni’ye değil İHD’ye ve diğer konuşmacılara da saldırmış olacaklarını fark etmeleri neden bu kadar zor oldu bilmiyorum. Ancak Roni’ye “sadece fikirleri sebebiyle” saldırdıklarında sadece Roni’ye değil, Türkiye’de yaşayan, sosyalist ve bir de üstüne Yahudi olan bir yazara, sayın Öcalan dediği ve örgüt propagandası yaptığı iddiası da dahil çeşitli düşünce suçlarından yargılanan, Necip Fazıl Kısakürek’e (haklı olarak) faşist dediği için dinci ve ırkçı faşistlerden onlarca tehdit alan bir yazara saldırdıklarını fark etseler iyi olur.

 

Eğer beş saldırıyı inatla bu adamın üstünde yoğunlaştırmayı ve onu açık bir şekilde hedef haline getirmeyi “eski günlerin hatırına” ırkçı/ayrımcı saymayacaksak, en azından ırkçılar için hedef göstermek olarak görmek zorundayız. İsteyen herkes interneti kullanarak Çanakkale “protestosu” vesilesiyle aldığı dört ölüm tehdidini görebilir. Bu tehditler şimdiye kadar aldığı onlarca tehditle birlikte kalınca bir dosya haline gelmeye başladı. Eylemlerimiz, ancak sonuçlarıyla ele alındığında anlam kazanırlar. Bu sebeple kendimize tekrar sormalıyız: Türkiye gibi bir ülkede iki yıl içinde, Yahudi bir düzen muhalifi-kamusal figür beş kez saldırıya uğrar, hakkında düzenli yayın yapılır ve nefret odağı haline getirilirse sosyalistler bu durumu nasıl karşılamalıdır?

 

By yazı ilk olarak marsist.org'da yayınlanmıştır.