Profesör Harvey Weiss ile İklim ve Uygarlık Üzerine Bir Söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

 

Harvey Weiss ve Ömer Madra Açık Radyo'da. (Fotoğraf: Jak Kori)

Yale Üniversitesi Arkeolojik Çalışmalar Danışma Kurulu’ndan, Yakın Doğu dilleri ve uygarlıkları konusunda uzman Profesör Harvey Weiss  Açık Radyo'da konuğumuz oldu. Profesör Weiss'la Akat'ın lanetini, Mezopotamya'da kuraklığı, Suriye'deki iç savaşı, Türkiye'nin ve gezegenin gidişatını konuştuk. 

 

İndirmek için: mp3, 42.1 Mb.

 

22 Mayıs 2014 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

 

Açık Gazete'nin podcast servisine ulaşmak için tıklayın.

 

click to read in English 

Ömer Madra: Açık Radyo burası. 94.9. Açık Radyo’dayız. Bir konuğumuz var size daha önce de sözünü etmiş olduğumuz gibi. Yale üniversitesi profesörlerinden Harvey Weisss bizimle beraber. Hoş bir tesadüf sonucu bir dostumuz Türkiye’de olduğunu bize haber verdi ve büyük bir mutlulukla kendisine de hemen bir mülakat teklifinde bulunduk, o da kırmadan bizi geldi. Daha önceden çeşitli programlarımızda, özellikle Suriye’deki kuraklık ve onun tarihi geçmişi konusunda, tarihin ilk imparatorluğu olan Akad İmparatorluğunun sonunu, Mezopotamya’da Akad’ın yıkılışına sebep olan kuraklığı da dünyada ilk ortaya çıkaran araştırmacılardan biri, daha doğrusu o araştırma ekibinin başında bulunuyor kendisi. Daha önce çeşitli defalar konuşmuştuk. Şimdi kendisi stüdyolarımızda. Bu arada, stüdyolarımızda bir de eski dostlarımızdan Jak Kori var. Kendisiyle Profesör Weiss’ın da hısımlığı var, bu sayede bulduk kendisini. Daha doğrusu Jak Kori sayesinde biz de Profesör Weisss’a ulaşabilmiş olduk. Bunu da not alalım. Onu da stüdyoya attık. Belki arada bir şey söyler.

Jak Kori: Merhaba.

ÖM – Hoşgeldiniz Profesör Weiss, bizimle olmanızdan dolayı çok memnunuz.

Harvey Weiss: Teşekkür ederim, benim için de büyük zevk.

ÖM – Açık Radyo dinleyicileri sizin çalışmalarınıza oldukça aşina. Bu programın yapımcıları ve birçok programcımız aracılığıyla sizin makaleleriniz, küresel iklim değişikliği ve özellikle dendiği gibi kadim iklimlerle, Mezopotamya ile ilgili araştırmalarınız epeyce konu edildi.  Özellikle de, âni ve beklenmedik büyük bir kuraklık sonucunda Akad İmparatorluğunun âni ve beklenmedik çöküşü konusunda. Size araştırmanızla ilgili sorular sormak istiyoruz, sonra belki de bunu Mezopotamya ve özellikle Suriye ve Türkiye için de büyük bir tehdit haline gelen bugünkü kuraklığa bağlamaya çalışabiliriz.

HW – Çok teşekkürler. Ben Açık Radyo’nun hayranıyım. Türkiye’de ve Amerika’da. Hem Ortadoğu’da hem de küresel olarak karşı karşıya kaldığımız bu ciddi durumun konuşulması bence çok önemli ve faydalı bir fırsat. İklim değişikliği ile ilgili içinde bulunduğumuz durum ve geçmişte yaşanmış iklim değişiklikleri, geleceğimizin ne olduğunu anlamamızda çok yardımcı olabilir.

ÖM – Peki, siz Akad İmparatorluğu’nun sonunun, o tarihteki muazzam kuraklıkla bağlantılı olduğunu nasıl fark ettiniz?

