Kararsızların gönlünü kim çelecek?

-
Aa
+
a
a
a

Ülkemizdeki kişi sayısı kadar siyasi parti oluşturulabilecek bir fikir yelpazesi var, ilk bakışta... Kendi fikir ve isteklerini kimin gerçekleştireceğini belirleme amacıyla sandıklara gideceklerin bir kısmını kesin kararlılar (“kemik” seçmen) oluşturuyorsa, bir o kadarını da, “kararsız”lar oluşturuyor. Kendi kafasına tam uyanı arayanlar ve bir türlü karar veremeyenler, oy arayan partilerin hedef kitlesidir.

Kararsızlık iki durumda ortaya çıkar: B irincisi, seçenekler birbirinden “kötü”yse, örneğin, et yemeyen birisi için pirzola ile bonfile arasında seçim yapmak gibi... İkincisi, seçeneklerin hepsi birbirinden “iyi”yse; bir türlü karar veremeyip “arada kalmak,” dediğimiz durum. Adeta ne karar verirseniz verin, bir şeyin değişmeyeceği bir durum.

Kararsız seçmen “hiperaktiftir”; değişiklik sever; değişiklik olsun diye veya otoriteyi sinir etmek için beklenenin tersi yönde hareket edebilir; kararını o anda, ne düne, ne yarına bakarak, tam “o anda” (yani, oy verme anında) verir. Beklemeye tahammülü yoktur; kararının belirleyicisi “o andaki”, yani son dakikadaki koşullardır. O sebeple, şu anda karar vermiş gibi gözükenler arasında da, son dakikada farklı bir karar verebilecekleri için, “özünde kararsız” sayılması gerekenler çokçadır. Üstelik son dakikada içinden geldiği gibi karar verdiğini düşünen (zanneden) kitlenin içinden geleni, o sırada dışında olan bitenler belirler. Çocukluktaki hiperaktivite bozukluğunun davranış tarzını andırdıkları için (klinik olmayan anlamda) “hiperaktif” diye adlandırdığım bu kitle, toplam kitlenin %20’sini oluşturur. *

Belirsizlik “kararsızlık”ı arttırır

Üstelik, aynı çocukluk hiperaktivitesinde olduğu gibi, koşullar belirsizleştikçe, genetik/yapısal olarak hiperaktif olmayanlar bile, “hiperaktifleşebilirler.” Seçimdeki belirsizlik seçeneklerin birbirinden farksızlaşmasıdır. Hiperaktif seçmen kolayca kararsızlaşabilir, ve daha önemlisi kararsızlığını aşmak için genellikle, o anda “ilk akla gelene” meyleder. Son dakikada ve ilk akla gelen ise, devamlı akılda olabilendir; seçmenin “gönlündeki”dir.

Bu belirsizlik meselesinin davranışlarımız üzerindeki etkilerini anlamak için ülkemiz trafiğindeki davranışlarımıza bakmak yeterli olabilir. Yol çizgilerinin belli olmadığı veya ayrımların net belirlenmediği (ve denetlenmediği) köprü girişi gibi yerlerdeki itişip kakışmayı, beklenmedik karar değişikliklerini bir düşünün. Az sonra sağa yanaşacak bir otomobil arkanızdayken birden sola fırlayıp, hiçbir işaret vermeksizin (o anda aklına geldiği için) sizin yolunuzu çaprazlayıp, “aşırı sol”dan “aşırı sağ”a geçebilir. Sizin de, benim de arada yaptığım hareketlerden, herhalde, bunlar. Üstelik, o kararsız ve hesapsız davranışı, “pekalâ açıklayabiliriz.” Vardır bir mazeretimiz...

Gönül her zaman akıldan üstün değildir

Bir karar verirken ilk akla gelen, aslında, seçmenin dilinde, “aklından” ziyade, “kalbine yakın” olandır. Bu bir bakıma, önyargılarını ya da kalıplaşmış fikirlerini pekiştirici nitelikteki “radikal” grupların seçim şansını arttıran bir durum gibi gözükebilir. Neden? Akıl, bir süre için duruma bir cevap bulamadığında, otomatik olarak ortaya çıkacak davranış, genellikle içgüdüsel, kısa dönemli çıkarlara yönelik, olası bir “tehlike”yi savuşturmaya yönelik olacaktır. Hele “manevi” ya da “milli” bir değere yönelik tehlikeler olduğuna herkesi inandırıcı bir söylemi olan grup, kararsızların “tepki oyları”nı (kararsızlar düşünmeksizin, ölçüp biçmeksizin karar verdikleri için) toparlayıp gider.

Ancak, aynı kararsız seçmene “yakın” gelebilecek bir başka yaklaşım, seçmene kendisini önemli hissettiren, adam yerine konduğu duygusunu alabildiği, bu sebeple de kendisini yakın (ve kendisinden yetkin) hissettiği bir kişi/grup da kararsızların “gönlünü çelebilir”. Bir şeylerin elden gittiğini söylemekten başka sözü olmayan, tehlike umacısı “hamâsi” kanatların “kararsızlar” nezdindeki garantili etkisini dengeleyebilecek tek seçenek gönülçelen partisi mi, bilemiyorum...

Dip Not

* Hiperaktivite/dikkat eksikliği diye bilinen ve çocuklukta başlayan sorun, okul çağı çocuklarının % 5’ini etkileyen ve belirtilerin bu grubun yaklaşık yarısında silindiği bir problemdir (Açık Site’de yayımlanmış yazılarımdan “Dikkat hayatı farketmektir” daha fazla bilgi verebilir). Bu grubun büyümüşlerini kastetmiyorum, hiperaktif seçmen deyişiyle. Diğer yandan, hiperaktiviteye özgü sayılan acelecilik, sabırsızlık, telaşçılık, bir sonraki adımı görmekte zorluk, geleceğe dönük hareket edememe, anlık ihtiyaçlara göre karar verme, toplumsal kurallara ayak uydurmakta zorluk, gözükaralık, “aklı havada”lık gibi davranışları, hemen herkes zaman zaman gösterebilir. Daha doğrusu, bu davranış kalıbına dış koşullarda belirsizliğin artması ve kaynakların azalması ile birlikte hemen herkes girebilir. Ancak, belirsiz ve kıt kaynaklı koşullar düzeltildiğinde, davranış ve öğrenme sorunları bitmeyen ve hiperaktif davranışları devamlılık gösteren bireyler “hiperaktivite” klinik tanısıyla adlandırılan grubu oluşturur. Bu klinik hiperaktif grubun en az %20 diye gözüken ve koşullara göre azalıp çoğalan “hiperaktif seçmen” grubunun olsa olsa küçük bir bölümünü oluşturabileceği açık... Belirsizlik ve istikrarsızlığın hiperaktifleştirdiği bir toplum muyuz? Bu sorunun cevabı apayrı bir yazının konusu olmalı.