Müziğin Eşitlikçi Dağılımı İçin Bir Model: Jazz Mobile

-
Aa
+
a
a
a

PostBop akımının efsanevi piyanisti John Coltrane’in kadim dostu ve ortağı McCoy Tyner, geçtiğimiz ay İstanbul’da, Cemal Reşit Rey sahnesindeydi. Bill Evans ile birlikte son yarım asra damgasını vuran ve Cemal Reşit Rey’deki konserinde 76 yaşında olduğunu unutturan performansıyla ayakta alkışlanan üstat Mc Coy Alfred Tyner, 14. Uluslararası Akbank Caz Festivali kapsamında, basta Charnett Moffett ve davulda Eric Kamau Gravatt ile sahneye çıktı.

 

18 yaşında Müslümanlığı seçen ve Süleyman Saud adını alan, ancak caz dünyasında Mc Coy Tyner adıyla tanınan  sanatçının  konser öncesinde düzenlediği basın toplantısına dahil olan Açık Radyo da, McCoy Tyner ile buluşarak cazseverler için “tarihi” diye nitelenebilecek bir söyleşinin parçası oldu… Açık Radyo’dan Evrim Altuğ’un da katıldığı bu söyleşinin kimi bölümlerini sizlere aktarıyoruz.

 

McCoy Tyner, yakın dostu ve grup arkadaşı John Coltrane ile nasıl tanıştıklarını ve kendisinin müziğini nasıl etkilediğini şöyle anlatıyor…

 

“John Coltrane ile tanıştığımda 17 yaşındaydım. O yıllarda kendisiyle birlikte büyüdüğümüz Pennsylvania’da yaşıyorduk. Zamanla çok iyi iki dost olduk. Tanıştığım zaman o bana Miles Davis ile çaldığını ve isterse bize katılabileceğini söylemişti. Annesinin evinde toplanır, müzik konuşurduk. 1960’ların başlarında grubuna dahil oldum.”

 

McCoy Tyner, Coltrane’den “hocamdı” diye söz ediyor ve ilginç de bir itirafta bulunuyor…

 

“Gençtim, 21’imdeydim ve Coltrane benim hocamdı diyebilirim. Her gece evine gider, müziğini, düşüncelerini ve tavsiyelerini dinlerdim. Bana devam etmemi söyleyip dururdu. Ekibin lideriydi ve grubun sadası, her birimizin iletişim ve anlayışıyla oluşurdu. Ama daha çok Coltrane’in yönlendirmesi bunda etkiliydi. On yaşında kaptığınız bir şeyin hayatınızdan çıkmasını bekleyemezsiniz. Bu minvalde ben Coltrane’in ‘karbon kopya’sı da olmadım doğrusu. Bende etkisi olduğu muhakkak. Ama beni özgür kıldı, asla bir şey dayatmadı. Ardından birlikte geliştik, öğrendik, birbirimizi ve hayatı tecrübe ederek geliştik.

 

Altuğ, McCoy Tyner’a, 18 yaşında tercih ettiği Müslümanlığın müziğine ve dünya görüşüne nasıl yansıdığını sorduğunda ise, şu cevabı veriyor:

 

“Pratik bakımından çok da dindar değilim. Ama hayatımda inançlı biriyim. Tam anlamıyla dini vecibelerini yerine getiren bir dindar  olmadım. Küçüklüğümde, inançlarına sıkı sıkıya bağlı olan ailem beni kiliseye, Pazar ayinlerine götürürdü. Hatırlıyorum, ilahileri ve törenleri izlerdim. Yıllar geçtikçe kendimi İslam dinine daha yakın hissettim. Bu iyi bir şey çünkü ben, her anlamda aşırılıktan uzak durmayı seçtim; kaldı ki Tanrı’nın da bizlerden her şeyin aşırısını beklediğini düşünmüyorum. Tanrı, hayattaki güzelliklerin ve sunduğu nimetlerin tadını çıkarmamızı, ve yaşadıklarımız için şükran duymamızı beklediğini sanıyorum. Diğer taraftan, dünyanın gidişatının niçin bu denli karışık olduğunu hâlâ çözebilmiş de değilim. Bu anlaşılmaz bir durum. Daima sadelikten ve güzellikten yana durdum. Hayat birçok açıdan güzel ve sade.. Tamam, dünyada birçok sorun var ama, ne yaparsınız.. Hayat akıp gidiyor işte…”

 

Gelen bir diğer soru üzerine, Mc Coy Tyner cazın üretildiği mekân, müziğin doğası ve dinleyici üçgeni arasında yaşadığı tecrübeleri, şu cümlelerle ifade ediyor:

 

“Çalarken, hangi sahnede olursam olayım, dinleyicinin varlığını hiçbir zaman es geçmedim. Onlar güzel bir gece ve iyi vakit geçirmek için geliyorlar, bunun için para veriyorlar. İnsanları kaybetmeden, onların kulaklarını kaale alarak çalmak çok önemli, bizim gelişimimizi de körüklüyor ve ilginçleştiriyor.

