Nesin Vakfı – Orada çocuklar var

-
Aa
+
a
a
a

Hülya D. DEMİRCAN: Bugün konuğum Mehpare Çalak. Nesin Vakfı hakkında konuşacağız kendisiyle. Nesin Vakfını çoğunuzun bildiğini sanıyorum. Yıllardır çalışıyor. Tarihçesini Mehpare Hanımdan öğreneceğiz. Toplumda ihtiyacı olan çocuklara bütün alanlarda hizmet veren bir vakıf. Öncelikle hoş geldiniz.

 

Mehpare ÇALAK: Çok teşekkür ederim.

 

HD: Ben Nesin Vakfını herkesin bildiğini sanıyorum ama ön sohbetimizde siz “avukatlığını yaptığım için biliyorum, çok tanınmıyor” dediniz. Bizim de oldukça dinamik, genç dinleyicimiz var. Onların da öğrenmek isteyeceklerini düşünerek sizden Nesin Vakfını, kuruluştan bugüne kadar neler yaptıklarını dinleyelim.

 

MÇ: Nesin Vakfını Aziz Nesin kurmuş. Bütün kitaplardan yıllarca kazandığı, tam anlamıyla emeğiyle, içinde başka hiçbir gelir yok, mirasını, hepsini bağışladığı bir vakıf kurulur. 1972 Çatalca Gökçe Ali köyünde. 14 dönümlük bir arazi üzerinde. İnşaata başlamış ve bu inşaatı kazandıkça yapmış ve 10 yıl sürmüş bunu yapmak. 1980 yılında askeri darbenin sonunda biraz toplumsal zorunlulukların da kendini dayatması üzerine yavaş yavaş çocuk almaya başlamış.

HD: Ama yaparken yine amacı buydu herhalde.

 

MÇ: Tabii tabii... Kendisi daha önce Darülşafaka’da ve sonrasında askeri lisede okuduğu için devletin ya da Darülşafaka gibi bir vakfın, ki o da bir vakıf biliyorsunuz, vasıtasıyla okulla karşılaşması. Yoksa kendisi çok fakir ailenin çocuğu ve okuma olanağı olmayan bir çocuk. Kendisine başkalarının böyle bir toplumsal sorumluluktan, duyarlılıktan gelen bu olanağın sunulmasını hiç unutmamış. Ben de bunu yürüteceğim, ben de bir gün bu toplumsal sorumluluğumu başka çocuklara aynı şekilde davranarak yerine getireceğim diye bu kafasında bir ideal olmuş. Ne zaman ki belli bir yaşa gelip biraz birikimi olmaya başlamış, işte bu yazarlıktan azıcık bir para kazanıp, çocuklarını okutmak gibi babalık sorumluluklarını aşan bir gücü hisseder hissetmez de buna başlamış.

Bu işe başladığında diğer insanlardan da katkılar gelmeye başlamış, toplumun entelektüel, duyarlı, biraz daha sosyal bakan, biraz daha verici bakan insanlarından. 1980’de ilk çocukları almaya başlamış. İlk çocuklar 1985-86’ya kadar 6-7 taneymiş. Sonra sayı artmış. 1980’den bu güne değin Nesin Vakfı 200’e yakın çocuğa bakmış.

 

Şimdi çocuğa bakmak deyince, anlaşılan ne, onu biraz açayım size. Bizim çok fazla yaş ayrımı, 4 yaşından büyük çocuklar diye geçiyor. Okumaya meyilli, ailesi ekonomik anlamda bunu yapamayacak, destekleyemeyecek durumda olan çocuklar için, onlara eğitim olanağı sunmak amaçlı bir ailenin yapabileceği bütün sorumluluğu üstlenerek, tüm ihtiyaçları, hobi geliştirme vs. her türlü eğitim... her türlü eğitim derken yanlış anlaşılmasın, vakıfta bir eğitim vermiyoruz. Kurslar olur, dershaneler olur, bu olanakları sağlıyoruz. Örneğin müziğe yeteneği varsa çocuğun ve gitar istiyorsa gitar, saz istiyorsa saz gibi olanaklar verilmeye başlanıyor; Resim, seramik, heykel gibi...

