Kuş Gribi Hakkında

-
Aa
+
a
a
a

 

Ömer Madra: Dinleyicilerimizin Açık Radyo’nun çeşitli programlarından ve konukluklarından gayet iyi tanıdığı Prof. Selim Badur konuğumuz. Hoşgeldiniz.

 

Selim Badur: Hoşbulduk, herkese selam. İstanbul Tıp Fakültesi’nde, Viroloji Bilim Dalı’nda görev yapıyorum.

 

ÖM: Onun için de şimdi konuşacağımız konuda uzman olarak görüşlerinizden yararlanabiliriz. Geçen hafta sonuna doğru biraz telaş içinde çıkan makalelerden yola çıkarak, kuş gribinin Rusya’ya da sıçramış olduğunu öğrendik. Dün Independent’ta çıkan bir makale var, “Göçmen kuşlar ölümcül kuş gribini bu kış İngiltere’ye de getirebilir, ihtimal düşük, ama çok tehlikeli” diye yazıyor. Kobra adlı bir grup varmış, terörle mücadele eder gibi bakıyorlar duruma. Durum nedir? Türkiye’de hükümet bu konuda tedbir olarak neler yapıyor? Akdeniz’e de bir kolla Karadeniz üzerinden gelebileceği söyleniyor.

 

SB: 2003 yılından itibaren gündemde olan kuş gribi etkeni kısaca H5N1 diye tanımlanan  bir virüs;  bu virüs 2 yıldan beri Uzakdoğu Asya’da, Vietnam başta olmak üzere çevresindeki ülkelerde ve özellikle kanatlılarda bulunuyor; çünkü Influnza dediğimiz grip virüsünün A,B, C diye tanımlanan 3 alt tipi var ve bu virüslerin gerçek konağı, barındığı canlılar: kuşlar, kanatlılar. Farklı kanatlı cinslerinde , örneğin her tür göçmen kuşlarda, yabani kuşlarda, evcil tavuklarda, civcivlerde…. hepsinde var ve kanatlılardan insanlara bulaşıyor. Vietnam’da 2 yıldan beri tavuk çiftliklerinde var olan bu virüs , yavaş yavaş bu sene yayılmaya başladı; örneğin 10 günden beri özellikle Doğu Rusya da, Sibirya civarında ciddi olarak tavukların, kanatlıların bu virüsle enfekte oldukları ve kitlesel ölümler görüldüğü bildiriliyor.

 

ÖM: Güney Çin’de de yaban kazlarında ve o tip yaban kuşlarında da çok ciddi olarak görüldüğü ve hatta örtbas edilme çabalarının da olduğu söyleniyor.

 

SB: Çin bunu SARS’ ta da yapmıştı; Dünya sağlık örgütlerinin bir takım denetçileri Pekin deki hastanelere gittikleri zaman, hasta sayısını az göstermek amacıyla, ziyaret bitene dek, hastaları ambulanslara bindirip dolaştırıyordu…. Biz yine konumuza dönelim, kuş gribi Rusya’ya geldi ve dün, sizin İngiltere için söylediğiniz habere paralel bir gelişme de  Almanya’da oldu; Almanya dünden itibaren tavuk çiftliklerinde, açık havada tavukların birarada bulundurulmalarını yasakladı.

 

ÖM: İzinsiz gösteri yürüyüşü yok!

 

SB: Bunun nedeni şu; Sibirya’da soğuklar başlayınca göçmen kuşların güneye doğru hareketleneceği biliniyor. Ortadoğu’da, Akdeniz ülkeleri ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerine yayılacaklar ve o zaman, örneğin su içmek için bir göl kıyısına indiklerinde o gölün suyunu kirletecekler; kanatlılar virüsü dışkıları ile, ağızları ve tükürükleri ile çıkartıyorlar ya da göç sırasında havada iken dışkılarını atarak yine tavuk çiftliklerine bulaştırıyorlar. Almanya, Hollanda ve İngiltere bir takım önlemler almaktalar, ayrıca genel anlamda Avrupa topluluğu, şu anda Rusya ve  Asya ülkelerinden canlı tavuk, ve kanatlı tüylerinin ithalini yasaklıyorlar.

