Ossi: "Tutarlı olalım, angaryayı kökten ortadan kaldıralım"

-
Aa
+
a
a
a

21 February 2006indymedia

Osman Murat Ülke, ya da herkesin bildiği adıyla Ossi, yaşamını ilkelerinden ödün vermemek üzerine kurmuş bir vicdanî retçi . Bu nedenle 1996'dan bu yana birçok bedel ödeyegeldiyse de, kararlılıkla izlediği sürecin sonunda, ardından gelenler için zorlu bir yolun belki de ilk metrelerini tırnaklarıyla kazıyarak açtı. Benzer nedenlerle hâlen Sivas'ta askerî cezaevinde tutulan arkadaşımız Mehmet Tarhan'dan ötürü içimiz biraz buruksa da, Indymedia – Bağımsız Basın Merkezi Kolektifi (BBM) olarak keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik Ossi'yle...

BBM: Vicdanî ret hakkı tanınmış bir Türkiye'de yaşasaydınız, ve diyelim "askere gitme fakat bunun yerine devlet için şu kadar uzunlukta Türkçe'den Almanca'ya çeviri yap." deselerdi, yanıtınız ne olurdu bu soruya?

Ossi: Devlet için çeviri yapmak isteseydim memuriyete başvururdum, derdim. Sivil hizmet, vicdani reddin yasal olarak tanındığı bütün ülkelerde uygulanan bir mecburi hizmet. Bu konsept tamamen keyfi ve eklektik bir mantığın eseri. Tek dayanağı devletlerin es kaza kendilerinin yurttaşı olan insanlar üzerinde bir tasarruf "hakkı"na sahip olmaları gerektiği. Monarşik mantıkta iktidar ilahi ve asil temeller üzerinden mutlaklaşır. Ulus devlet paradigmasındaysa tümüyle yitirilmek istenmeyen bu mutlaklık "vatan borcu" benzeri kılıflarla korunmaya çalışılmış.

Askere gitmeye zorlanamayacağım anlaşılabiliyor ve kabul görüyorsa, bunun bir alternatifi niye dayatılsın ki? Bu şunu demekten farksız: "Tamam, seni buna zorlamaya kalkmamız yanlıştı, ama haydi hiç olmazsa izin ver seni şuna zorlayalım!"

Tutarlı olalım, angaryayı kökten ortadan kaldıralım.

Bulunduğum yatılı okul bütün diğer okullar gibi itaat ve cehalet üretiyordu

BBM: Türkiye'deki yatılı okul deneyiminizin acılı ve sancılı bir süreç olduğundan söz etmiştiniz. Türkiye'deki eğitim sistemi ile Almanya'dakini kıyaslarsanız, bu beyinlerin şekillenmesinde nasıl bir farklılık yaratmakta sizce? Bir başka açıdan aynı soruyu sorarsak: Erkin Koray'ın kızını okula göndermemiş olması iyi bir şey miydi?

Ossi: Türkiye'deki eğitim sistemi bir kabustan farksız. Ben bu kabusun en karanlık köşelerinde buldum kendimi. Bulunduğum yatılı okul bütün diğer okullar gibi itaat ve cehalet üretiyordu, ama yatılı olduğu için bunun da çok ötesine geçip insanları mutlak bir cendereye alıp psikolojik terör ve fiziksel zor ile kırmaya çalışıyordu. Elbette yaşadığımın uç bir deneyim olduğunun farkındayım, ama bu da Türkiye'deki eğitim anlayışının şaşırtıcı olmayan bir uzantısıydı. Okullar her şeyden önce kendilerine teslim edilen insanları insan olarak ciddiye almayan, onları militarist ve ulusalcı bir mitoloji ile aptallaştıran ve sıradan çıkmaya cüret edeni her türlü baskı ile sindiren devletçi tapınaklardır.

Almanya'daki okul sistemine gelince: Disiplin anlayışına gelince Alman okul sisteminin öncülleri aslında pek farklı değildir, ancak 2. Dünya Savaşı deneyimi ve 60'ların mirasıyla bu öncüller epey törpülenmiştir. Bugün Alman okul sisteminin temel oryantasyonu sadık yurttaş yetiştirmekten çok, rekabete hazır ve düşkün insanlar yetiştirmek. İnsanlardan daha on yaşında yaşamsal tercihlerini belirlemeleri bekleniyor ve okul "kariyerleri" buna göre biçimleniyor. Henüz kavramadıkları yol ayrımları için sorumluluk almaları isteniyor ve dolayısıyla kendilerine örneklenen başarı fetişine teslim oluyorlar.

