Medya Konuşmaları XXXIII: Medya Güven Araştırması II

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra:AC Nielsen tarafından Açık Radyo için yapılan Medya Güven Araştırması’nın kalitatif sonuçları üzerinde geçtiğimiz programda konuşmuştuk. Bugün yine konuklarımız Ali Danış ve Kadir Kalkan’la aynı araştırmanın niteliksel sonuçları üzerinde duracağız.

 

Bu arada İstanbul Bilgi Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nden dinleyicimiz Sayın Esra Arsan, araştırmanın başlığının söylemsel açıdan sorunlu olduğunu  söyleyerek, “medyaya güven” derken aslında basın, yani gazetecilik alanının kastedildiğini söyledi.

 

Ali Danış: Doğru bir hatırlatma, biz biraz da günlük bir tabir kullanarak ‘medya’ diyoruz. Zaten programın adı da “Medya Konuşmaları”, aynı şekilde. Esra Hanım çok haklı, medya, genel anlamda, geniş anlamda “mecra” demek ve mecranın da pek çok çeşidi var. İnsanlar her tür mecradan etkileniyorlar, sokakta gördükleri işaretlerden, afişlerden, tükettikleri ürünlerin etiketlerinden. Bunların hepsi elbette mecra kavramının içinde. Günümüzde bu daha da çeşitleniyor ve her yaştan insan, her mecradan etkileniyor. Bebeklik yaşından başlıyor bu. Belki bir başka programda, genel anlamda mecradan etkileşim ve bunun yarattığı fırsatlar ya da tehlikeler üzerinde tartışılabilir. Ama Medya Konuşmaları programında “medya” sözcüğü ile kastedilen, yazılı basın, gazete dergi vs. ve radyo, televizyon yayıncılığı.  Medya Güven Araştırması’nda da bu şekilde, bu programın kapsamı içerisinde ele aldık konuyu.

 

ÖM: Şimdi bu araştırmanın, ikinci aşaması diyebileceğimiz kalitatif yani niteliksel aşaması üzerinde duralım biraz da.

 

AD: Bir önceki programda bahsettiğimiz gibi, kantitatif araştırmanın sonuçları, 1211 kişi ile yüz yüze yapılan görüşmelerin sonucunda elde edilen veriler idi. Soruların neler olduğunu geçtiğimiz  programda ayrıntılı bir şekilde konuşmuştuk. Bu sorular, benzer araştırmalarda kullanılan, hiçbir yönlendirme içermeyen net sorular idi. Bu tarz araştırmaların sonucunda elde edilen bulguların neden öyle olduğunu, insanların bu algılarının nereden kaynaklandığı, bu konuyla ilgili düşünce ve duygularının neler olduğunu daha detaylı anlamakta fayda var. Oldukça önemli, kapsamlı bir konu olduğu için, arkasından bir de kalitatif araştırmayla bu aldığımız sonuçları biraz deşelim istedik.

ÖM: Konu, aslında göründüğü gibi, sadece medya, gazeteler, radyolar ve televizyonlar değil, doğrudan vatandaşlık kavramı ve demokrasi ile de ilgili olduğu için, çok önemli.

 

AD: Çok doğru. Vatandaşların bu algılarının altında neler yatıyor, niye öyle algılıyorlar gibi kaygılarla 4 grup tartışması gerçekleştirdik. Bu grup tartışmaları 25 yaş üzeri, AB ve C1, C2 sosyo ekonomik statüsü kişilerle yapıldı. İki erkeklerden oluşan grup tartışması yapıldı, iki de kadınlardan oluşan grup tartışması yapıldı farklı ekonomik statü gruplarıyla.

 

Kadir Kalkan: Burada farklı üst sosyoekonomik grubuyla, daha düşük sosyoekonomik statü gruplarını aynı gruba dahil etmedik, onları ayrıştırarak inceledik.

 

AD: Genellikle erkek - kadın ayrıştırması da yapılıyor bu tür odak grup çalışmalarında ki, biraz daha açık ve net bir şekilde herhangi bir etkileşime çok fazla izin vermeden, insanların duygu ve düşünceleri ortaya daha objektif olarak çıkabilsin.

