Mimarlıkta sınır aşımı & muğlaklık

-
Aa
+
a
a
a

Şerif Erol: Hoşgeldiniz Bülent Tanju.

 

Bülent Tanju: Merhaba, hoşbulduk.

 

ŞE: Bülent Tanju, mimarlık tarihçisi ama aynı zamanda GG’de (Garanti Galeri) 6 Ağustos’ta açılacak olan ‘Mimarlığı Tersten Giymek, Rural Studio, Mimarlıkta Sınır Aşımı ve Muğlaklık’başlıklı serginin de küratörü. Bu sergiden konuşmadan önce, ‘Garanti Sanat Galerisi’, ‘Garanti Galeri’ oldu, hatta ‘GG’ diye okuyoruz artık; bir konseptüel değişiklik var galiba? Bununla ilgili biraz bilgi alabilir miyiz?

 

BT: Tabii. Şöyle bir kavramsal değişiklik var, artık bir tasarım galerisi olacak GG, yani sadece tasarım disiplinlerinden beslenen, tasarım disiplinleri üzerine söz söyleyen, bir şeyler göstermeye, işaret etmeye çalışan bir galeriye dönüştü. Dolayısıyla eski sanat galerisi formatından başka bir noktaya evirildi.

 

ŞE: Dolayısıyla tasarımında da bir farklılık oldu galiba değil mi?

 

BT: Evet, tasarımında da şöyle söyleyeyim, sanat galerilerinin ya da sanat eserlerinin sergilendiği mekânların boşluğu ya da genel terk edilmişliğine oranla burada daha faza yüzey oluşturmak ve farklı tasarım disiplinlerin ürünlerini ve bu ürünlerin üzerine söz söylemeyi sağlayacak bir tasarım gerçekleştirildi aslında galeride de. Küçük bir galeri ve o galeriyi de büyüten, kullanılabilecek yüzeyi arttıran bir uygulama yapıldı.

 

ŞE: Yeni bir uygulama geldi?

 

BT: Evet.

 

 ŞE: Bu ‘Mimarlığı Tersten Giymek, Rural Studio, Mimarlıkta Sınır Aşımı ve Muğlaklık’ başlıklı sergi yarın başlayacak ve 6 Eylül’e kadar devam edecek. Bu sergi ile ilgili konuşmaya gelmeden önce bu sergide Rural Studio üzerinde durulacak; sizin de Rural Studio üzerinde durduğunuz bir yazınız Arrademento mimarlık dergisinin Mart 2003 sayısında yer aldı. Oradaki yazınızda mimarlık konusunda toplumsal sorumluluk üzerinde tartışıyorsunuz. Ben merak etmeden
edemedim doğrusu,mimarlık ve toplumsal sorumluluğu neden yeniden tartışmaya açma ihtiyacını hissettiniz?

 

BT: Belki şöyle düşünmekte yarar var, Türkiye’de -ama sadece Türkiye ile sınırlı değil- mimarlar sürekli bir şikayet etme halindeler, kent ellerinden kaçıyor çevre bozuluyor, vs. Dolayısıyla bu nokta bir duyarlılık var gibi gözüküyor, ki bu kısmi bir duyarlılık, bunu da itiraf etmek gerekiyor, çünkü meslek grubunun büyük bir kısmı aslında bununla da çok ilgili değil ama ilgilenen kısmı gene de bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Fakat şöyle garip bir durum var, sonuçta bu grup azımsanmayacak bir etkiye de sahip, akademisyenler var, meslek örgütlerinden insanlar var ama bir şekilde etkileyemiyorlar ortamı. Burada bir gariplik olduğunu düşünüyorum; sürekli şikayet ediyoruz, muhalif oluyoruz, çeşitli kavgalar, hatta eylemler, yayınlar, vs. yapılıyor ama bu bir şekilde var olanı hiç etkilemiyor. Dolayısıyla, şöyle düşünmeye başlamakta yarar var mıdır acaba, belki de şunu da sorgulamamız gerekiyor:

Biz, bizim dışımızda olanlara çok kızıyoruz. Peki, kızmaya devam edelim, peki ne bekliyoruz? Bizim bir bilgi alanımız var, o bilgi alanımızdan çok eminiz, sınırlarını da biliyoruz ve aslında bu alan uygulanırsa, yani toplumla ilişkiye geçerse herşey çözülecek, diye düşünüyoruz fakat o ilişki bir türlü kurulamıyor.

