Naim Dilmener'le Sohbet

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Eraslan Sağlam: Naim Dilmener hoşgeldin!

 

Naim Dilmener: Hoşbulduk.

 

ES: Seni burada ağırlama nedenimiz Eleştirmenin Günlüğü adlı yeni yayımlanan kitabın. Hemen kitabın kapağından başlayalım, çok hoş bir tasarımla karşılaşıyoruz kitabı elimize aldığımızda, bununla ilgili olarak ve Utlu Lomlu ile bağlantılı olarak neler söylersin?

 

ND: O gördüğün resim oğlumun yuvada yaptığı bir resimdi, onu yaptığı zaman ben böyle müzik üzerine filan yazmıyordum, fakat yine de çok sevmiştim, alıp çerçeveletmiş ve ofisimde tam karşıma da asmıştım. Sürekli seyredip duruyordum, sonra müzik üzerine yazmaya başlarken, ciddi bir müzik eğitimim yok biliyorsun, sadece bir koyu hayran diye yazdırmaya başladılar bana.

 

ES: Çok iyi bir dinleyicisin.

 

ND: Dolayısıyla o resimde ben kendi eleştirmenlik serüvenim arasında bir paralellik gördüm, o acemi çizgilerle, benim kulağa dayanarak, bir dinleyici olarak, müzşk üzerine yazmam arasında paralellik kurdum. Dedim ki bu benim yüzlerim, eleştirmenin yüzleri, dolayısıyla Eleştirmenin Günlüğü’nün basılmasına sıra gelince, “kapak bu olmalı” dedim. Utku Lomlu elbette müthiş yetenekli biri, benim Pop Tarihi adlı kitabımın kapağını da o yapmıştı, o kocaman bir resimden o iki bloğu ayırdı, kenarına defter çizgisi geçirdi, sağını solunu eskitti, vs. Utku da sanatını konuşturdu.

 

ES: Ve bir günlükle karşılaştırdı bizi. Buraya gelirken her zaman olduğu gibi eli boş gelmedin, bize bir cd ile birlikte geldin ve çok önemli, sanırım şu anda ilk kez Açık Radyo’da çalınan bir cd (fonda dinliyoruz). Bu konuda biraz bilgi verir misin lütfen?ND: Bunu bana kimin ulaştırdığını söylememeliyim, çünkü bu şarkıların hepsi demo versiyonu, yani yayınlanmadılar ve Sezen Aksu’nun versiyonları. Sezen Aksu bu şarkıların bir bölümünü hiç yayınlamadı, bir bölümünü de bu halde yayınlamadı, sonra daha mütekamil halde geldiler, orkestrasyon ve alt yapı çalışmaları sonrası. Şimdi dinlediğimiz şarkıların hepsi yayınlanmamış demo versiyonlar ve ben elimde bir kutu baklava ile gelmek yerine bununla geldim.

 

ES: Çok daha makbule geçti, çok teşekkür ederiz. Bu Eleştirmenin Günlüğü dediğimiz kitap sadece bir günlük mü yoksa içinde gazete yazılarına da rastlıyor muyuz?

 

ND: Gazete yazıları yok, Milliyet Sanat’a ‘Günlük’ten evvel yazardım, Radikal’e yazıyorum, başka bir dolu yere yazıyorum, fakat ben yazılarımı kitaplaştırmayı hiç düşünmedim bir dolu yer istemesine rağmen.

 

ES: Çekincelerini biliyorum ama yersiz çekinceler olduğunu düşünüyorum.

 

ND: Yok, yersiz değil, çünkü gazeteci arkadaşlar anlayacaktır, kimi zaman bir saat içinde sıkışıp yazıyı tamamlayıp gönderdiğim oluyor; editör arıyor ve “şu konuda bir yazı” diyor. İkinci kere bile okumadan gönderiyorum, yani bazı yazıların üzerinde asla bir özen yok, acele ile yazılmış oluyor. Artı, özenip de yazdığım yazılarda kullandığım bilgileri zaten Hafif Türk Pop Tarihi’nde kullandım, orada bir hikâye dahilinde var. Dolayısıyla o yazıları yapmak istemedim, fakat buna başından itibaren bir günlük diye başladım ve sayfa sayısı olarak yayımlamaya değer bir miktara ulaştığında kitap olarak çıkar diye düşünüyordum, öyle de oldu.

