Kriz, İşgal ve İslam

-
Aa
+
a
a
a

Amerika öncülüğündeki ülkelerin Afganistan'da çözümsüzlüğe saplandıkları iyice açığa çıktı. Irak'ın geleceğine ilişkin belirsizlikler de giderilemedi.

 

Biz de geçen yılın olaylarını, bu radikal gelişmeleri değerlendirmek için radikal bir isim seçtik.

Mısır doğumlu olan ve Paris'te eğitim gören Samir Amin, kalkınma teorileri, kapitalizm, küreselleşme ve sistem karşıtı hareketler üzerine görüşleriyle tanınıyor.

 

Amin'i, pek çokları, Marksist sosyal bilimi geçen yüzyıldan 21. yüzyıla taşıyan seçkin bir düşünür olarak görüyor.

 

Ekonomiyi krize götürdüğü söylenen denetimsizliğin, finans sermayesinin kâr elde etmesi için gerekli olduğunu söyleyen Amin, Amerikan askeri müdahaleciliğinin de Bush ve çevresindekilere özgü bir fikir olmadığını, sistemin devamı için Obama tarafından da sürdürüleceğini söylüyor.

 

Siyasal İslam'ın, alternatifi gibi görünen pek çok laik yapı gibi 'emperyalizmin' hizmetinde olduğunu da belirten Amin'e göre, Afganistan ve Irak'taki çatışmalarda İslamcılarla anlaşma da mümkün.

 

Samir Amin'e ilk olarak, liberal iktisatçılar tarafından piyasalardaki denetim eksikliğiyle ve tüketici güvenindeki azalmayla açıklanan krizi nasıl yorumladığını sorduk.

 

Ekonomik krizin temel nedeni

 

Samir Amin: Öncelikle bahsettiğiniz bu açıklamalarının oldukça yüzeysel olduğunu söylemeliyim. Evet, bu kriz, finans ve para piyasalarındaki deregülasyonun doğrudan bir sonucudur.

 

Ancak açıklanması gereken, piyasaların geçmişte neden deregüle edildiği ve bunun kimlerin çıkarına olduğudur. Bu soruya cevap vermenin yolu da, sistemi "neo-liberalizm" ve "küreselleşme" olarak tanımlayan bu ortalama dilin ötesine geçmekle mümkün olabilir.

 

 

Kapitalist gelişmenin ileri derecede oligopolleşmiş olmasına yoğunlaşılmalı. Bugün, kapitalizmin çok ileri derecede merkezileşmiş bir biçimini yaşıyoruz. Bu dönemde, oligopoller (takım tekelleri), yani dünyadaki yaklaşık 50 sermaye grubu ve onların çevresindeki 1000 kadar grup tüm sistemin stratejik noktalarını kontrol ediyor ve temel meselelerde kararları veriyor. Finansal sistemin deregüle edilmesine ihtiyaç duyan ve bunu talep eden de zaten bu oligopollerdir.

 

"Krize götüren yapı, finans sermayesi için gerekliydi"

 

BBC: Peki sistem, finans piyasalarını neden denetimsiz bıraktı? Bu denetimsizlik yoluyla finans piyasasındakilerin önemli bir kar sağladığından da bahsediliyor. Sizce deregülasyonun nedeni neydi?

 

Samir Amin: Çünkü yatırımları, doğrudan üretim yapılan sektörlerden, finans sektörüne yönelterek kendileri için bir tekel rantı yarattılar. Finans piyasalarının işletilmesi, kârı oligopollerin çıkarına olacak şekilde aralarında yeniden bölüştürmelerine imkân veriyordu.

 

        

Finansal yatırımlarda sermayenin getirisi krizden önce yüzde 10 ila yüzde 15 arasındayken, reel ekonomiye, üretime yapılan yatırımların kar oranı çok çok daha düşük düzeylerde yüzde 4 ila 5'ten fazla değildi. Bu da, oligopollerin finans piyasaları üzerinden, reel ekonominin imkân verdiğinden daha fazla kazanmalarını sağlıyordu.

 

'Piyasalar, hiyerarşik örgütlenmiştir'

 

BBC: Peki finans sermayesinin lehine olan bu sisteme, yatırımları asıl başka sektörlerde olan sermaye grupları neden karşı çıkmıyor?

 

Samir Amin: Bu yine, konvansiyonel ekonomiden, piyasa ekonomisinden bahseden iktisat anlayışının dışına çıktığım bir nokta. Piyasalar hiyerarşik bir şekilde örgütlenmiştir. Bu piramidin en üstünde ise para ve finans piyasaları bulunmaktadır.