 

Bizim çocuklarımızda çok yetenek çıkıyor. Belki kısıtlama olmadığı için. Veya çok küçük yaşlarda çocukların bu tür yeteneklerine meyilli değiliz, öyle bir kültürümüz yok. Genelde işte doktor çıksın, avukat çıksın, öğretmen olsun, adam olsun... Aileler biraz daha şartlanmış, sanatın çok da değeri bilinmiyor. Hem Aziz Nesin’in sanatçı kişiliğinden, hem de onun aynı geleneği yürüten, bu anlamdaki bakış açısından; bizde çok küçük yaşlarda sanat yetenekleri araştırılıyor. Varsa, çok küçük yaşta elinden tutuyoruz. Çocuklarımız bir ailenin ona verebileceği olanakların üstünde de imkan bulabiliyor. Çünkü seramik, resim, fotoğrafçılık atölyeleri, tiyatro salonumuz, yüzme havuzumuz var. Çocuklar zaten Vakıf içinde yaşarken bunları gerçekleştirebilecek olanaklara sahip. Vakıf dışında da hafta sonları dershanelerde, kurslarda verilen diğer olanaklara da gönderiyoruz. Örneğin Ruhi Su Vakfının müzik konusunda bize her zaman bir kontenjanı vardır. Bizim çocuklarımızdan bu konuda yetenekli gördüklerine hemen ders vermeye başlıyorlar. Bir vakıflar arası dayanışma.

 

Orada çocuklar var

 

 

HD: Seramik, fotoğraf gibi çeşitli atölyelerden bahsettiniz. Oradaki hocalar gönüllü mü?

MÇ: Hepsi gönüllü çalışıyorlar. Bir de bizim çocuklarımız önce bir yetişiyorlar, onlar da küçüklere öğretmeye başlıyorlar. Çocuklarımız önce bir yönlendiriliyor, sonra o çocuklar, usta kulak hikayesi... büyük çocuklar onu kapıyorlar, kendileri geliştiriyorlar. Bir oğlumuz var örneğin Çayan. Çok sevdiğimiz bir çocuğumuz. O seramiğe ilgi duydu, ondan sonra onu heykeltraşlar götürdü. Şimdi Mimar Sinan’da okuyor. Şimdi o epey ilerletti, diğer çocukları haftada 2-3 kere seramik atölyesine götürüyor. Çalışıyor. Bir hocamız da var. Ama hocamız her zaman olmasa da, diyelim ki ayrıldı işten, bunu yürütebilecek çocuklarımız var.  

HD: Peki Çatalca’ya gönüllülerin gidip gelmesi zor olmuyor mu?

 

MÇ: Gönüllülük zaten epey bir meşakkate katlanmayı gerektiren bir şey. Gerçekten bunu isteyenler geliyor. Ben buna kendimi de katabilirim. Ben 4 yıl önce Vakfa gönüllü olmak istediğimde Ali (Nesin) Beyi Bilgi Üniversitesi’nde buldum. Vakıfta genel bir hava var, gelinir, konuşulur ve uygulanmaz. Ali Bey de öyle pek ciddiye almadı baştan beni. Şöyle bir baktı, “tamam gelirsiniz Mehpare Hanım” dedi. Birkaç kere de kendisi beni götürdü, getirdi.  Sonra ben gördüm ki orada çocuklar var. Yani bu çocuklara ben geleyim, üç gün göstereyim kendimi, sonra ortadan kaybolayım demeye kimsenin hakkı yok. Çünkü o çocuklar her gelen kişi ile ilişki kuruyorlar. Kendilerinden bir şeyler veriyorlar, inanmak istiyorlar, güvenmek istiyorlar. O çocukları bir iki kez gelip bırakmaya da kimsenin hakkı yok. Bu nedenle çocuklarla ilgili gönüllülük duygusunu yüklenen insanların, eğer iletişime açıksa, seçtikleri yol... yani maddi bağış değil, hakikaten istikrarlı olması gerekiyor.

 

HD: Aslında bu söyledikleriniz beni çok keyiflendirdi. Çünkü bu programı yapmak istememin temel nedeni bu söyledikleriniz. Gönüllülük ve Sosyal Sorumluluk konusunun toplumda yeterince kavranmadığı düşüncesiyle başladım. İstiyorum ki bunu tartışalım, iyi uygulamaları örnekleyelim, yeni perspektifler geliştirelim diyordum. Siz de tam üstüne basıyorsunuz. Teşekkür ederim, sizinle aynı fikirdeyim. Gönüllülük sosyal sorumluluk olmadan yapılabilecek bir şey değil.

 

MÇ: Zaten orada birtakım şeyleri göze alıyorsunuz. Ondan sonra yol uzaktı, araba yoktu gibi mazeretlerin arkasına sığınılacaksa, bunlara hiç girişilmemeli.

