Sağlık Emekçilerinden Sağlıkta Şiddete Karşı Eylem

-
Aa
+
a
a
a

 

Yarın, 17 Nisan Çarşamba günü, Türk Tabipleri Birliği ve diğer sağlık meslek örgütlerinin çağrısıyla düzenlenen, sağlık çalışanlarının katılacağı ülke çapında büyük bir eylem yapılıyor. Açık Gazete'de, Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla yaratılan tahribatın önlenmesine, nitelikli bir sağlık ortamının yaratılmasına, hekim-hasta ilişkisinin düzelmesine ve sağlıkta şiddetin önlenmesine yönelik eylemin amacını, kapsamını, İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Gören’le konuştuk.

Sağlıkta Şiddete Karşı G(ö)revdeyiz eylemi hakkında detaylı bilgi için tıklayın.

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 24.2 Mb.

15 Nisan 2013 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

Açık Gazete’nin podcast servisine ulaşmak için tıklayın.

 ***

 

Ömer Madra: Açık Gazete’de bir konuğumuz var, Prof. Dr. Taner Gören, İstanbul Tabip Odası başkanı. Önümüzdeki Çarşamba günü bir günlük grev var değil mi? Hoş geldiniz.

 

Taner Gören: Bir günlük. Hoş bulduk efendim, çok teşekkür ederim, sizinle birlikte olmak güzel, daha önce de birlikte olmuştuk.

 

ÖM: Evet olmuştuk.

 

TG: 14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle.

 

ÖM: Evet.

 

TG: Şimdi de önemli bir konuda

 

ÖM: Evet, arkadaşlarımız da önemle üzerinde durdular, bizim çok sayıda da hekimler arasında, tıp erbabı arasında dinleyicimiz, dostlarımız da var. Bunun önemli bir soruna parmak basmak üzere bir günlük bir direniş olduğunu söylediler. Nedir ne değildir?

 

TG: 17 Nisan 2012 tarihinde geçen yıl 30 yaşında genç göğüs cerrahı Dr. Ersin Arslan hastanesinde çalışmakta olduğu bir sırada bir hasta yakını tarafından saat 13:00 sıralarında bıçaklanarak çok ağır bir şekilde yaralandı ve hemen arkadaşları tarafından ameliyata alınmış olmasına rağmen akşam saat 20:00 – 21:00 sıralarında ne yazık ki uzun ameliyat sonucunda kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Aslında sağlıkta öldürülen hekimlerde daha önce de oldu, örneğin 2005’te Prof. Dr. Göksel Kalaycı, o da göğüs hastalıkları profesörü yine bir hasta yakını tarafından öldürüldü. 2008’de yanlış hatırlamıyorsam Dr. Ali Menekşe Giresun göğüs hastalıkları hastanesinde yine bir hastası tarafından silahla kurşunlanarak yaralandı ağır ve sonra hayatını kaybetti. Ölüm tabii sağlıkta şiddetin en uç noktası ama sağlıkta şiddetin genel olarak ikiye ayırıyoruz, fiziksel şiddet, sözel şiddet. Sözel şiddete maruz kalmayan hekim, sağlık çalışanı yok gibi, yani %100’ü buna maruz kalıyor ama fiziksel şiddet açısından yaralanma ve tabii işte Ersin’de olduğu gibi ölümle sonuçlanan fiziksel şiddette de çok büyük oranda bir artış var. Bunu bugün herkes kabul ediyor yani ben bir çok hastane yöneticisi, bu yeni yapılanmada hastane yöneticisi arkadaşlarla görüşüyorum, hepsi bunu kabul etmeyen şimdi görevde olmayan, görevini bırakmak durumunda olan eski sağlık bakanı bunu kabul etmiyordu sayın Recep Akdağ “eskiden de bu kadar vardı, pek ön plana çıkmıyordu” şeklinde bir tespiti olmuştu. Bu tabii sorunu görmezlikten gelme çabasıydı.