 

ES: Şu anlamda çekincelerini yersiz buluyorum kitapla ilgili olarak, kitabı okuduğum zaman tümüne baktığımda çok kişiselmiş gibi duran pek çok şeyin aslında bizim kültür hayatımızla ilgili olarak çok önemli göstergeler taşıdığını düşünüyorum. Bu anlamda da çok önemli bir kaynak sağladığını düşünüyorum.

 

ND: Sağol.

 

ES: Eleştirmenin Günlüğü’nde sadece müzik mi var? Sadece müzikle mi karşılaşıyoruz?

 

ND: Başlarken benim fikrim müzik üzerine bir günlük olmasıydı, çünkü sonuçta ben bir dinleyici olarak müzikten, bir seyirci olarak sinemadan da, bir okur olarak edebiyattan da hoşlanıyorum. Hayatımı bunun üstüne kurdum daha doğrusu, bunlar olmadan ben olmam diye düşünüyorum. Fakat sonuçta bana yaz diye verdikleri yerler hep müzik üzerine yazılarla doluyor, dolayısıyla bir müzik yazarının “ben şundan da anlarım, bundan da anlarım” diye yazması, başkası yapsa bana batar, ben de yapmak istemedim, ağırlıklı olarak müzik üstüne gitmek istedim. Fakat gün geliyor, diyelim ki bir gün beta kaset koleksiyonunu tasfiye edeceksin diye Vayda’nın filmini çekiyorsun, Vilkolu Kızlar’ı seyrediyorsun. Vilkolu Kızlar inanılmaz bir film, bütün o sinema günleri, o açken hepimizin koşturup üçer, dörder film seyrettiğimiz günler aklıma geliyor. O zaman ya gözyaşına boğuluyorsun, ya çok hüzünleniyorsun ve bu da günlükte olsun istiyorsun. O zaman da kaytaramıyorsun sinema yazmaktan.

 

ES: İyi ki de kaytarmamışsın!

 

ND: Ama ağırlık müzikte.

 

ES: Şu anda getirdiğin demo kaydından ‘Uslanmadım’ın ilk versiyonlarından birini dinliyoruz galiba?

 

ND: Evet. Normalde Alper Narman, Fettah Can’ın şarkısı ve bu şarkı Levent Yüksel’in albümünde yer aldı. Levent Yüksel çok güzel söyledi, fakat anlayabildiğimiz kadarıyla bu da bir gizli bilgi demek ki, bu iki arkadaş bu şarkıyı önce Sezen Aksu’ya vermişler, Sezen Aksu da kalkıp gördüğün gibi demo versiyonunu yapmış ama her nasıl olduysa herhalde “Leventçiğim senin olsun” demiş olmalı ve Levent Yüksel söylemiş ama işte bu gerçekten bir hazine.

 

ES: Eleştirmenin Günlüğü ne kadarlık bir zamanı kapsıyor, hangi yıllar arasında tuttuğun günlükleri okuyabiliyoruz?

 

ND: Kitaplaşmış hali, 2001’le başlıyor, 2005’in sonuna kadar sürüyor, yani 5 yıllık. Şu anda bugün 7 Temmuz, 6 Temmuz 2006’ya kadar yazılmış, hakikaten günlük yazıyorum. Her gün oturuyorum, o gün ne olduysa onu yazıyorum, müzikle ilgili bir şey çıkmışsa. Ola ki çıkmamıştır, ya da diyelim o gün çıkan 3 yıl evvel yazdığımla aynıdır, mesela ben sık sık Umay Umay dinliyorum, mesela yine Umay Umay dinlemişsem daha önce yazdığım için o gün yazmayabiliyorum, atlayabiliyorum. Ama genellikle atlamamaya çalışıyorum. 2006 yazılıyor, 2007 yazılacak, 2008 yazılacak; o da 300-400 sayfa olduğunda bir kitap daha çıkacak.