 

Mimarlık aslında giderek toplumsal alandan dışlanıyor demeyeceğim, fakat dışarıda kalıyor, çünkü kendisinin de payı var. Mimarlık bilgisi biraz da kendisine bakıp, acaba kendi doğru bildikleri ile kendisinin dışında, yani mimar olmayanların ve mimarlık pratiğinin dışında çeşitli etkinlikler gerçekleştiren insanların değerleri nedir, beklentileri nedir, onların mekâna dair talepleri nedir, ne isterler? Bunun yeni baştan gözden geçirmesi gerekiyor. Özetle; aslında mimarlık bir çeşit teknik servise ya da teknokratik kimliğe büründü; kataloglanmış doğru bilgiler var, bunları uygularsak çözülecek ama uygulayabileceğimiz alan sürekli kaçıyor bu katalogun altından.

 

Farklılık belirleyici olamamış

 

ŞE: Bu tartışma daha önce gündeme getirilmiş bir tartışma mı, ya da getirilmemiş bir tartışma mı? Yani doğru bilgi ile, bu konuda pratiği olmayanların uygulamalarının birbiri ile örtüşmediği de biliniyor. Bu tartışmanın gündeme getirilmesi niye bu kadar gecikti diye sormalıyım.

 

BT: Bu kadar gecikti demek doğru değil, çünkü öyle dersek ilk kez ben, biz, burada ya da Rural Studio ile bu gündeme geliyormuş gibi olur, ki bu çok doğru değil. Bu tartışmayı gündeme getirmeye çalışan mimarlığın içindeki merkezkaç eğilimler hep kenarda kaldılar, hakim ana damarı oluşturamadılar. Ana damar ise aslında kabaca 100 sene önce tariflenen bir modern mimarlık nosyonunun gittikçe sistemin içine girmesi, sisteme entegre edilmesi, kapitalist sisteme –ama sadece kapitalist sisteme de değil- bir çeşit teknokratik etkinliğe dönüştü. Dolayısıyla mimarlık tarihine baktığımızda bu anlamda kenarda duran, farklı şeyleri deneyen, arayan isimler hep olagelmiş ama hiçbir zaman belirleyici olmamışlar. Belki bu noktadan itibaren sadece Türkiye’de değil, dünyada artık bildiğimiz anlamda mimarlığın tıkanması o kadar yoğun hissedir hale geldi ki, belki bu noktadan itibaren biraz daha fazla öne çıkarak tartışılabilir gibi geliyor bana.

 

ŞE: Yazınızda ‘madun’ sözcüğü geçiyor; ne demektir, ne anlamda kullanırsınız, nasıl bir tartışmayı imler o kelime?

 

BT: Benim için şöyle bir şeye işaret ediyor; kendi taleplerini, her anlamdaki taleplerini, yani yoksulluktan, maddi koşullardan başlayın ama, kim olacaklarına dair taleplerine kadar kendi taleplerini dile getiremeyenler, getirememek bir yana, dile getirme araçlarından itina ile dışlananlar. Şimdi madun kavramı burada önemli çünkü modern

  

mimarlık toplumsal sorumlulukla ilgilenmeye başladığı andan itibaren aslında şöyle bir şey yapıyordu; geri dönüp bakmamız gereken problem bu: o bir şekilde yoksun olduğu, mağdur olduğu ya da çeşitli olanaklardan yararlanamadıkları varsayılanların söz alma haklarını hiç düşünmedi. Onların önüne bir alan açmak, onlar ne olmak istiyorsa, mekâna dair talepleri ne ise, onları dile getirmelerini sağlayacak adımları atma davasında. Çünkü o kendi doğrularını biliyordur, dolayısıyla yapacak ve problem de çözülecektir. Kabaca böyle tarif edebilirim.

 

ŞE: Madun için neyin daha doğru olduğunu da biliyordu galiba değil mi?

