'ÖSS'nin gösterdiği'

-
Aa
+
a
a
a

Bu başlık 27 Ağustos 2002 tarihli Milliyet gazetesinde Sayın Can Dündar’ ın yazısına aittir. Sayın Dündar’ ın yazısında yer alan verilere ilişkin birkaç kaygımı sizlerle paylaşmak istedim. Devlet liselerinin daha başarılı olması vb gibi konular değil tartışacaklarım. Çok daha vahim olduğunu düşündüğüm noktalar var sonuçlarda.

1- “Bir veri daha: Zirvedeki gençlerin en gözde mesleği bilgisayar, elektronik, endüstri mühendisliği...” ifadesi yer alıyor yazıda. Bu kesinlikle benimde gözlediğim ve çok korktuğum bir eğilim. Korkumun nedeni şu sayın okurlar. Özellikle bilgisayar sektörü başarılı bir gence yurt içi ve yurt dışında (özellikle son krizden sonra yurt dışı daha gözde oldu) her zaman için iyi maddi olanaklar sunuyor. Başarılı bir bilgisayarcının Türkiye’ de çalışsa dahi Türkiye’ye ne kadar katkı sağlayacağı çok tartışmalı. Çünkü temelde asıl ülkesel getirinin sağlandığı alanda -donanım, çevre birimleri ve işletim sistemleri alanında- bir Türk patenti olduğunu bilmiyorum. Olabileceği konusunda da kuşkuluyum. Uygulama yazılımları olarak üretebildiğimiz programlar çok içeriye dönük ve ağırlıklı olarak da öyle kalacak gibi. Ama yine de yazılımdan dolayı bir ülkesel artı değer yaratmak olası ve bazı örnekleri de var. Genel ortalamayı alırsanız bireysel açıdan cazip, ülkeye yaratacağı patent ve imaj getirisi açısından zayıf ve zayıf kalmaya da mahkum gibi gözüken bir sektör. Bilgisayar sektöründe çalışmanın bir diğer avantajı da kolaylıkla ve ilk yatırım maliyeti açısından bireysel girişime açık en ucuz alan olması. Zirvedeki gençlerin –hadi tamamı değilse de çoğunluğunun– bu sektörü tercih etmesinin nedeni idealizm, bu ülke için yeni buluşlar yapmak değil bana göre. Gerektiğinde kendisini okutarak bu noktaya getiren ülkeden gitmek ve belki de

–aslında belki değil– hiç dönmemek. Aynı noktaları yaklaşık aynı nedenlerle diğer tercih konuları için de söyleyebileceğimizi düşünüyorum. Bana göre ilk vahim sonuç burada. Çeşitli kriterlere göre zirvede olduğunu düşündüğümüz gençlerimizin gönlünde örneğin bir hukuk yok artık. Aklî yeterliliği ve mali gücü olan bir ailenin çocuğunu hukukçu veya öğretmen olmaya yönlendirmesi ne yazık ki düşünülemez ülkemizde. Peki Türkiye’nin özellikle yeni teknolojiler, yeni ticari uygulamalar, internet ve yeni siyasal birleşimler (AB,
vb.) nedeni ile hukukçuya bilgisayarcıdan daha az mı gereksinmesi var? Türkiye’nin adalet sistemi ortadayken, hakime, savcıya, bir programcıdan daha az gereksinim olduğu söylenebilir mi? Ağzımıza eğitim lafı sakız olmuşken zirvedeki gençlerimizin hiç değilse % 10’unu öğretmen yapabilmek için hangi önlemleri alıyoruz? Bakın şimdi yazacağım çok mantıklı değil ama olmayacak iş de değil, zaten bazı noktalarda fiilen yapılıyor. Çok sıkışırsanız, parayı verir yabancı bilgisayarcıyı getirirsiniz. Çünkü ürünlerin % 99’ u zaten onlara ait. Ama çok sıkışırsanız –sanki sıkışmamışız gibi oldu– gidip Fransa’dan yargıç transfer edemezsiniz. Üstelik Türk yargı sisteminin tek sorununun mahkemelerdeki iş yoğunluğu olduğunu da düşünmüyorum. Türk yasalarının yeniden çağa uygun hale getirilerek güncel sorunlara göre düzenlenmesi gerektiğine inanıyorum. Günde onlarca davaya bakmak zorunda olan bir yargıcın çok önemli olan işin teorisine ne kadar zaman ayırabileceği kuşkuludur. Bu tercihlerden dolayı gençleri tek başlarına suçlamak olanaksız. Ama sistemik olarak ülkeyi getirdiğimiz nokta bu.

