Mitleri kurcalarsak…

-
Aa
+
a
a
a

Peace Initiative Turkey

 

Mit 1: Hiç kimse tezkere çıkmadan önce Iraklıların Türk askerine bu kadar büyük bir kararlılıkla karşı çıkacağını göremedi. Son gelişmelerin Türk askerine karşı olmasından destek bulmaya çalışmamız, bu yüzden doğru olamaz.

 

Niye yanlış?: Tezkere çıkmadan önce, Türkiye Barış Hareketi’nin bütün bileşenleri, savaşa/işgale ilkesel olarak karşı olmalarının yanında, bu hususu defalarca belirtmişlerdir. PIT’in tezkere çıkmadan önce yayınladığı basın bildirisinde de bütün açıklığıyla bu husus vurgulanmıştır. Dünyayı yalnızca büyük medya aracılığıyla algılamaya/anlamaya çalışanlar, her zaman olduğu gibi yine manipule edilmiş ve yanılmışlardır. Alternatif bir sürü kanaldan duyulabilecek Irak halklarının sesine kulak verenler ise, en başından Iraklıların Türkiye’den asker gelmesine karşı olduğunu biliyor, bunu söylüyor ve yazıyorlardı. Kimi büyük gazetelerin bazı köse yazarları bile bu konuya yer vermiştir. “Kimse bilmiyordu” demek düpedüz yanlıştır, “biz bilmiyorduk” demenin de etrafta bunu söyleyen o kadar insan varken haklı bir gerekçesi olamaz.

 

PIT basın bildirisi için: http://www.peace-initiative-turkey.net/pr4_tr.htm

 

Mit 2: Tezkere ile asker gönderme yetkisi alan hükümet de, bizi istemeyen bir memlekete asker göndermekte diretmiyor zaten. Amerika isterse ve Irak Konseyini ikna ederse asker gönderilebilecek.

 

Niye yanlış?: Hükümet simdi bu konuma gelmişse bizim açımızdan sevindirici. Ama kendi açısından utanç verici. Çünkü tezkere çıkmadan önce de Iraklıların Türkiye’den asker istemediği belliydi ve bu tür işaretler karşısında Türkiye’nin tavrı “size de ne oluyor, orada ABD’nin borusu öter, biz sizi muhatap bile almayız, sesinizi kesin” seklindeydi. Sanki Türkiye hükümetinin haftalar boyu böylesine efelenme tavrı olmamış gibi yapmak, gerçekleri çarpıtmak olur. Türkiye’nin, Irak meselesindeki tavrını şimdiye kadar üç temel boyut belirlemiştir: 1) ABD yardakçılığı, 2) Kürt paranoyası ve 3) Irak Türkmenlerini kendi çıkarları için manipulatif bir uzantı olarak kullanma niyeti.

Her biri kendi içinde siyasi ve etik olarak yanlış olan bu boyutlar bir araya gelince de ortaya çıkan sonuç şu olmuştur: 1) Onursuz ve tutarsız bir dış politika nedeniyle dünya kamuoyu nezdinde saygınlık yitimi; 2) Kürt meselesini anlamaya ve demokratik çözüm yoluna direnme ve gerek Türkiye’deki gerek de Irak’taki Kürtlerle daha da gerilen ilişkiler; Kürtlerin daha bir yabancılaştırılması; 3) Türkmenlerin Irak siyasi sahnesine rüştünü ispatlamış ve kaale alınan bir siyasi aktör olarak çıkmakta zorlanması (tam da bu yüzden son zamanlarda Iraklı Türkmenler bile Türkiye’nin bir BM kararı olmadan asker göndermesine karşı tavır almıştır).

 

Bu konuda Radikal'den Nuray Mert'in yeni bir yazısına bakmak da faydalı olabilir: http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/10/23/haber_93012.php