 

BT: Tabii, dolayısıyla diyelim ki, modern mimarlık bu noktada başarılı olduğunda, yani konut sorununa belli çözümler önerdiğinde belki temel bazı maddi problemler çözülüyordu ama aslında o insanların madunlukları hiçbir zaman aşılamıyordu. Yani kim olduklarını, ne yapmak istediklerini, nasıl bir mekân istediklerini hiçbir zaman dile getiremeyen insanlar olarak kalmaya devam ettiler, sadece başlarını sokacak bir evleri oldu. Bu az bir şey mi? Hayır değil, ama problem devam ediyor, bu problemin orada bitmediğini, bunun üzerine düşünmemiz gerektiğini artık anlamamız gerekiyor biz mimarlar olarak.

 

ŞE: O zaman serginin isminde geçen ‘Mimarlıkta Sınır Aşımı ve Muğlaklık’, yani dolayısıyla mimari ve madunlar arasında bir sınır varsa, olageldiyse, bu sınırın aşılması gerektiği, fakat bu sınırların aşılmaya başlamasıyla beraber belirsizlikler, muğlaklıklar da ortaya çıkacak. Belki bu bir risk faktörü de barındıracak ama bu risklerin de göze alınması gerekecek değil mi? Ben biraz böyle üstünkörü söyleyebiliyorum.

 

BT: Yo, tamamen öyle, ben de katılıyorum; risk faktörü tabii ki var ama onları da göze almak gerekiyor galiba, çünkü risk almadığımız zaman ya de kendimizi çok emin ve doğru bildiğimiz alanda ve dolayısıyla problemi çözdüğümüzü düşündüğümüz zaman da aslında problemi çözmüyoruz, sadece üzerini örtüyoruz, belki unutturuyoruz kendimize, dolayısıyla çok daha büyük ve büyüyen bir riskle de karşı karşıyayız; hem mimarlık açısından, çünkü meslek olarak gittikçe marjinalize oluyor ve toplumsallığını kaybediyor, hem de madunlar ya da her ne ise o ihtiyacı olan ve bunlardan yararlanamayan insanlar adına. Dolayısıyla böyle bir risk var ama orada muğlaklaşan aynı zamanda mimarlık bilgisi de, bu daha önemli benim için, yani çok emin olduğumuz, okulda öğretirken “bak işte bu böyle yapılır” diye gösterdiğiniz şeyin öyle yapılmadan da ya da başka türlü yapılarak da çözüleceğinin en azından farkında olmamız gerekiyor. Belki o başka türlü çözümler aslında bizim öngörmediğimiz çözümlere bizi götürebilir.

 

Uygularken tasarlamak

 

ŞE: Burada ‘açık olmak’ kelimesi herhalde önemli, değil mi? Yani buradan çıkacak sonuçlar kendi pratiğimizi sarsabilecek, bizi şaşırtabilecek sonuçlara da açık olmak gerekiyor. Hemen bunların arkasından galiba şöyle bir şey de gerekiyor: bu pratiği yaşayabilmek için başka bir yaşam üslubu, başka bir tecrübe, yani o insanlarla beraber vakit geçirmek ve birlikte yaşamak... böyle bir şey mi? Çünkü aynı yerde duracaksak, o sınır aşımını gerçekleştirmek yine sözde kalabilir gibi bir izlenim ediniyor insan.

 

BT: Doğru. O sınır nasıl aşılır bilmiyorum ama böyle bir şeyin olması gerekiyor, çünkü bir mimar bürosunda oturup tasarlamaya başladığında bildiğini varsaydığı herşey aslında tanımadığı insanlara dair. Nasıl yemek yenir, nasıl yaşanır, kentsel mekanda hangi işlevler vardır. Bize öyle anlatılırdı en azından, modern mimarlık açısından kentsel işlevler kabaca dört başlık altında toplanabilir. Büyük bir kentteki bütün yaşam pratikleri dört ana başlığın altında toplanabilir mi? Bunu sormak gerekiyor, böyle bildiğinizi de aslında belki de bilmiyorsunuz, bilmediğiniz ve tanımadığınız bir insan üzerinde, onun öyle olduğunu varsayarak çeşitli kataloglanmış –diyorum ben buna, ki gerçekten doğru olduğuna inandığım bir tabir- bilgilerle o insanları görmeden ve onları hiçbir şekilde söz hakkı sahibi olmalarını öngörmeden tasarlıyorsunuz ve bitiriyorsunuz. Sonra o yapı sizin istediğiniz gibi kullanılmadığında, o yapı kabul görmediğinde, o problemleri çözmediğinde de kızıyorsunuz. E, cahil çünkü, bunları öğrenecek, yani nasıl olması gerektiğini öğrenecek o zaman da benim istediğim gibi yaşayacak kurgusu var kabaca. Şimdi çok sert ve hiçbir zaman da bu kadar radikal gitmiyor olabilir ama özetlemek gerekirse böyle bir durum var. Dolayısıyla o insanları tanımak gerekiyor. Evet, bunun yolları ne olabilir bunu da sormak gerekiyor.