HW – Öncelikle Kuzey Suriye’nin Türkiye sınırına yakın bölgesinde yaptığımız arkeolojik kazılar sırasında, yerleşimin âniden bittiğini, yokolduğunu, hatta bunun sadece çalıştığımız yöreyle sınırlı kalmadığını, tüm bölge genelinde olduğunu gördük. Nihayetinde, yerleşimin âniden bitmesi, yerleşim bölgelerinin yok olması durumunun Türkiye’ye, oradan batıya, Akdeniz’e, oradan doğuya, hatta İndus Vadisi’ne, ve hatta güney batıda Mısır’a kadar uzandığını anladık. Yani bölgesel bir durumla, tüm bölgeyi kapsayan bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gördük. Ve bu kadar uzun mesafelerde neyin etki göstermiş olduğunu aramaya başladık. O dönemin iklim şartlarını proxy (vekaleten) dediğimiz, yani bugünkü enstrümanların yerine geçebilecek değişik paleoiklim araçlarıyla araştırmaya başladık. Modern zamanlarda termometrelerimiz, barometrelerimiz var, ancak paleo (kadim) dönemlerde bunlar yok: Ölçme aletlerinin, araçların olmadığı bu döneme alet öncesi dönem diyoruz. Biz de bu dönem için örneğin toz miktarı veya belirli bir oksijen izotopunun miktarı gibi sadece kuru iklim ve serin iklimle ilişkilendirilebilecek araçları kullanıyoruz. Bu bulguları beş tip  temsilî araç – proxy olarak kaydediyoruz. Bunlara arşiv diyoruz. Bu beş “vekil araç” (proxy) şunlar: deniz ve göl çökeltileri, buzul çökeltileri, speleothem (mağara çökelleri: sarkıt-ve dikitler), ve dendroklimatik örnekler yani ağaç halkaları. Deniz ve okyanus diplerinden alınan  karotlar, mesela Van Gölü…ve bunun gibi yerlerden alınan örnekler...

ÖM – Speleothem nedir?

HW – Mağara demek, yani sarkıt ve dikitler...

ÖM – Mağara, tamam

HW – Dikitler ve sarkıtlar olan mağaralar. Ve biz bunların katmanlarından karotlar alabiliyoruz. Yani, sarkıt ve dikitler aslında mağara çatısından damlayan suların senelik tabakalaşmış hali. Damlayan suların kayıtları onların içinde saklıdır. Su mağaraya damlar,buharlaşır ve geride mineraller bırakır. İşte bu mağaralardan aldığımız temsili örnekler. Mağaralardan başka elimizde deniz ve göllerden, buz ve buzullardan ve ağaçlardan alınan örnekler vardı. Buzullar yağan karın yıllık tabakalaşmasıdır ve onbin veya daha fazla yıl geri gidebilir. Ve buz katmanlarında o yıl yağan karın suyu vardır. Belirli bir yıla ait mikroskobik miktarda su alabiliriz. Suyun tarihini biliriz.

ÖM – Peki ya ağaç halkaları?

HW – Ve tabii, ağaç halkaları. Dendro’da, Kuzey Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin güney batısında çok çok uzun yaşamış ağaçlar var. Bunların yıllık büyüme halkaları birbiriyle örtüşüyor. Böylece on bin hatta oniki bin yıl öncesine kadar giden ağaç halkaları kronolojisi oluşturabiliyoruz. Bu ağaç halkalarının, yıllık halkaların içlerinde yağış, ısı ve güneşle ilgili değişkenliklerin hepsi ağaç halkalarının kesit desenine yansır. Zamanın oluşturduğu desendir bu. İşte bize antik iklimi anlatan beş arşiv bunlar. Ve bunlar bizim antik iklimi anlamamızı sağlar, anladıklarımız da günümüz ikliminde neler olup bittiğini gösteren öncü bilgi olması açısından çok önemlidir.

ÖM – Yani Akad İmparatorluğu’nun, bölgenin ve belki de medeniyetin ilk büyük imparatorluğu olan bu İmparatorluğun birdenbire yok olup gitmesinin kuraklık, yani iklim yüzünden olduğunu siz birdenbire buldunuz.

HW - Evet

ÖM – Ve bir şekilde, jeolojik terminolojiyle konuşursak, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede...!