 

ÖM: Evet bu doğru bir tespit gibi gelmiyor.

 

TG: 5 kat artmış durumda.

 

ÖM: Öyle mi?

 

TG: 2008’den bu yana hem de. Yani daha önceki yıllara göre daha da

 

ÖM: 5 yıl içinde 5 kat artmış durumda?

 

TG: Evet öyle. Biz hukuk büromuz sürekli bu tür şikayetler bize geldiği için bir çok dava da açıyoruz. Mesela şu anda sırf şiddet üzerinden yürümekte olan 83 dava var. Bu 2001 yılından itibaren %900 artmış durumda. Bu davaları eskiden de açıyorduk tek tük, şimdi çok sayıda işte 40 tanesi –yanlış hatırlamıyorsam- sonuçlandı, ceza alarak sonuçlandı bir kısmı bunların ve şu anda devam etmekte olanlar var ama şu andaki yasal durum da bu şiddet olaylarını caydırıcı nitelikte değil.

 

ÖM: Yani 2000 yılından bu yana %1000’e yakın neredeyse?

 

TG: Evet açılan dava sayısında, şiddetle ilgili açılan dava sayısındaki artış.

 

ÖM: Yani dava açılmayan çokça sayıda durumu da katarsak ölçülemeyecek ölçüde bir patlama olduğundan bahsedebiliriz. Astronomik bir şeyden bahsediyoruz.

 

TG:  Kesinlikle öyle.

 

ÖM: Toplumsal bir olay yani bu.

 

TG: Evet. Biz tabii bu vesileyle 17 Nisan tarihini, hatta biz bundan sonra sağlıkta şiddetle ilgili bir gün olarak da belirlenmesi hususunda çalışma yapıyoruz. Biz bunu Dünya Sağlık Örgütü’ne Türk Tabipleri Birliği olarak bildirdik. ‘Dünya Sağlıkta Şiddeti Önleme Günü’ gibi bir gün olsun şeklinde bir teklifte bulunduk. Dünya Tabipler Birliği’ne de bunu bildirdik. Tesadüf geçen yıl Dünya Tabipler Birliği sağlıktaki meslek kuruluşlarının özerkliğinin giderek yok edilmesi, bunların işlevsiz hale getirilmesi çalışmaları var. Bütün dünyada böyle, Türkiye’de Türk Tabipleri Birliği’nin yasalarla bir çok fonksiyonu iptal edilmiş durumda. Buna karşı bir konferanslar dizisi için Türkiye’de davet ettik, geldiler. İşte o gün bir konferans vermekte iken bize Dünya Tabipler Birliği başkanı Ersin Arslan öldürüldü ve

 

ÖM: O gün? İnanılmaz aslında!

 