 

ŞE: Buradan hareketle herhalde Rural Studio’ya (www.ruralstudio.com) biraz daha yakından bakabilecek hale geldik. Rural Studio nedir, önemi nedir, neler yapmışlardır?

 

 BT: Mimarlık okullarında tasarım stüdyoları vardır. Her sömestr, o stüdyolardan biri, ikinci sınıf öğrencileri bir sömestr ve 5. yıl, yani Amerikan mimarlık eğitimindeki son yıl, son sınıf öğrencileri de 2 yıl seçenler Rural Studio’ya katılıyor ve bu seçtikleri sürede kampüsü terk ediyorlar, bir kere ilk yaptıkları şey o. Kampüsü terk edip gerçekten Amerika’nın en yoksul, bu anlamda gerçekten bir maduniyet bölgesi olan bir yere gidip oraya yerleşiyorlar. Oradaki yoksunlukların içinde, yani malzeme yok, para yok, vs. gerçekten iş talep eden insan yok, o insanların hiçbiri gerçek bir müşteriye dönüşmemiş. Yani mimarlık kime iş yapar?
Birtakım müşterilere iş yapar, müşteri olamıyorsa adamı ne yapacağız?

 

ŞE: Evim olsun diye bir derdi yok, hatta böyle bir derdi bile olamıyor.

 

BT: Muhtemelen derdini bile dile getiremiyor, yani hayal bile edemiyor. Burada önemli olan bu, çünkü hayal etmenin koşulları dahi yok. Böyle bir bölgeye gidip orada öncelikle konut inşa ederek başlıyorlar. Aslıda bu inşa etmek süreci de enteresan, çünkü öğrenciler birebir o insanları tanıyarak, onlarla konuşarak tasarlamaya başlıyorlar, dolayısıyla artık tanımadıkları bir müşteri değil karşılarında oturan bir insan var ve temel problem bir kere onu ikna etmeleri. Bu arada kendileri de bir takım şeylere de ikna oluyorlar tabii, dolayısıyla karşılıklı bir alışveriş var. Belki de toplumsal sorumluluktan konuşmaya başladığımızda hatırlamamız gereken ya da artık kullanmamız gereken kavram karşılıklılık. Yani benim kimin için doğru olduğunu bildiğim şeyleri, onlara dayatmam ya da onlara dikte etmem değil, karşılıklı o sorumlulukta ne yapılabilir, bunu bulma problemi var. Dolayısıyla böyle bir tasarım süreci var. Sonra öğrenciler tasarladıklarını uyguluyorlar da. Yine oyunbozanlık dediğim, mimarların klasik ayrımlarından birini de bozuyorlar. Mimarlık büroda tasarlanır, çünkü orada biter, son nokta konur, ondan sonra yetkin bir uygulayıcıya verirsiniz ideal ortamda, o da yapıyı uygular. Halbuki burada tasarlayanlar aynı zamanda uyguluyorlar da.