 

ÖM: Çok ciddi bir durum, özellikle coğrafi olarak bakıldığında, Çin, Vietnam uzak, ama Rusya, Karadeniz ve komşu ülkelerden ve Akdeniz’e de ineceği söyleniyor.

 

SB: Konunun ciddiyeti şuradan geliyor; geçen yıllarda gördüğümüz SARS öyküsünden, ya da üzerinde çok durduğumuz, çalıştığımız ve gün geçtikçe ekonomi ile ilintilendirdiğimiz AIDS konusundan farklı bir yanı var gribin. Grip tüm diğer enfeksiyon hastalıklarına oranla inanılmaz hızlı yayılıyor. Bugün bir kuş gribi salgını başlarsa yeryüzünde yaklaşık 8 milyon kadar insanın öleceği hesaplanmakta. Türkiye’de matematik bir model uyarınca yapılan hesaplamalarda,  böyle bir salgın durumunda 11 milyon insanın hastanelere hücum edeceği, poliklinikleri dolduracakları hesaplanıyor.

 

ÖM: 11 milyon?

 

SB: Evet. Bu yaklaşım uyarınca, belirli bir  ülkedeki her yaş grubunun yüzdeleri alınıyor, bir matematik modele oturtuyorsunuz ve yavaş, hızlı ya da orta şiddette bir epidemi olduğu zaman ortaya nelerin çıkacağını sayısal değerlerle görüyorsunuz. Üç veri alıyorsunuz, ölüm sayısını, hastaneye yatan kişi sayısını ve hastaneye ayaktan başvuran kişi sayısını tahmin edebiliyorsunuz. Çlümleri bir kenara bırakırsak, sadece ayaktan hastanelere başvuranların sayısına bakalım; şu anda ülkemizdeki hastanelerdeki kuyrukları, yoğunluğu, kaosu düşünün ve bu tablonun üzerine 11 milyon ilave insanın polikliniklere başvurduğunu hayal edin... Bunun hastanelerde yaratacağı kargaşayı düşünebiliyor musunuz…. ya da işgücü kaybını? İnanılmaz bir şey!

 

ÖM: Bunu düşünmek bile imkânsız. Zaten Türkiye gibi sağlık alanında da, başka alanlarda da pek organize olmayan ülkelerde bununla baş edilemeyeceği açık.

 

SB: Tabii Türkiye’de ne olup bittiğine bakalım, ondan sonra da aşı konusuna geçeriz vaktimiz kalırsa ona da değinmemiz gerekecek. Temmuz ayının ikinci haftasında Türkiye de acil pandemi planı oluşturmak için Sağlık Bakanlığı bir kurul topladı, o kurula İstanbul Tıp Fakültesi’ni temsilen ben katıldım. Bu tür pandemi planlarının yapılmasında amaç böyle bir durum söz konusu olduğunda bulaşma riskini azaltmak; ölümleri, hastaneye başvuru, vs. sayısını azaltmak, ve nihayet hizmetlerin sürekliliğini sağlamak; aynı zamanda konunun ekonomik ve sosyal yönüyle ilgilenmek. Her şeyden önce toplantı tarihi ilginç; ülkemizde alıştığımız bir yaklaşım değil gibi geldi bana; “salgın” gibi bir olay gerçekleşmeden, ileride  gerçekleşebilecek olası bir tehlikeye karşı Bakanlığın önceden önlem alması… Büyük bir ihtimalle Avrupa Birliği ve  Dünya Sağlık Örgütü’nün  itelemesi, yönlendirmesi sonucu bu kurul toplantıya çağrıldı . Yoksa bizim alışkın olduğumuz bir şey değil.

 

ÖM: Değil ama çok da iyi bir şey, bunu alkışlamak gerekir.

