KEDV - Yoksul kadınlarla çalışan vakıf

-
Aa
+
a
a
a

Hülya Demiralp Demircan: Konuğumuz Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’ndan (KEDV) Şengül Akçar.Hoşgeldin Şengül.

 

Şengül Akçar: Hoşbulduk.

 

HDD: KEDV’in kurucususun. Böyle bir talep veya ihtiyacı nasıl hissettin, nereden bu noktaya geldin? Geçmişten başlayalım. Biraz anlatabilir misin?

 

ŞA: 1986’da, daha doğrusu 1984’te böyle bir talep geldi. Talep derken Türkiye’de bu, kadınlar böyle bir şey talep etmiş değildi. Biraz kendi talebim belki.

 

HDD: Sen ihtiyaç duydun buna. Böyle bir şey olması lazım mı dedin?

 

ŞA: Biraz öyle. Açık da konuşmak lazım. Kimseyi de temsil ediyor değiliz.Böyle bir kurum filan gibi.Oradan kaynaklanmadı açıkçası.

 

HDD: Sosyal girişimci özelliğinle ortaya çıktı bu o zaman.

 

ŞA: 1984’te, ben Boğaziçi Üniversitesinde yüksek lisans yapıyordum. Program da bitmek üzere. Ne yapılabilir diye düşünüyorum. Daha önce de çok hoşuma giden ve çok zevk aldığım bir çalışma....

 

HDD: Bununla alakası var mı yüksek lisansın?

 

ŞA: Var. Şöyle var. Mühendislik kökenliyim ben. Mühendislik okudum ve hiç yapmadım. Öyle bir şeyin üzerine Boğaziçi’nde daha sosyal alanda diyebileceğim Kamu Yönetimi masterı yapıyordum. Çok okuma imkanım oldu daha doğrusu. Mühendislik sırasında edinmediğim, oradaki eğitimden de memnunum aslında matematik eğitimi aldım diye seviniyorum, ondan farklı olarak çok fazla okuma imkanım oldu. Daha önce iyi bir projede çalıştım. O dönemde de, 80 sonrasıydı, Türkiye’de feminist hareket de yükseliyordu. Oradan da açıkçası etkilendiğimi söylemem lazım. Bir de doğduğum yer, yaşadığım ortamlar, yoksulluk yabancı değil, mahalleli olmak yabancı değil, Anadolu yabancı değil ve kadınların sahici durumları yabancı değil. Orada birleşmiş olduk, fakirlik ve yoksul kadınlarla çalışalım diye. Böyle doğdu vakıf fikri.

 

HDD: Yanlış hatırlamıyorsam, feminist hareket yükselmekteydi diyorsun ama  sen galiba bunu kendi içinde bulunduğun gruptan ziyade gerçekten çok ihtiyacı olan gruba yöneltmenin gerektiğini düşünerek de yöneldin galiba.

 

ŞA: Evet, kadın çalışması oradan çıktı ama biraz da her insan tabii kendi gerçekliğiyle veya kendisini geliştirdiği durumlarla dönüştürebiliyor. Orada yoksulluk ve kadın birleşmiş oldu. Orada da şu, yine o çerçevede bakarsak, yoksul kadınlar nerelerde kendilerini ifade ediyorlar? Çünkü biraz öteki cinsin bakışında onlar adına sorunu tanımlama durumu var. O yüzden biz yoksul kadınlarla ve belli ilkeler çerçevesinde çalışalım dedik. Yani onların kendilerini ifade edecekleri, kendi sorunlarına çözüm varsa eğer bunları geliştirecekleri ortam hazırlamak, o anlamda destek vermek üzere bu vakıf kuruldu. 1986’dan beri epeyce bir yol alındı gibi.

 

HDD: Burada bildiğim kadarıyla kadınlarla birlikte üretiyorsunuz, değil mi? Hizmet vermek dedim ben sana program başlamadan önce, sen dedin ki hayır. Hizmet vermiyoruz, birlikte yapıyoruz diye benim sözümü düzelttin. Buradaki amaç birlikte üretmek mi, yoksa olaylar mı öyle gelişti?

 

Bir yere ait olma, dayanışma, mahalleli ruhunu yükseltme...