 

ES: Bakalım bizim bahtımıza ne çıkacak o kitaptan? Eleştirmenin Günlüğü ile ilgili yaptığımız internet taramalarında şununla karşılaşıyoruz: “Çok teşekkür ederiz Naim Dilmener, kitabınızı okuduk, ben de varmışım içinde” diye şeylere çok sık rastlıyoruz.

 

ND: O günden beri “ben varmışım teşekkürler” ya da “ben yokmuşum aşkolsun” şeklinde çok telefon geldi böyle. Şu var, ben arkadaşlarımdan söz etmeye bayılırım, daha doğrusu ben arkadaşlarımla övünürüm, yani onlar yoksa ben de yokum demektir bu, onlarla var oluyorum, arkadaşlarım da enimin ki benim için aynı şeyleri düşünüyordur, ama şu var, “bu günlük müzik günlüğü demişsem”, eğer müzik üstüne somut bir şey, önemli bir şey olmamışsa bazı insanları ille de anayım diye bir şey olmaz.

 

ES: Tabii ki, telefon defteri çıkarmıyoruz!

 

ND: Programdan önce espri yapmıştım ya, kimse alınmasın diye İstanbul telefon rehberini önüme alacağım, herkesin adını bir kere geçireceğim!

 

ES: Eminim herkes büyük bir zevk ve şevk duyar bundan ötürü. Eleştirmenin Günlüğü’nün okuyucu kitlesinden söz edecek olursak, kimlerle karşı karşıya geliyor kitap, ya da senin bir hedef kitlen var mıydı, yahut bu kitabın alıcısı kimler?ND: Aslında vardı, samimi söylüyorum, gelen maillerden, gelen telefonlardan, SMS’lerden biliyordum ki böyle 300-500 civarında, beni her ne yaptıysam takip eden bir kitlem var. 300 ama en fazla 500, bunu yayıncıma da söyledim. Yani en fazla bu kadar satabilirsiniz dedim. Kimdir bunlar? Deli gibi koleksiyoncu olan, o Radikal 2 gazetesindeki ‘Bulursanız Kaçırmayın, Sakın Yaklaşmayın’ listelerini kesip kesip ceplerinde taşıyan oluyor, bazen Megavizyon’da çıkartıyor listeleri “bakın bunları arıyoruz” diyorlar. Onlar alır sanıyordum, fakat gelen maillerden, gelen telefonlardan ya da yayınevine gelen telefonlardan anlıyorum ki, bir tek bu kadar olmadı, başka kesime de hitap etti bu kitap. Bunlar da ağırlıklı olarak müzik düşkünü, koleksiyoncu, sadece bu kadar değil, aynı zamanda popüler kültürü anlamaya çalışan ya da eleştirmeye çalışan veyahut ne olduğunu bilmeye çalışan insanlar.

 

ES: Sana bir sürprizim daha var, internetten bir yazı okumak istiyorum izninle. Bu bir internet blogu, Cem Uyurken Yazdıklarım başlıklı bir blogdan bir bölüm aktarmak istiyorum.

 

ND: Yasemin Özgödek.

 

ES: Evet. “Naim Dilmener’in yazılarının ve Cumartesi günleri Açık Radyo’da yaptığı ‘Dünya Dönüyor’ adlı programın takipçisiyim. Bu kitabını da raflarda görür görmez aldım ve bulduğum her boş anda hemen açıp okuyarak, hemencecik bitirdim. Cem yaşlarındayken Grundig kaset çalarlardan dinlemeye başladığım ve bugüne dek bıkmadığım şarkılar bugün hâlâ çalınıyor, dinleniyorsa bunu en çok borçlu olduklarımızdan biri Naim Dilmener’dir herhalde. Kişisel tarihimde çok önemli yer tutan bu şarkıları hâlâ bayılarak dinliyorum, Eleştirmenin Günlüğü’nü okumak Naim Dilmener’in radyodaki sesinden, kendisini anlatışını dinlemek gibiydi. Kitapta Babylon’da büyük bir zevkle ve eğlenerek çaldığı geceleri, yeni albümler peşinde D&R ve Megavizyon’da attığı turları, aldığı albümleri sıralayıp dinleyişini, takık bir koleksiyoncu oluşunu, eğlenceli bir dille anlatıyor” demiş.