 

SB: Katılıyorum… Çok ilginç şeyler var planda;  Dünya Sağlık Örgütü’nün belirli senaryoları var ve bunları  ülkeniz koşullarına nasıl adapte edeceğinizi tartışacaksınız diyor. Örneğin karantina zorlamaları var, şahsi binaların hastaneye dönüştürülmesi zorunluluğu var.

 

ÖM: Allah allah!

 

SB: Lisanssız ilaç kullanma, zorunlu aşılama ya da zorunlu fazla mesai yaptırtma. Bütün bunların kararlarının alınması. Şimdi Türkiye’de söz konusu kararları kim alacak? Herkes “ben mi yapsam acaba, Sağlık Bakanlığı’nın yetkisi yok” filan demeye başladı. İlginç bir durum. Umarım deprem konusunda  olduğu gibi olmaz, çünkü çok sözü ediliyor; sözünün edilmesi elbette iyi bir şey, ama bütün bunların altından nasıl kalkarız, pek bilemiyorum.

 

ÖM: Etken madde olarak kullanılan bir şey var, bir de aşı bulunduğuna dair New York Times’da da umut verici bir haber çıktı. Ama 4 yıldan önce de bir sonuç alınamayacağı da söyleniyor.

 

SB: Aşı konusu ilginç;, pandemi dönemleri dışındaki dönemlerde,i her yıl kullandığımız  grip aşısını üreten 9 tane ülke var; sanayileşmiş ülkeler bunlar: ABD, Kanada ve çeşitli Batı Avrupa ülkeleri. Bu 9 ülkenin bütün dünyaya sattığı aşı miktarı yılda 280 ile 300 milyon doz kadardır. Her aşı 3 antijenden, yani 3 farklı virüs yapısından, biriminden oluşur; sonuçta 300X3= 900 milyon birim kadar aşı üretme kapasitesi var şu andaki aşı üretim koşulları söz konusu olduğunda.

 

Avi Haligua: Bu sadece 300 milyon kişiyi aşılamak için mi yeterli?

 

SB: Şöyle bakalım isterseniz; 900 milyon doz aşı üretimi söz konusu ise, ve eğer  kuş gribi aşısı şu anda yapılan hesaplara göre 2 doz uygulanırsa, sonuçta 450 milyon kişiye uygulanabilecek aşı üretme kapasitesi var. Tüm  dünyada bir pandemi çıkarsa üretilecek kısıtlı sayıdaki aşıyı kime satacaklar? Burada hemen şöyle bir durum ortaya çıkıyor: 1967 yılında Rus gribi denen ciddi bir grip salgını çıkıyor. ABD hükümeti duruma el koyuyor ve aşı üreten özel şirketlere diyor ki; “ticari bir kurum da olsan, şu anda olağan dışı koşullar söz konusu; ürettiğin aşıları yurt dışında, isteyen birine satamazsın, sadece Amerika tüketimi için kullanacaksın; üretimini yurt dışına çıkartmanı yasaklıyorum.”

 

ÖM: Kendi vatandaşlarını korumak için, ama bu anlaşılabilir.

 

SB: Şimdi bunu Fransa, Almanya, Hollanda da yaparsa eğer, bir kuş gribi salgını çıktı diyelim, ben parasını veriyorum, iki mislini veriyorum “ver bana aşı” deseniz, ticari firma kabul etse bile hükümetleri kabul etmeyecek ve sonuçta Türkiye ve benzer şekilde aşı üretimi yapmayan ülkeler, aşı temin edemeyecekler. Bu neyi getiriyor? Bu olgu,kendi ülkenizde lokal aşı üretiminin önemini ortaya koyuyor, yani hayati bir tehlike karşısında tüm acı gerçekler birden bir şekilde karşınıza çıkıyor. Eğer siz aşınızı üretemiyorsanız, “ben parasını veririm aşıyı alırım” olmuyor; liberal ekonomi kuralları böyle olağanüstü durumlarda pek yürümüyor.

 

ÖM: Amerika’nın Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanı da “mutlak bir kesinlikle olacaktır” demiş. Science dergisi de %100 ihtimal olarak gösteriyorlar.

 

SB: Gidişat ve senaryo ona uyuyor.