 

ŞA: Değil. Biraz önce değindiğim gibi biraz ilkeli bir beraberlik kuralım diye çalıştık. Şimdi hizmet olunca bir alan oluyor, bir de veren oluyor bunu. Zaten Türkiye’nin kültürel geleneği de buna çok uygun. Birileri hizmet verir, birileri bunu beğenmez, kullanmaz en fazla. Bu da durumları çok fazla geliştirmez, hayatta çok dönüştürmeye yardım etmez. Bizim yaklaşımda hakikaten birlikte çalışarak, kendileri ne istiyorlarsa kendi birikimleri, çünkü şuna çok inanıyoruz yani kadınlar, özellikle yoksul kadınlarda ciddi bir hayat tecrübesi var. Çocuk eğitimi anlamında çok iyi eğiticiler, bize kalırsa. Bir de hem ailelerini bir arada tutuyorlar, hem de mahalleyi. Neredeyse toplumu bir arada tutan böyle bir enerjileri, güçleri, hayat birikimleri ve deneyimleri var. Onu ortaya çıkarmaktı amacımız. O anlamda hizmet onlara yukarıdan formüle etmek, oluşturup önlerine sunmak değil de kendi ihtiyaçları, kendi gerçeklikleri içinde bunu birlikte oluşturmak gibi. Tabii ki biz teknik destek veriyoruz. Başka kaynaklarla buluşturmaya çalışıyoruz. Bu da bir süreç; böyle her şey parlak, güllük gülistanlık gidiyor değil. Ama sonuçları itibariyle yaygınlaşabilir ciddi modeller geliştirebildiğimize inanıyorum.

 

HDD: Sanırım gönüllü konusunda da, aynı kişiler yine gönüllü olarak vakıf için çalışıyorlar. Bunun dışında yine başka gönüllüleriniz de var mı? Gönüllü çalışmalar nasıl oluyor KEDV’de?

 

ŞA: Açık söylemek gerekirse gönüllülerle birlikte çalışmanın tadını biz yeni yeni çıkarmaya başlıyoruz. Daha açıkçası; depremden sonra başladı diyelim. Ondan önce böyle bir programımız yoktu. Gönüllülere biraz daha ayak altında dolaşıyorlar muamelesi yapıyorduk. Çünkü bir anlamda bu doğru da. Eğer farklı bir yaklaşımınız varsa gönüllülerin hemen ona adapte olması mümkün değil. Uzunca bir süreç gerekiyor. Çünkü sahada çalışıyoruz, yoksullarla çalışıyoruz. İnsanlarda şöyle bir şey olabiliyor. Kurtarıcı rolüne bürünebiliyor ve çok kolay bir şey. Bizim de zaten istemediğimiz bir şeydi. Onun için gönüllülerle çalışırken biraz daha dikkatli davrandık diyelim. Ama bu deprem sonrası gönüllülerle çalışmanın tadına vardık. Çünkü bu arada biz de biraz kendimize baktık. Böyle bir gönüllülük programı, gönüllülük ilkeleri filan gibi şeyler çıkardık. Özetle şu; STK’lar açısından gönüllülüğe insan kaynağı açığını gidermek üzere bedava kaynak diye bakılmaması gerektiğini

 KEDV el ürünleri ve oyuncak kataloğu için tıklatınız

düşünüyorum. Hem gönüllüler açısından hem de kurumlar açısından birlikte öğrenme süreci diye ve birlikte etkileşim süreci diye bakmak daha doğru olur diye düşünüyorum. Bu beraber toplumsal sorumluluk geliştirme, yurttaş olma bilincini geliştirme, daha da önemlisi bir yere ait olma, dayanışma, mahalleli ruhunu yükseltme diye bakıyoruz. Öyle olunca kurum açısından bakarsak her iki taraftan da belli ilkelerin benimsenmesi gerekiyor diye düşünüyoruz.

 

HDD: Bu sözünden gönüllülüğün sürekliliği sonucu çıkıyor diye algılıyorum. Katılıyor musun?

 

ŞA: Bazı ortak değerleri paylaşmak lazım. Süreklilik çok önemli bir şey ama orada şuna saygı duymak gerekir: Gönüllü insan önce kendi ilgilendiği alanda ve kendi vakti oranında katılması gerekiyor. Buna da saygı duyulması gerekiyor. Yani hayatını buraya vakfedeceksin diye bir şey yok veya profesyonel gibi çalışacaksın diye bir şey yok. Ama buna da özen göstermek gerekiyor. Süreklilik değilse bile ne kadar ne zaman katkı koyabileceği..