HW – Evet, apansız ve beklenmedik şekilde.

ÖM – Apansız ve beklenmedik bir şekilde her şey çöktü. Sizinle de bir kitabı için mülakat yapmış olan Elizabeth Kolbert, Akadlar’ın lanetinden bahsediyor. Ünlü metin şöyle gidiyor:

“Kentler kuruldu kurulalı ilk kez,

Koca arazilerden tahıl alınamadı,

Sulak arazilerden balık çıkmadı,

Sulak bahçelerden ne şurup çıktı, ne şarap,

Toplaşan bulutlardan damla yağmadı,

Masgurum büyüyüp yeşeremedi,

Bir paraya çeyrek şişenin yarısı kadar yağ alabildin ancak

Bir paraya çeyrek şişenin yarısı kadar tahıl alabildin ancak...

Her kentin her pazarında hep bu fiyatlar vardı!

Derken, damda yatan damda kaldı,

Evinde yatanın cenazesi evde kaldıdı,

Açlıktan insanlar göğsünü bağrını parçaladı...”

 

Yani bu, gerçek bir felaket – bir facia! Bunu nasıl anladınız, nasıl ortaya çıkardınız peki?

HW – Kazılarımız sırasında, şehirde yaptığımız kazıların yerleşimini tam olarak Akadlar’ın yerleştiği yere ve sarayına göre belirledik. Onların Güney Irak’tan Kuzey Mezopotamya’ya geldikleri yere, yani bugünkü Suriye-Türkiye sınırına – Nusaybin yakınlarına.

ÖM – Nusaybin civarı, evet

HW – Nusaybin yakınlarında. Nusaybin’in 20 dakika güney doğusunda, Akadlar’ın bu bölgeye geldikleri yolu keşfettik, yerel sarayı ele geçirmelerini ve bu verimli bölgeyi kontrol altında tutmak üzere Akad idari merkezi haline getirmelerini izledik. Bu bölge Nusaybin civarı ve Kamışlı, Ninova’ya, Musul’a oradan batıya, Türkiye’ye, Şanlıurfa’ya, Karababa bölgesine uzanır, bilirsiniz...

Sonuçta burası yüksek miktarda yağmur alan, yüksek miktarda buğday üretimi olan bir bölge ve 4200 yıl önce birden bu kuraklığın olması, kanıtladığımız gibi, bu bölgenin Akadlar ve yerel nüfus tarafından terk edilmesiyle eş zamanlı olmuş. Yani herkes terk etmiş!...

Kuzeydoğu Suriye'de Tell Leilan yakınlarında Akadların son günlerine ait bir yerleşim alanı kazısından...

ÖM – Ve herhalde önceleri kimse size inanmadı.

HW – Evet, doğru. Başta entelektüel bir takım itirazları olan meslektaşlarımı ikna etmekte biraz zorluk yaşadık, ama geçtiğimiz 20 yıl boyunca biriktirdiğimiz, topladığımız kanıtlar şu noktada oldukça yeterli.

ÖM – Ve siz bu araştırmaya ne zaman başlamıştınız?

HW – Araştırma 80’lerin sonu, 90’ların başı gibi başladı, ve ilk dikkat çeken raporumuzu 1993’te Science dergisinde yayımladık.

ÖM – 1993. Ve sonra 2002’de bir makale daha yazdınız, aynı zamanda The Seven Generations Since The Fall of Akkad [Akad’ın Yıkılmasından Yedi Kuşak Sonra] adlı kitabın editörlüğünü yaptınız. Kitap sizin tarafınızdan baskıya hazırlandı ve burada önsözde diyorsunuz ki, MÖ 2254’ten MÖ 2220’ye kadar süren bu bölge genelindeki çöküş ve terk ediş, ki bu çok etkili, yani çok önemliydi, ve buradaki mega kuraklık, âni, beklenmedik ve çok büyük ölçekteki, yüzyıllarca süren olay, batı Asya’da ve global olarak da büyük etki yarattı: Tarımsal üretimde azalmaya yol açtı, bölgesel olarak yerleşimler terkedildi, Akatlar yıkıldı, habitatlar değişti ve kabile yerleşimleri yeniden düzenlendi...