TG: Evet o gün öldürüldü. O da Arjantinli bir anestezi profesörüydü -şimdi başka birisi oldu, yılda bir değişiyorlar- Dr. Jose Amaral, 19’unda biz 15 bin katılımlı bir yürüyüş gerçekleştirdik sağlık müdürlüğüne sağlık çalışanları, doktorlar, hemşireler, yani tüm sağlık çalışanlarının katıldığı. Çok büyük bir tepki oldu ve o gün iş bıraktık 19 Nisan tarihinde geçen yıl. Bu yıl da işte biz 17 Nisan tarihinde tabii ki vatandaşlarımızı, halkımızı mağdur etmeyen bir mantıkla yapıyoruz bunu. Çünkü tatil günlerinde ya da bayramlarda bazen biliyorsunuz 2 gün pekala şey olabiliyor, bu günlerde de sağlık hizmeti ne şekilde oluyoru o zaman düşünmek durumundayız. Tabii ki bu kararımız eleştiriliyor “vatandaşı mağdur etmemek lazım” şeklinde ama bizim esasında vatandaşın uzun vadede çok mağdur olacağı bir olayı şimdiden önlemek anlamında biz o gün sağlıkta şiddete dikkat çekmek için acil hastaların mağdur edilmeyeceği şekilde ya da önceden planlanmış mutlaka yapılması gereken tedavileri olan serviste yatan hastaların tedavilerinin aksamayacağı şekilde daha çok poliklinik hizmetlerinin erteleneceği şekilde bir görev diyoruz. Tabii ki anlaşılması için grev anlamında bir söylemle çalışmıyoruz diyoruz. Bugün biz Ersin Arslan’ı anacağız, saat 09:00’da başlayacak bütün kurumlarda kendi çapında, kendilerinin inisiyatifinde olan etkinlikler gerçekleşecek, saygı duruşları, Ersin Arslan’la ilgili, şiddetle ilgili konuşmaların olduğu toplantılar düzenlenecek. Daha sonra da biz İstanbul Tabip Odası olarak İstanbul Tıp Fakültesi Çapa’da saat 11:00’de orada toplanmağa başlayacak bütün İstanbul’dan gelen sağlıkçılar, doktorlar ve biz 11:30’da yürüyüşe geçeceğiz ve sağlık müdürlüğüne yürüyeceğiz ve onara 12:45 gibi orada olmayı planlıyoruz. Çünkü 12:45 Ersin’in bıçaklandığı saat, o saatte sağlık müdürlüğünün önünde eylemimizi saygı duruşu ve konuşmalarla bitireceğiz.

ÖM: Peki şimdi birazcı bu eylem üzerinde de konuşalım; bu gibi eylemlerin geçmişi de var özellikle tıp erbabı arasında ama en büyüklerinden biri olmasını mı bekliyorsunuz? Nasıl bir katılım bekliyorsunuz? Yurt çapında mı olacak?

 

TG: Biz bütün diğer şehirlerde de iş bırakma eylemini deklere ettik, yani Türk Tabipleri Birliği olarak bütün illerde anmaların yapılmasını ve belli ölçüde iş bırakma eyleminin yapılması gerektiğini, böyle bir karar aldığımızı meslektaşlarımıza bildirdik. Biz çünkü bir kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşuyuz ve bütün amacımız aslında, birinci önceliğimiz hatta halkımızın bizim –anlaşılır şekilde olsun diye söyleyeceğim- nitelikli, ulaşılabilir, eşit, ücretsiz sağlık hizmetine ulaşmaları için yani böyle bir hizmetin verilebilmesi için bütün bu çabamız. Tabii ki bu hizmeti verecek olan 600-700 bin civarında, 120 bin’i doktor olmak üzere sağlık çalışanı var. Bu sağlık çalışanlarının da emeklerinin karşılığını alabilmek adına onların özlük haklarını ve diğer haklarını savunan bir çalışma içerisindeyiz. 17’sinde yapacağımız bu eylemde de bu amaç var, yani öncelikle esasında şiddetin olmayacağı bir ortamda nitelikli sağlık hizmeti sunmak bizim hedefimiz. Sağlıkta şiddetin tabii çok faktörlü bir şey olduğunu bilmek lazım. Bir kere yani sağlık kurumlarında fiziksel koşullar ve personel yetersizliği, mesela güvenli olmayan ortamlar, bunlar var ama esas nedenlerden bir tanesi de iletişimi zorlaştıran bir hizmet sunumu söz konusu. Mesela acillere olması gerekenin belki 10 katı bir hasta başvurusu oluyor, yani bir günde mesela Bakırköy’deki devlet hastanesinde 1500-2000 hasta başvuruyor. Acilde acil olan hastaların gelmesi gerekirken, mantıken böyle ama bir bakıyorsunuz bunların %80’i acil değil, çeşitli nedenlerle oraya başvurmayı tercih ediyor vatandaşlar böyle aşırı bir hastaneye başvurma dürtüsü diyeyim, yani böyle kışkırtılmış bir dürtü haline dönüşmüş, en ufak şeyde hastaneye başvurma gereği duyuyor ve acil hastalar tabii orada mağdur olan. Tabii vatandaş haklı olarak kendi hastası acil olarak giden hastası mağdur olunca tepki gösteriyor.

