Kelimeler Bazı Anlamlara Gelirler

-
Aa
+
a
a
a

29  Aralık 2011 günü Uludere’de yaşanan katliam karşısında medyanın aldığı tavır hakkında epey şey yazıldı, çizildi.  Türk medyası popüler deyimle söylersek sınıfta kaldı. Aslında çoğumuzun uzuncadır anaakım medyanın hükümetin basın bürosu olarak çalıştığından şüphesi yoktu. Anaakım medya bizi düşünmüyor, bize hizmet etmiyordu. Hem zaten acilen reflekslerini bir refleksoloji uzmanına göstermesinde de fayda vardı. Ama peki ya biz ne haldeyiz? Sağduyumuz, vicdanımız yerinde mi? Reflekslerimiz medyanınkiler  kadar zayıf değil belki ama bazılarımızın da bir  duyma/idrak zorluğu yaşadığı aşikâr. Bir kulak - burun mütehassısına ya da bir idrak yolları mütehassısına görünmelerinde ya da sadece kelimelerini dinlemelerinde fayda var.

 

Yolda, otobüste, bakkalda, iş yerinde herkes bir şeyler söylüyor Uludere’de yaşananlar hakkında. Bir iki dakikalığına da olsa pek çoğumuz düşünüyoruz konu hakkında. Öyle ya da böyle bir fikrimiz var hepimizin. Kimi acısını dile getiriyor, kimi uluorta ‘‘oh olsun’’ diyor. Yaşamlarını kaybedenlerin çoğunun çocuk olduğunu bildikleri halde. Acılarını ifade edenlerin bir kısmının acılarını ifade ediş biçiminde de  bir tuhaflık var sanki. Sanki  yılllardır bu coğrafyada yaşayan bizlere dayatılan dilden beslenen bir şeyler var onların dilinde de.

 

Yazıya başlarken şöyle bir cümle döküldü bilgisayarın ekranına, ‘‘29 Aralık günü Uludere’de yaşanan katliam…’’.  Sonra adına otosansür denilen mekanizma klavyenin üzerinde dolanan eli aldı, geri tuşunun üzerine bıraktı. ‘Dram’ kesinlikle katliamdan daha uygun bir kelimeydi. Daha tarafsızdı. ‘Katliam’ı sildi otosansürün avucundaki el, yerine ‘dram’ yazdı. Yaşanan bir ‘dram’dı. Kimse aksini iddia edemezdi. TDK’nın Büyük Türkçe Sözlük’üne göre ‘dram’, mecaz anlamda kullanıldığında  ‘acıklı olay’ demekti. Ee, acı elbette vardı ama yaşananların adı ‘dram’ mıydı yoksa ‘katliam’ mı? Yoksa devlet erkânının belirttiği üzere  olan biten her şey bir ‘kaza’ mıydı?  Sonra tekrar giriş cümlesine döndü klavyenin üzerinde dolanan el ve ‘dram’ kelimesini  bu sefer  ‘katliam’ ile değiştirdi.  Zira vicdan otosansüre rağmen devreye girdi  ve yaşananlara ‘acıklı olay’ demeyi reddetti.‘Katliam’ın anlamı sözlüklerde ‘kırım’dı. ‘Acıklı bir olay’dan çok daha fazlasını ifade ediyordu katliam. Yazan el,  vicdanı ile elele verip bir karara vardı, bu kesinlikle bir ‘kırım’dı. Vicdan, yazan ele  insanî olanı bir kere daha hatırlattı. Sadece tek bir kelime nasıl da bir vicdan muhasebesine yol açtı.

 

Yazarken, konuşurken kullandığımız her kelime hakkımızda çok şey söyler. Bir şeyi bildirirken ağzımızdan / kalemimizden çıkan sözlerin bütününden yani söylemimizden ibaretizdir hepimiz aslında. İstediğimiz kadar süsleyelim sözlerimizi, onları istersek pamuklara saralım, mimiklerimizle destekleyelim destekleyebildiğimiz kadar hiçbir işe yaramaz. Çevremizde olan biteni, hissettiklerimizi anlatırken hangi sözü, sözleri seçtiğimizdir aslolan. Ağzımızdan çıkan her söz önünde sonunda anlamını da, muhatabını  da bulur. Ona bizim hakkımızda neler neler anlatır.

 

İşte bu nedenledir ki iyi  duymalı kulaklarımız ağzımızdan her çıkanı. Gözümüz, kulağımız, vicdanımız, özümüz sözümüzle bir olmalı. Bu nedenledir ki Uludere’de yaşananlar hakkında ne denli üzüldüğünü söyleyen birinin ‘‘Kürt olmadığım halde yaşananlara çok üzülüyorum,’’ demesi onun samimiyetine inanmamazı  zorlaştırır. 

 

Bu cümleyi kuran, bu kelimeleri birbiri ardına sıralayan ‘o’ değildir yani ‘diğeri’.  Erk sahibi olan  ve diğerini  ‘öteki’ olarak tanımlayandır cümlenin öznesi. Yani  Türk’tür, kendisi ifade ettiği üzere Kürt değildir. Oysa ki ölenler Kürt’tür, ‘o’  olmayandır. Yani ‘diğeri’dir, ‘öteki’.

 

Van depremi haberini sunan TV spikerinin ‘‘Deprem  her ne kadar Van’da olmuş olsa da hepimiz üzüldük.’’ sözlerinden ne farkı vardır bu söylenenin? Yaşananlara üzülenler Kürt oldukları için mi üzülüyorlardır aslında? Kürt olmadığın halde üzülmek zoru başarmak mıdır? Çoğu reşit bile olmayan 35 sivilin ölmesine üzülebilmek için bir önkoşula mı ihtiyacımız vardır? Vicdanımız yetmez mi?

 

‘‘Bir öteki var benden öte’’  dediğimiz sürece  neye hizmet ederiz biz sözümüzle, özümüzle?  Bir  ‘öteki’nin varlığının sağlamasından başka bir şey değildir ‘Kürt olmadığı halde üzülenler’. 

 

Ötekiler sınırlarda ölür, diğerleri  yeni bir katliama kadar bir süreliğine ‘derinden’ üzülürler. Ötekiler sevdiklerinin cansız bedenlerini taşır katırlar üzerinde engebeli yollarda, diğerleri televizyondan izler,  yine ‘derinden’ üzülürler. 

 

Öteki, üzülmek, ‘derinden’ üzülmek için bir önkoşula ihtiyaç duymaz. Tenini yakar, geçer acı. Çoğu zaman sebebini bile anlamaz, anlam veremez ama hisseder, derinden. Acının bizzat kendisidir öteki. Sözleri hiç duyulmayan, hep susturulan.

 

Muktedirlere rağmen ve kendimizi T.C. kimliğimiz üzerinden tanımlamadığımız halde büyük sözler etme cüretini gösterirsek, ‘’Kürt olmadığım halde olanlara çok üzülüyorum’’ diyenler, sözlerinin ne denli ayrımcı olduğunu anladıklarında ancak barış gelebilir bu topraklara. Çünkü kelimeler  bazı anlamlara gelirler.