 

HDD: Süreklilikten kastım o zaten. Bir bütün içerisinde herkesin yerinin belli olması, bir girip çıkmak, haftada bir saat bile gelse o bir saatte sürekli olmasını kastettim ben.

 

ŞA: O biraz birbirini tamamlıyor. Mesela şöyle durumlar da oluyor. Müthiş heyecanlı. Biz ona biç oryantasyon programı var. Onu da aşarak 4 saat konuştuğumuzu hatırlıyorum, biz de çok heyecanlanarak. Ertesi gün gelmiyor. Böyle durumlar da olabiliyor. Bunu da anlayışla karşılıyorum ben.

 

HDD: Ne olarak yorumluyorsun bunu?

 

ŞA: İnsanlar çok da ne istediklerini bilmiyorlar. Esasında kafanın arkasında her zaman  şöyle bir şey oluyor. Bunu da çok anlıyorum. Profesyonel bir pozisyon ilerde edinirim. Bu da çok anlaşılır bir şey. Ama ilk elde bugün çok heyecanlanıp yarın gelmemeyi kafa karışıklığına da bağlıyorum. Beklentilerini, ne istediğini de tam bilmiyor.

 

HDD: Dinleyince idrak ediyor. Bana göre değil diyebiliyor mu?

 

ŞA: Evet.

 

HDD: Aslında başta bunu söylemek belki daha iyi. Üç gün gelip sonra gelmemesinden daha iyi.

 

ŞA: Veya öyle yoğun bir heyecandan çok, yapabileceği çok sınırlı, yavaş yavaş işi tanıyarak, insanların kendisine böyle bir süre vermesi belki daha doğru olur diye düşünüyorum.

 

HDD: Peki. Sence gönüllülük nedir?

 

Citibank'la, Microsoft'la gönüllülük kurumsal

 

ŞA:  Gönüllülük biraz önce söylediğim gibi biraz hayatına başkalarıyla birlikte anlam katma. Çünkü gönüllü insanlar ortaya çıktığında şöyle bir şeyle ortaya çıkıyor. Biraz etrafı dönüştürmek, iyileştirmek. Bunun arkasında mutlaka böyle bir dürtü var. Öyle olunca da birlikte birileriyle gelişeceğim diye, yani birlikte öğreneceğim diye...

 

HDD: Bir şeyler değiştireceğim yerine bir şeyler üreteceğim diye mi bakmak lazım?

 

ŞA: Birlikte. Bireysel yanı da var, toplumsal tarafı da. Toplumsal yanına baktığında artık herkes yalnızlaşıyor. Yani ruh halinde olan bir şeyden sen kendini çok fazla koruyamazsın. Ülkedekinden de çok fazla koruyamazsın.

 

HDD: Küçük yerleşim yerlerinde yalnızlaşma olduğunu gözlemliyor musun, yoksa İstanbul gibi bir şehrin daha büyük bir sorunu mu bu?

 

ŞA: Küçük yerler için de aynı sorun geçerli, diye düşünüyorum. Yalnızlaşmanın farklı boyutları olabiliyor. Mesela mahalle ruhu çok önemli bence. Bu vardı eskiden. Şimdi taşraya küçük köylere kasabalara, şehirlere gittiğimizde de onu bulamıyorum. Bir kere fiziksel olarak çok değişiyor. Bir bireysellik, bireyselleşme gibi şeyler ortaya çıkıyor ama yandaki unutuluyor. Bu her yer için söz konusu gibi geliyor. Başka başka boyutlarda insanlar yalnızlaşıyor sanki.

 

HDD: Bu arada gönüllülük ve gönüllülerle çalışmayı genel hatlarıyla konuştuk ama gönüllü kuruluş olarak çalışmanın özellikleri, artıları ve eksileri, bu konuda 15 yılın deneyimleri, gerçi depremden sonra başlamışsınız ama son 4 senede gönüllü ile çalışmanın artıları eksileri nedir?