ÖM: Aciliyet kavramının kendisinde bir değişiklik, değişme meydana gelmiş gibi görünüyor. Peki bunu başka bir soruya da bağlayarak belki sormak gerekiyor Taner bey, yani bu şiddetin demin verdiğiniz ölçüler akıl almaz boyutlara ulaşmış olduğunu gösteriyor, yani 5 yıl içinde 5 kat artmış olması, 2000’den bu yana da %900 dava, sadece davalara konu olmuş şiddetin artması. Hakikaten akıl durdurucu astronomik rakamlar dizisi. Bunda medyanın genel olarak kamuoyu önünde kullanılan söylemin ne ölçüde rolü olduğunu da insan ister istemez önemle merak ediyor. Çünkü “şiddet dilde başlar” diye bir şey biliyoruz biz zaten.

 

TG: Çok doğru bir tespit aslında, ben de bunu söylemek için zaten hazırlanıyordum ki siz bunu sordunuz. Zaten bir hasta-hekim iletişimini bozan koşullar zaten var, bir de bu sağlıkta dönüşüm programı diyoruz, yani 2002’de başladı 10 yıldır sürüyor sağlıkta dönüşüm programı, bütün Türkiye’deki sağlık hizmeti, sağlık sunumu tamamen değişti. Bu süreç devam etmekte iken bu sistem değişikliği getirilirken başlangıçta sürekli şu söylemler oldu, yani bu sağlık sisteminde çok bozukluk var, biz bunu düzeltiyoruz ve bu bozuklukların da birinci sebebi doktorlar. İşte ‘doktor efendi’ diye doktora hitap etmeler, ‘paragöz doktorlar’, sanki doktor sadece para için hasta bakan bir kişi konumunda. Halbuki 6 yıl temel eğitimden sonra yaşam boyu bir eğitim gerektiren, sürekli bilgileri izlemeyi gerektiren bir meslek ve bir de 24 saat mesaisi olan, yani mesai kavramı yok, yani herhangi bir saatte hastaya çağrılabilirsiniz, yolda geçerken bir hasta, birisi yere düşse siz orada sorumlusunuz ona müdahale etmek durumundasınız. Böyle bir meslek erbabı bu şekilde söylemlerle değersizleştirilmiş hekimlere karşı saygısız söylemlerle insanların kafasında bir önyargı yaratılmış oldu. Önemli faktörlerden birinin de bu olduğunu ben söylüyorum sizin de tespitiniz doğrultusunda.

 

Can Tonbil: Bununla alakalı hatırladığım bir haber vardı belki örnek olarak verebiliriz; Sabah gazetesinin internet sitesinde okumuştum geçen sene bu haberi, şöyle başlıyor “hastaları iyileşmeyen doktorlar yandı! Yaptığı muayene ve ameliyat sayısına göre maaştan çok yüksek performans ücreti alan doktorlar için bir dizi karar alındı” deniyor ve doktorların maaşının 3 katı oranında ortalama 6-7 bin Lira olarak aldıkları performans ücretlerinin baştan aşağı değişeceğine dair bir haber yapıyorlar. Hem başlığıyla hem içeriğiyle, içeriğinin içerisinde verdiği bilgilerle oldukça fazla tartışılması gerekiyor.

 

ÖM: Hem de üslubuyla, yani kullanılan bütün bu dil, biraz önce sözünü ettiğimiz belki siyasi yetkililer taa en tepeden başbakandan başlayarak kullanılan bu en hafif tabiriyle özensiz dil, bir de tabii medyada yeniden üretilerek katlanarak çoğalıyor, öyle anlıyorum. Biraz önce Can Tonbil’in okuduğu haber bunun tipik bir örneği yani.

