Kaybolmuş Bir Şair İlanı

-
Aa
+
a
a
a

Kitabın da, aşkın da, yalnızlığın da mevsimi vardır ve tabii şiirin de... Sonbahar/kış, yalnızlıklar ve alkolikler mevsimidir şehirlilerin. Yoğun kasvet bulutu, insanların ruhlarına nüksetti  mi, tutunacak tek dal, kışlık kitaplar değil midir çoğumuz için?

 

‘Alkolik’ bir şairin yeni kitabını, soğuk bir sonbahar/kış günü, misafir kaldığınız ve ‘sahibinin’ işten dönmesini beklediğiniz, elektriklerin ‘tadilattan dolayı’ kesildiği soğuk evin loş salonunda, “ Seyreldi ölüm kendi sularında/ olta ben, balık ben... Erhan olamadım...” dizesiyle bitirdikten sonra, nasıl ‘anlatmaya’ girişirdiniz acaba? Hani şairi anlatırsınız ama, şiir gibi bir şey değil ki bu. Şiiri ‘imgelem şöyle’, ‘metaforlar böyle’ şeklinde mi anlatmak gerek? Fakat böyle bir anlatım çoğunlukla saçma gelir bana. Hem saçma hem de soğuk bir anlatım biçimi. Zaten iktidar kokan anlatım biçimleri değil midir ki şairi şair kılan. Öyle ki, şair okuduğunda kendi şiiriyle ilgili ‘tespitleri’, kendisine haksızlık yapıldığını düşünmez mi çoğunlukla. Yahut bir nevi laboratuar incelemesine maruz kaldığını... O nedenle de şiiri anlatmak, şairi anlatmaktan güç, şairi anlatmak ise bambaşka bir meşakkat... Erhan’ın kendisi de, şiiri de ‘iktidarın’ bu soğuk tavrından o kadar uzak ki, onu anlatmak için ancak ve ancak cahil cesaretine sahip olmak gerek...

Ankara’nın kara/soğuk günlerine inat, ısınmak için kim sarılmaz ki ‘alkolik’ bir şairin fısıltılarına, sıcacık, kimi cesaret veren, içinizi titreten, kimi cesaret kıran/karamsar dizelerine...

“Alkol dizboyu, oğlum sevgisiz, karım umarsız(...) Gönlüm açık denizler kadar ıssız ve fenersiz/ Bana çekinmeden ‘alkolik’ diyebilirsiniz” diye başlıyor Ahmet Erhan, soluk aldırmayan “Kaybolmuş bir köpek ilânı”na.

 

Şiirin de mevsimi vardır

 

Kitabın da, aşkın da, yalnızlığın da mevsimi vardır ve tabii şiirin de... Sonbahar/kış, yalnızlıklar ve alkolikler mevsimidir şehirlilerin. Yoğun kasvet bulutu, insanların ruhlarına nüksetti  mi, tutunacak tek dal, kışlık kitaplar değil midir çoğumuz için? Oysa Erhan, İnsan’ı olduğundan çok daha küçük göstermesi alameti farikası olan şehirden değil, kasabadan fısıldıyor kulaklarımıza. Şair, Silivri’den fısıldadığı için zahir, “Gözlerimde bir çıban gibi büyüyor İstanbul/ Ellerim kapıyı pencereyi çivilemekle meşgul/ Harlanma şehrim birgün dönerim/Harlanma şehrim sende ölürüm/ Ankara gitgide soluyor kartpostallarda/Yitip bulduğum bulup yitirdiğim/ Şakaklarımda tren rayları gibi zonkluyor İstanbul...” diye sürdürüyor ‘alkolik’ dizelerini...

Kara kaplı kitabın ‘havasına’ verdiniz mi kendinizi, ister misafir olun bir evde, ister yolcu olun trende, ister kışlık için ayırdığınız kitapların arasında yalnızlığa gönül vermeye çalışın, denize ve alkole özlem duyarsınız, varsa masanızda içkiniz bile... İlk okunuşunda, gereğinden çok ‘umutsuz’ görünse de şair, aslında bir umutsuzluk kitabı değildir sadece. Hatta bir şairin sayıklamaları belki de. Kimileyin umutlu, kimileyin sinik/’alkolist’, kimileyin de sonuna kadar umutsuz...