 

HD: Siz nasıl seçiyorsunuz o zaman gönüllüleri? Bunu siz artık bir bakışta anlıyor musunuz, yoksa bir deneme süresi filan mı uyguluyorsunuz?

 

MÇ: Kişileri bir bakışta anlamak mümkün değil. Çok anlaşılır olanları da var. O da biraz tecrübe, yılların deneyimi. Ciddiye alıp almadığını bir tartabiliyorsunuz. Belli bir ortalamada olan insanları biraz yaşamları ispatlıyor. Bazen hakikaten samimi olabiliyorlar. Ama hayatlarında olmadık şeyler olabiliyor. Örneğin o dönem kendine ayırdığı bir dönemse aniden yeni işler çıkabiliyor, ailevi sorumluluklar biniyor. Ben kimseyi kınamak da istemiyorum. Yine de belli bir oranda insan bir şeylere sebat etmeli. Sonuna kadar gitmeli. Çünkü onlara güveniyor karşısındaki insanlar. Ondan sonra başka insanlara bu güvensizlik yansıyor. Mesela bizim çocuklarımızın hepsinde bir ket var. Yani gelen insanlarla uzun bir süre iletişim kurmuyorlar. Bu ket de yirmi senenin getirdiği bir birikim. Gelen insanlar istikrar gösterseler bu çocukların onlarla iletişimleri daha kolay olacak. Ama hep terk edilme duygusu, bırakılma, yarım bırakılma duygusu. Bence bu duyguları yüklemeye hakkımız yok. Bu çocuklara iyi bir şey yapalım derken, tam tersine zarar vermiş oluyoruz.

 

HD: Hiç gitmemek daha iyi. 23 senelik birikim, deyin. Yaş ortalamasını merak ediyorum; gençler mi çoğunlukta?

 

MÇ: Tabii, bir sirkülasyon olduğu için, şu anda bizim ortalama 38 çocuğumuz var.

 

HD: Sürekli orada kalıyorlar, değil mi?

 

MÇ: Bizim üniversitede okuyan çocuklarımız gençlik evlerinde, üniversitelerine yakın yerlerdeler. Bu şehir dışı da, içi de olabilir. İstanbul içinde de var. Ama onlar da bayramlarda, hafta sonlarında, işte bu vizelerle finaller arasında da olabiliyor; zaten yine bütün boş vakitlerini vakıfta geçiriyorlar. Onlar daha emekçi ruhlu. Geldikleri zaman vakfın bütün problemlerini halletmeye çalışıyorlar. Hepsi genç ve enerjileri var.

 

Aziz Nesin kitaplarının telifleriyle

 

HD: Hem genç, hem de oradan yetişmenin getirdiği bağlılık olsa gerek.

 

MÇ: Bir de 4 yaşından büyük dediğimiz ilköğretim ve lisede okuyan çocuklarımız var.

 

HD: O 38 çocuk şu anda ilköğretim ve lisede okuyan ve sürekli vakıfta kalanlar mı?

 

MÇ: İçinde üniversiteliler de var. Toplam 38.

 

HD: Bu çocuklar ve gençler içerisinde geri dönüşün oldukça fazla olduğunu anlıyorum. Ve demin söylediğiniz de, yani öğrendikten sonra onlar öğretiyor dediğiniz gibi, aslında yavaş yavaş işin ekonomik yönüne girmeye çalışıyorum. Bu gençlerden kendini kurtaran oldu mu, olduysa vakfa maddi destek vermeye başlayanlar var mı?

 

MÇ: Bir kere onlar da yeni, onlar da genç, onlar da yaşam mücadelesi veriyor. Biliyorsunuz toplumumuzda meslek sahibi olmakla birlikte aniden para kazanmak veya bir güce sahip olmak eş anlamlı değil. Maalesef Türkiye’nin kaderi bu. Bir on yıl kadar sürünüyorsunuz, hangi meslek olursa olsun. Onların manevi katkıları var. Aralarında avukat çıkanlar, bankacı olanlar, öğretmen olanlar var. Çok maddi katkı dememek lazım. Belki de şöyle demek daha doğru. Çevrelerinden katkı sağlamak çabasındalar. Her zaman yanımızdalar. Ama henüz çok fazla sayıda değiller.

 

HD: Daha o kadar büyümediler.