 

TG: Zaten bir 14 Mart’ta 14 acil istekte bulunduk sağlık bakanlığına bunu bildirdik, bunlardan bir tanesi de bu performansa dayalı ücretlendirme. Onun zaten getirdiği bir sürü olumsuzluk var, yani hastalara verilen hizmetin şeklini değiştiren yani gerçekten ağır hastalara müdahale etme eğilimi artık giderek azalıyor ve doktorlar ağır hastalara müdahale etmeme eğilimine giriyorlar, onu demek istiyorum. Tabii ki bu hizmetin niteliğini de ortadan kaldırıyor kötü yönde ne yazık ki. Bu da önemli bir faktör performansa dayalı sağlık hizmeti ücretlendirme. Halkımızın da anlayacağı şekilde anlatmağa çalışıyorum, bizim en önemli meslek etiği kurallarımızın başında –ben öğretim üyesiyim, öğrencilerime anlatıyorum- bir numaralı meslek etiği kuralı saygı göstermektir, vatandaşımıza yani gelen hastaya saygı göstermek. İkinci kural nedir biliyor musunuz? Aslında hekim hastaya fayda sağlar ama ikinci kuralımız zarar vermemektir. Biz diyoruz ki, ne yaparsak yapalım ama hastaya önce zarar vermeyelim, önce zarar vermemek kuralı.

 

ÖM: Bu Hipocrates’e kadar geri gidiyor değil mi?

 

TG: Evet. Ondan sonra fayda sağlamak geliyor ve ondan sonra bilgilendirmek var, sır saklamak var, adil olmak var, dürüst olmak var. Bu etik kurallar, etik dediğiniz zaman tıp etiği binlerce yıl birikmiş büyük bir bilgi birikimini oluşturan bir büyük öğreti. Onun için biz meslek olarak hastamıza yaklaşırken bir performans kaygısı içinde olmamalıyız, hastamızla yeterince iletişim kurabilecek zamana sahip olmalıyız ve en önemlisi biz hastamıza bakarak, ona dokunarak, onu dinleyerek hastalığını teşhis etmeğe çalışmalıyız. Ben her gün ellerinde tomarla tetkiklerin olduğu ama teşhisinin konamadığı ve konuşarak hemen yarım saat içerisinde teşhisini koyduğum hastalarla karşılaşıyorum. Bugünlerde en çok yaptığım iş benim budur, yılların tecrübesiyle ben konuşarak teşhis koyuyorum hiçbir tetkike gerek kalmadan neredeyse. İşte bu iletişimi bozan şartlara özellikle ben dikkat çekmek istiyorum. Vatandaşımızın da aslında bilmiyor tabii doktorluk, doktora ulaştığı anda “tamam, sistem gayet iyi işliyor, ben doktora kolayca ulaştım” diyor ama doktora ulaştıktan sonra kendisine 5 dakika süre ayrıldığında buna itiraz etmiyorsa demek ki vatandaş durumun farkında değil. En az muayene süresi 20 dakikadır, bizim acil taleplerimizden bir tanesi de budur, yani sağlık sistemini öyle bir hale getirmeliyiz ki vatandaşa yeterli süre ayırabilmeliyiz. Bu süre içerisinde zaten “göz teması yapmadın” diye öğrenciye biz pratiklerde eleştiri getiriyoruz. Yani hastayla karşılaştı, izliyoruz çocuğu, diyoruz ki “sen gözüne bakmadın!” Öyle bir sistemdeyiz ki bilgisayar önünde, 5 dakika zamanı var, sadece bilgilerini sunuyor, işte mesela “Peki ya Hikmet bey” diyor doktor, karşıdaki hasta diyor ki “ben bey değilim, ben kadınım” diyor. Yani ‘Hikmet’ hanım aslında ama yüzüne bakmadığı için bu şekilde ironik olarak da bunu ifade etmek istedim, yani yüzüne bakacak vakit yok. Böyle bir durumda, iletişim kurulamayan bir durumda zaten toplumsal olarak bütün dünyada böyle genel olarak şiddete eğilim her alanda artmış durumda.