 

Öncelikle, “medya” sözcüğü popüler dile de yerleşti, bundan 10-15 sene önce bu kadar kullanılan bir sözcük değildi, insanlar televizyon, radyo, gazete diye bilirlerdi, ama artık herkes “medya” sözcüğünü biliyor. Peki, “medya” deyince ne anlıyorlar? Öncelikle televizyonu anlıyorlar insanlar. İlk etapta televizyon, ardından gazeteler geliyor. Televizyonla ilişki birincil anlamda eğlence olarak çıkıyor. Eğlenmek, rahatlamak, hoş vakit geçirmek, evdeki ortamın dışına çıkabilmek. Onun ardından, etrafta ne olup bittiğini, ekonomide ne olup bittiğini öğrenme yani haber alma ve spor karşılaşmalarını izleme gibi ihtiyaçların karşılanması geliyor. Eğitim almak, eğitilmek, bilgilenmek, bunlar da ardından gelen şeyler. Ama çok kabaca iki amaç, ya da iki ihtiyaç ön planda:, eğlence ve bilgilenme, bu ihtiyacın karşılanmasında televizyon çok önemli rol oynuyor.

 

ÖM: Ve bu sırayla değil mi?

 

AD: Evet. Tabii niye bu sırayla çıkıyor, onu da konuşmak gerek. Aslında bunlar gayet olumlu algılar, “televizyon bizi eğlendiriyor, iyi zaman geçirtiyor, aynı zamanda bilgileniyoruz, öğreniyoruz” vs. Diğer yandan televizyon ile ilgili birtakım olumsuz algılar da var, Örneğin: “Seviyesiz, düzeysiz, uygunsuz programlar var.” Yayınlanın reklamların sayısının usandıracak, sıkacak kadar çok fazla.” “Televizyondaki “kötü”, “çirkin”, “yanlış”, “uygunsuz” davranışlar günlük yaşama yansıyabilir  buna dikkat etmek gerekir.” İnsanlar arasındaki ilişkiyi azaltır, çünkü insanlar birbirleriyle daha az konuşurlar, daha fazla zamanı pasif bir şekilde televizyon izleyerek geçirirler.” “Ailenin tüm bireylerinin hep birlikte izlemesinde sakınca olan programlar var.”  Tabii ben burada tamamen tüketicilerin tepkilerini veriyorum. Öte yandan neredeyse ulusal kanalların tamamının sadece çok az sayıda kişiye ait olması, yani, tekelleşme de olumsuz algılanıyor. Bu daha çok erkekler tarafından vurgulanan bir olumsuz taraf. Nihayet haberlerin taraflı olması, gerçeklerin tümünü yansıtmıyor olması gibi nedenlerden dolayı da olumsuz algılanıyor medya. Medya, özellikle televizyon, bir yandan ağırlıkla eğlence, ardından bilgilenme ihtiyacını karşılayan bir araç, diğer yandan da tehlikeli, sakınılması gereken bir şey.

 

ÖM: Sizin sorularınıza verilen cevaplardan çıkarttığım kadarıyla birinci amaç eğlenmek ve keyif almak. Hemen arkasında da, geçici bir süre için bile olsa başka şeye konsantre olup sıkıntıları, sorunları ertelemek ve unutmak, evdeki huzursuz ortamdan kaçmak. Bu ikisi aslında madalyonun birer yüzü gibi gözüküyor, yani eğlence kavramı ile, sıkıntı veren, bireysel ve toplumsal ortamdan kaçma arzusu?

 

AD: Çok doğru. Şunu unutmamak lazım ki, vazgeçilmez bir şekilde tüketilen bir şey televizyon, bu da söyleniyor bu odak gruplarda. Ama bir yandan da az önce bahsedilen bir takım çekinceler, sakıncalar, vs. dile getiriliyor. Peki o zaman niye bu kadar vazgeçilmez? Çünkü çok ekonomik bir eğlence aracı. Biz diğer araştırmalardan da biliyoruz ki televizyon penetrasyonu Türkiye’de %98-99’ların altında değil. Bugün televizyonsuz bir hane değil, artık mekân bile kalmadı gibi.

 

ÖM: Oda bile!

