Seçim neden çözüm olamaz

-
Aa
+
a
a
a

Bir önceki yazımda seçimlerin erken veya zamanında yapılıyor olmasının sorunlarımıza bir çözüm getirmeyeceğini, çünkü sorunun şeçilecekler değil seçecekler olduğunu belirtmiştim. Şimdi bu savı, ekonomik, siyasi ve diğer yapısal sorunları da atın bir kenara. Aşağıda anlatacağım olayların tamamı gerçektir ve birkaç saat içerisinde yaşanmıştır. Sonra bu gerçekleri sizin de daha farklı boyutlarda ne kadar yaşadığınıza bakın ve sonra tekrar seçimi düşünün çözüm olur mu?

Aşırı derecede insanlarla ilişki içerisinde çalışıyor olmama karşın, yine aşırı derecede asosyal bir insanım. (Bu espri falan değil. Gerçekten böyle.) Bu nedenle hafta sonlarında ya uzaklara gitmeye çalışıyorum, ya da evden çıkmıyorum. Geçen hafta Çatalca’dan geçip Karadeniz kıyısında Ormanlı köyüne gittik. Yol Çatalca’yı çıktıktan sonra çok güzel. (Bayağı bir çıktıktan sonra. Çünkü orası da çok büyümüş.) Ormanlar içinden geçerek, arada gölcükler, dereler görerek gidiyorsunuz. Sonra bir yamacın tepesinden Karadeniz çıkıyor karşınıza. Muhteşem bir sahil. Enine boyuna inanılmaz büyük. Bu nedenle kalabalıklık sendromu yaşamanız pek olası değil. Girmek için 2,500,000 TL veriyorsunuz. Ama birkaç tane facia çardak, birkaç kabinimsi kulübe var. Tuvalet olduğu iddia edilen yer iğrenç. Çöp tenekesi yok sayılır. Mutfak izlenimi veren yer korkunç. Güvenlik önlemi sadece “dalgada girmeyin” uyarısı. Bir de işletici son derece iyi niyetli. Arabadan iner inmez,

Priit Pangsepp, yağlıboya

“Aman bugün dalgalı, sadece güneşlenin!” uyarısı yapıyor. Doğaldır ki cankurtaran, gözetleme kulesi vb göremedik. Şemsiye falan da yok. Ama manzara yineliyorum muhteşem. İşletici ile konuştuk meslek aşkı ile. İşletim ihalesini alabilmek ve daha sonra giriş yolunu düzeltebilmek (gerçekten düzgün giriyorsunuz) için çok para harcayınca ve sezon da burada taş çatlasa sekiz hafta sürdüğü için başka şeye para kalmamış. Sonuçta yeni moda deyimler ile can güvenliği ve sağlık, temizlik, hizmet out, yeter ki gel in. Bu durumda nasıl para kazanılır sorusunu boş verin.

Olmuyor...

Biz de sadece manzarayı seyrettik, Yalıköy’e yöneldik. Burası köylüğü geçmiş ve sahilin tam anlamı ile canına okunmuş. Duramadık bile, ormana döndük. Yanımızda soğuk sandviçlerimiz var. Ortalık orman dolu, bir yerde durup ağaçlar altında yiyeceğiz. Arabayı en az dört kez yoldan çıkarıp kenara aldık. Çantalarımızla ormanın içine girdik. Olamaz böyle bir şey (bu laf saçmalıktı), çitlenmiş çekirdeklerden, pet şişelere, yemek artıklarından, mangal kömürü kalıntılarına kadar ne isterseniz var. Duramadık yeniden yola çıktık. Bu kez bir başka manzara. Bir araç kenarda durmuş, bir hanımefendi alenen yola kusuyor. Büyük olasılık eşi olan bey de yolun karşısına geçmiş idrarını yapıyor. (İğrençlik yaptım ama, olay doğru.) Yani tamam insanı araba tutar, midesi bulanabilir ama o kadar ağaç var, geçin birinin arkasına bir poşetin içine çıkarın, sonra da onu bir yerleşim merkezinde çöpe atın, olmaz mı? (Soruya bakın) Beyefendi içinse bir şey söylemeyeyim.

Biraz daha gittik. Dere kenarındaki küçük balık lokantalarından birine oturduk. Çok kısa süre sonra bir grup beyefendi geldi. Balık seçimi yapıp bir masaya oturdular. Konuştuklarını haklı olarak herkesin duymasını istiyorlardı, bizim kendi aramızda konuştuklarımız önemsizdi. Birazdan bir beyefendi ayakkabısını çıkardı, doğaldır ki orjinal renginin eski zamanlarda beyaz olduğu tahmin edilen çoraplı ayağını diğer arkadaşının sandalyesine koyup masaj yapmaya başladı. Orada da çok oturmadık ve kalktık. Yeteri kadar doğaya çıktığımızı düşünüp evimize döndük.

Tanrı vergisi...

Bakın bu anlattıklarımın içinde ne var. Olağanüstü güzellikte Tanrı vergisi bir doğa, onu nasıl mahvettiğimiz, hangi abuk gerekçelerle yararlanamadığımız, çevreye ve birbirimize olan (olmayan) saygımız var, bana göre. Peki yapılanlar içerisinde devletin dayattığı bir zorunluluk var mı? Yani işleticiye tuvaleti pis mi yap veya bizlere ormanı katlet mi demiş, yoksa yola kusun mu buyurmuş. Bunlar bizim doğal davranış biçimlerimiz. Bizlerin doğal davranış biçimi bunlar olunca şimdi hangi gerekçe ile sadece siyasileri sorumlu tutabiliyoruz halimizden. Bu davranış biçimine sahip olan kişilerin, daha üst düzey, daha karmaşık konularda (ör: ekonomik yapı, dış politika, sağlık, eğitim, Avrupa Birliği süreci, yargı vb) ne kadar analitik düşünüp, hangi verilere göre bir örgütlenme yaratabileceğini veya bir kurumu değerlendirip seçebileceğini düşünüyoruz. Bu yazdığım olaylar İstanbul’un 150 km civarında yaşananlar. (İçinde yaşananlar da bundan farklı değil zaten.) Ya dağların arasında yaşayıp, teorik olarak bizimle, ama bizden çok uzakta başka bir dünyada olan insanlarımızın verdiği oyların hangi analize dayanmasını bekliyoruz.

Şimdi siz de karşılaştığınız olayları anımsayın. Çağdaş yaşama, demokrasi kültürüne, ekonomiye, ilişkin tüm konulara analitik yaklaşıp, geleceğimiz konusunda inisiyatif alabilecek (bu oy vererek de olur, fiilen çalışarak da) kaç kişinin var olduğunu düşünüyorsunuz çevrenizde.

Lütfen bağışlayın ama biz, birkaç büyük şehirde, sırça köşklerimizde gerçeklerden uzakta ve onlarla hiç yüzleşmek istemeden kendi kendimize geyik muhabbeti yapıyoruz.