HW – Aynen öyle. Tam olarak öyle.

ÖM – Evet

HW – Tam olarak öyle. Felaketin özeti bu. Evet.

ÖM – İnanılmaz birşey!...

HW – Bu kuraklık 250-300 yıl kadar sürdü. Aslında benzer mega kuraklıklar daha öncesinde de birkaç binyıl önce de olmuştu. Büyük bir kuraklık da 1000 yıl sonra meydana geldi. Ve tabii bunların hepsinin çok ciddi sonuçları oldu, ki bunları elimizdeki arkeolojik ve tarihsel kayıtlardan gözlemleyebiliyoruz. Arkeolojik ve tarihsel kayıtların zenginliği ve yüksek kalitesi nedeniyle özellikle Orta Doğu’da bunları gayet iyi gözlemleyebiliyoruz.

ÖM – Evet ... gerçekten de bu bana göre, ve bizim radyodaki yıllardır beraber olduğumuz diğer programcılarımıza göre, bir paradigma kaymasını gösteriyor. Demek istediğim, artık bu bilgi yokmuş gibi davranamayız, ve bu konuda harekete geçmemiz gerekiyor. İzin verirseniz bunu çok önemli, çok ciddi bir felaket olan Suriye’deki iç savaşa bağlamak istiyorum. Felaket değil cehennem denebilir belki, Dante’nin Cehennem’indeki 4. İç Halka gibi. Seçkin bir uzman, danışman ve gazeteci olan William Polk geçen sene yazdığı bir yazıda diyor ki, 2006’da başlayan dört yıl süren bu korkunç kuraklık, İklim ve Güvenlik adlı Kurumun (Center for Climate and Security) verilerine göre en az 800.000 çiftçinin geçim kaynağını kaybetmesine, en az 200,000’inin düpedüz toprağını terk etmesine neden oldu. Bazı bölgelerde tarım tamamen bitti, bazılarında ürün verimliliğinde düşüş %75’e ulaştı. Genelde tarımsal faaliyet %85 oranında azaldı. Binlerce çiftçi topraktan ümidini keserek, yok denecek kadar az iş ve yiyecek  peşinde, çiftliklerini bırakıp kasabalara, şehirlere kaçtı. Birleşmiş Milletler uzmanlarının da dahil olduğu dış gözlemcilerin tahminlerine göre, kırsalda yaşayan 10 milyon nüfusun 2-3 milyon civarındaki kesimi aşırı yoksul duruma düştü. Derken tabii iş bulma kavgası başgösterdi. Daha önce varlıklı olan çiftçiler şimdi şehirde işportacı ya da çöpçü olarak iş bulsalar şanslılar, ve bu çaresizlik yaşam mücadelesi veren gruplar arasında düşmanlığı doğurdu. Irak’kan ve daha önce Filistin’den göç etmek zorunda kalan mültecilerle rekabet etmek zorundaydılar. Derken, küçük bir bölgede, bir küçük kasabada, Dera’da, hükümetin kendilerine yardım etmekte aciz kalması üzerine çıkan hükümet karşıtı bir protesto, sonunda bugün koskocaman bir iç savaşa dönüştü diyebiliriz.

HW – Evet, Polk’un yazdıklarına tamamen katılıyorum. Şöyle ki, hatırlarsınız belki, Rus devrimi zamanlarında, devrimcilerin ünlü bir gazetesi vardı, adı ‘Iskra’ idi. Kıvılcım. Bu durumu düşündüğümde her zaman bu ‘kıvılcım’ı hatırlarım. Çünkü, tabii ki Suriye’de Cezire’deki, Hawran’daki çiftçiler, güney batıda Dera’nın olduğu bölgedeki tüm bu insanlar bu durumdan çok ciddi bir şekilde etkilendiler, işlerini kaybettiler, geçim kaynakları tahrip oldu, tarım bitti. Suriye Jazire’de, kuraklık zamanı bunu bizzat gördüm. Yıllar boyunca yemyeşil olan her şey kahverengiydi. Bu durumda, insanların hükümetlerine, kendilerine gıda sağlayamamasına, yaşamlarını sürdürmelerine yardımcı olamamasına öfkelenmeli beklenmeliydi. Ve maalesef Suriye’de durum buydu. Hükümetin tepkisi, çok ... nasıl diyelim, zayıftı…