 

ÖM: Peki, bu durumda yapılacak şeyler nedir? Yani  Britanya’da 700 bin insanın, en kötü senaryoda, ölebileceği gibi hesaplar var.

 

SB: Bütün dünyada kısıtlı aşı üretimi söz konusu ve üretici ülkeler bu aşıları ancak kendileri için tutacaklardır. Fransız kendisine tutacaktır, Alman kendisine tutacaktır…. Bu da oldukça karamsar bir tablonun ortaya çıkmasına neden oluyor…. Doğrusunu isterseniz mesela AIDS ’te, “prezervatif kullanın, güvenli seks yapın” diyoruz ama burada öyle bireysel olarak alınacak bir tedbir ne yazık ki yok…. Bu arada aşı dışında, hem profilaksi hem de tedavi amaçlı antiviraller gündemde.

 

ÖM: Aşıdan başka bir de antiviral mi var?

 

SB: Bu antiviraller 2-2,5 yıldır ülkemizde de satılıyor, iki preparat var, iki büyük uluslararası ilaç firması tarafından üretilen.

 

ÖM: Oseltamivir?

 

SB: Bir tanesi oseltamivir, diğeri zanamivir; bunlar ağızdan tablet şeklinde kullanılan oseltamivir daha ön planda duruyor şu anda, diğerinin kullanımı daha zor, inhalasyon yoluyla alınıyor.. Oseltamivir ise, tedavi amacı ile  beş gün süreyle günde iki kapsül; korunma amacı ile ise on gün süreyle günde bir kapsül almak şeklinde kullanılıyor. Bir yıldan beri , antivirallerin ve özellikle oseltamivirin etkisi gösterilip, önemi anlaşıldıktan sonra, Amerika, Fransa, öncesinde İskandinav ülkeleri antiviral stoklamaya başladılar. Bunu da özellikle ordu, güvenlik ve sağlık personeli için stokluyorlar. Ancak ortaya  yeni çıkacak virüsün (Influenza A-H5N1 gibi) bu maddeye duyarlı olup olmadığı bilinmiyor, böyle bir çelişki var. Türkiye’de de GATA’da bu konunun tartışıldığını ve Silahlı Kuvvetler için böyle bir stoklama girişiminde bulunulmasının söz konusu olduğunu biliyorum

 

ÖM: Mutlu azınlık için en azından bir şey var.

 

SB: Evet, yani iki kutu antiviral alıp bir köşeye atabilirsiniz şimdiden.

 

ÖM: Bir dinleyicimiz de bu konuda bizi uyardı...

 

AH: Kendisi ile yazışmaya başladık, yabancı bir ilaç firmasında çalışıyormuş ve bu konuda uzun bir mail’i var; problemin daha çok lojistik olduğundan bahsediyor, ilaç firmalarının çok daha önceden planlamalar yaptığını ve buna göre üretime geçtiklerini söylüyor. Bu sebeple ihtiyaç zamanında, devlet ihtiyacı belirleyip koordine bile olsa bunun bir hazırlığı olmadığı için bir üretim yapılamayacağını söylemiş.

 

SB: Bu durum ilaç için de kısmen, ama özellikle aşı için geçerli. Tamamen rastlantı eseri dün akşam, tatil nedeni ile Türkiye’de olan Fransız Sağlık Bakanlığı’nın bu işi denetleyen bir enspektörü ile tartışma olanağı buldum. Kendisi şunu söyledi “gündemde olan H5N1-pandemi aşısı Fransa’da üretilmekte ve Amerikalılar deniyorlar, klinik çalışmalarını yapıyorlar; ilk sonuçlar aşının deneklerde yeterli korumayı sağladığını gösteriyor; ancak üretim aşamaları ile ilgili olarak ilk kez karşılaştığımız önemli zorluklar var.”

 

ÖM: Üstelik Amerika’da büyük eleştiriler de geliyormuş, yani “biz geride kaldık, Fransa gibi yapamıyoruz” diyorlarmış.