Mit 3: Askerin gönderilip gönderilmemesinde kıstas Amerikan ordusunun Irak'tan çıkmasından sonra Irak’ın ne durumda olacağıdır. Irak eğer Saddam yanlılarının veya Vahabilerin veya bir başka aşırı İslamcı örgütünun eline geçecekse, buna mani olunması için çaba sarf etmek Türkiye için bir insanlık borcudur. Böyle bir durumda Irak kolayca terör yuvası haline gelebilir veya parçalanabilir. Türk ordusu giderse savaş için gitmeyecek zaten. Barış daha erken sağlansın diye gidecek.Niye yanlış?: Temel kıstas hukuk ve demokrasi olmalıdır, başka bir şey değil. ABD, uluslararası hukuku ve dünya kamuoyunu hiçe sayarak Irak’a saldırmış ve işgal etmiştir. Yapılan işin adını doğru koymak gerekir: Hukuk-dışı saldırı ve işgal. Buna karşılık, Irak’ta bu işgale karşı giderek artan bir hoşnutsuzluk ve direniş vardır. Bu koşullar altında ABD’nin çağrısıyla kim Irak’a silahlı kuvvetlerini gönderirse işgalci konumuna girecektir. “Türkün Türke propagandası”ndan başka bir şey olmayan “biz oraya savaş/işgal için değil, barış için gidiyoruz” demek eğer inanılmaz bir saflık değilse, düpedüz bir kandırmacadır. Kimi kandırıyoruz? Iraklılar buna inanmadığına göre, kendimizi mi? Oraya gidecek Türkiye askerleri de, diğer işgal kuvvetleri gibi öldürecek ve öldürülecektir. Örneğin bu asker gönderme işini savunan faşizan/milliyetçi kesimin sözcüleri kendi içlerinde bu acıdan bir tutarlılık sergileyerek “Barış gücü yanılsaması”dan çıkmak gerektiğini, Türkiye’nin oraya kendi çıkarlarını korumak için savaşmak üzere gitmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Türkiye gibi bir ülke, dünyanın en büyük askeri gücü tarafından işgal altında tutulan komşu bir ülkeye asker gönderdiğinde bu askerin oraya hangi işlevle (örneğin, “Barış gücü”) gideceğine tek başına kendisi ve kendi niyetleriyle karar veremez. Ortada bir siyasi/askeri gerçeklik (işgal/savaş) vardır ve Türkiye eğer asker gönderme adımını atarsa kendi niyetinden bağımsız olarak bu gerçekliğin bir parçası olacaktır.

 

Bütün dünyada demokrasi diye bir derdimiz var ise ve dünyaya yalnızca dar ve ilkel “ulus-devlet çıkarları ve “milli güvenlik devleti” pencerelerinden bakmıyor isek, bütün demokrasi yanlısı güçlerin, Irak dahil her ülkede anti-demokratik gelişmelerin karşısında olması ve demokratik güçleri desteklemesi gerekir. Bu genel ilkenin ABD-Irak-Türkiye örneğinde tercümesi şudur:

 

1. ABD’nin öteden beri bütün demokrasi havariliği söylemine rağmen dünyada demokratik gelişim gibi sahici bir derdi olmadığı bilinmelidir. Demokrasi adına ABD’nin neler yapmış olduğu hâlâ bilinmiyorsa aşağıdaki linklerden yeterince bilgi almak mümkündür:

http://www.peace-initiative-turkey.net/links.htm (“backgrounders” bölümü)

http://www.peace-initiative-turkey.net/warquiz.htm

 

2. Türkiye, öncelikle kendi içine çeki düzen vermeden ve gerekli demokratik reformları yapıp, uygulamaya sokmadan, özellikle de Kürt sorununa siyasi bir çözüm bulmadan, Irak’ta demokratik bir gelişim için katkıda bulunamaz. Türkiye’nin işgale kadar verdiği görüntü, elinden gelse, Irak’ta Kürtleri kontrol altında tutabilecek Saddam türü bir diktatörlüğü tercih edeceği yönündeydi. Örneğin Türkiye hâlâ Irak’ta Kürtlerin önemli bir siyasi aktör olarak ortaya çıkmış olmasını sindirememiştir. Egemen söylem “birkaç aşiret parçası”dır. Türkiye kendi içinde öteden beri yapmaya çalıştığı gibi, Kürtlerin Irak’ta da merkezi hükümet altında erimesi ve siyasi/kültürel haklarından yoksun bırakılması mümkün olsa, bunu desteklemekten çekinmeyecektir. Bütün bunlar kuskusuz Iraklılar tarafından da biliniyor, görülüyor. O yüzden Türkiye’nin “Irak’ın iyiliği için Irak’la ilgilendiğine” Irak’ta kimse inanmıyor. 