 

AD: Hanelerin çoğunda birden fazla televizyonun olduğunu sıkça görüyoruz. Bunun da sebebi, belirtilen şekilde, çok ekonomik bir eğlence aracı olması. Bu nedenle de vazgeçilmesi oldukça zor gözüküyor. Günlük ekonomik sıkıntılardan, yoğun iş temposundan ya da evdeki sıkıntıdan önemli ölçüde kaçmayı sağlayan çok önemli bir araç. Yüksek sosyoekonomik statüye gidildikçe katılımcılar, özellikle erkekler televizyonun aynı zamanda çok önemli bir güç olduğunu, silah olabileceğini ifade ediyorlar. Böyle bir farkındalık da var. Önemli haberleri verebilir veya vermeyebilir, kamuoyunu istediği yönde yönlendirebilir, ilgiyi başka bir tarafa çekebilir. Kantitatif araştırmanın sonucuna göre, insanlar, medyanın misenformasyon ya da dezenformasyon gibi, yani haber çarpıtma, haber gizleme gibi yollara  başvurduğu takdirde çok güçlü bir silah olarak kullanılabileceğini düşünüyor.

 

Bu bağlamda gazeteler sağlıklı, tarafsız haberle, televizyondan daha fazla bağdaştırılıyor. Halbuki bütün dünyada, yıllardır, televizyonların giderek daha fazla izlenmesi ve televizyonlardaki haber programlarının yoğunlaşması, haber ajanslarının yaygınlaşması gazeteleri öldürecek veya ket vuracak diye düşünülüyordu. En azından burada ortaya çıkan şu; habercilik anlamında, -tabii burada, magazin haberden bahsetmiyoruz- buradaki tüketicilerin gazetelere daha fazla eğilimi ve güveni var haber kaynağı olarak. Biraz daha tarafsız olarak görüyorlar. Televizyon söz konusu olduğunda güven unsuru hemen öne çıkmıyor, çünkü tüketim amacı ağırlıklı olarak eğlence ve zaman geçirme. Erkeklerde ve üst sosyoekonomik grupta bu biraz farklılık gösteriyor, ama güveniyorlar anlamına hiç gelmiyor, hatta tam tersi. “Peki niye güvenmiyorsunuz?” diye sorulunca, ortaya şunlar çıkıyor; bir kere eksik araştırma ile, doğru olmayan, çarpıtılmış ya da yüzeysel haberlerin verildiği algısı var. İkinci olarak, ticari bir faaliyet alanı olması sebebiyle, medyanın kendi çıkarları doğrultusunda yayın yapması. Hükümet değişimi gibi durumlarda olaylara yaklaşımlarda hep değişmeler gözleniyor. “Medya kuruluşları ticari işletmeler, bağımsız değillerdir” kanısı hakim. Reklama bağımlı olmaları, reyting kaygısı ile ağırlıklı olarak asparagas ve sansasyonel haberler yayınlamaları. “Reyting” sözcüğü de tıpkı “medya” sözcüğü gibi, tüketicilerin günlük dillerine yerleşmiş vaziyette. İzleyici, çoğunlukla, medyanın olabildiğince fazla tüketilmek, fazla izlenmek çabasıyla, yalan haber ya da sansasyonel haber yayınladığını düşünüyor ve bunu hiç onaylamıyor. Bunlar medyaya güven duyulmasını engelleyen ve bunun nedenlerini gayet açık bir şekilde gösteren ifadeler.

ÖM: Bence burada hayati bir nokta var, biraz daha üzerinde durmayı hakkettirecek kadar önemli görünüyor bana. Burada medya ve güven ilişkisinde ya da gazete ve televizyonlarla güven ilişkisinde, doğrudan doğruya sisteme yönelik bir eleştiri ortaya çıkıyor ki bu çok ilgi çekici. Yani “bir medya kuruluşu, bir gazete, televizyon ya da radyo eğer bir ticari şirketse, yani ana amacı doğal olarak kâr maksimizasyonu olan bir kuruluşsa, sistematik olarak, bağımsız olamaz” diye bir dolaylı sonuca varıyoruz. “Reyting kaygısı ön plana çıkar, dezenformasyon ve misenformasyon yani haber çarpıtma, haber gizleme söz konusu olabilir, kendi çıkarları ön plana çıkar, bu da doğaldır” sonucu çıkıyor. Bence bu şekilde ortaya gayet kuvvetli bir sistem eleştirisi de çıkmış. Gazetelerin ve televizyonların gelirlerinin %75 oranında reklama bağlı olduğunu biliyoruz, bu durumda, medya reklam gelirini kaybetmemek için, elbette ki, sistem gereği böyle  davranacaktır.. Araştırmadan çıkan sonuç bunun fark ediliyor olması ki, çok ilginç bence.