 

SB: Aslında Fransız ve Amerikan, bilinen iki büyük firmanın bir araya gelmesi sonucunda oluşan bir firma söz konusu olan. Aynı firma Amerika kıtasında “Amerikan firması” adı ile satış yapıyor, Avrupa’ya “Fransız firması” adıyla satış yapıyor…. Fransa’da, sağlık bakanlığında, kuş gribi aşı çalışmalarının biyolojik sakıncaları açısından denetçisi olarak görev yapan kişi: “o kadar ilginç kısıtlamalar var ki” diyor; “Grip aşısı yumurtada üretiliyor; bir kere binalar yeni pandemi aşısını üretmeye hiç uygun değil; şu anda varolan binalarda, klasik grip aşısının üretildiği laboratuvarlarda, üretim merkezlerinde üretilmeye çalışılıyor, uygun değil çünkü H5N1 aşısının içerdiği rekombinan aşı virüsü etrafa bir yayılırsa, yani hazırlayan insana, vs. bulaşır ise, öngörmek bile istemediğimiz ciddi sorunlar doğabilir; şu anda bizim tek güvencemiz bu virüsün hâlâ sadece kuşlarda bulunması. Kuşlardan insana geçmedi, aslında hiç geçmedi değil, geçti, 116’ya vardı bulaşan insan sayısı, bunların 60 kadarı öldü, ama daha insandan insana bulaşma yok. Kuş bakıcılarına, tavuk çitfliğinde görev yapan kişilere bulaşmış, kuş-insan teması sonucunda. Aslında o insanlar başka insana bulaştırmadılar”.

 

ÖM: Ama virüs mütasyon geçirip insandan insana da geçebilir değil mi?

 

SB: Tabii hemen dönüşebilir.

 

ÖM: Her an dönüşebilecek bir canavar bu.

 

SB: Üretilecek aşının temelini bir hibrid virüs oluşturuyor; insandan izole edilen kuş gribi virüsü ve gerçekten kuşlardan izole edilmiş virüsün bir karışımı hazırlanıp, patojenitesini azaltmak için H5 kısmı kesilip çıkartılıyor ve geri kalan bölüm çoğaltılıyor. Bütün bu modifikasyonlar yapılırken çalışanlardan birine o virüsün bulaşması ve oradan da insandan insana bulaşma özelliğinin kazanımı durumunda, birdenbire beklenen pandeminin odağı olabilir o aşı üretim merkezleri. Onun için inanılmaz önlemler var ; Fransa’da şu anda varolan ve aşının üretilmeye çalışıldığı, denemelerinin yapıldığı  pandemi aşısı üretim merkezleri daha çok Lyon’da bulunuyor. “Ancak bu binalar hazır değil ki” diyor onun için bazı kısıtlamalar getirilmiş, izin verilmiyor. Yumurtada üretiliyor, o yumurtalar ne olacak? Virüsleri, embriyonlu yumurtada üretip, çoğalan virüsleri topluyorsunuz. Peki üretimin yapıldığı yumurta artıkları ne oluyor? sonra yakılıyor bunlar, ancak çıkacak dumanın bile ne olacağı tartışılıyor ?

 

ÖM: Aslında biraz bilim kurgu gibi?

 

SB: Evet. Bilmiyorum belki gözünüze ilişmiştir, ya da ilginç gelebilir, 2004 sonu 2005 başında bir kalite kontrol merkezinden, dünyadaki 3700 laboratuara örnekler gönderiyorlar, mesela A kutusunda filanca virüs var, B örneğinde başka bir şey var, vs.; her laboratuar üretim tekniklerini kullanarak, acaba doğru tanıya gidebiliyor mu, buna bakılıyor. İşte belirttiğim dönemde, kalite kontrolü yapılacak laboratuarlara,  yanlışlıkla çok patojen bir Influenza virüsü yollandı. Ve Kanada’da bir laboratuvar “ya, bir dakika, siz ne yapıyorsunuz?” diye uyardı. “Tanı için, kalite kontrol için gönderdiğiniz bu virüs çok patojendir” dedi. Birdenbire büyük panik oldu, o virüs geri toplanmaya başlandı, bu arada bu virüsün posta ile gönderilip gönderilmemesi de bulaşma riski a.ısından tartışmaya açıldı ve  yine kısıtlamalar getirildi. Bazen bütün ilerlemiş teknolojiye rağmen ufak, çok insani bir hata, çok ciddi sonuçlara yol açabilir.