Ama bugün Almanya'da bir ebeveynin hiç olmazsa çocuğunu klasik devlet okuluna göndermeme ve insanları insan yerine koyan alternatif eğitim kurumlarını seçme olanağı var.

Ve evet; Erkin Koray'ın kızını okula göndermemiş olması çok çok iyi bir şey. Bu örneğin geniş kitleler için somut bir anlam ifade edebilmesi de yine militarist ulus projesinin dayanaklarından olan Tevhidi Tedrisat Kanunu ile getirilen sistemin gömülmesi ve yerine daha insana yaraşır ve onun potansiyellerini, ruhsal bütünlük ve gelişimini esas alan bir anlayışın inşa edilmesiyle mümkün.

İktidar ve tahakküme ilişkin anarşizme içkin zihin berraklığı keşke marxizm'in ekonomik düzen ve ilişkilere dair duyarlılığı ile birleşse.

BBM: Anarşizm'e uzak olmayan bir bireysiniz. Bu bakımdan düşünceniz Marksçı görüşlerle ne bakımlardan örtüşüyor, ya da örtüşmüyor?

Ossi: Marx'ın analitik katkılarını saymaya bile gerek yok. Bu mirastan sağlı sollu bütün siyasi görüşler besleniyor, dolayısıyla katkılarının evrensel olduğunu söylemekte beis yok. Ama Marx'a dayalı siyasi hareketler kendi amaçlarını boşa çıkaracak vahamette çelişkilere sahip. Burada ayrıntılı bir polemiğe girmek anlamsız, çünkü bu eleştiriler bin türlü biçimde söylendi zaten.

Ama diyorum ki, iktidar ve tahakküme ilişkin anarşizme içkin zihin berraklığı keşke Marxizm'in ekonomik düzen ve ilişkilere dair duyarlılığı ile birleşse. Bu tür girişim ve perspektifler yok değil elbette, ama ana akım sosyalist hareketler karşısında hala cılızlar.

Sosyalist düşün içerisinde özellikle klasik Marxist bakıştan farklı olarak tamamıyla marjinalleştirilen -eski deyişle lümpen- kesimlere ilişkin dinamikleri inceleyenler ilgimi çekiyor.

BBM: Üniversiteden mezun olmayı reddedişiniz ya da askere gitmeyi reddedişiniz… Birçok sıradan insanın yeğlemeyeceği yollar bunlar. İlkesizliğin güzellendiği bir toplumda ilkelerden ödün vermeme mücadeleniz ne için, ne adına?

Ossi: Kemikleşmiş algı, ritüel ve tutumları sarsmak için nonkonformizm gibisi yoktur. Nonkonformist tutum kışkırtıcıdır. Başta şaşkınlık ve öfke yaratır, sonra umulmadık bir enerjiyi ve hareketlenmeyi ortaya çıkarır. Nonkonformizm zaten bireylerle başlar, gösterdikleri kitleye bulaşır, ama kendisi bulaşmaz. Tabi toplumsal dönüşüm bu yolla derinleşmez, ancak tetiklenir.

Yenmek ise yoktur aslında. Devam edebilmenin kendisi yengidir zaten.

BBM: Bir söyleşide " Hala 22 yaşındaydım ve iyi ki insan o yaşlarda baştan yenilmeyi çok da kolay kabullenemiyor." diyorsunuz. 22 yaşınızı oldukça geçmiş durumdasınız, artık "baştan yenilmek" çok kolay mı geliyor? Ya da nedir Ossi için "yenilmek", hatta "yenmek"?

Ossi: O zamana göre, evet, maalesef. Benden çok daha güçlü insanlar var. Ben gücümü hep kolektif içinde var etmeye çalıştım. Böyle bir zaafım var. Artık kaynaklarımı daha gerçekçi değerlendirebiliyorum, tükenişlerle tanıştım. Nonkonformizmi baş tacı eden Ossi de bir çok açıdan konformist oldu, rahat etmek, dinlenmek istiyor. Ama sonra da akıp giden bir mücadelenin içinde omuz omuza olmamanın ağırlığı ve acısı çöküyor.

Yenme/yenilme söylemi çok sorunlu tabi. Bu terimler üzerine bir şey inşa etmemeli. Ucu kuru inada, rövanşizme ve daha birçok patolojiye çıkar. Ama cümle arasında kullanmışım ve sen de kaçırmamışsın, o yüzden bana ne ifade ettiğini açmaya çalışayım: Yenilmek benim için kabullenmek, pusmak ve kıç üstü oturmak. Peki bu olmayacak bir şey mi? Olur tabi, bal gibi de olur. Yenilmeye de hakkımız var. Yenmek ise yoktur aslında. Devam edebilmenin kendisi yengidir zaten.