 

 Atık kumaşlardan üretilen "Çılgın" (8,5 milyon TL)

ŞA: Bireysel gönüllüler dışında bazı kurumlarla kurumsal gönüllülük programlarımız var. Örneğin Citibank’la. Bu yenilerde başladı. Bana çok önemli bir gelişme gibi geliyor. Özel sektörde toplumsal sorumluluk bilincinin yükselmesi. Bu şu manaya geliyor. Bu tip projeleri desteklemelerinin dışında bazı firmalarda çalışan personelin gönüllü programlara dahil olması ve iş yerinden birikimini kullanmak üzere buna izin verilmesi. Bu anlamda Citibank’la böyle bir çalışmamız var. İki seneden beri çalışıyoruz, müthiş mutluyuz. Citibank bir projeyi desteklemenin dışında proje kapsamında gönüllülerini mobilize etti. Son derece düzenli toplantılarla izleyebiliyoruz ve birlikte çok iyi çalışıyoruz. Yakınlarda Microsoft ile başladı böyle bir çalışma.

HDD: Yani bizzat personel gelip sizin projenizde görev aldı.

ŞA: Personeli görev alıyor derken vakıf binasında çalışmıyor. Vakfın elektronik altyapısı için, internet, haberleşme, kurum içi haberleşme, web sitesi filan gibi ihtiyaçlar...

 

HDD: Kendi uzmanlık alanında size destek vermek.

 

ŞA: Yine Microsoft kanalıyla elektronik ticaret yapan Ideefixe’le çalışma başlatıldı. Vakfın desteklediği kadın gruplarının ürettiği ürünleri daha geniş bir pazara yaymak üzere sanal pazar diyebileceğimiz bir ortamda pazarlıyor.

 

HDD: Peki oradan bir şeyler açılıyor mu?

 

ŞA: Tabii tabii. Şu anda kadınların malları İdefix kanalıyla daha geniş bir pazara sunulmuş oldu ve satış da oluyor.

 

HDD: Ben de ilk defa burada duyuyorum.  Buna nasıl ulaşabiliriz?

 

ŞA: Ideefixe’in kendi sitesinden (www.ideefixe.com) ulaşılabiliyor. Bugün yeni bir şey başlattık. Bilgi Üniversitesinden öğrenciler vakfın ve vakfın desteklediği kooperatiflerin web sitelerini yapacaklar. Böyle kurumsal düzeyde gittikçe gelişiyor ve bundan da çok mutluyuz.

 

HDD: Bu sizin tercihiniz mi veya tesadüfen mi gelişti? Çünkü kurumsal işbirliği bir takım şeylerin daha iyi oturmasını mı sağlıyor, yoksa bu tesadüfen mi bu yönde gelişti?

 

ŞA: Çok tesadüfi sayılmayabilir. Çünkü bu kurumlar kuruluşlar kendilerine bir toplumsal sorumluluk zaten edinmiş oluyorlar. Bu sefer işbirliği yapacakları STK’ları arama sürecine giriyorlar.

 

HDD: Ben sizin tercihiniz olarak sordum.

 

ŞA: Bizim tercihimiz yaptığımız işlere uygun düştüğü için böyle işbirliklerini kabul ettik.

 

HDD: Bunun dışında bireysel gönüllülük de var mı?

 

ŞA: Tabii.

 

HDD: Hangi konularda?

 

ŞA: Mesela çeviri konusunda gönüllü destekler alıyoruz. Çalıştığımız alanlarda, çocuk gelişimi eğitimi konularında destek alıyoruz. Hem fikir geliştirmek hem uygulamada yardımcı olmak üzere.

 

HDD: Bizzat sahada birebir kadınlarla birlikte üretimde çalışan gönüllüler var mı?

 

ŞA: Şöyle; belli bir becerisi varsa, biraz önce dediğim gibi kadınların kapasitesini geliştirme sürecini zedelemeyecek tutumda ve vakfın anlayışını benimseyen insansa tabii. Özel alanlarda onlara bir şey öğretmek, onlarla bir ilişki bağı kurmak.

 

HDD: Yani bir uzmanlığı varsa mı?

 

ŞA: Uzmanlık derken uzmanlığı da çok abartmak istemiyorum. Adı uzman olunca..

 

HDD: Herhangi bir kişi, herhangi bir işi..

 

ŞA: Becerisini başkalarıyla paylaşmak ama ucundan bir şey çıkacak. Orda amaç tabii ki gönüllüyü eğlendirmek değil. Karşıdaki tarafa da bir yararının olması gerekiyor. Ciddi sonuç alınacak böyle sürekliliği olan gönüllü çalışmalar tabii ki oluyor.