 

ÖM: “Zamanımız bitiyor”, hatta “zaman bitti” gibi laflar geliyor, ciddi saygın bilim dergilerinden, peki şimdi ne durumdayız? Hep, ister küresel iklim değişikliği için olsun, ister Irak savaşına karşı harekette olsun, bir dönüm noktasından, bir eşiğin aşılmasından bahsediyoruz; burada da ters yönde bir eşik söz konusu, bu bahçe duvarının öbür tarafına geçilmesi...

 

SB: İnsanları son yıllarda AIDS dışında hiçbir virüs hastalığı bu denli ilgilendirmemişti;  çok ciddi bir enfeksiyon hastalığı ile karşı karşıyayız. Az önce de söylediğim gibi, AIDS konusundan farklı olarak bireysel olarak bir takım önlemler almak mümkün değil, hiçbir şey yapamazsınız.

 

AH: Peki bu virüsü bu kadar öldürücü yapan ne? Fark nedir?

 

SB: H5N1 dediğimiz tipi insanların şimdiye dek hiç karşılaşmadıkları bir tip, hiç bağışık değil insanlar, o zaman insanları çok rahat tutacak ve  ölümcül olacak. Bir de diğer bildiğiniz bütün virüslere oranla çok çabuk yayılıyor. Ben  gribe yakalansam, öksürsem, hapşırıp aksırsam ve elimle de mikrofonu tutsam, stüdyodan ayrılıp  gittiğimde bu mikrofonun üzerinde 72 saat virüs asılı kalıyor. AIDS ’te böyle kalıcılık söz konusu değil…

 

AH: Dokunan herkese bulaşıyor?

 

SB: Dokunan, elini ağzına, burnuna götürdüğü zaman virüsü alacaktır. Bulaşması çok kolay ve bunun dışında da özellikle belirli risk grupları var, yani böyle bir salgın olduğu zaman 65 yaş üstü, kronik hastalığı olanlar, tansiyon, kalp, şeker hastalığı olanlar, vs. çok etkileniyorlar ve onlarda ölümcül seyrediyor; ayrıca küçük çocuklarda etkili . Bu durumda  nereden baksanız saydığım risk grupları ülkemizin nüfusunun ¼ ini oluşturuyor, yaklaşık 15 milyon  kadar bu tip kronik hastalığı olan, grip için  risk altında bulunan insan var.

 

Türkiye’de yapılanlara dönersek, pandemi toplantıları dışında, Dünya Sağlık Örgütü’nce kabul görmüş iki tane merkez var; birsi Ankara’daki Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü, diğeri bizim laboratuarımız. Grip konusunda ne yazık ki her isteyen çalışamıyor, siz parasını verip de grip virüsü tanısı için, tiplendirme için kullanılacak bir takım reaktifleri  satın alamıyorsunuz. Bu kısıtlı durumun  nedeni tamamen üretimdeki bir takım sorunlardan ötürü, çünkü bizim mikrobiyolojide kullandığımız bir takım reaktifler koyunda, keçide, tavşanda hazırlanır; grip virüsünün antikorları ise sadece gelincikte hazırlanabiliyor. Onun için ticari boyutta üretimi mümkün değil, çok fazla üretilemiyor.

 

ÖM: Peki eski deyim ile nasıl bir hatt-ı harekât izlenmesi gerekiyor?