 

MÇ: Daha onlar da yaşam mücadelesindeler. Evlenecekler, evleri olacak, arabaları olacak. Hatta zaman zaman bizim destek verdiğimiz bile oluyor. Çünkü nasıl bir ailede zor duruma düşen çocuğu kaç yaşında olursa olsun aile ona sahip çıkarsa, bizim vakıf da aile kavramı. Diyelim ki bir kızımız işsiz kalmış, gelip vakıfta bir süre kalabiliyor; ister 25 yaşında, 30 yaşında olsun. Eşinden boşanmış, iş bulana kadar gelip bizimle kalabiliyor. Küçük çocuklara bakıyor.

 

HD: Ama bu sizin eski çocuklarınız.

 

MÇ: Tabii eski çocuklarımız.

 

HD: Yani ilk defa başvuran da kalabiliyor mu?

 

MÇ: Hayır, hayır. Bizim vakıf çocuklarımız. Yıllarca vakıfta büyümüş.

 

HD: Tam bir aile, geleneksel aile hatta. Peki size kim destek veriyor?

 

MÇ: Bir kere gerçekten teşekkür borçluyuz. Yani Türk halkı hangi kesimden, nerede olursa olsun, ne zaman Nesin vakfı ile ilgili bir haber çıksa, Nesin Vakfı ile ilgili bir duyarlılık gerekse hep yanımızda. O bakımdan burada hakikaten teşekkür etmek istiyorum.

 

HD: Yani duyarsız toplum sözüne siz katılmıyor musunuz? İnandıkları zaman katılıyorlar, değil mi? Ben de aynını düşünüyorum.

 

MÇ: Hayır. Ben hatta, bazen internette bir e-posta dolaşıyor filan... Bilmiyoruz, haberimiz olmuyor. Birdenbire banka hesaplarında artış oluyor. Sonra duyuyoruz ki internette bir yazı geçmiş.

 

HD: Ben de o yazıyı okuyanlardan biriyim.

 

MÇ: Şaşırıyoruz, nereden oldu bu hızlanma diye. Genelde bir sene içinde birkaç kere böyle bir şey yenileniyor. Ama gerçekten müsterih olsunlar, paranın çoğu diye bir şey yok. Çünkü çok projelerimiz var, çok yatırımlarımız var. Ali Beyin daha önceki sohbetimizde de ifade ettiğim gibi, ideali bağışlara muhtaç olmayan, kendi kendini döndüren bir vakıf. O yüzden çiftliğimizi yapıyoruz, kendi hayvanlarımızı yetiştiriyoruz. Çocuklarımızı, önce onların ihtiyaçlarını karşılıyor ve artanla belki bir gelir kapısı açmaya çalışıyor Ali Bey. Gayrimenkullerimizi arttırmaya çalışıyoruz, oradan kiralar gelsin diye. Eskiden Aziz Beyin kitapları çok iyi satarmış ve de özellikle, iyi bir örnek değil belki de, ölümünden sonraki ilk üç senede popülerliği devam ettiği için ve çok sevilen bir halk sanatçısı olduğu için kitapları çok satılmış. Hatta şu anda yurtluk dediğimiz yeni binalar o gelirlerle yapılmış. Sırf yardım olsun diye almışlar.

 

HD: Bir kitabın bu kadar satması Türkiye’de epey ilginç.

 

MÇ: Bunun Nesin Vakfı ile de bir bağlantısı olduğuna inanıyorum. Sadece Aziz Nesin’in kitabı olduğu için değil, bunun gelirinin Nesin Vakfına geldiğini bilmek bence teşvik etti. Ama artık tabii ki Aziz Nesin’in popülerliği düşmeye başladı. Yeni nesiller eskisi kadar, bizim kadar Aziz Nesin’i tanımıyorlar.

 

Maddi manevi destek vermek isteyenler

 

HD: Sevgili gençler, Aziz Nesin’i tanımıyor musunuz? Tanıyın!

 

MÇ: Okuyarak tanıyacaklar, Nesin Vakfına gelerek tanıyacaklar. Müzemiz var, Aziz Nesin’in müzesi. Çok güzel. Gelenler tüm anılarını, nasıl çalıştığını, nerede çalıştığını, neler yaptığını biz tek tek anlatıyoruz. Şimdi tabii Aziz Nesin’in kitaplarının geliri düştüğü için daha çok bağışa dayanıyoruz. Yani kira gelirlerimiz de düştü.

 

HD: Kendini döndürecek durumda değil.