ÖM – Ve aynı zamanda yine Polk şöyle yazıyor: şimdi biliyoruz ki Suriye hükümeti bu felakete kendi de bir şekilde çanak tuttu. Dünya piyasasında buğdayın yükselen fiyatının cazibesine kapılarak, 2006 yılında tüm stratejik rezervlerini sattı. BU gerçekten inanılmaz. Amerika Birleşik Devletler Tarım Bakanlığı’nın 2008’deki değerlendirmesine göre, kuraklığın devam ettiği diğer yıllarda, vatandaşlarını hayatta tutmak için buğday ithal etmek zorunda kaldı. Delilik bu! ...

HW – Bunu bir fırsat bilerek, buradan, Açık Radyo stüdyolarından şuna da dikkat çekmek isterim ki ‘kıvılcım’ budur. Ancak bu kıvılcım, arka planda gerekli şartlar olmasaydı hiçbir zaman ateşe dönüşmezdi. Şöyle ki, kıvılcıma yatkın ve yaygın bir isyan, bir karşı çıkış için demokratik olmayan ve özünde baskıcı bir hükümet olmalı.

ÖM – Yani, Polk’un da dediği gibi, yiyecek ve içecek ile başlayan mesele, adım adım bir siyasi ve dini nedene dönüştü. Peki, siz bölgedeki, Suriye’deki çalışmalarınıza da devam ediyor musunuz?

HW – Olay yerinde, Suriye’de değiliz şu sırada tabii ki. Fakat, şu anda araştırmamızı Akdeniz bölgesindeki benzer durumları gözlemlemeye odakladık. Global olarak, Akdeniz boyunca, yeni dünyada, hatta tüm Batı Yarıküredeki halkların 4200 yıl önce yaşanan bu âni ve beklenmedik yağış yokluğuna, kuraklığa ve çoraklığa nasıl tepki verdiklerine bakıyoruz. 

JK – Geçenlerde, Harvey’e ne konularda dersler verdiğini sormuştum. Derslerden bir tanesinin çöküşle ilgili olduğunu söyledi. Sadece bu çöküş değil. İnanıyorum ki, onun araştırması dünya genelinde, değişik zamanlarda, değişik coğrafyalarda bu çöküşün nedenlerini, yüzeysel, düz nedenlerini değil dış faktörleri, kuraklık veya felaket gibi faktörleri tanımlıyor. Bu konuları araştırdığı için de, araştırması artık sadece Suriye topraklarıyla değil, tüm dünya ile ilgili. 

ÖM – Evet, bu çok önemli ... Ben de tam, özellikle bu bölgedeki ve özellikle Türkiye’deki yakın dönem iklim değişikliği tehdidini nasıl değerlendirdiğinizi soracaktım. Geçen yıl, özellikle yaklaşık son üç aydır, bilim insanları ve gazeteciler arasında çok tartışılan bir konu bu, çok yakında gerçekleşmesinden korkulan kuraklık. Türkiye genelinde konuşuluyor. Biz, özellikle bu programda, yerel haber kanallarını takip ediyoruz. Ve yüzlerce küçük yerleşim biriminden, köy ve kasabalardan yağmur duası haberleri alıyoruz. Bunu nasıl değerlendirirsiniz? Tabii şimdilik resmî inkâr aşamasında, ama olsun, yine de … 

HW – Evet, tabiî. Bu durumdan özellikle çok rahatsızım. Çünkü şimdiki durumla ve iklimin batı Asya’da, yakın doğuda nasıl değişeceği, değiştiği ile geçmişte nasıl değiştiği arasında çok kayda değer bir fark var. Aradaki en temel fark şu: öncelikle şimdiki zamanda oluşan değişim antropojenik, yani ortaya çıkışlarının nedenleriyle, doğaları gereği bu değişimlerin hepsi insanların yeryüzündeki faaliyetlerinden kaynaklanıyor. Bunlar insan kökenli. Oysa geçmişte, iklimdeki büyük değişiklikler, âni ve beklenmedik dalgalanmalar tamamen doğal güçlerin etkisiyle meydana gelmişti. Ki bu da beni ikinci ve belki de en önemli noktaya getiriyor. O da şu: Geçmişte kimse ne olduğunu bilmiyordu. Şu an hepimiz ne olduğunu biliyoruz artık.