 

3. Saddam diktatörlüğü çöktükten sonra, yıllardır bastırılmış bulunan bütün siyasi eğilimler yeni rejimde daha çok söz sahibi olmak için bir mücadele içine girmişlerdir. Irak’ta İslami bir rejim kurulma olasılığı işgal sonrası daha da artmıştır ve işgal sürdükçe de daha da artacaktır. Biz bundan memnun olmayabiliriz ama bunu engellemenin yolu işgal ve asker gönderme değildir. Daha önce defalarca kanıtlandığı gibi baskı/işgal gibi önlemler din-temelli radikal akımları güçlendirici bir işlev görürler (bakınız İsrail/Filistin örneği). Irak’ta bir din devleti kurulacaksa, kurulacaktır ve Irak (İran gibi) bu süreçten geçecektir. Şu noktada böyle bir gelişmenin baş sorumlusu da ABD işgali olacaktır (aynen İran örneğinde yıllar boyu despotik Şah rejimini koşulsuz desteklemelerinin bir İslam devrimine yol açtığı gibi). Türkiye’nin işgale katılması bu ihtimali güçlendirmekten başka bir sonuca yol açmaz. Irak’ta gerçekten demokratik bir rejim kurulması yönünde derdi olan odakların yapabilecekleri en doğru şey, Irak içindeki demokratik güçlerle bağlarını kuvvetlendirmek, onlarla dayanışma gösterip, desteklemektir.

 

4. “Irak’ın terör yuvası haline geleceği” saptamasına gelince: “Terör” kavramı günümüzde egemen söylemin kendi hoşuna gitmeyen her şeyi karalamak için kullandığı bir kavram haline gelmiştir. Oysa şu basit gerçeği bilmek bu konuya daha farklı bir acıdan bakmamıza yol açabilir: Dünyada “terör” diye tanımlanabilecek faaliyetlerin çok büyük çoğunluğu “devlet terörü” başlığı altında toplanabilir. Bu Türkiye’de de böyledir, eskiden ve şimdi Irak’ta da böyledir, işgal altındaki Filistin topraklarında da böyledir. İşgal altındaki Irak zaten bir “terör yuvası”dır. Bu terörü uygulayan da işgalcilerdir. Eğer bu teröre karşı bir “karşı-terör” dalgası yükselirse/yükseliyorsa bunun da baş sorumlusu yine işgal güçleridir.

 

5. Bütün bunları demiş olmak, Irak’ta mevcut siyasi aktörlerin doğru politikalar izledikleri ve izleyecekleri, kendi baslarına bırakılırlarsa doğru kararlar alacakları ve işgal bittiğinde Irak’ın tozpembe bir diyar olacağı anlamına gelmez. Aksine, Irak büyük sorunlarla uğraşmaktadır ve işgal bitse bile uzun bir süre uğraşacağa benzemektedir. Kürtler dahil, Irak’taki siyasi aktörlerin büyük çoğunluğunun en azından kısmen hatalı politikalar izledikleri de doğrudur. Ama Irak toplumu, zor ve acili da olsa, arada bir sürü hata da yapsa kendi içinde halletmeli ve kendine göre bir yol bulmalıdır. Bu yolda dış askeri müdahale ancak daha çok sorun ve daha çok kan anlamına gelecektir. Yapmamız gereken, Irak’ı daha iyi tanımak, anlamaya çalışmak ve siyasi ve insani olarak demokratik güçleri desteklemektir.

Mit 4: 50 senedir yanımızda bulunan, Türk ordusunu ordu yapan, düşmanlarına karşı kalkan olan dostu Amerika'ya Türkiye “isterseniz asker göndeririz” demekle sadık dostu olduğunu göstermiştir. Bu bile kafidir. Türkiye bu konuda doğru kararlar almıştır.

 

Niye yanlış?: Öncelikle ABD, Türkiye’nin 50 yıllık dostu değil, efendisidir. ABD, kendi süper güç stratejileri içinde öteden beri başka bir sürü ülkeyi olduğu gibi Türkiye’yi de olabildiğince kullanmıştır. Soğuk Savaş döneminde Türkiye’ye biçilen rol “sadık sınır bekçiliği” idi ve Türkiye de bu rolü oynamıştır. Oynanan bu rol, Türkiye’ye kendi içindeki toplumsal muhalefetin boğulması anlamına gelen 12 Mart ve 12 Eylül olarak geri dönmüştür. Başka bir sürü ülkede olduğu gibi Türkiye’deki askeri darbelerin de arkasındaki ABD desteği gayet iyi bilinmektedir. ABD, Türkiye toplumunun değil ama egemen odakların müttefiki olmuştur. Sanki Türkiye’nin ABD’ye bir borcu varmış gibi “sadık dost” söylemi geliştirmek, Türkiye’de ABD yardımı/desteğinin de katkısıyla yıllar boyunca her türlü vahşete maruz kalmış milyonlarca insana büyük bir saygısızlıktır. “ABD’nin 50 senedir yanımızda bulunması” minnet duyulacak ya da takdir edilecek bir şey değildir, Türkiye için yalnızca bir utanç vesilesidir.