 

ÖM: Tabii yalnızlaşma had safhada, teknolojiye de büyük bir, yani teknolojik gelişmelere, aletlere, edevata çok büyük bir gereğinin çok ötesinde bence bir önem atfediliyor. Yani onlar dediğiniz gibi artık dokunmanın hekimle hastası arasında fiziki temasın, göz temasının bile kalmadığı

 

TG: Sanal ortamda hekimlik, yani hasta orada yatıyor, bilgisayar ortamında filmine bakılıyor, tetkiklerine bakılıyor ama bu hekimlik henüz bu aşamada değil. Yani o bilim kurguda var, yani ileride olur mu bilmiyoruz, Uzay Yolu’nda Doktor McCoy bir aletle dokunurdu hastaya ve bütün teşhis, tedavi, herşey çıkardı ortaya ama öyle bir durumda değiliz biz şu anda.

 

ÖM: Bir de demin aklıma gelen bir soruyu sormak istiyorum, bu acil servisin normal muayene servisi gibi kullanılmasının ardında yatan bu sakat anlayışın ardında yatan şey nedir?

 

TG: Öyle bir şey de var gerçekten, bu sağlık sistemindeki değişiklik özellikle popülist bir yaklaşımda vatandaşın kafasında çok iyi şeyler yapıldığı algısını yaratabilmek için bu işlere girişildi. Bunlardan bir tanesi de “acile başvuran hastalardan katkı payı alınmayacak” şeklinde bir karar verildi. Sonradan bakıldı ki çok fazla başvuru var, şimdi katkı payı tekrar getirildi ama vatandaşın randevu almadaki zorluklar, bilgisayara giriyor, telefon ediyor, işte almakta zorlanıyor falan ya da iş ortamı müsait değil gündüz normal zamanda doktora gitmeğe ve acili tercih ediyor.

 

CT: Bir kolaylık olsun diye?

 

TG: Evet öyle. Böyle bir alışkanlık haline getirilmiş durumda, vatandaş en ufak bir şeyde, mesela burnu kaşınsa hemen acile gitme eğilimine girmiş durumda. Halbuki ne kadar çok yoğunluk olursa acilde bir gün kendileri de gerçekten acil hastalanabilirler, yakınları hastalanabilir ve böyle bir kalabalık ortamda onlara yardım etmek gerçekten çok zor. Onun için acile başvururken

 

ÖM: Ve o da yardım edemeyen doktora da öfkesini mesela şiddet yoluyla göstermek gibi bir kısır döngüden bahsediyoruz.

 

TG: Tabii, en ufak bir olumsuzlukta da bunun sorumlusu doktor ya da sağlık çalışanı ve inanılmaz derecede sözlü şeyleri zaten çoğu bildirilmiyor, yani sözlü şiddet, küfürler, vs. ama fiziksel şiddet de çok artmış durumda. Bakın birinci basamak alanı diyoruz bu aile hekimleri var ya, aile sağlığı merkezleri, orada da her 100 doktordan 21 tanesi şiddete maruz kalmağa başladı, yani birinci basamak alanı daha mülayim bir yerdir ama orada da son zamanlarda mesela vatandaş oraya daha çok ilaç yazdırmak için gidiyor, hastasını getirmiyor, bir ilaç alıyor eczaneden “bu ilacı bana yaz” diyor mesela. Bir çok şiddet olaylarının altında mesela bu tür şeyler yatıyor. Yani sistemde böyle bir sıkıntı var.

 

ÖM: %21 şiddet.

 

TG: Yani 100 doktordan 21’i şiddete maruz kalmağa başladı birinci basamak alanında!

 

CT: Vaktimizi geçtik ama şunu da merak ediyorum açıkçası, peki bu şiddetin cezası nedir?

