Kurtlu Kaşar

-
Aa
+
a
a
a

Canı sıkılan adam

Daha kolay algıladığımız şeylere daha çok dikkat ederiz. Daha çok dikkat ettiğimiz şeyleri daha iyi algılarız. Hangisi önce, hangisi sonra, bu pek önemli değil... İlgilendiğimiz şeylerin çoğunu, belki de hepsini, daha kolayca ve zorlanmadan, âdeta otomatik olarak, yaptıklarımız oluşturur. Kolayımıza giden işlere daha çok dikkatimizi vermemiz, doğal eğilimimizdir. Peki, bize zor gelen, henüz iyi yapmayı öğrenemediğimiz, ya da öğrenmeye yeni başladığımız şeylere dikkatimizi nasıl verecek, bunları nasıl iyi algılayacağız? Zorluklar burada başlar.

Hoşumuza gitmeyen bir müzik programını dinlerken, sıkıcı bulduğumuz bir tiyatro oyununu seyrederkenki durumumuz dikkat dağınıklığı denen duruma iyi bir örnektir. Sıkılırız, çünkü bir tat alamayız. Bir tat alamayız, çünkü, ne olup bittiğini anlamak için gereken dikkati bir türlü veremeyiz. Veremeyiz, çünkü şöyle bir baktığımızda sahnedeki oyuna, çalmakta olan müziğe; çalan, oynanan tanıdık değilse, hemen zevk veren bir yanı yoksa, kafamızı çeviriverir, fırsat varsa, çıkar gideriz.

Hemen zevk alamadığımız durumlardan, çabucak vazgeçiverdiğimiz için kaybettiklerimizin bir listesini çıkartsak, kimbilir ne fırsatlar kaçar gider... Aceleci ve sabırsız diye bilinmemiz, bir şeyden zevk almadıkça onu sürdürmeyen bir tarafımız olmasının sonucu. Kim zevk almadığı bir şeyi yapar demeyin hemen. Hiç kimse, elbette. Dikkati dağınık olanların yapamadığı; hemen değil de biraz sonra zevk alacakları bir işi bile sürdürmekte zorlanmaları... Zaman algısı; içinde olunan saniyelere neredeyse sınırlı olunduğunda,
bazen, bir yarın yokmuşçasına yaşamaya başlayıveriyor insan: Şimdiki zamana kısılmış, "ne yapacaksam şimdi yapmalıyım”, ya da “benden sonra tufan”... Tanıdık bir durum.

Canımız sıkılır. Değişik bir şey arar, canımızın sıkıntısını dağıtmak isteriz.

Dikkatimizin süresi, yani bir konuya kendimizi verebilirliğimiz, ne kadar? İlgimizi çekmeyen, bir başka deyişle, “tarzımız olmayan” veya “kafamızın basmadığı” işlere, dikkatimiz çok sınırlı. Bir yetişkin gözüyle bu tür sınıflandırmalar yapmak kolay. Bazı konulardan neden anlamadığımızı, klasik müzikten neden hoşlanmadığımızı, uzun kitapları okumaktan neden hazzetmediğimizi düşünmeyiz bile. Peki, tarzımızı ya da aklımızın erdiği ve ermediği şeyleri, nelerden hoşlandığımızı ve hoşlanmadığımızı belirlediğimiz yıllarda, yani çocukken, neler oluyor?

Canı sıkılan bir çocuk olmak nasıl bir şeydir?

Haftaya: "Dikkat, bir ilişkidir"