 

Başka bir şey daha var, tasarımcı dediğimiz adam da tek bir özne olmaktan da –hâlâ bir öznellik tabii ki var ama- çıkıyor, çünkü diyelim ki 2. sınıf öğrencileri bir aile için ev tasarlamaya başlıyorlar, o sırada da daha önce tasarlanmış, uygulanmasına başlanmış bir işin uygulamasına da katılıyorlar. Uygulama sürecinin her anında kararlar sürekli gözden geçirilip değiştirildiği için aslında o evin de müdahililer, tasarımcısı aynı zamanda onlar. Ya da kendi tasarlamaya başladıkları ev bir noktada bitiyor, daha sonra gelen öğrenciler devam ediyor, birileri uygulamaya başlıyor, vs. Yani yapı bitene kadar ve hatta kullanılırken dahi –başka bir oyunbozanlık daha- aslında dönüşme ya da değişme süreci devam ediyor. O evin içine yerleşen insanlar evi bildikleri gibi değiştiriyorlar tabii ki, bizim mimarların çok sevdiği o bitmiş andaki o güzel fotoğrafın yanında 4 sene sonra bambaşka bir hale dönmüş, çünkü insanların hayatı gene de başka türlü akıyor. Bu da kabulleri, o da onların ürününün bir parçası, toplam bir ürün, dolayısıyla ilk kağıdın üzerinde ya da müşteri ile konuşmaya başladıktan itibaren içindeki yaşayan insanın ev bittikten sonraki 5. yıldaki dönüştürümüne kadar hepsi bir bütün süreç.

 

Atıklardan yapı malzemeleri

 

ŞE: 1993’te başlıyor değil mi Rural Studio çalışmaları?

 

BT: Evet, Samuel Mockbee adlı Amerikalı bir mimar, aslında oldukça da başarılı bir mimar fakat 91 ya da 92 yılında profesyonel meslek hayatını bırakıyor. Oldukça da başarılı bir noktada böyle bir seçim yapıyor ve Alabama’daki Auburn Üniversitesinde bölüm başkanının da arkadaşı olması yardımıyla böyle bir stüdyo kuruyor ve 93’ten bu yana da aslında bu stüdyo devam ediyor. Samuel Mockbee 2001’in sonunda ölüyor, ondan sonra da bu çalışma devam ediyor ve muhtemelen de devam edecek. Başka ne oyunbozanlıklar yapıyorlar diye düşünüyorum, mesela bildiğimiz yapı malzemeleri yoksa orada, alacak para yoksa, dolayısıyla gene standartlara oturtulmuş yapı malzemesi olarak kabul edilebilecek şeyleri bulamıyorsanız, ama gene de yapılması gereken bir iş varsa neyle yaparsınız?

 

ŞE: Akla gelmeyecek gibi bir soru değil, çünkü biraz önce bir evi olmasını hayal bile edemeyecek insanlardan bahsediyoruz. Hayal bile edemeyecekse; bir maddi olanak söz konusu bile değil bir ev inşa etmek, oluşturmak için...

 

BT: Dolayısıyla aslında yapı malzemesi olmayanları da kullanıyorlar, yani çıkma otomobil lastikleri, eski plakalar, yol trafik işaretleri, otomobil ön camları, vs.’yi bir yapı malzemesine çeviriyorlar, bu çok dönüştürücü bir şey. Ya da artık eski malzeme, yani yıkılmış eski depolardan artan molozlar, taşlar, kereste, vs.’yi kullanarak ürün veriyorlar. Dolayısıyla malzeme de icat ediyorlar. Şimdi burada çok önemli bir şey var, biz tasarımı, bu galerinin, bu serginin şöyle bir faydası olursa bu çok anlamlı olur diye düşünüyorum, biz tasarımı genellikle tasarım lafı konuşulmaya başlandığında biraz lüks, fazla paraya  
satın alınan, dükkanlarda sergilenen, neredeyse biraz da müze nesnesi gibi, hafif snop nesneler ya da snop bir pratik olarak kavrama eğilimindeyiz. Bu da çok hayati bir problem, çünkü tam da bu yoksunlukların içinde aslında tasarım denen etkinlik ne kadar dönüştürücü, belirleyici ve anlamlı olabiliyor, bu örnekte yine onu görüyoruz, Rural Studio’da.

 

ŞE: Bu sergide neleri, hangi örnekleri göreceğiz?