Zorunlu askerlik sistemi tedricen bütün dünyada geriliyor ve bundan dolayı zaafa düşmüş bir devlet de yoktur.

BBM: "Bizim ülkede kimseler askere gitmezse düşmanlar gelir ve topraklarımızı elimizden alır" diyecek sıradan bir yurttaş, ya da "biz nükleer bomba üretmezsek, başkalarına karşı caydırıcı olamayız; o nedenle kullanmasak bile nükleer silahımız, santralımız olsun" diyen diyaloga açık bir yurttaşa kelam edecek olsanız, söze nasıl başlardınız?

Ossi: Ona öncelikle öncüllerimin bambaşka olduğunu, o sözünü ettiği "bizlik" durumunu, sınırlarla tanımlanmış "ülke"sini, "düşman"ı ve "toprak"ı bambaşka açılardan okuduğumu anlatır ve buradan ayrıntıya girmeden şimdilik kendisinin önerdiği çerçeveden yanıt vereceğimi söylerdim. Bu -bana göre öncülleri sakat- çerçeveye göre dahi zorunlu askerlik sisteminin bir savunma ihtiyacından çok, bir rejimi sürdürme ve yeniden üretme ihtiyacına yanıt oluşturduğunu anlatırdım. Ayrıca da kimse bu tür değişikliklerin bir anda ve mutlak olarak gerçekleşeceğini öngörmüyor. Zorunlu askerlik sistemi tedricen bütün dünyada geriliyor ve bundan dolayı zaafa düşmüş bir devlet de yoktur.

Tabi o yurttaş burada durmaz, bir de nükleer santral ve uluslararası güç dengeleri ve buna yanıt oluşturmaktan söz ederse ve az-çok birbirimize dayanabildiğimizi görmüşsek, uzayacak sohbeti göz önünde bulundurarak kahve yapmaya girişirim.

Üst rütbeli askerler bir fanus içinde tutulan ve büyüyemeyen erkek çocukları gibidir.

BBM: Yıllardır istemeseniz de birçok asker ve askerî süreç ile içli dışlısınız. Asker psikolojisi nasıl bir şey? Askerlik ve ego arasında bir bağlantı görüyor musunuz? Yanıtınız 'evet'se nasıl? Askerlerin eğitim düzeyleri ile rütbeleri ve konulara yaklaşımları arasında nasıl bir bağlantı olabilir sizce?

Ossi: Bu soru çok geniş ve yanıt haliyle söz ettiğimiz askerin rütbesine göre değişiyor. Bir kere zorunlu askerlik kurbanı erle dışarıda ahkam kesenler arasında muazzam bir fark var. Bütün o hamaset ve boş böbürlenmeye askeriyenin içindeki erler arasında rastlamak çok zor. Karşılaştıkları vicdani retçiye ya sempati duyuyorlar, ya da kendisine başarı şansı tanımadıkları için sınır çekiyorlar. Buradaki horgörü ilkesel cinsten değil ve sadece daha gerçekçi, dolayısıyla da akıllı olduklarını düşünmelerinden kaynaklanıyor.

Astsubay ve uzman çavuşlarda durum farklıdır. Pis işler genelde onlara kalır, dolayısıyla en sert kabuğu da onlar geliştirmiştir. Bu işi asgari on yıllığına meslek olarak yapanların birçoğu, erişemeyecekleri üst rütbeler karşısında eziklik hisseder ve bununla orantılı olarak acısını erlerden çıkarırlar. Tabi bu bir genelleme ve kesinlikle herkesi kapsamıyor, ama böyle bir profil de var.

Subaylar ise genelde elit ve kapalı kutu bir kurumun nadide temsilcileri olmanın tadını çıkarırlar ve insana gayet özgüvenli ve rahat bir biçimde tepeden bakarlar. Çoğu kendini kolay kolay tehdit altında hissetmez, dolayısıyla sohbet etmesi de kolaydır. Kendi tabularıyla dilsel düzlemde ve dört duvar arasında oynamayı severler.

Yarbay ve sonrası ise kendini resmen başka bir "ırk" addediyor. İstisnası vardır, ama sosyalizasyonu ve konumu seninle karşılıklı oturmuş iki insan gibi ilişkilenmesine büyük oranda engel.