 

TG: İşte orada da bir belirsizlik var, yani bir kamu görevlisine şiddet uygulama şeklinde algılanmıyor, normal bir şiddet gibi algılanıyor, normal, herhangi birinin birine müdahalesi gibi algılanıyor. O yüzden biz bunun bir kamu görevlisine müdahale etme, onun işini aksatma doğrultusunda ele alınması gerektiğine dair bir yasa tasarısı da önerdik Türk Tabipleri Birliği olarak. Mesela kapkaçla ilgili ben öğrendim, kapkaçla ilgili bir yasal düzenleme olduktan sonra, kapkaç yapan bayağı ciddi cezalara maruz kalıyor, bayağı bir azalma oldu bilmem siz de farkında mısınız?

 

ÖM: Evet sebebi o mudur bilmiyorum ama herhalde böyle bir sebep sonuç ilişkisi vardır.

 

TG: Bana birisi anlattı, mesela hekimlikte de, sağlık alanında da böyle bir çok etkileyici bir, yani ‘şiddete sıfır tolerans’ diye bir söylemle bunu dile getiriyoruz. Buna uygun bir yasal düzenlemenin hemen yapılması lazım, bunun için meclise bir yasa tasarısı sunduk, meclis araştırma komisyonu, şiddeti araştırma komisyonu kuruldu, bu komisyonun önemli bir konusu olması gerekirken bir türlü gerçekleşememiş durumda bu yasal düzenlemenin olması.

 

ÖM: Peki neden gerçekleşemedi diye çok kısa bir soruyla bitirmek istiyorum.

 

TG: Sorunu görmezlikten gelme, böyle bir sorun olmadığını herhalde yani düşünmek gibi bir şey, yani duyarsızlık bu soruna karşı şeklinde bir olay diye düşünüyorum.

 

ÖM: Toplumda çok aslında pek de üzerinde durulmayan çok fark edilmeyen çok önemli bir toplumsal patlama noktasına gelmiş bulunan bir olaydan bahsettiğimiz söylenebilir. Abartmış olmayız eğer böyle söylersek herhalde? İşte onunla ilgili olarak da bu Çarşamba bir kez daha hatırlatırsak, böylece bitirelim istersek eylemi.

 

TG: Evet, biz 17 Nisan Çarşamba günü saat 09:00’dan itibaren işyerlerimizde Dr. Ersin Arslan’ı anma toplantıları yapacağız ve ardından –İstanbul için söylüyorum- İstanbul Tıp Fakültesi’nde bütün sağlık çalışanları toplanacak ve oradan bir yürüyüş yapmak suretiyle sağlıkta şiddete dikkati çekeceğiz. Tabii ki o gün bir çalışmama eylemini açıkladık ama bu çalışmama eylemi vatandaşın mağdur olacağı şekilde değil, acil hastaların bakılabileceği, zorunlu tedavilerin yapıldığı, çocuk hastaların mağdur edilmediği bir mantıkla çalışmama olayını gerçekleştireceğiz. Böylece vatandaşımız aslında daha iyi sağlık hizmetinin verileceği bir sağlık sistemine vatandaşımızın dikkatini çekmek amaçlı bir eylem bu yoksa vatandaşı mağdur etmek amacı hiçbir şekilde yok.

 

ÖM: Taner bey çok teşekkür ederiz.

 

TG: Ben çok teşekkür ederim böyle bir fırsat bana da verdiğiniz için, gerçekten umarım bundan sonraki zamanlarda sağlıkla ilgili güzel şeyler konuşacağımız, ne kadar iyi şeyler oluyor diyeceğimiz görüşmeleri ben dilemek istiyorum ama bu ne zaman olur bilemiyorum tabii. Bu uzun bir sürece bağlı.

 

ÖM: Bu mikrofonlar tabii ki bu tartışmalara her zaman olduğu gibi açık olacak. İstanbul Tabip Odası başkanı Prof. Dr. Taner Gören’le 17 Nisan tarihinde bu Çarşamba gerçekleşecek olan Dr. Ersin Arslan’ı anma ve onunla ilgili bir görev diye tanımlanabilecek eylemini konuştuk.