 

BT: Serginin temel konsepti klasik bir mimarlık sergisi formatında değil. Klasik mimarlık sergisi derken anladığım, bir mimar ya da tasarımcı bir grup o ya da bu nedenle önemsenen 5-10 yapısı vardır, onları seçer ve onları sergilersiniz. Biz aslında burada yapıları sergilemiyoruz, burada Rural Studio’nun ürettiği yapıların büyük bir kısmı izlenebiliyor ama tek tek yapıları sergilemekten çok belli temalar ya da belli oyunbozanlıklar diyeyim buna, nerede bildiğimiz mimarlığı bozuyorlar, o sınırı aşıyorlar ve muğlaklıklaştırıyorlarsa, o eksenler üzerinden bir okuma yapıyoruz aslında. Dolayısıyla epey yapı görüyoruz fakat hiçbirini bir arada “işte bu yapı bakın şöyle bir şeydir” diye anlatmıyor, asıl problem o oyunbozma noktalarını anlatmak. Kullandığımız temel malzeme –bu açıdan biraz şanslıydık açıkçası- Rural Studio’nun üretimini yerinde fotoğraflamış Timothy Hursley diye bir mimarlık fotoğrafçısının fotoğrafları. Dolayısıyla bu anlamda da iyi bir malzememiz var elimizde. Birkaç katmanla takip edilebilir bir sergi, yani sadece “ben çok bir şey okumak istemiyorum” ya da “buradan geçerken girmek istiyorum, mimarlıkla çok ilgili değilim” diyen insan için son derece güzel fotoğraflar var, girer, bakar, çıkar. Biraz daha fazla didişmek isteyen için bir grup metin var. Başka bir grup metin fotoğrafların üzerinde daha anlatı, daha hikayelemevari diyebileceğimiz bir şekilde, yani “bu ev şöyle oldu, bunu istiyordu ama böyle oldu, vs.” var. Dolayısıyla farklı katmanlarda okunabilecek, farklı katmanlarda dolaşılabilecek, gezilebilecek, okunabilecek bir sergi.

 

ŞE: Çok çarpıcı. Ben de sergiye gitmeden önce biraz bilgi sahibi olmak isteyen dinleyicilerimiz için www.ruralstudio.com adresinden bahsedebiliriz, orada biraz fotoğraflar, biraz stüdyonun geçmişi hakkında bilgi sahibi olabilmek mümkün. Son derece çarpıcı, yapı malzemesi olmayan malzemelerle madunların yanında, onlarla zaman geçirerek ve kendi pratiklerini sorgulama cesaretini göstererek çalışmış öğrencilerin işleri.

 

Samuel Mockbee

BT: Bir akademik ortamda yapılması gerekenlerden biri, herhalde böyle bir şey olmalı diye düşünüyorum ama şunu da hemen eklemek istiyorum; şöyle bir korkum da var, şu olursa –ki muhtemelen olacak- o zaman gene canım sıkılacak ama bu Türkiye’de normal, diye düşünüyorum. Bu sergide tartışmamız gerekenleri işaret etmekten çok, “bakın, ne kadar enteresan şeyler yapılmış, biz de bunu yapalım” diye okunursa o zaman çok yazık olacak Rural Studio’ya da, bütün tartışmaya da. Çünkü bir grup insanın bulduğu bir çözüm, belli bir yerde ve bir grup insanın akıl ettiği bir çözüm denemesi diyelim hatta, dolayısıyla bizim için önemli olan, tabii ki bir yığın şey öğrenebiliriz ama bizim için asli olan neyi yeniden tartışmaya başlamamız gerektiğini hatırlatırsa, o zaman bu sergi anlamlı bir sergi olacak. Ama başka bir şıklık, imrenilecek ve biraz ona benzer bir şeyler yapılacak, denenecek başka bir şıklık olarak okunursa, yine bizim bildiğimiz o cicili bicili tasarım mantığına çevirmiş oluruz, ki bu doğrusu serginin başarısızlığı olur açıkçası.

ŞE: O zaman tekrar konuşmamızın başındaki konuya dönelim, ona vurgu yaparak bitirelim; mimarlık konusunda toplumsal sorumluluk tartışmasının ciddi ciddi açılmasında büyük fayda var.

 

BT: Kesinlikle, biz çok tartıştığımızı zannediyoruz ama tartışmıyor gürültü yapıyoruz daha çok.  

 

(4 Temmuz 2003 tarihinde Açık Radyo’da Açık Dergi’de yayınlanmıştır.)