Elbette askerlik ile ego arasında ciddi bir ilişki var. Nasıl olmasın? Alt rütbeler için durum karmaşık, çünkü pohpohlandıkları kadar aşağılanıyorlar da. Ama üst rütbeli askerler bir fanus içinde tutulan ve büyüyemeyen erkek çocukları gibidir. Bir ömür boyu askercilik ve savaşçılık oynuyorlar, kendilerini komik törenselliklerde var ediyor ve başkalarına bunları dayatarak kendilerini uyuşturan bir tatmin yaşıyorlar.

Bütün bunları bir tutam ironi ile beraber söylüyorum, çünkü aslında insanı başka veçheleri göz ardı ederek tek başına mesleğiyle tanımlamaya inanmıyorum.

BBM: Türkiye'deki askerlik algısı ile dünyanın çeşitli yerlerindeki aynı algıyı kıyasladığınızda gözlemleriniz neler?

Ossi: Afrika, Avrupa ve Amerika ülkelerinde bulundum. Yani Türkiye dışında sadece Asya ülkelerinde bulunmadım. Ve kesinlikle diyebilirim ki, gittiğim ülkelerin hiçbirinde böylesi bir tapınma ve yüceltme görmedim. Militarizm her yerde var, ama onun kadar eleştirel/kuşkucu bir popüler algı da var. Türkiye'de ikincisi aheste aheste gelişiyor. Bu yüzden de ordu artık siyasi gücünü o kadar açık sergilemektense ya da buna sık sık başvurmaktansa, ince ve alttan gitmeyi deniyor ve sivil şakşakçılarıyla Kemalist ikonografiye abanıyor.

BBM: AİHM'nin (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin) adil, ya da birçok benzer yargı organına göre daha adil olduğunu düşünüyor musunuz?

Ossi: AİHM, AİHS'ye (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne) dayanıyor ve AİHS ne ifade ediyor veya sağlıyorsa AİHM de onu sağlıyor. AİHM mutlak bir referans değil ve kararlarıyla kesinlikle politik ve toplumsal bir mücadelenin yerini tutamaz.

Nüfus cüzdanı taşıyorsunuz, fakat devlet aygıtına karşısınız, bu neden bir çelişki değil?

BBM: Anarşist düşünceye yakın biri olarak, askerliği reddedip bu konuda yargısal süreci izlemek, devlet aygıtlarını tanımak olarak da değerlendirilebilir mi? Ya da, nüfus cüzdanı taşıyorsunuz, fakat devlet aygıtına karşısınız, bu neden bir çelişki değil?

Ossi: Tamamen nereden baktığına bağlı. Çelişki olarak da görülebilir. Ama ben anarşist dünya görüşünü referans alırken, ondan güç ve oryantasyon alıyorum, yolun kendisine uzun erimde aykırı düşmeyecek yöntemler ve düzlemler geliştirmeye çalışıyorum. Devleti elbette tanıyorum, çünkü devlet var. O bir realite ve ona karşı mücadele ederken soyut bir dar alanda hareket etmekle yetinemem.

Uzlaşmaz görünen iki düzleme aynı anda ayak basıyor göründüğümün farkındayım. Bu da, hareketimizin cüssesizliğinden ve yüzeyselliğinden kaynaklanıyor. Eğer ortada gürül gürül akan bir hareket ve kültür olsaydı, ben kendi radikal hattımda yapacaklarımı yapar ve mermer salonlarda olup bitenlere rahatça sırtımı dönerdim. Oraları dert edinen başkaları olurdu. Farklı vurgular koyan bu mücadele hatları kedi-köpek gibi didişir ve birbirlerini beslerlerdi.

Türkiye'de böyle bir şansımız hiç olmadı. Dernek başkanlığı da yaptım, Alman parlamentosunda da konuştum. Diğer yandan militarizmin yumuşak karnına kendi reddim ve birçok eylem-eylemlilikle saldırdım. Eğer mümkün olsaydı birçok rolü aynı anda üstlenmezdim, ama bir yanda yapılanın diğer yanda meyve verebilmesi ve tersi için bu gerekliydi. Bence, tabi.

Konu ben değilim, konu ortaklaşa yaptıklarımız ve yol açtığımız değişim.

BBM: Kaybedecek bir şeyleriniz vardı, bunu göze alarak farklı bir yol seçtiniz ve inançlarınıza aykırı davranmayageldiniz. Bu yolu seçmeyip, sizinle koşut düşünenlerden, daha cesur olduğunuz için, tepki (kıskançlık, haset) ile karşılaştınız mı?