 

MÇ: Bağışlara bağlı yaşıyoruz diyebilirim şu anda.

 

HD: O zaman bu bağışların geldiği zaman fazlası da yok azı da yok değil mi? beş milyon verenin de başınızın üstünde yeri var. Damlaya damlaya göl olur.

 

MÇ: Tabii hiçbir ayırım yapmıyoruz.

 

HD:Bağış yapmak isteyenlere bir hesap verebilir miyiz?

 

MÇ:Ziraat Bankası Çatalca Şubesi 48907

 

HD: Gönüllü maddi destek verenler içindi. Manevi destek vermek isteyenler için, bedensel ve zihinsel destek vermek isteyenler için de kapınız açık mı?

 

MÇ: Tabii ki açık, tabii ki onların bir insani yeterlilikleri, çocuklara neler verebileceklerini biz de bir gözden geçiriyoruz. Her gönüllü gelmek isteyen mutlaka orada çalışamaz ama. Belli kriterleri var. Bunlar insani kriterler. Hepimizin kendine bir arkadaş seçerken bile dikkat ettiğimiz. Ama gönüllülük bizim maddi ihtiyacımız kadar önemli. Yani ondan daha aşağı bir önem sırası yok, çünkü insan gücü çok pahalı ve ulaşılması çok zor. Hele hele kaliteli insan gücü ulaşılmayacak rakamlarda. Psikologlar olabilir, öğretmenler olabilir, doktorlar olabilir, yani bu tür kaliteli insanların da bizim vakıfta yapacakları var.

 

HD: Mesleki kaliteyi değil insani kaliteden bahsediyorsunuz.

 

MÇ: Tabii ki insani kaliteden söz ediyorum...  Ayrıca çocukların onlarla birlikte olacak, başında durup ders çalışırken yardım edecek, onlarla oyun oynayacak yani sınırsız... elinden geliyordur, diyelim ki boncuk yapıyordur... çocuğa gelir onu öğretir, haftada birkaç saatini ayırır. Kimisi ders çalıştırır, kimisi yabancı dil öğretir, yani ölçüsüz... Şöyle düşünebiliriz: Bir ailede bir çocuğa çok şey vermek için kimler ne yapabilir; annelik yapabilir, bazı yaşı küçük çocuklara haftada 2-3 gününü ayırıp onlara
kaliteli zaman ayıran, onlara tam konsantre olan insanlar çok önemli. Çünkü biz orada o kadar çok işle uğraşıyoruz ki, dağılıyoruz. Bir çocuğa kaliteli zaman ayırmak çok önemli. O çocuğun sadece kendine ait olduğunu bildiği saatler o çocuğun belki bütün hayatını etkileyecek. Çünkü konsantre olmak ve onunla birlikte bir şeye emek vermek. Bunlar çok nadir bulunan şeyler. Ancak bir annenin çocuğuna verebileceği şeyler. Bunları para ile satın alamıyorsunuz.

 

HD: Peki, “ben veririm” diyenler ne yapsın?

 

MÇ:Çatalca’da Gökçeali Köyüne giderken 13 dönüm üzerinde dediğim bir köyümüz var. Oraya gelebilirler. Telefonlarımız (0212) 783 60 49 – 783 63 58 – (291 49 89  İstanbul irtibat bürosu).

 

HD: Sürekli biri var mı bu büroda?

 

MÇ: Her zaman olmayabilir. Israrla aranırsa mutlaka bulunur.

 

HD: e-posta gibi seçenekler var mı?

 

MÇ: Var. Bir sitemiz var: www.nesinvakfi.org e-posta adresimiz: [email protected]

 

HD: Peki Mehpare Hanım, size çalışmalarınızın devamı için canı yürekten iyi dileklerimizi sunuyoruz. Bu arada sanıyorum bedensel çalışmaları olanların yanı sıra, ben de sizin ekonomik sıkıntılarınızı internet yolu ile öğrendim; mesela Nesin Vakfı internet sitesine girilse, orada nelere ihtiyaç var sorusunun cevabı var mı?

 

MÇ: Hepsi var.

 

HD: Eşya olabilir, kitap olabilir.

 

MÇ: Bütün bilgiler var. Eğer sorularına cevap alamazlarsa, bütün irtibat numaralarımız yazıyor.

 

HD: Peki çok teşekkürler. Kolay gelsin.

 

(Açık Radyo’da yayınlanmıştır. Deşifre eden: Kevser Yavuz.)