'Korku ve Dehşet' Operasyonu

-
Aa
+
a
a
a
Mehmet Bozok

21 Mayıs 2004'te Birgün'ün ilk sayfasında -ve sanırım diğer bazı basın organlarında- Amerikalı er Sabrina Harman'ı Iraklı bir cesedin başında gülümserken gösteren bir fotoğraf yayımlandı. Harman'ın bu fotoğrafı General Sheridan'ın bir sözünü anımsatıyor. Topraklarını işgal eden Amerikalılarla barış yapmak isteyen Comanche şefi Tosawi, Sheridan'la tanıştırıldığında "Tosawi, iyi Kızılderili" deyince Sheridan "Gördüğüm en iyi Kızılderili, ölü Kızılderlidir" sözüyle Amerika'nın -bugün de sürmekte olan- Kızılderili politikasını veciz bir biçimde özetlemekteydi.

ABD, Mart 2003'te Irak'a saldırdığında, kurtarıcı olarak karşılanmayı planlıyordu ve bu işgalin ilk dönemde estirilen havayla -en azından belirli çevrelerde böyle algılandı- "kahraman batılılar", vatanlarını bırakıp gelen koalisyon askerleri diktatör Saddam Hüseyin'i ortadan kaldırarak çaresiz durumdaki bir Ortadoğulu halka demokrasi getirmekteler. SSCB yıkıldığında parçalanan Lenin ve Stalin heykellerindeki senaryo Irak'ta da yüklü bir imge bombardımanıyla birlikte uygulamaya kondu. İşgalin ilk günlerindeki parçalanan Saddam Hüseyin heykellerinde ya da kurtarıcıları ABD askerlerinin elini öpen Iraklıların görüntülerini kim unutabilir. Burada konuya ara vererek, imge bombardımanıyla ilgili bir anımsatma yapmayı gerekli görüyorum;  Bunlar bir yana, Saddam Hüseyin'den söz ederken -tüm yapıp ettikleri bir yana- başlangıcından beri, diğer tüm devlet başkanlarına yapıldığı gibi soyadıyla hitap etmek yerine "Saddam" diye ismiyle hitap ederek küçümsemek muhalif çevrelerde bile pek önemsenmeyen bir konu olageldi. İşgale geri dönecek olursak, başlangıçta ufak tefek direnişler oluyordu. Ama olsun, bu kadar kusur kadı kızında bile olurdu. Zaten Amerika'nın Irak'ı -"büyük çıkarları" için- elde edilmesi ve dize getirilmesi gereken bir kadı kızından farklı gördüğünü sanmıyorum.

Sonra hiç umulmayan oldu ve Şiiler ile Sünniler, tıpkı Anadolu coğrafyasında olduğu gibi, bir araya gelerek işgalcilere karşı mücadele vermeye başladılar. Şii Mukteda el-Sadr'ın öncülüğünde gelişen bu hareketin güçlenmeye başlamasıyla Ebu-Garib'de yapılan dehşetengiz işkencelerin fotoğraflarının basına sızdırılarak dünya gündeminin tepesine yerleşmesi tesadüf olmasa gerek. İşgalciler Iraklıları sindirmek istiyorlardı ve bunu dünya kamuoyuna yansıtarak kendilerinden duyulan korkuyu pekiştirmek istediler. Onların -işgalcilerin- cephesinden bakıldığında "masumane" bir girişimdi yapılan aslında. Tabi sonra olağanüstü bir biçimde işgale karşı tepki yükselmeye başlayınca yarım ağızla özür dilemeye ve bazı "bireysel işkenceciler"i mahkum ederek durumdan sıyrılmaya çalıştılar, ama nafile. Küçük bir kesim -ki bunların çoğunun ABD'liler olduğuna kuşku yok- dışında kimsenin bu özürlerin içtenliğine inandığını sanmıyorum; kalanlarsa yine "büyük çıkarları" için kendilerini sessiz kalmak zorunda hisseden Celal Talabani gibi yöneticilerdi.

Bilmiyorum anımsayanınız var mı, Irak'ta koalisyon güçlerinin başlattığı operasyonun adı "Korku ve Dehşet"ti. Irak'ta işkence yapılmasında aslında şaşılacak bir şey yok. Korku ve dehşet saçılacağı daha en başından ilan edilmişti ve şimdi uygulamaya konan bu. Irak'ta yapılan işkencelerin provası, Afganistan işgalini izleyen günlerde Guantanamo'da yapılmıştı ve bu halen devam ediyor. İşkence, insanları yıldırarak -yani terör estirerek- onların direnişini kırmak için yapılır ve başta ABD olmak üzere, demokrasi havarisi batılıların bunda yeterince deneyimli olduğundan şüphe yok.

İkinci Dünya Savaşı'nda da böyle olmuştu, şimdi de olan bu. İşgal edilen halkın zayıf noktasını bulmak ve bu yolla direnişi kırmak. İkinci Dünya Savaşı'nda ABD'li antropolog Ruth Benedict'in Türkçe'de "Krizantem ve Kılıç" adıyla yayımlanan Japon ulusal karakteri ile ilgili çalışması da benzer bir amaçla yapılmıştı. Japonların atom bombasıyla teslim olmaya zorlanmasını izleyen dönemde, barış anlaşması için ABD uçak gemilerinden birinde alaycı bakışlarla kendisini izleyen askerlerin önünde çırılçıplak yıkanmaya zorlanan Japon subayın görüntüsü hâlâ akıllarda. Ebu-Garib Cezaevi'nden yansıyan görüntülerin bundan pek farkı yok.

Er Lynndie England'ın penisini göstererek aşağılamaya çalıştığı işkence gören Iraklılardan Saddam Salih'in, 19 Mayıs 2004'te Birgün'de yayımlanan sözleri çarpıcı: "Saddam Hüseyin döneminde Ebu-Garib'de işkence yapılırken kimse çırılçıplak soyulmazdı". İşgalciler Iraklıları sindirmek istiyorlardı ve Irak'a gelirken bununla ilgili muhtemelen çok iyi bir hazırlık yapmışlardı.

Irak'tan dünyaya yansıyan görüntüler insanın kanını donduruyor. Ancak ABD'li bazı yöneticilerin de ifade ettikleri gibi " bunlar olup bitenin küçük bir parçası" yalnızca. İşkence dünyada ilk kez Irak'ta yapılmıyor. Yaşadığımız coğrafya, işkence yöntemleri konusunda ABD'nin yaptıklarını artmayacak, belki de aşacak nitelikte. Lynndie England veya Sabrina Harman -işkence yapanın adının önemi yok- işgalcilerin kamuoyunu rahatlatarak üzerlerindeki baskıyı hafifletmek için ileri sürdükleri günah keçilerinden bazıları. ABD veya herhangi bir ülke, işkenceciyi yaratırken, tanımadığı bir insandan bu denli nefret edebilmesini sağlıyorsa, işkencenin sorumlusu işkenceciden çok onu işkence yapmaya sevk eden, bunu onaylayanlardır. Sabrina Harman, bu yazının konusu olan fotoğrafta ölü bir Iraklının başında o güzeller güzeli yüzüyle gülümserken ne düşünüyordu bilinmez ama bana kalırsa "en iyi Iraklı ölü bir Iraklıdır" diyordu.