2- "8 yıl başlayınca ilköğretim görenlerin liseye devam oranı % 90’lara ulaştı. Bu, üniversiteye talebi de artırdı. Şimdi 1,5 milyon öğrenci varsa, 2 yıl içinde 2,5 milyon olacak. O yüzden hızla 4 yıllık yüksek okullar açılıp illerde yaygınlaştırılmalı” diyor Akbulut. Bu sözleri ODTÜ rektörü Prof. Dr. sayın Ural Akbulut söylemiş. Şimdi eğer bu cümleler aynen sayın rektör tarafından söylendi ise bana pek kabul edilebilir gelmiyor. (Bir siyasetçi söyleseydi, ki söylüyorlar zaten, tam onlara göre bir yaklaşım derdim.) Sorunu tanımlaması açısından söylemiyorum kabul edilemezliğini. Çözüm önerisi açısından söylüyorum. Üniversitelerin bir okul değil bir araştırma ve bilim üretme kurumu olduğunu belirtmemin başta sayın rektöre haksızlık olduğunun farkındayım. Ama eğer söylendi ise bir araştırma kurumunu nasıl hızla açıp yayabilirsiniz. İşte bunu anlamadım. Yukarıdaki bilgisayarcıyı parayı verir yurt dışından transfer edersiniz örneğini inşaat ve malzeme için kabul edelim. Verir parayı inşaatı yapar, laboratuar malzemelerini, araştırma materyallerini alırız tamam da – aslında bunun bu kadar kolay olmadığını da biliyoruz ya neyse– parayı verip ne kadar bilim adamı yetiştirecek bilim adamı getirebiliriz. Bunun hızlısı nasıl olabilir? Bu nedenle asıl bunu söyleyen siyasetçilere engel olmalıyız. Türkiye’de bana göre üniversite sayısını değil artırmak aşağı çekmemiz ve pıtrak gibi mezun çıkaracağımıza, gerçek bilim adamı çıkarıp onu burada tutacak maddi manevi olanakları var etmemiz gerekiyor. Eğer 4 yıllık yüksek okuldan kasıt meslek lisesinin daha üst düzeyi gibi bir şeyse, bunun da çok somut olarak açıklanması gerektiği inancındayım.

Son belirteceğim nokta mevcut üniversitelerin sayısından ve doğal olarak okuyacak öğrenci kontenjanı azlığından yakınıp, gereksinimin artacağını belirtip, sonra nasıl yurt dışından öğrenci alacağız anlamadım. Yabancı öğrenci sayısı azaldığı için kontenjan açıldıysa, bunu da sürekli kahve köşesinde oturuyorlar dediğimiz kendi çocuklarımıza kullandırmak daha mantıklı değil mi? Eğer özel üniversitelere bu görev düşecekse bu bana pek mantıklı gelmedi. Çünkü özel üniversitelere gelecek talep artışı, bu okullarında devlet üniversitelerinde ders veren veya verecek bilim adamlarına olan talebini bir süre sonra artırmak zorunda kalacaktır. Bu da sonuçta bir başka sorunu doğuracaktır.

Sayın Can Dündar’ın yayınladığı sonuçlar, bana özellikle ilk iki nokta açısından çok uzun vadeli, çok kalıcı ve çok can acıtacak önlemleri almamız gerektiğini, ama en önemlisi çocuklarımıza “oku kendini kurtar tabi sonrada aileni” mantığı dışında başka açılımlar da vermek zorunda olduğumuzu düşündürüyor.