 

ND: Eksik olmasın, Yasemin’le hiç tanışmadım ama maille haberleşiyoruz, çünkü Yasemin’in bu blog’unda “Cem Uyurken Yazdıklarım” kısmında daha evvel Dünya Dönüyor’dan söz etmişti, demişti ki “Cumartesi kahvaltılarımıza bazen Naim Dilmener’in Dünya Dönüyor’u da eşlik eder”. Ben orayı okuduğumda çok sevinmiş ve mail atmıştım ona. Ondan beri de arada bir de olsa mailleşiyoruz, bu bölümü de onun sitesinde okumuştum, çok sevmiş kitabı hakikaten.

 

ES: Belki de bizi dinliyordur şu anda?

 

ND: Belki, keşke. Dinliyor musun Yasemin? Selamlar olsun.

 

ES: Belki de bir şeyler karalıyordur seninle ilgili. Şu anda senin getirdiğin kayıttan 1945 adlı, aslıda bildiğimiz ve aşina olduğumuz bir parçanın sanırım yine ilk versiyonunu dinliyoruz.

 

ND: Bu 1945’in demo versiyonu, Eurovizyon’a gönderilirken bir şeye kaydedip gönderirsin ya, muhtemelen bir piyano eşliğinde yapılmış düz bir kayıt ve sonra albüme alırken o baştaki introyu atmışlar.

 

ES: Yasemin’in de yazdıklarından hareketle bir soru yöneltmek istiyorum, pek çoğumuzun kafasını karıştıran ve heyecanlandıran bir soru. Pop müzik dinlemekten utanç duyuluyordu, senin yoğun çalışmaların kısmen de olsa bunun önüne geçmiş oldu. Sen bu rahatsızlığı, çekinceyi ya da dört duvar arasında pop müzik dinleme durumunu nelere bağlıyorsun? Bu anlamda Eleştirmenin Günlüğü adlı kitabında bir açık kapatıyor mu?

ND: Bunu böyle söylemek ayıp ama hakikaten öyleydi. Benim gibi 70’lerde yaşayıp, sol geçmişi olan insanlar arasında özellikle, o dönem şöyle bir şey vardı, bunlar dinlenir mi, dinlenmemeli, ayıptır, en azından bunlar afyondur, vs. Doğruya doğru, bunlar afyondur gerçekten, ama öte yandan bizi biz yapan özelliklerin bir kısmı da bu şarkılarda gizli, bazı kıstaslar. Bunlar çocukluk günlerimizden itibaren neredeyse hayatımızın her anına eşlik ettiler. Eşlik edenler değişebiliyor, Ajda Pekkan hariç! Ajda Pekkan her anımıza, gençliğimize eşlik etti de, bazı şarkılar değişiyor. 60’larda Samanyolu dinliyoruz, 70’lerde Barış Manço, Cem Karaca dinliyoruz, 80’lerde Sezen Aksu.

 

ES: Hatta kimimiz ‘Kime derler sana derler’le başlıyor bu işe!

 

ND: Evet. Ama şu var, hakikaten özellikle entelektüel kesim bu şarkıları her zaman hafif ve basit buldu; neye göre? Kıstaslar biraz fazla keskin çizgiliydi, entelektüel dediğin caz müziği dinlerdi ya da klasik müzik dinlerdi, Mozart, Bach dinlerdi vs. pop dinlemezdi. Fakat 90’ların ikinci yarısından sonra şöyle bir gelişme oldu, ki Murat Belge buna 70’lerden beri dikkat çekmeye çalışıyor, özellikle Cumhuriyet’teki popüler kültür yazılarında derdi ki “bu şarkılardan bir alt okumayla ya da başka türlü bir okumayla geçmişimiz ve geleceğimiz hakkında bir sürü ipucu bulabiliriz.” Doğru, çünkü bir yandan pop müzik bizi yönlendirirken, nasıl davranacağız, ne yiyeceğiz, ne içeceğiz, ama bir yandan da biz de pop müziği yönlendiriyoruz; şöyle müzik istiyoruz, böyle müzik istiyoruz diyoruz, sözler bizim taleplerimize göre değişebiliyor. Dolayısıyla artık bu bir parça netleşir oldu ve artık kimse o kadar da utanmıyor, ne güzel.