ÖM – Bu da, gidişatın yegâne sorumlusunun biz olduğunu ortaya koyuyor.

HW – Tamamen öyle.

ÖM – Peki ne yapacağız? Tesadüf eseri, ‘Year of Living Dangerously’ adlı yeni dizinin ilk iki bölümünü izleme fırsatım oldu. Hayli çarpıcıydı gerçekten. Birinci bölümde, New York Times’dan Thomas Friedman, iklim değişikliğinin etkilerinin insanları nasıl daha fakir, aç ve çatışmaya açık hale getirdiğine bakıyor. Buraya Türkiye’ye ve Suriye’ye seyahat ederek, şimdinin savaşçısı olan eskinin toprağından olmuş çiftçileriyle tanışıyor, ve bunların çoğu Suriye’deki iç karışıklık başlamadan hemen önce biten uzun kuraklık dönemini hatırlıyor. Esat karşıtı bir savaşçının dediğini özellikle hatırlıyorum: “Biz nehirde yüzerdik eskiden,” diyor. “Şimdi nehir yok.” Friedman donup kalıyor...

Tekrarlamak pahasına soralım, şimdi biz ne yapacağız?

HW – Bilgimiz dahilindeki bütün etkenler, elimizdeki oldukça fazla bilimsel veri, zaten bize oldukça detaylı bir şekilde mesela yıllık sıcaklık artışının nedenlerini veya sera gazları birikiminin nedenlerini gösteriyor. Bu durumu düzeltmek veya durdurmak olmasa bile en azından bunu kontrol altına almak için gerekli bariz adımları atmanın, vatandaşların ve hükümetlerin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Yani, küresel sera gazlarının birikimine neden olan etkenleri, her gün otomobillerimiz ve fabrikalarımız aracılığıyla atmosfere yaydığımız sonsuz karbon, enerji üretimimiz ve sonu gelmez ve anlamsız fosil yakıt kullanımımız. Yani bunların hepsi bizim sorumluluğumuzda  – bunları yapıyoruz, bu nedenle kontrol bizde. Ya bu intihar yolunda yürümeye devam ederiz, ya da gerekli adımları atarız.

ÖM – Evet, aslında geçtiğimiz yıl, hatta geçen 4-5 yılda iklim değişikliği ve bütün bu kömürle çalışan terminaller ve özellikle kömürle çalışan santrallere karşı büyüyen bir hareket var. Özellikle Gezi Parkı isyanının olduğu uzun sıcak 2013 yazında doruğa ulaştı, ve hâlâ sürüyor. Bu güçlü protestonun başlangıcıydı. Yalnız, küresel iklim değişikliğine karşı olma formunda değil henüz, ama bence sınırda. En iyisini dileyelim. Yani, bu radyo, Açık Radyo ve özellikle bu program bu konunun üzerine kaç yıldır eğiliyor bilmiyorum, çok uzun zamandır, belki 15 yıldan fazla.

HW – Bu konuda çok ciddi bir farkındalık yarattınız. Ancak farkındalık ve eylemlilik arasında büyük fark var. İzin verirseniz söyleyeyim, bence tarihin gerçeği şu: Şuna inanıyorum ki, halk öncülük ederse, liderler takip eder.

ÖM – Evet. Çok doğru. Profesör Harvey Weiss, burada bizimle olduğunuz için çok teşekkür ederiz.

HW – Burada, bu radyo stüdyolarında olmak benim için zevk ve şerefti.

ÖM – Bizim için de şeref. Tekrar teşekkürler; Jak Kori sana da.

JK – Rica ederim. Benim için büyük zevkti Harvey’i buraya getirmek.

click to read in English 

(Çeviri ve transkripsiyon: Yeşim Öztarakçı)