Ossi: Dile getirmeye değmeyecek kadar az örnek var bu konuda; zaten bu insanlarla gerçekten koşut düşündüğümden de pek emin değilim. Konu ben değilim, konu ortaklaşa yaptıklarımız ve yol açtığımız değişim. Bunu böyle göremeyen bazılarının o değişimle samimi bir derdi yoktur, gibime geliyor.

BBM: 1995 sonrası süreçte ailenizle ilişkileriniz ne yönde gelişti? Onlar da sizin mücadelenizden etkilenip – kendi geçmişlerine kıyasla – farklı yaklaşımlar sergilemeye başladılar mı?

Ossi: Diyemem. Annem iş politikaya gelince hep nihilizandı zaten. Bana gelince de destekleyici. Babam ise benden daha inatçıdır. Görünür yaklaşımında bir fark yok, gençliğinden bu yana Ecevit'e paralel bir gelişim izledi. Derinde söylemediği bir şey varsa bilemem tabi.

BBM: Diyelim kolluk güçlerine karşı savaşan bir gerilla hareketi var. Söz konusu harekete sempati duyan bir genç de, askere gitmemek için 'vicdanî retçi' olduğunu, silaha ve askerlik kavramına karşı olduğunu söylüyor ve fakat bir süre sonra aynı kişinin gerilla hareketine katıldığı haberi geliyor. Ossi bu kişinin vicdanî reddinin arkasında durur mu?

Ossi: Hayır durmaz. O kişinin zorla askerlik yapmama talebinin arkasında dururum, çünkü kimseye zorla askerlik yaptırmanın doğru olmadığına inanıyorum, ama buna vicdani ret demem.

BBM: Mustafa Kemal de yaşamının yaklaşık 2 ayını hapiste (hücrede) geçirmiş biri. Masal bu ya, 1910'larda aynı koğuşa düşseydiniz tutuklu ya da hükümlü olarak onunla nasıl bir iletişiminiz olurdu?

Ossi: En başta nasıl olurdu bilemem tabi. Ama eminim sonrasında her iki taraf için de ilginç olurdu. Cezaevi bu tür sohbetler için biçilmiş kaftan. Dışarıda asla mümkün olmayacak ilişkilenmeler orada gerçekleşiyor.

BBM: Bir söyleşide şunları söylüyorsunuz: "Zevklerim basit. İyi ve bol yemek yemeyi, kompleks ve yavaş bilgisayar oyunları oynamayı ve daha birçok şeyi severim. Nihai idealim bir gün bir komünde anlamlı bir yaşlılık geçirmek, ufaklıklara eşlik etmek ve sonunda huzur içinde ölmek. Yaşamdan orta vadeli beklentim ise yeni bir amaç edinmek ve dolu yelkenlerle onun peşine düşmek." Orta vâdede yeni bir amaç edinmeyi beklenti olarak edinmek nasıl bir şey? Amaç edinmek için amaç edinmek gibi bir şey mi bu?

Ossi: Çok üzücü bir şey bu. Asla düşmek istemeyeceğim bir durumdu. Ancak cezaevi sonrası İzmir Savaş Karşıtları Derneği'nin kendi üstüne kapaklanması ile sersemledim ve bu hali maalesef yıllardır üstümden atamadım. Kentli orta sınıf yaşamına tümüyle teslim olmak da diğer seçenek oluyor herhalde. Bu düşünceyle oynamadım değil, ama olmuyor.

Her şeye de bayrak açmak gibi bir derdim yok doğrusu.

BBM: Sizin dünya görüşünüzde biri, sahiplenme olgusuna nasıl yaklaşmakta? Bunu şunun için soruyorum, biyolojik olarak bir oğlan çocuk babasısınız, fakat dünyada milyarlarca çocuk varken onlardan birine "oğlum" demek, yaşama bakışınızda nereye, nasıl denk düşüyor?

Ossi: Sanırım biyolojik bencillik bir tür olgu. Her şeye de bayrak açmak gibi bir derdim yok doğrusu. Daha lisedeyken bir çocuk istediğime karar verdim. Elimden gelseydi fazla beklemezdim, ama bu isteğin bir tutkuya dönüştüğü on altı sene geçti baba olana dek. Bu arada oğlumu da bir çekirdek ailede büyütmeyi hiç istemedim, başka yetişkin ve çocukların arasında büyümesini çok ama çok isterdim. Gerçekleşmeyen o kadar çok şey var ki.

BBM: Teşekkür ederiz.