 

ES: Şunu merak ediyorum, popüler kültür ve tüketim toplumu arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsun?

 

ND: Popüler kültür ya da popüler müzik tüketmek -herhangi bir alt anlam arama ama tastaman böyle- gidip bir marketten bir paket peçete, bir paket tereyağı, vs. almaktan farklı değil. Gerçekten değil, ama ne var, bu şarkılar bizde bu sözünü ettiğim tüketim maddelerinden daha fazla iz bırakabiliyor, hepsi değil ama hiç olmazsa bir kısmı. Diyelim ki bugün Tarkan’ın, Mustafa Sandal’ın, Hande Yener’in şarkılarıyla yetişenler bile bizim bu kadar güldüğümüz, en azından basit bulduğumuz, Cem Karaca, Barış Manço, Ajda Pekkan şarkılarına göre basit bulduğumuz bu şarkıları bile hiç olmazsa bir bölümünü şimdiki kuşak 30-40-50 yaşlarına gelince çok fazla anacak ve bir takım şeyler hatırlayacaklardır. Yani şarkılar hayata eşlik ediyor, hayata eşlik ettikçe de daha fazla kıymete biniyorlar. Şarkılar eşliğinde bir şey yaşamamışsanız o şarkıları daha sonra hatırlamıyorsunuz, hatırlamanıza da gerek yok ama bir şey yaşamışsanız, isteseniz de istemeseniz de hatırlıyorsunuz.

 

ES: Şu anda da yine senin getirdiğin cd’den Sorma adlı parçanın ilk halini dinliyoruz.

 

ND: Bu zaten Sezen Aksu’nun bestesi ve sıfır beste olarak Ayşegül Aldinç’e vermişti. Ayşegül Aldinç de çok güzel söylemişti, fakat onun sesinden büyük bir hit olmadı ama sonra Kibariye söyledi, Kibariye söyleyince her yanı kıyamet gibi sardı. İşte meğer o şarkının bir Sezen Aksu demo versiyonu da varmış.

 

ES: Seni bulmuşken Ajda dememek olmaz tabii ki, gelelim Ajda’ya. Ajda Pekkan kitabı: Hür Doğdum Hür Yaşarım ne durumda?

 

ND: Geçen hafta sonuydu, aşağı yukarı Perşembe Cuma kitap bitti. Şimdi tam süsleme aşamasındayım, şöyle ki, kendimce genel bir çizelgem vardı, Ajda Pekkan kitabı yazmaya oturduğumda böyle 54-55 maddelik bir plan yapmıştım. Yani bir Ajda Pekkan kitabında bu konuların üzerinde mutlaka durulmalı; batılı yüzümüz olmasından başlıyor, Eurovision, vs. gidiyor. Onun kontrolünü yapmaktayım, o maddelerin atladığım kısmı oldu mu diye. Yazım süresi iki yıla yayıldı, atlamadan ama basit geçtiklerim var mı diye onu kontrol ediyorum. Kontrol ettikçe de sağına soluna bir şey ekliyorum ama bitti.

 

ES: Harika! Hemen kitabından bir cümlelik alıntı yapıyorum, “öyle çok kötü albüm yapılıyor ki, artık yazı yazarken daha önce söylediklerimden farklı şeyler söyleyebilmek konusunda zorlanır oldum” demişsin. Pop müzik örneklerinin aynılığı ve ayrılığı konusunda neler düşünüyorsun özellikle son 5 yılla ilgili olarak?

 

ND: Öyleler ama. İnsan gerçekten de sıfat bulamıyor, yermek, bazen de ifrada kaçıp hakaret etmek de istiyorsun ama o sıfatların da kullanılmış olduğunu görüyorsun. Ben kurtuluşu yazmamakta gördüm, onlar üzerinde pek de söz almak istemiyorum doğrusu.

 

ES: Çok çok teşekkür ederim, benim için heyecan verici, çok eğlenceli ve çok keyifli bir söyleşiydi.

ND: Çok sağ ol.

(7 Temmuz  2006 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)