 

Şairin şiirle öyküsü

 

“Alkol... Evet!/ Hiç değilse sığınacak bir deliğim var/ Bir diyeceğim var ki inan:/ Doğdukları gibi ölürler/ Benim gibi yağmur altında dimdik duran.../ Kimse taş bağlamadı sırtıma/ Ne denize yarandım ne de dağlara/ Ama hayatla da olmadı bir hesabım/ Devrimciyim, sarhoşum, yalnızım”.

Kitapta şairin ‘tanıtıldığı’ paragrafta, şöyle özetleniveriyor Erhan’ın şiirle serüveni: “Adana Demirspor’da futbol oynadı, ağır bir sakatlık geçirince şiir yazmaya başladı”. Fakat soluk almadan daldığınızda “Kaybolmuş bir köpek ilânı”na, hele bir de “Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin” (1984), “Yaşamın Ufuk Çizgisi” (1982), “Deniz Unutma Adını” (1992), “Ölüm Nedeni Bilinmiyor” (1988), “Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi” (1997) ve burada sayamayacağımız pek çok şiir kitabından da mahrum kalmadıysanız yazarın, aslında şiirle öyküsünün bir ‘kazadan’ ibaret olmadığını anlamanız güç olmayacaktır.

Şair belki de bu yüzden Sadık Hidayet’ten şu alıntıyı okutarak başlıyor bize dizelerini fısıldamaya: “Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar”.

Ahmet Erhan’ın ‘kışlık’ şiirlerini okurken, altını çizmeden geçeceğiniz az dize var. Zaten şairin hâleti ruhiyesini ‘bir yerlerden’ tanıyorsanız, daha evvel varsa bir tanışıklığınız varsa bu ‘alkol kokulu’ yaşamla, hele kitabı okuduğunuz sırada odanız soğuk, elektrikler kesik ve yalnız başınaysanız ve de hafiften de olsa sarhoşsanız, hele geçmek bilmeyen boğucu saatler boyunca ‘ev sahibinin’ gelip şöyle bir sarılmasını bekliyorsanız heyecanla. İşsiz ve güçsüzseniz, ne bileyim, aslında işiniz başınızdan aşkınsa... Kısacası, birilerinden şikayetçiyseniz, birini çok ama çok seviyorsanız, bir kenti özlüyorsanız, bir kasabadan hazzetmiyorsanız, bir yaranız varsa mâziden, parasızlık ve alkol ‘dizboyuysa’, hiçbir zaman, hiçbir şey dört dörtlük olamıyorsa, bir türlü uzatıp elinizi, dokunamıyorsanız sevdalarınıza, sevdiklerinize...

O yüzden son dizelerini de okuyup kara kapağını kapattığınızda “Kaybolmuş bir köpek ilânı”nın, tıpkı şairin ‘Hayat öyle soğuk ki’ sözü gibi kafkaesk bir hayatta, yapayalnız ve ‘alkolik’ bir dünyada, bir çıkmazda sanır insan kendini. Kitap bu yüzden de ‘kışlık’tır işte. Ama şair hep pesimist değildir, zira; ‘ Biz yine de hayatla dizboyu yürüyelim/ Değil mi ki ölüm var, azıcık gülümseyelim’ demeyi de ihmal etmiyor arada bir. Ve  tüm karamsarlığına rağmen, okuru heyecanlandıran, ona, ‘umudu elden bırakmamak gerek’ dedirten de yine kötümser dizeleridir şairin...

Dilerseniz sözü, “Kaybolmuş bir köpek ilanı”ndan, okurken, hüzünlenirken, ‘evet bee!’ derken altını çizdiğimiz birkaç dizeyle noktalayalım: “Bu gömlek bana uymaz/ Çelimsizim devasa marketlerinizde/ Yalnızım da çok/ Bataklığın kenarında salaş bir meyhane gibiyim/ Oturur bir şarap söylerim kendime/ İçine birazdan sinek düşer bilirim/ Kibrit çöpüyle sineği çekerim/ Derya balık misali/ Yine içerim yine içerim/ Midem bulanmaz...”

“Sen gelince uyuyorsam şaşırma/ Mevsimdendir/ Çayı ısıttım, çiçekleri suladım mı acaba/ Bütün at yarışı müsveddelerimi yırttım/ Türkiye yırttı, Musul Kerkük yolunda/ Sen gelince yalnızsam sakın şaşırma/ Kaybolmuş bir köpek ilânı gibi kaldım şu dünyada...” 

 

Ahmet Erhan / Kaybolmuş bir köpek ilânı / Everest yay.