 

Bunun hakim piyasa olması da, oligopollerin karlarını maksimize etmek için belirledikleri ve kendi aralarında rant elde etmek için yarıştıkları piyasa olması nedeniyledir. Dolayısıyla, sistemin oligopolistik örgütlenişi ile para ve finans piyasalarının diğer piyasaların üzerinde yer alıyor olması arasında doğrudan bir ilişki var.

 

'Sistemi değiştirmek değil, eski haline çevirmek istiyorlar'

 

BBC: Bazı iktisatçılar bu krizden bir çıkış yolu, bir çözüm olarak Keynes'çiliğe geri dönüşten bahsediyorlar. Sizce Keynes'çilik, sistemin krizine çözüm getirecek bir alternatif olabilir mi?

 

Samir Amin: Hayır, gördüğünüz gibi, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve Japonya'daki hükümetlerin uyguladığı ekonomi siyasetinin Keynes'çilikle de bir ilgisi yok. Uygulanan politikalar sistemi finansal krizden önceki haline geri çevirmek için uygulanıyor. Daha fazlası için değil. Oligopollerin süper kâr elde etmelerini mümkün kılmak için çabalıyorlar, bunun da Keynes'çilikle bir ilgisi yok.

 

'Obama'ya isyanı engelleme görevi'

 

BBC: Peki sizce bu, sorunu çözecek mi? Yani sistemi eski haline geri çevirmeyi başarabilecekler mi?

 

Samir Amin: Hayır, bu gerçekleşmeyecek. Ancak, sistemi Ağustos'tan önceki haline çevirmek iki koşulun yerine getirilmesi durumunda tümüyle imkânsız değil. Birinci koşul, sisteme gereken ölçüde likidite sağlanması ki bu astronomik düzeylerde, 2 trilyon dolar civarında.

 

İkincisi ise, bu para aktarmanın mağduru olan kesimlerin, yani daha fazla işsizlik ve resesyonla, maaşların düşmesi, emeklilik maaşlarının azalmasıyla karşı karşıya olan kesimlerin, şimdi olduğu gibi, mücadele düzeylerinin zayıf ve bölünmüş halde kalmasının sağlanmasını gerekli kılıyor.

 

Bu kesimlerin siyasi olarak yönetilebilir düzeyde tutulmaları gerekli. Bush'tan farklı olmayarak, Obama'nın da görevi şimdi koşulları sağlamak olacak. Ancak bu gerçekleşse bile, bir kaç yıl ya da birkaç ay içinde tekrar bir finansal çöküşün yaşanması kaçınılmaz olacak.

 

'Emperyalizmin askeri kontrol dışında şansı yok'

 

BBC: Küresel kapitalizme hakim olanların yaşadıkları tek kriz, ekonomi de değil, askeri alanda da örneğin Afganistan ve Irak'ta mutlak bir zafer ya da mutlak bir mağlubiyetin yaşanmadığı bir kriz durumu sürüyor. Sizce önümüzde nasıl olasılıklar var?

 

Samir Amin: İçinde yaşadığımız sistem, emperyalist tipte, finansal düzeyde yaşanan ve oligopoller tarafından işletilen bir küreselleşme. Kapitalizmin bu aşamasında, özellikle enerji alanındakiler olmak üzere doğal kaynakların görece azaldığı bir evredeyiz.

 

Bu nedenle, ABD, Avrupa ve Japonya, bu doğal kaynaklara diğer toplumların erişimini engellemek zorunda olduklarını görüyorlar. Bunu sağlayabilmelerinin de gezegen üzerinde askeri kontrol kurmaktan başka bir yolu olmadığını biliyorlar.

 

Bu nedenle de "terörizm" dedikleri şeyi icat edip, bunu kendi yararlarına kullanmaya başladılar. Bu sayede de, tümüyle suç olan ve uluslararası hukukta yeri olmayan "önleyici savaş" kavramını geliştirdiler. Ve ilk vuruşlarını da Orta Doğu'ya gerçekleştirdiler ancak bu daha yalnızca ilk adım sayılır.

 

'Obama askeri kontrol siyasetini sürdürecek'

 

BBC: Dolayısıyla, Afganistan ve Irak savaşlarının arkasında yalnızca George Bush ve ekibinin olduğunu düşünmüyorsunuz, peki Obama yönetiminin askeri kontrol ve müdahalecilik doktrininin de herhangi bir değişiklik yapacağını düşünüyor musunuz?

 

Samir Amin: Hayır, gezegen üzerinde askeri kontrol sağlanması planı yalnızca Bush'un aklıyla üretilmiş bir plan değildir. Planın ortaya atılması dahi, Clinton dönemindedir. 21. yüzyılda gezegenden bir askeri kontrol sağlanmasına dair Pentagon belgeleri bulunmaktadır.