 

El işi ürünler Nahıl Cafe'de

 

HDD: Bildiğim kadarıyla sizin vakfın şimdi bir de kafesi açıldı. Nahıl isminde. Çok güzel. Ben nahılın anlamını biliyorum ama çok bilinmediğini de biliyorum. Nahıl ne demek, biraz açar mısın? Osmanlıda bir süsleme ağacı gibi bir şey, değil mi?

 

ŞA: Çok ukalalık etmeyeyim.

 

HDD: Nahıl nereden aklınıza geldi?

 

ŞA: Biraz önce söylediğim gibi bir başka gönüllü grup da var. Hem Citibank, hem dışarıdan insanlar. Mesela Hürriyet’te çalışan. Farklı bir gönüllü grubumuz var. Onlarla birlikte çıktı. Vakıf binası altında kadınlara hem böyle ürünlerinin satılacağı hem yemeklerin tanıtılacağı hem de kadınlar üretmese bile yöresel el sanatlarının tanıtılacağı ve hiç değilse onun ticaretine kadınların katılması amacıyla bir dükkan açalım dedik. Ona isim aranırken, Nahıl Şenliği yapıyoruz biliyorsun senede bir iki kere, eski eşyalar toparlanıyor, Expres Kargo destek veriyor... Bütün bu süreç sonunda iş o dükkan sürecine de geldi.  Ona isim aranırken epey önce duymuştum. Can Yücel, o söylemişti nahıl diye. 7-8 sene önce böyle duymuştum. Özetle, eski Türklerden gelen bir Noel ağacı versiyonu gibi bir şey. Noel ağacının da tam ne olduğunu bilmiyorum ama sonuçta...

 

HDD: Ne acı, Noel ağacıyla açıklıyoruz biz.

 

ŞA: Bereketi simgeleyen bir şey. Dayanışmayı simgeleyen bir yapı diyelim. Ağaç biçiminde süsleniyor. Dükkanda iyi süslenmiş bir nahılımız da var. Osmanlı’da padişahların sünnetlerde, düğünlerde, önemli günlerde süslenip özel nahıl bentleri olan, veya ciddi süsleyicileri filan olan, 10-20 metre yükseklikte yapılan şeyler. Hâlâ bazı yerlerde, Siirt’te mesela başka bir adla, adı nahıl değil ama bunlar var. Hâlâ düğünlerde filan kullanılıyor. Böyle bir şeyi de yeniden Türkiye’nin gündemine getirdiğimiz için doğrusu seviniyoruz. Çünkü sure bile var. Nahıl Suresi. Belki aynı olmayabilir ama dayanışmayı, bereketi, yardımlaşmayı simgeleyen. Bu nedenle çok anlamlı geliyor bana. Seviniyorum.

 

HDD: Ben de duyduğumda çok sevinmiş, keyif almıştım. O halde bir de Nahıl’ın adresini verelim. Bir de son olarak neler söylemek istersin? Gönüllü olmak isteyenler varsa, kimler nasıl gönüllü olabilir? Bu son bilgilerle dinleyicilerimize veda edelim.

 

ŞA:Nahıl’ın adresini verelim. İstiklal Cad. Bekâr Sok. No. 17 / Beyoğlu, oraya da bekliyoruz insanları. Mesela güzel yemek pişiren kadınlar bunu başkalarıyla paylaşmak, öğretmek isteyebilirler. Evlerinde yapıp oraya satılmak üzere getirebilirler. Köfte, dolma, börek, kek gibi. Gönüllülere de kapımız her zaman açık. Ancak ilkelerde anlaşmak gerekiyor. İnsanlar açısından çok önemli buluyorum. Bize gelmesi şart değil. Mahallesinde bir şeylere el atması... Hep şunu diyorum. İnsanlar öldüğünde miras paylaşacak adamlar ortaya çıkar. Böyle bir durumda en azından cenazesi kalabalık olur.

 

HDD: Evet, bu da senin yaratıcılık örneğin, olaya bu şekilde yaklaşımın.

 

ŞA: Hakikaten para biriktirmek için uğraşmak, hayatı bunun için israf etmenin sonucu bu oluyor.

 

Kadın Emeğini Değerlerdirme Vakfı

Tel:         0212  292 26 72-75

e-posta:  [email protected]

web:       www.kedv.org.tr

      

 

 (Söyleşi Açık Radyo’da yayınlanmıştır. Deşifre eden: Kevser YAVUZ.)