Namibya köyleri

-
Aa
+
a
a
a

Sonnur

 

Dün akşam evde -her zamanki gibi- kızımın baskısına dayanamayarak, bitmeyen çilemiz Çocuklar Duymasın dizisine katlandıktan sonra; ilerleyen saatlerde, National Geographic Channel'da bir belgesel izledim. izlediğim belgesel beni çok etkiledi. Sizlere biraz bu belgeselden söz etmek istiyorum:

 

Namibya'da bir arkeolog düşünün: Çölde, o coğrafyanın asıl sahiplerine dair araştırmalar yapmaya çalışıyor ancak, bu araştırmalar, bildiğiniz arkeolojik araştırmalardan değil. Toprağı kazmıyor örneğin; toprağın beyaz adamlarca yeterince delik deşik edildiğini (elmas madenleri dolayısıyla) düşünerek, toprağın (çölün) yüzeyinde araştırmalar yapıyor. Yabancılarla (beyazlarla) konuşmuyor, insanlara, özellikle kendi atalarına küs. Kendisinin yaptığı araştırmaları görüntülemeye gelenlerle birlikte çölde yürüdükleri bir sahne var: İnsanlar önden gidiyor, o arkadan, onların ve kendisinin çölde bıraktıkları ayak izlerini elleriyle düzeltip devam ediyor yürümeye...

 

Nedir bu adamın tepkisinin nedeni? Belgeselde bu sorunun yanıtı şaşırtıcı bir açıklıkta ortaya koyulmuş: 1800'lü yılların sonlarına doğru malum sömürgecilik hareketleri çerçevesinde önce Almanlar gelmişler G. Afrika'nın bu bölgesine. ‘Medeniyet’i buraya getirme zahmetlerinin(!) nedeni, zengin elmas madenleri. Bölge ‘yerli’lerinin yaşam tarzının, tahmin edebildiğiniz üzere, elmas madeniyle uzaktan yakından alakası yok. Kabile halinde yaşayan yerli halk, o yıllarda geleneksel yaşam tarzları olan avcılık ve çiftçilikle iştigal etmekteler.

 

Beyaz adam gelir. Sorgusuz sualsiz topraklarını işgal eder ve madenleri işletmek üzere kendisine çölde, şehircikler kurar. Yetmez; yerlilere inanılmaz bir soykırıma ve zulüme başlar: Avcılık ve çiftçiliği yasaklar; bu yaşamsal faaliyetleri devam ettirmeye kalkışanları ya açlığa mahkum ederek; ya, toplu olarak idam ederek ya da avlananları takip edip, teker teker silahlarıyla öldürerek yok eder!

 

Belgeselde o döneme ait katliamların ve dehşetin fotoğrafları gördüm: insanların yüzlerindeki çaresizliğin ifadesi beni delirtti adeta...

 

Gidenler gitmiş. Kaç kişi katledilmiş herhangi bir bilgi yok. Kalanlarsa halen, başka türlü bir soykırım ve zulüm yaşamakta. Beyaz adamın belirlediği ve inşa ettiği "toplu prefabrik konut köyler"de yaklaşık kırk bin kadar yerli yaşamaya çalışıyor. Bu insanları görmeliydiniz: "hiç bir şey yapmama" cezasına çarptırılmışlar! Evet, tam da böyle. ‘Yaşam’ olarak algıladıkları geleneksel durum tamamen yasaklanmış durumda: Avlanmıyorlar, ekip biçmiyorlar, özetle ürettikleri dirhem şey yok! Hiç bir şey yapamıyorlar. Çoluk çocuk, kadın, erkek öylece oturuyorlar. Beyaz adamın belirli zamanlarda getireceği yiyeceği yemeye ve oturdukları yerde oturmaya mahkumlar.

 

Onlar sadece şunu yapabiliyorlar: dans! Hani şu bildiğimiz ‘tam tam’ dansı! Yapılan söyleşilerde yerliler, dans edip, büyü yaptıklarından söz ediyorlardı. Dans ederken avlanmanın hayalini kurup transa geçtiklerini, böylece kendilerini sahiden de orada ve özgür hissettiklerini; büyü yaparak kendilerini çeşitli yırtıcı hayvanlara çevirebildiklerini ancak bazan, geri dönüşü sağlayamadıklarını ve beyaz adama av olduklarını...

 

Burada söz bitiveriyor...

 

Okuduğunuz için teşekkürler...