AD: Burada şunu tekrar etmekte fayda var; konu eğlence ya da vakit geçirme ihtiyacının karşılanması olduğu sürece bu bir problem teşkil etmiyor. Ama ne zaman ki iş o ikinci ihtiyaca, yani haber alma, bilgilenme gibi ihtiyaçlara yöneliyor, işte orada güven sorunu ortaya çıkıyor. Medyanın büyük bir güç olduğunu da ifade ediyorlar, çünkü milyonlara ulaşabilşyor, dolayısıyla bu gücü kendi lehine kullanmak isteyenlerin etkilerine de çok açık bir alan. Bu açıdan bakıldığında, medyanın bu etkilere kapalı olması istense bile  bugünkü yapı içerisinde bu beklenmiyor. Çünkü bu gerçekçi değil, mümkün değil. “Peki bu gücü kullanmak isteyen yapılar nelerdir?” diye sorulduğunda da, medya sahipleri, devlet, hükümet, siyasiler, hatta onun ötesinde “dış güçler” vs. gibi bir takım nüfuz peşinde olabilecek gruplar zikrediliyor. Evet medyanın büyük bir güç olduğunun ve güç kullanmak isteyenlerin her zaman olacağının da farkında insanlar ve bu yüzden de  çok fazla bir güven duymuyorlar, tam tersine bir tedirginlik var. Ama, çeşitli durumlarda medyanın, kitlelerin çıkarlarını gözetecek şekilde kullanılmasının mümkün olduğunu belirtmeden geçemiyorlar. Bu görüş özellikle üst sosyoekonomik statüde ve erkeklerde daha hakim. Bu da bu gücün onaylanan kullanım tarzı.

 

ÖM: Dolaylı olarak şu sonucu da çıkarabilir miyiz? Bu büyük bir güç, bu gücü kendi lehine kullanmak isteyecek patronlar da vardır, devlet de vardır ve çeşitli çıkar grupları da vardır. Dolaylı olarak bağımsızlığın hayati bir önem taşıdığını da ifade etmiş oluyorlar gibi geliyor bana.

 

AD: O zaten “ideal medya nedir, ne değildir?” sorusunun cevabında vardı. Bu grup tartışmasında da ortaya çıkıyor. Sonuçta medyaya güvenilmiyor ama medya yine de vazgeçilmez. Eğlence için vazgeçilmez bir kaynak, ne olursa olsun iyi kötü haber alabilmek için bir kaynak, başka çıkar yol yok. Bunu “öğrenilmiş acizlik” diye niteliyoruz.

 

ÖM: İlginç bir kavram.

 

AD: “Kovana giren ele bal bulaşır” deyimini burada arkadaşlarımız özellikle belirtmişler ve bu konuda bir kabullenmişlik var. Yine de bazı kişi ve yapıların gücüyle, yolsuzlukları engelleyebilen bir kurum medya, öyle bir gücü var; bu güç doğru kullanıldığında yolsuzluklar ortaya çıkarılabiliyor, kamunun lehine olmayan  bir takım işlerin ortaya çıkması mümkün olabiliyor.

 

ÖM: Yani gizli gündemleri de afişe edebiliyor medya, dolayısıyla da açık toplum lehine de işliyor.

 

AD: Bu açıdan da vazgeçilmez olarak görülüyor. Diğer yandan eğitim ve halkı bilinçlendirmek için de çok önemli bir kaynak olarak görülüyor. Sadece haber iletme değil, toplumsal sorumluluk projeleri de medyanın faaliyet alanı içerisinde olmalı diye düşünülüyor. Felaket zamanları, deprem, sel, vs. gibi durumlarda dayanışma kampanyaları, ya da eğitim kampanyaları gibi. Bunlar çok onaylanan ve medyaya duyulan güven adına tutunulacak bir dal olarak görülen şeyler.

 

ÖM: Yani hem açık topluma hizmet eden, hem de sosyal dayanışmayı kuvvetlendirici bir kurum olarak da bakılabiliyor medyaya.

 

(14 Eylül 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)

 

(Araştırma için lütfen tıklayınız.)