 

SB: Tanı ile ilgili bir şey söylemek istiyorum; bizim laboratuarımıza Fransa’daki Pasteur Enstitüsü, yaptığımız işbirliği sonucunda, kendisi için ürettikleri reaktiflerden gönderiyor. İstanbul Üniversitesi şu anda, örneğin bir grip çıktığı zaman etken virüsün hangi tip olduğunu saptayabilen tek merkez Türkiye’de. Biz “bu grip etkeni H3N2, aşısı olan klasik virüs” diyebiliriz, ya da “bu atipik bir virüs, kuş gribi etkeni olabilir” diye tanımlayabiliyoruz; yani virüsün adını koymak için gerekli alt yapıya sahibiz.

 

ÖM: H5N1 için ne yapacağız?

 

SB: Tanısı yapmamız mümkün en azından, adını koyabiliyoruz. Ne yapacağımıza gelirsek, Türkiye’de böyle bir aşının bir kaç kişi tarafından getirilip de satılacağını hiç düşünmüyorum, aşı ile bir korunma diye bir şey söz konusu olmayacak. Elimizde tek olanak belki de bu antiviraller, onların alınıp bir kenara konması lazım. Tabii bu antiviraller tedavi amacıyla kullanılıyor, daha doğrusu gribe yakalanan bir insanın  şikayetlerini azaltıyor, süresini azaltıyor ama yine de hastalığa yakalanıyorsunuz. Ayrıca ailenizden birisi, çevrenizden, arkadaşlarınızdan birisi bu virüs ile enfekte olduğu zaman siz onu görünce profilaktik olarak antivirali alıp bulaşmasını engelleyebiliyorsunuz, ama bir hafta boyunca hergün almanız lazım. Bir tane aldığınızda ömür boyu korumuyor, aşı gibi değil, yani ilacı aldığınız sürece korunuyorsunuz. Ama  bunların dışında yapılacak fazla bir şey yok; örneğin Almanya’da tavukların serbest dolaşımı yasaklanıyor, kapalı seralarda bulundurulsun deniyor. Türkiye’de hayvancılık alanında, veterinerlik alanında, Ankara’daki Şap Enstitüsü gibi  çok iyi çalışan merkezler vardır; seslerini çok fazla duyuramazlar, çok mütevazıdırlar ama inanılmaz başarılı aşı ve korunma çalışmaları yaparlar, özellikle kanatlı aşılarında çok iyidirler. Onların çalışmaları olacaktır muhakkak, onlar belki çiftlik tavuklarını çok iyi denetleyip kitlesel olarak tavuklarda böyle bir sorun görüldüğünde gerekli önlemlerin alınmasını isteyeceklerdir. Örneğin bir tavuk çiftliğinde  salgın saptanır ise, buradaki kanatlıların imha edilmesi lazım. Günde 10 bin, 100 bin tavuğun filan katledilmesini gerektirecektir insana bulaşmaması için. Tabii o aşamada ciddi olarak evrensel önlemlere uymak gerekir; bu işlerde çalışan, tavuk çiftliklerinde çalışan insanların dikkatli olması lazım, girerse oradan girecek çünkü Türkiye’ye.

 

AH: Yani virüsü kapmış herhangi birinin Türkiye’ye gelmesi ve oradan başka insanlara geçmesi...

 

SB: Bu çok önemli, aynı SARS’ta hatırlarsanız bir takım kısıtlamalar vardı; işte benzer şekilde, bu tip salgınların olduğu bölgelerden, kuş gribinin görüldüğü yörelerden ABD’ye gireceklere bir takım kısıtlamalar getiriyor; uçaklarda görevlilere vs. eğitim veriliyor; yolcular arasında  aksıran, hapşıran, öksüren varsa, hasta gibi görünen varsa, onu izole edilmesi gibi bir dizi önlem uçaklarda da yavaş yavaş başlıyor. Türkiye’de başka ne yapılabilir?  Pandemi sırasında, umarım  böyle bir şey başlamaz, ama başlarsa eğer, okulların kapatılması, kapalı, toplu alanlarda bulunulmasının yasaklanması gibi  çok ciddi önlemlerin çok süratle alınması gerek.

 

ÖM: Bunu herhalde daha konuşmaya devam edeceğimiz anlaşılıyor.

 

SB: Bu durmayacak herhalde, SARS tan farklı.