 

Bir caz kulübünde çalmanın ne kadar mahrem veya sıcak ya da özel bir atmosfer sunduğunun elbette bilincindeyim, ancak çaldığınız mekânın büyüklüğünün, izleyicinin sizinle olan sıcak teması söz konusu olduğunda o kadar da belirleyici olduğu kanaatinde değilim. Bir şekilde bu ilişkiyi kuruyorsunuz çünkü.”

 

Usta müzisyenin cazın geleceğine dair fikirleri ise, en az müziği kadar yalın, ancak bir o kadar da çoksesli bir içerik ihtiva ediyor.

 

“Cazın geleceği ve gidişatı üzerine, şu anda sizler arasında bulunan bir gazeteci beyefendinin yaptığı ‘akan nehir’ benzetmesini keyifle  ödünç almak isterim. Dediğiniz çok şiirsel ve doğru. Caz dediğiniz, bir nehir evet.. Ve çeşitli kıyıları, yönleri, kolları var. Bugün de durum aynı. Bu, sizin nereye aktığınız veya akıntıya ne denli direndiğinizle ilintili. Müzik buna göre şekil alıyor. Size göre şekil alıyor. 50’lerde, 60’larda da durum buydu. Bu durumun asıl kaynaklarından biri de sanatın, dramanın, müziğin yaşama kattığı ince kudrette gizli bence. Hepimizin hayatlarını etkiliyor.”

 

Mc Coy Tyner’a, gittiği ülkelerin kendisini ve müziğini nasıl etkilediği sorulduğunda, sanatçı şu cevabı veriyor:

 

“Turneler vesilesiyle, gittiğiniz her yeri bir biçimde özümsüyorsunuz aslında. Örneğin İstanbul’a geldim ve Sultanahmet Camii, Ayasofya ve şehrin diğer güzellikleriyle karşılaştım. Çok etkilendim. Bu ülkenin tarihi mirasına da hayran olduğumu itiraf etmeliyim. Sanki tüm dünya tarihiyle doğrudan bağlarınız var. Hatta Bir Türk dostum sayesinde İzmir’e de gelmiştim. Oradan da etkilenmiştim. Yarın da Paris’te olacağım. Belki bir gün yine buraya gelip bu kez daha çok güzellikle karşılaşabilirim.”

 

Sanatçının müzikte deneysellik üzerine fikirleri ise şöyle:

 

“Müzikte deney ve yenilikten yana tavır alanlarla bir alıp veremediğim yok. Onlar için iyi bir şey bu. Ama bana uygun değil. Akustik piyanoya tutkunum ve çalmaya devam edebildiğim kadar etmeye çalışacağım diyebilirim. Hiçbir şeye karşı değilim, öyle ki dostum Joe Zawinul’nun synthesizer ile yaptıkları, çabası ve ortaya çıkan besteleri beni etkiliyor. Bu onun için de, caz için de iyi bir şey. Kısacası bu benim için hiç sorun değil yani.”

 

 

Tyner, Altuğ’un Caz müziğinin yasadışı yollardan kopyalanması ve yoksul kesimlere nasıl ulaşacağı yönündeki sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:

 

“Şu anda bestelerimin internet üzerinde kulaktan kulağa paylaşıldığını sanmıyorum. Ama teknolojinin geldiği nokta ortada. Birçok şey yapılıyor ve bu da bir iletişim biçimi..  Diğer yönden, yoksulların da müziğe ihtiyaçları var. Bu krizin, ancak büyük şirketlerin sponsorluk kurumunu işletebilmek suretiyle, müzikle izleyiciyi en maliyetsiz ve eşitlikçi yönden buluşturmaları ve hükümetlerin kültür politikalarını gözden geçirmeleriyle aşılabileceği kanaatindeyim. Diğer taraftan New York’tan size bir örnek vereyim; Kentte mobil bir Caz istasyonu ya da ‘stüdyosu’ veya
sahnesi dolaşıyor. ‘JazzMobile’ deniyor buna. New York eyaletinin mali destek verdiği bu tırda piyanolar ve diğer enstrümanlar, sanatçılar yer alıyor ve caz müziğini insanların arasına katıyorlar. Bir deyişle ayaklarına taşıyorlar. Gruplar sahneye çıkıyor. Kapınızı açıyorsunuz, bir tır, önünde izleyiciler ve coşku… Hem de sizin mahallenizde… Bence harika bir fikir bu.”

 

Fotoğraflar: Evrim Altuğ