 

 

Tabii, Bush planını büyük bir küstahlıkla ve şiddetli bir şekilde uygulamaya çalışmıştır, ancak, Obama da belki en azından müttefiklerine karşı benzer bir küstahlıkta olmasa da başka bir dil kullanarak bu planı uygulamaya devam edecektir.

 

Küreselleşmenin üç sorunu

 

BBC: Sizin yaklaşımınızla da paralel olarak, küresel egemenliğe karşı belki üç direniş odağından söz edilebilir. Birincisi Afganistan ve Irak'taki askeri mukavemet, Çin ve Rusya'nın siyaseti ve Latin Amerika'daki rejimler. Siz bu farklı mukavemet modelleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Samir Amin: Evet, söylediğiniz gibi bunlar farklı doğalara sahip direnişlerdir. Ancak, birbirlerini tamamlıyorlar. Tabi ki, ABD ve NATO'nun askeri şiddet uyguladığı, işgal ettiği yerlerdeki direniş de askeri olmaktadır. Afganistan ve Irak buna örnektir.

 

Latin Amerika ülkelerindeki direnişler ki buna bugün daha az önemli olmayan Nepal'i de eklememiz gerekir, halk güçleri tarafından yürütülen bir direniştir ve en azından yerel dengeyi kendi lehlerine çevirmeyi başarmış durumdadırlar.

 

Çin ve Rusya'nın ABD egemenliğine karşı koyuşları ise bu ülkelerdeki iktidar odakları tarafından gerçekleştirilen milliyetçi karşı koyuşlardır. Bu ülkeler demokratik olsalar da olmasalar da, durum böyledir. Örneğin Çin, pek çok açıdan küreselleşmeye dâhil olmuştur ancak, finansal ve mali sisteme entegre olmamıştır. Bu da küresel emperyalizme karşı en güçlü direniş biçimlerinden biridir.

 

BBC: Peki Afganistan ve Irak'taki türden çatışmaları, sistem karşıtı direnişler anlamında bir yere oturtuyor musunuz? Bu hareketler gerçek bir tehdit arz ediyorlar mı?

 

Samir Amin: Evet bu hareketlerin arzettiği tehdit gerçektir. Lakin ben bu tür hareketleri direniş biçimleri üzerinden yorumlamaktan uzak duruyorum. Bu güçlerin siyasi hedeflerini ve kurmak istedikleri toplum biçimlerini desteklemiyorum. Siyasal İslam'a karşıyım ve bunun emperyalizmin kör bir müttefiki olduğunu düşünüyorum. Ancak, bu güçlerin, yabancı işgaline karşı savaşıyor olmaları son derece meşrudur.

 

"Siyasal İslam, emperyalizmin kör müttefikidir"

 

BBC: Siyasal İslam'ın kör bir müttefik olmasıyla ne demek istiyorsunuz?

 

Samir Amin: Siyasal İslam, ilerici bir sosyal program önermemekte ve kapitalizm oyununun tüm kurallarını kabul etmektedir. Dolayısıyla da ekonomik anlamda küresel emperyalist sistemin kurallarına tabidirler. Siyasal İslam, toprak reformu, işsizlik ve düşük ücretler gibi gerçek konularla uğraşmaktansa, mücadelelerini din ve kültür gibi hayali meselelere yöneltmektedirler. Bu akımın dini bir akım olduğunu söylemek dahi yanlıştır.

        

Bu, dini araçsallaştıran, araç haline getiren bir siyasi akımdır. Bu hareketin kapitalizmi olduğu gibi sürdürmekle de bir problemi yoktur. Özel mülkiyetin kutsal olduğu gibi fikirler, siyasal İslam'ın da bize sürekli tekrarladığı fikirlerdir. İşte bu nedenlerle, emperyalizm ile siyasal İslam arasındaki ilişkilerde net olmayan pek çok boyut var.

 

Bir yandan baktığınızda, savaşıyor gibi görünüyorlar ki, bin Ladin bunun tipik bir örneğidir. Ancak en sonunda, bin Ladin'in CIA'in yakın bir dostu olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Taleban'ın ABD eliyle eğitildiğini, finanse edildiğini ve silahlandırıldığını unutmamalıyız. Siyasal İslam'ın hakim olduğu Suudi Arabistan ve Pakistan gibi ülkelerin ABD'nin en yakın dostları olduğu da açıktır.

 

Emperyalizme 'karşı şiddet'

 

BBC: Siz aynı zamanda, bir direniş biçimi olarak şiddetin de meşru olduğunu savunuyorsunuz. Ne tür bir şiddetten bahsediyorsunuz?

 

Samir Amin: Burada, şiddete asıl başvuran kim diye başlamalıyız. Şiddete başvuran emperyalizm, kapitalizm ve oligopollerdir. Amerikan uçaklarının Afganistan ve başka yerlerde kasabaları köyleri bom