 

ÖM: Evet farklı bir durumdayız ve bir eşiğin de aşılmasından bahsediyoruz. Geçen hafta medyada yeralan cıvalı aşılarla ilgili bir konu vardı, onu da kısaca değinebilir miyiz?

 

SB: Haber ilginçti; ama bizde yazılı basında sağlıkla ilgili haberler hep sansasyonel açılardan ve abartılı biçimde ele alınmakta ; örneğin “batıda üretiliyor kendi vatandaşı için kullanmıyor, bize, gelişmekte olan ülkelere satılıyor” diye verilir. Böyle şeyler olmuyor mu? Oluyor tabii ama bu son ele alınan konuda biraz gerçekler farklılaştırılmış ve bilimsel haklılığı yok.. Aşılara koruyucu olarak ilave edilen cıvalı preperatları içeren aşılar dünyanın her yerinde satılıyor; içinde tiyomersol var, bu civalı bir preparat, ve metabolize olduğunda  etil merküre dönüşüyor. Sonuç olarak aşının içinde bulunan ve etil merküre dönüşen  cıva içeren madde, vücuttan süratle atılan, 6 günde atılan ve şimdiye kadar da yan etkileri konusunda hiçbir bilimsel kanıtın bulunmadığı bir maddedir. Örneğin bu miktarda civayı siz çocuklarınıza balık yedirdiğiniz zaman muhakkak veriyorsunuz, balık ve deniz ürünleri ile cıva alınıyor ve bu yoldan, üstelik metil merkür formatında alınan bu cıva, tiyomersol’ün içerdiği cıvadan daha fazla cıva birikimine yol açıyor, o zaman balık da yedirmemeniz lazım. Ya da aynı bileşim diş hekimliğinde dolgu amalgamları içinde de bulunuyor… Sonuç olarak bu tip koruyucu içeren aşıların sakıncası yok;  ABD peki neden cıvasız, koruyucu olarak cıvanın kullanılmadığı ilaçlar üretiyor? Bu karar bilimsel nedenlerden çok, aşı karşıtı grupların propagandalarına bağlı olarak, tamamen toplumsal baskı sonucu alınmıştır. Yeni üretilen ve piyasaya verilen cıvasız aşıların saklanması çok daha güç, ve fiyatları da 4 misli daha pahalı. İşe tersten bakarsanız, belki de cıvasız aşı üreten firmalar bu şekilde kendi pahalı aşılarını promote etmek için konuyu gündeme taşımış olabilirler. Çeşitli aşılara yönelik benzer eleştirilerin zaman zaman  manşetlere taşındıklarını görüyoruz; bu gelişmeler aşı karşıtı grupların girişimleri sonucu ortaya çıkıyor. Bu gruplara  Türkiye’de henüz rastlamıyoruz, ama başta  Kuzey Avrupa ülkeleri olmak üzere  Batı’da var; bu haberlerde, genellikle etkeni bilinmeyen hastalıklarla, örneğin multiple skleroz  ya da son haberde olduğu gibi otizm ile aşı uygulamaları arasında  ilişki kurarlar; şimdiye dek ileri sürülen savların hiçbirisi bilimsel olarak kanıtlanmamıştır, ama bu haberlerin ardı kesilecek gibi görünmüyor. Bu ayrı bir konu, ama ilginç bir konu.

 

ÖM: Bir kaç cephede birden savaşıyoruz, zaten sizin son söyledikten sonra mikrofonları kaldırmaya karar verdik radyoda!

 

SB: Yüksek sesle konuşun, bağırarak konuşun!

 

ÖM: Bağıra bağıra konuşacağız herhalde. Çok teşekkür ederiz, gayet vahim ve ilginç bir konu. Konuşmaya da devam edeceğiz, başka bildiğimiz bir yöntem yok. Bu işlerde hazırlıklı olabilmek ve dinleyicilerimizi de bu konuya hazırlıklı hale getirebilmek için. Teşekkür ederiz.

 

SB: Ben teşekkür ederim.

 

(23 Ağustos 2005 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)